Ülker, Ankara’da kurduğu fabrikasına Anadolu’daki bayilerini de ortak ediyor.

Ülker, 25 yaşına geldiğinde, Anadolu’ya mal sevkıyatında sıkıntı yaşanmaya başladı. Özellikle Ankara’nın doğusundan gelen siparişler karşılanamıyordu. Bunun üzerine, başkentte bir fabrika kuruldu ve ortak edilen bayilerin hisse senedi bedeli, satış priminden karşılandı.

Üç kıtaya yayılmış bulunan Osmanlı İmparatorluğu, Sanayi Devrimi’ne ayak uyduramamıştı. Bu devrimin başlayabilmesi için, öncelikle elektrik enerjisine ihtiyaç vardı. Elektrik, koca cihan imparatorluğu Birinci Dünya Savaşı’na girerken, yani 1914 yılında, sadece iki merkezde; başkent İstanbul ile savaş sonrası kaybedeceğimiz Şam kentinde bulunuyordu.50

Osmanlı Devleti, 19. yüzyılın başlarından itibaren kamu teşebbüslerini oluşturmaya başladı. İlk olarak, 1835’te İstanbul Feshane’de çuha, fes ve battaniye imal eden bir fabrika kurdu. Onu, aynı yıl İzmit’teki çuha ve asker elbisesi fabrikası izledi. 1845’te kurulan Hereke Fabrikası’nda ise, kadife ve ipekli kumaş imal edilecekti. 1892 yılında Yıldız Parkı’nda kuruluşu gerçekleşen ve faaliyeti bugün de devam eden Yıldız Porselen Fabrikası, Osmanlı’nın son dönem sanayi tesisleri arasında yer aldı. 20. yüzyılın başında ise, Beykoz Askeri Kundura, Çizme ve Palaska (özel askeri kemer) Fabrikası kuruldu.51 Şimdi, yüzyıl sonrasına gelelim.

1965 Türkiyesi’nde enerji sorunu hâlâ sürüyordu. Bu sorun, sanayileşmenin de önünü tıkamaktaydı. Ülkemizin en büyük kenti, dört imparatorluğa başkentlik yapmış olan İstanbul’da yeterli elektrik de, su da yoktu. Asım ve Sabri Ülker kardeşler, 1944 yılında Eminönü’ndeki bir küçük imalathanede başlattıkları bisküvi üretimini Topkapı dışında sürdürmek istiyorlardı, ama elektrik ve su kaynaklarına yakın olan bir arsa bulmakta güçlük çekiyorlardı.

Türkiye’nin doğalgazdan da henüz haberi yoktu; kömürden havagazı ve elektrik enerjisi üretiliyordu. Akarsular ise, başıboş akıp denizlere ve ummana (okyanus) doğru gidiyordu.

İğneden ipliğe hemen her şey ithal ediliyordu. Kaçak malların satıldığı, halk arasında adı “Amerikan Pazarı”na çıkan dükkânlar, çok iyi iş yapıyordu.

Ülkemizde topluiğne imal edecek ilk fabrika dahi ancak 1968 yılında, İstanbul’da faaliyete geçebilecekti.

Sabri Ülker’in Fatih’teki evinde telefon olmasına rağmen, Surdışı’ndaki fabrikasında telefon yoktu. Çünkü İstanbul Telefon İdaresi’nin elinde, Ülker Fabrikası’na tahsis edebileceği telefon numarası bulunmuyordu.

Dönemin AP hükümeti, ülke çapındaki bu telefon sorununu halledebilmek için PTT’nin bir Kanada firmasıyla anlaşma yapmasını sağladı. İstanbul’un Ümraniye semtine, Kanadalıların teknik desteğiyle kurulan fabrika, telefon santralı üretmeye başlayınca, hayati önem taşıyan bu sorun da giderilebildi.

Ülker’in, “Akşama babacığım, unutma Ülker getir” reklamları, sadece gazete sayfaları ile radyo mikrofonlarında yer alıyordu. Türk insanının, televizyonla tanışması ise, artık gün sayıyordu. Oysa İngilizler, bu sihirli kutuyu, 1936 yılından beri ilgiyle seyrediyordu.

Fırat Nehri’nden elektrik enerjisi elde etmek için 1966 yılında harekete geçildi ve Keban Barajı’nın temeli atıldı. Sadece Keban’da üretilecek olan elektrik enerjisinin miktarı, o dönemin şartlarında tüm Türkiye’de üretilen elektrik miktarından daha fazlaydı. Keban, ancak sekiz yıl sonra devreye girebildi. Enerji sorunumuz da 20. yüzyılın son çeyreğinde kademeli olarak çözülmeye başlandı. Bütün bu imkânsızlıklara rağmen, Türkiye 1965-1971 döneminde, yüzde 5 enflasyon ve yüzde 7,7 kalkınma hızını yakaladı.

Selçuk Berksan: “Amcam, Ankara için zekâsını kullandı”

Ülker Firması, ülkedeki enerji ve su kaynakları sorununu, kendi imkânlarıyla aşarak, gelişmesini ve büyümesini sürdürdü. Ancak zamanla, özellikle Ankara’nın doğusundaki kentlere ürün sevkıyatında aksamalar yaşanmaya başladı. 1970 yılına gelirken İstanbul dışına açılma ihtiyacı doğdu.

O yıllarda, üretimin tamamı İstanbul’daki tesislerde yapıldığı için, ürün siparişlerinin zamanında karşılanamaması, Anadolu’daki distribütör ve bayilerin şikâyetine yol açıyordu. Ülker, o nedenle, ikinci bir kentte daha fabrika kurulması için gerekli hazırlıklara başladı.

Sabri Ülker, yeni fabrikanın kurulacağı ili belirlemek için, öncelikle bayiler nezdinde araştırmalara girişti, ardından da yeğeni Selçuk Berksan’la çalışmaya başladı. Berksan, o dönemi anlatıyor:

1960’lı yılların sonunda Ankara’da hiçbir tesis yoktu, ama arsa da yoktu. Bütün arsalar, devlet kurumlarınındı. Başkente Organize Sanayi Bölgesi kurulmaya çalışılıyor, fakat bir türlü ger- çekleşemiyordu. Sonunda, Esenboğa’daki Çankırı yol kavşağında bir yer bulduk. Burası, tam sanayi bölgesi değildi. Ancak, hem belediyeler, hem de idari makamlar bize çok kolaylık gösterdi. “Gelin, burada fabrika kurun” denildi. Biliyorsunuz, o yıllarda Anadolu’da “Fabrika yapıyorum” dediniz mi, akan sular dururdu.

Arsayı aldık. Fabrika ruhsatını da kolaylıkla sağladık. Ama arazinin zemin etüdünü yaptırdıktan sonra problemli olduğunu gördük. Pahalı bir temel inşaatı yaptık. O dönemde henüz “fore kazık” (zemini sağlam olmayan arazilerin temeline çakılan beton kazık) denilen sistem yoktu. Biz, Ankara fabrikasını fore kazık üzerine oturttuk.

Iş, bununla da bitmedi. Yine o yıllarda Türkiye’nin en büyük problemlerinden biri de telefon teminiydi. Bir telefon numarası almak için araya bakanları dahi koyduk. Bakanlık kontenjanı çıkarttırdık, ama telefonu bağlatamadık.

Ülker’in 1970 yılında Ankara’da kurulan Anadolu Gıda Sanayii tesisleri.

Fabrikanın planlamasında da yine amcamla birlikte çalıştık. Yer, İstanbul’a göre nispeten büyük olduğu için, tek katlı yapmaya karar verdik. Tabii, “kapalı ekonomi” devri yaşıyorduk. İthalat mümkün değildi. Fabrikayı yerli makinelerle yapma gayreti içinde olduk. O yıllarda, Ankara’da Erkunt Makine Sanayii faaliyet gösteriyordu. Bu fabrikaya sipariş verdik. Bunun yanı sıra, daha önce Avrupa’dan İstanbul’a getirdiğimiz iki fırını örnek alarak, İstanbullu Ermeni bir ustaya, kendi atölyemizde gayet güzel fırınlar yaptırdık.

Erkunt Makine Sanayii’nden olumlu cevap aldık. Erkunt, siparişimiz üzerine fabrikasında sac atölyesi kurdu. O atölyede üç adet fırın imal ettirdik. Bunlar, İstanbul’da dahi bulunmayan fırınlardı. İstanbul’daki en büyük fırınımız, 45 metreydi, Ankara’da ise 60 metrelik fırınlar imal ettirdik. Bu, o dönemde çok büyük bir atılımdı.

Önce, Topkapı Takkeci’deki fabrikanın kurulması, ardından Davutpaşa’ya geçilmesi ve nihayet Ankara fabrikasının yapılması... Bütün bunlar, fevkalade hızlı gelişmelerdi.

Ankara fabrikasının devreye girmesi sayesinde, ürünlerimizin Anadolu sevkıyatı kolaylaşacaktı. Anadolu esnafını cezbetmek için amcam, zekâsını ortaya koydu; büyük bayileri, fabrikaya ortak etti. Bu sayede büyük bir üretim ve satış potansiyeli doğdu.

Bilindiği gibi, bisküvi, havaleli bir üründür. Yani, çok yer kaplayan bir ürün. Mesela “pötibör” ve buna benzer ürünler Ankara’da üretilmeye başlandı. Hem işçilikten hem de nakliyeden büyük tasarruf sağlandı. Ayrıca, ufukta yeni grevler görünüyordu. Ankara fabrikası, o bakımdan avantajlıydı. Bu tesisimiz, tam zamanında devreye girecekti.

Mümin Erkunt: “Sabri Bey’den çok etkilendim”

Ülker Grubu’nun İstanbul ve Ankara’daki fabrikalarına 1970’li yıllarda tamamen yerli malı makine imal eden Erkunt Sanayi A.Ş.’nin sahibi merhum Mümin Erkunt, Sabri Ülker’le ilgili anılarını anlatırken, “Ülker’e iş yaptığımız dönemde, bizden memnun kaldıklarını ifade ettiler. Aramızda hiçbir anlaşmazlık çıkmadı. Bu işbirliği döneminde gördüm ki, Sabri Bey gibi sanayicilerin Türkiye’de sayısı çok az” diyordu.

Merhum Mümin Erkunt, 1970’li yıllarda döviz darboğazı çekilirken, Ankara’daki
tesislerinde, Ülker’in yeni fabrikası için tamamı yerli makineler üretmişti.

Mümin Erkunt, Ülker Fabrikası’nın makinelerini imal ederken, Sabri Ülker’den nasıl etkilendiğini de şu sözlerle anlatıyordu:

Sabri Ülker Bey’le 1970’lerin başında tanıştık. Sabri Bey’in hem İstanbul’da hem de Ankara’da bisküvi imal eden fabrikası vardı. Türkiye o yıllarda bu tip imalat yapacak makine sıkıntısı çekiyordu. Ülke, döviz darboğazında olduğu için söz konusu makinelerin yurtiçinde imal edilebilme imkânları araştırılıyordu.

İşte böyle bir ortamda, Sabri Bey’le İstanbul’daki Pera Palas Oteli’nde buluşarak iş görüşmesi yaptık. Sabri Bey, fabrikaları için yerli malı makine imal ettirmek istiyordu. Sabri Bey’le görüşmemizden önce bir başka bisküvi fabrikasına makine yapmıştık. Bu konuda kısmen de olsa deneyim kazanmıştık.

Sabri Ülker Bey, Pera Palas’taki görüşmemiz sırasında önce faaliyet alanını anlattı. Ardından da kendilerine ait makine parkı hakkında bilgiler verdi. Konuşmasından, çok deneyimli bir sanayici olduğu anlaşılıyordu. Teferruatlar üzerinde durmuyor, konulara olumlu yaklaşıyordu.

Bisküvi makinesi imalatının projesini fabrikamızda görev yapan bir mühendis arkadaşımız yapmıştı. Biz de işletme olarak o projeyi imalata dönüştürmüştük.

Sabri Bey, bizim böyle bir işi yaptığımızı işitmiş olacak ki, benimle görüşme arzusunda bulundu. O sıralarda İstanbul’da büyük fabrikası vardı. Ankara’da Esenboğa yolundaki fabrikası ise yeni yeni gelişiyordu.

Sabri Bey’le prensipte anlaştık. Kendisi, öncelikle Ankara fabrikalarına makine takviyesi yapılmasını istedi. Ardından da İstanbul’daki tesislerine el atmamızı arzu etti. Sabri Bey’le prensipte anlaştıktan sonra fabrikaları gezdik. Kendisi ve teknik elemanları, bize çok ayrıntılı bilgi verdiler. Oysa, daha önce başka fabrikalara makine yaparken, o fabrikaların yöneticileriyle iletişim sorunu yaşıyorduk.

Zaman ilerledikçe, Sabri Bey’le dostluğumuz arttı. Kendisi, çok centilmen bir insandı. İmkânlarımızın sınırlı olmasına rağmen, Sabri Bey’in istediği makineleri zamanında yetiştirebilmek için biz de olağanüstü çaba harcadık.

Önce, fırınlarını yaptık. Ardından da bisküvi hamurlarının yoğrulmasını gerçekleştiren makineleri... Zamanla komple tesis kurduk.

Ülker’e iş yaptığımız dönemde, bizden memnun kaldıklarını ifade ettiler.

Aramızda hiçbir anlaşmazlık çıkmadı. Bu işbirliği döneminde gördüm ki, Sabri Bey gibi sanayicilerin Türkiye’de sayısı çok az.

Sabri Ülker’le, yaklaşık iki yıllık bir işbirliğimiz oldu. Bu süre içinde İstanbul’daki fabrikanın makinelerinde de yenilemeler gerçekleştirdik. Bu sırada Sabri Bey, inisiyatifi tamamen bize bırakmıştı. İş bittikten sonra ortaya hakikaten güzel bir tesis çıktı.

İş hayatında Sabri Bey beni etkilemişti. Kendisine karşı özel bir saygı duymaya başladım. İşte o günden sonra da bisküvi alma ihtiyacı hissettiğim zaman, elim daima Ülker paketine doğru uzandı. Hatırşinas olan Sabri Bey de zaman zaman bize ürünlerinden esaslı paketler yapar, gönderirdi.

Fuat Çanakçı: “Ankara fabrikası, Ülker’i başarıya taşıdı.”

Ankara fabrikasının kuruluşu sırasında, o dönemin tanığı olan Ülker Samsun Distribütörü merhum Fuat Çanakçı, fabrikanın kurulacağı il belirlenirken, Sabri Ülker’in izlediği stratejiyi şöyle anlatıyordu:

Ülker Samsun Distribütörü merhum Fuat Çanakçı.

Ankara fabrikası kurulmadan önce, ürünler İstanbul’dan gelir, ancak siparişlerde büyük aksamalar olurdu. Sabri Bey’in bir satış prensibi vardı. Bu prensip, dairenin merkezinden, çapına doğru genişlemekti.

Merkez, o yıllarda sadece İstanbul’du. İstanbul merkezinden çevredeki iller, ürünü zamanında temin edebiliyordu. Ancak, özellikle Ankara’nın doğusu, sıkıntı yaşıyordu.

Sabri Bey, iletişimsizliği gidermek için, Anadolu Gıda Sanayii’nin (AGS) kuruluşuna karar verdi. Bu kuruluşla birlikte, merkez ikiye çıktı. Ankara fabrikası, Ülker’i başarıya taşıdı.

AGS, büyük bir girişim, büyük bir ileri görüşlülüğün sembolüdür. Bu girişime başlarken, bütün toptancılara mektup yazıldı. Ülker’le iş münasebeti olanlara, ısrarla telefon açıldı ve onlara “İlla siz de hisse senedi alın” denildi. Kendileri, bu yatırım için teşvik edildi.

Ziya Yıldız: “Sabri Bey, komşu köylüleri de düşünmüş”

Kütahya Bayii Ziya Yıldız’ın Ülker Grubu ile tanışıklığı 1952 yılına kadar uzanıyor. Yıldız Ailesi, o gün bugün Ülker ürünlerini pazarlıyor. Kendisi de, 1970’te Ankara’da kurulan Anadolu Gıda Sanayii Şirketi’nin hissedarları arasına dahil olmuş. Ziya Yıldız, bu şirketin genel kurul toplantılarından bir sahneyi naklediyor:

Ülker Kütahya Bayii Ziya Yıldız.

Anadolu Gıda Sanayii’nin hissedarlarındanım. Ülker Ankara Tesisleri kurulurken, bizi de ortak ettiler. Şirketin hisse senetleri, zaman içinde çok büyük değer kazandı.

Şirket, yaklaşık yirmi yıl kadar kâr dağıtmadı. Sabri Bey, bir genel kurul toplantısında, kâr payı dağıtılmamasını izah ederken, “Bu müesseseyi geliştirmek ve büyütmek için kâr payı dağıtmıyoruz. Ama isterseniz, dağıtalım” demişti. Ben de Sabri Bey’in izahından sonra, “Beyefendi, takdir edersiniz ki, hissedarlar arasında ihtiyaç sahipleri de var. Bu dünya fanidir. Hisseler trilyona ulaşsa, ne olacak, hissedar beş kuruş nemalanmadan öbür dünyaya gidecek” dedim. Aradan yirmi gün geçmeden, temettü (kâr payı) dağıtıldı.

Yine bir genel kurul toplantısında, Sabri Bey konuşmasını yaparken şu ilginç bilgiyi vermişti:

“Değerli hissedarlar, fabrikamızın çevresindeki köylerde dar gelirli, pek çok ihtiyaç sahibi insan yaşıyor. Zaman zaman bu ihtiyaç sahiplerine yardımda bulunma gayreti içinde oluyoruz. Bu yardımların devam edip etmemesi konusunda fikirlerinizi öğrenmek istiyorum. Eğer bu yardımların devamı arzu ediliyorsa, izninizi rica edeceğim” dedi.

Tüm hissedarlar, Sabri Bey’i dikkatle dinledikten sonra, bu duyarlılığından dolayı büyük memnuniyet duyduklarını ifade ederek, “Allah razı olsun, devam edelim” cevabını verdiler.

Hasan Yozgat: “Özal, fabrikayı Malatya’ya istiyordu”

Ülker’in Mersin Distribütörü Hasan Yozgat da, Ankara fabrikasının kuruluş dönemini yaşamış. Yozgat’ın anıları şöyle:

Sabri Bey, Ankara’daki fabrikayı kuracağı zaman, sürekli araştırma yapıyor ve bizlerin fikrini soruyordu.

O tarihte, Turgut Özal, Devlet Planlama Teşkilatı müsteşarıydı. Sabri Bey’e, bu fabrikanın, memleketi Malatya’da kurulması için ısrar ediyordu. Ancak Sabri Bey, gerekli araştırmaları yaptı ve yeni fabrikanın Ankara’da kurulmasına karar kıldı.

Sabri Bey’e, bir öğle yemeğinde, “Ağabey, fabrikayı niçin Ankara’nın Esenboğa bölgesinde kuruyorsunuz?” diye sorunca, bana şu cevabı vermişti:

“Hasan Bey, çok etüt ettim. Fabrikayı Eskişehir yoluna kurarsam, benim havaalanından gidip gelmem zor olur. Çankırı yoluna kurduğum zaman, benim havaalanıyla aram beş dakika olacak. Bana, zaman lazım...”

Biz, Ankara’daki fabrikaya ortak olarak alındığımız zaman, katılım sermayemizi önce Sabri Bey ödedi. Daha sonra, primlerimizden taksitler halinde kesti. Yani, para ödemeden hisse sahibi olduk.

Ülker Mersin Distribütörü Hasan Yozgat.

Anadolu Gıda Sanayii, kurulurken halka açıldı

1970’lerin başında Türkiye’de henüz “halka açık şirket”lerin varlığından söz etmek mümkün değildi. Bu uygulama, daha sonraki yıllarda başladı. Ancak, önce şirketler kurulup faaliyete geçti, sonra piyasa değeri artınca halka açıldı. Bu açılış sırasında ise, sermaye piyasasına, değeri yüksek hisse senetleri sürüldü.

Ülker, bayi ve distribütörlerini Anadolu Gıda Sanayi’nin kuruluş aşamasında ortaklığa davet etmiş, ancak hisse senedi alımlarına da sınırlama getirmişti. Bu sınırlamadaki amaç, büyük ortağın küçük ortağa üstünlük sağlamasını önlemekti. Sabri Ülker, ayrıca bayi ve distribütörlerin söz konusu hisse senetlerini kolaylıkla temin edebilmeleri için de bir yöntem geliştiriyor, hisse senedi bedellerinin, Ülker ürünlerinin satış primlerinden taksitle ödenmesine imkân tanıyordu.

AGS’nin kuruluş aşamasında, bayi ve distribütörlerin yanı sıra, pek çok hisse senedi yatırımcısı Ülker’e ortak olmak istemişti. Bu alıcılar, senet bedellerini peşinen ödüyorlardı.

Ülker Ankara fabrikası faaliyete geçtikten kısa bir süre sonra, hisse senedi değerleri arttı. Piyasadaki aktörler, Ülker’den yeni hisse senetleri almak için başvuruda bulundu. Ancak Sabri Ülker, hem dış taleplere hem de bayi ve distribütör taleplerine olumlu cevap vermedi. 2000’li yıllardan itibaren benzer taleplerle karşılaşacak olan Ülker’in ikinci kuşak Başkanı Murat Ülker de, babası Sabri Ülker’in tutumunu aynen devam ettirecekti.

Anadolu Gıda Sanayii’nin kuruluşunda uygulanan hisse senedi satışının bir benzeri, Ülker’in ilk kuruluş yıllarında da uygulanmak istenmiş, ama sonuç alınamamıştı. 1950’lerde yaşanan ve o dönemin şartlarında ilgi görmeyen teşebbüsü Murat Ülker anlatıyor:

Bilindiği gibi Ülker, 1944 yılında, İkinci Dünya Savaşı’nın kıtlık ve yokluk getirdiği bir dönemde kuruldu. Para da yoktu, hammadde de... Buna rağmen, rahmetli amcam ve babam, sıkıntıları aşabilmek için tüm imkânlarını seferber etmişler.

Bu arada, babam Sabri Bey, nakit darboğazını aşabilmek için hammadde temin ettiği tedarikçilerle tek tek görüşerek, onlardan borç erteleme istemiş. Bu erteleme görüşmeleri sırasında, Ülker’e günlük taze yumurta satan tedarikçisine, Ülker Gıda Şirketi’nin bir miktar hissesini teklif etmiş. Tedarikçi, Sabri Bey’in teklifine sıcak bakmamış.

Aradan yıllar geçtikten sonra, Ülker’in piyasa değeri artınca, Sabri Bey’in hisse vermek istediği yumurta tedarikçisi, babamı ziyareti sırasında “Sizin yapmış olduğunuz teklifi heba ettim” demiş.

1966 - 1970 yılları arasında yaşanan olaylar

1966-1970 yılları arasında ülkede önemli iç ve dış olaylar cereyan etti. Kıbrıs meselesinden dolayı Yunanlarla savaşın eşiğinden dönüldü. Bu arada, 27 Mayıs Darbesi’nin lideri Cemal Gürsel “görev yapamaz” raporu ile Cumhurbaşkanlığı’ndan alındı; yerine de Genelkurmay Başkanı Orgeneral Cevdet Sunay seçildi. Bütün bu olumsuzluklardan sonra, nihayet televizyonlar da evlerimize girmeye başladı. İşte, dönemin önemli olayları...

  • 26 Mart 1966 - Dördüncü Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’e Gülhane Askeri Tıp Akademisi’ndeki 38 doktordan oluşan Sağlık Kurulu, “Görev yapamaz” raporu verdi. Gürsel, 27 Mayıs 1960’ta 38 kişiden oluşan Milli Birlik Komitesi tarafından Devlet Başkanlığı’na getirilmişti.

  • 28 Mart 1966 - Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay, TBMM tarafından Türkiye’nin beşinci cumhurbaşkanı seçildi.

  • ™ 5 Haziran 1966 - Kısmi Senato seçimlerinde AP 39, CHP 18 senatörlük kazandı

  • 13 Şubat 1967 - Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) kuruldu.

  • 17 Kasım 1967 - Kıbrıs’ta, Rumların Türklere karşı giriştiği katliam üzerine TBMM, hükümete, Silahlı Kuvvetler’i kullanma yetkisi verdi. Bu arada, Başbakan Demirel, Genelkurmay’dan aldığı brifingde, Silahlı Kuvvetlerimizin Ada’ya çıkarma yapabilecek gemi ve teçhizattan yoksun olduğunu tespit etti. Demirel, bu imkânsızlığı iç ve dış kamuoyuna hissettirmeyip, “Ada’ya çıkmaya kararlıyız” mesajı verince, ABD Başkanı Johnson devreye girdi. 29 Kasım 1967’de de Türkiye’nin tüm şartları kabul edildi. Bu gelişmelerden sonra Ada’daki 15 bin silahlı Yunan askeri, BM gözetiminde Kıbrıs’tan çıkarıldı ve Rumların yakıp yıktığı Türk köyleri yeniden yapıldı, mağdurlara tazminat verildi. Bu olaylar, Türkiye’ye ders oldu. Ardından da, çıkarma gemilerimizi imal etmeye başlayarak, dışa bağımlılıktan kurtulduk. Bu yerli savaş gemileri sayesinde, 20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı gerçekleştirildi.

  • 31 Ocak 1968 - TRT Ankara Televizyonu akşam 19.30’dan itibaren ünlü spiker aˆer Cilasun’un okuduğu ana haber bülteniyle birlikte deneme yayınlarına başladı. TRT TV yayınlarının sadece, salı, çarşamba ve cuma günleri yapılabileceği açıklandı.

  • 24 Aralık 1968 - DPT Müsteşarı Turgut Özal, Türkiye’nin kalkınma hızının yüzde 7,7’ye ulaştığını açıkladı.

  • 6 Ocak 1969 - ABD’nin Ankara Büyükelçisi Robert Commer’in makam otomobili Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nin (ODTÜ) bahçesinde öğrenciler tarafından yakıldı. Bu olaylar üzerine üniversite, bir ay süreyle kapatılacak, ancak Danıştay “yürütmeyi durdurma” kararı verecekti.

  • 12 Mart 1969 - Genelkurmay Başkanı Orgeneral Cemal Tural görevinden alındı, yerine Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Memduh Tağmaç atandı.

  • 12 Nisan 1969 - CHP Genel Sekreteri Bülent Ecevit imzasıyla gazetelerde yayımlanan bir ilanda, partilerinin Hazine’den aldığı yardımın Anayasa Mahkemesi kararıyla durdurulduğu bildirildi. “Ortanın Solu” ilkesini benimsemiş yurttaşların partiye yardım yapması istendi.

  • ™ 14 Mayıs 1969 - İkinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ile Üçüncü Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın 1946’dan beri süregelen dargınlıkları sona erdi. İnönü ile Bayar, İsmet aşa’nın İstanbul Maçka’daki köşkünde bir araya geldi.

  • 12 Ekim 1969 - Milletvekili genel seçimleri yapıldı. AP, oyların yüzde 46,53’ünü alarak, 260 milletvekili çıkardı. Yüzde 27,36 oy alan CHP ise 144 milletvekilliği kazandı.

  • 26 Ocak 1970 - Yaklaşık 500 milyon TL’ye inşa edilecek olan Boğaziçi Köprüsü’nün inşaat sözleşmesi, Hochtief-The Cleveland Bridge Grubu ile imzalandı. 1560 metre uzunluğundaki köprünün genişliği 33,4 metre, denizden yüksekliği ise 64 metre olacaktı.

  • 26 Ocak 1970 - Konya Bağımsız Milletvekili Prof. Dr. Necmettin Erbakan ve 16 arkadaşı Milli Nizam Partisi’ni kurdu.

  • 9 Ağustos 1970 - Türk Lirası’nın dış değeri yüzde 66,6 oranında düşürüldü. 1 ABD Doları, 9 TL’den 15 TL’ye çıktı.

  • 25 Ekim 1970 - Genel Nüfus Sayımı yapıldı. Türkiye’nin nüfusu 35.666.549 olarak açıklandı. Bu sonuca göre, Türkiye, dünya nüfus artış hızında 15., Avrupa ülkeleri arasında ise 5. sırada yer alıyordu.

50. Süleyman Demirel, Bir Ömür Suyun Peşinde, 2. cilt, (2. baskı) s. 200, ABC Medya Ajansı Yayınları, İstanbul, 2006

51. Dr. Agâh Oktay Güner, Türkiye’nin Kalkınması ve İktisadî Devlet Teşekkülleri, s. 12, Damla Yayınları, İstanbul, 1978.

Sonraki
Hikaye