Sabri Ülker: “Ülker Bisküvilerini, radyo reklamıyla tanıtıp, köylere kadar taşıdık.”

“Ülker, reklam vermeye, 1950’de başladı. Radyo reklamı verebilen birkaç şirketten biriydik. Özellikle DP’nin iktidara gelmesinden sonra, halkın radyo dinlemeye ilgisi arttı. ‘Haberler’in hemen arkasından ‘Hükümet Bildirisi’ okunur ve Ülker’in reklam spotları verilirdi.”

Sabri Ülker, 1944’ten 2000 yılına kadar durmaksızın çalıştı. Ürünlerini önce gazete, sonra radyo, ardından da televizyon aracılığıyla kamuoyuna tanıttı. Ancak, kendisi, hiç ön plana çıkmadı. Zaten vakti de yoktu...

Ülker, 1994 yılında, 50. kuruluş yıldönümünü kutluyordu; Sabri Ülker de 74. yaşına ulaşmıştı. Kamuoyuyla tanışma zamanının geldiğini düşündü ve Ülker’in kuruluş yıllarını medyaya anlattı:49

1943-1944 yıllarında İktisat ve Ticaret Mektebi’nden mezun oldum. İş bulmak için yardımcı olacak yakınım ve hatta danışacak kimse yoktu; ekonomik hayat, okul gibiydi. Çivi çakılmayan, taş üstüne taş konulmayan bir dönemdi. Rakamlar, inanılmaz derecede küçüktü.

Öğrenciyken, işçilik hayatında tanıdığım bir ustayla bisküvi yapmaya karar verdik. İkinci Dünya Harbi yıllarında bisküvi, börek, çörek gibi unlu maddeler üretimi yasaklanmıştı, ama serbest bırakılması yakındı. O dönemde imalathane yapacak yer, makine ve tesis, hiçbir şey yoktu.

Uzun araştırmalardan sonra, bir Rum’un çalışmayan, adeta müzelik fabrikasını aldık. Parayı, tamamen borç almıştık. İmalathaneyi, gece gündüz uğraşarak, çalışır hale getirdik.

Bu arada bize güç veren, adeta kamçılayan bir hatıra; bize imalathaneyi satan Rum’a, bir Türk’e imalathane sattığı için sitemde bulunanlara, “Boşuna konuşuyorsunuz; yeni mektebi bitirmiş, bir şeyden haberi olmayan biri; altı aya varmaz, yarı fiyatına geri alacağımı göreceksiniz” demiş.

Bu imalathanede dört yıl çok başarılı çalışma yaptık. Ama bu imalathanede daha fazla ilerleme mümkün değildi. Topkapı sanayi mıntıkasına taşınmak için faaliyete geçtik. Mazotlu bir fırın sipariş ettik; yeni fabrikayı süratle üretime geçirdik, eski yeri kapattık.

“Döviz tahsisi alamayınca, yerli makineler yaptık.”

Sabri Ülker; bir yandan makine, bir yandan fabrika, bir yandan da bisküvi imal edişini şöyle anlatıyordu:

Bir vardiyada 1 ton bisküvi üreteceğimizi duyan bazıları, “Bu kadar bisküviyi nasıl satacaksınız?” dediler. “Satarız, satarız; ev ev dolaşır, yine satarız” dedik.

Malımız yetmiyordu. Yeni makine ve tesis ithali için döviz tahsisi alamayınca, tesisleri yerli yapmayı düşünmek zorunda kaldık. İthal ettiğimiz fırının montajında, montörle bizzat çalışarak fırının yapısını iyice anlamıştım. Çözemediğimiz kısımları söküp takarak eksiklerimizi tamamladık. İyi bir soğuk demirci ustası, iyi bir kaynakçı ve iki işçi yeterliydi. Başarmıştık; kapasitemiz bir misli artmıştı.

Bundan sonra bir misli büyük, 20 metrelik bir fırın imaline başladık. Bu da, aynı başarıyla sonuçlandı.

Bu sıralarda İstanbul’da Başbakan Menderes, imar çalışmalarını sürdürüyordu. Fabrikamızın, istimlak sahasında kaldığını öğrendik. Hemen, şimdiki Çikolata-1’in bulunduğu arsayı satın alarak süratle inşaata başladık. Bir taraftan 20’şer metre boyunda dört fırınlı makinelerin üretimine başladık. Bina inşaatı, makinelerin üretimiyle hemen aynı zamanda tamamlandı; eskileri de bunların yanına kurduk. O günün şartlarında, büyük bir kapasiteye sahip olmuştuk.

“Ülker’in adı, ‘Hükümet Bisküvisi’ne çıkmıştı.”

Sabri Ülker, ürünlerini önce tanıttı, sonra tüm yurda dağıttı:

1950’lere kadar bisküvi, nakliye ambarları aracılığıyla taşınıyordu. Hele vapurla nakliyede, bisküvi sandıkları hamalların sırtından mavnalara aktarılıyor, malın yarısı daha başlangıçta kırılarak ıskarta oluyordu.

Anadolu’daki ve bilhassa sahil şehirlerindeki toptancılar, bisküvinin maliyetine, malın fiyatı kadar ilave etmelerine rağmen, bu işten hiç kâr etmedikleri kanaatindeydiler. Bir kısmı ise, bisküvi satmaktan vazgeçiyordu.

1955’te bisküviye nakliye farkı almadan, fabrika fiyatına memleketin her tarafına teslim etme kararı aldık. Bu uygulama, o zaman mevcut ve sonradan açılacak bütün fabrikaların sarfiyatlarında patlama yaptı. Şehirlerarası yollarda bisküvi kamyonları ve TIR’lar vızır vızır bisküvileri müşterilerin ambarlarına kadar getirip istif ederek, teslim ediyorlar. Büyük şehirlerin sokaklarını dolduran plasiyerler (gezgin satıcı), bisküvi, çikolata ve benzer maddelerin pazarlanmasında inkılap (devrim) denecek önemdedir.

Ülker, reklam vermeye 1950’de başladı. Radyo reklamı verebilen birkaç şirketten biriydik. Özellikle Demokrat Parti’nin iktidara gelmesinden sonra, halkın radyo dinlemeye ilgisi arttı.

Bilhassa köy ve mahallelerde, topluca “Haberler” dinlenirdi. Haberlerin hemen arkasından “Hükümet Bildirisi” okunur ve Ülker’in reklam spotları verilirdi; kelimesi 10 liraydı. Sonradan duyduk ki, birçok vatandaş gidip, “Hükümet Bisküvisi” satın almak istiyormuş.

“Anadolu esnafının güvenini kazanarak yükseldik.”

Esnaf, “Müşteri, velinimetimiz” der. Sabri Ülker için, müşterinin yanı sıra esnaf da velinimettir:

1958 yılında, Türk parası yüzde 220 seviyesinde devalüe edilince, fiyatlar birdenbire çok yükseldi. Hükümet, bir müddet sonra KİT (Kamu İktisadi Teşekkülleri) fiyatlarını aşağıya çekti ve fiyatlarda umumi bir düşme oldu. Ben de kendi el yazımla bütün dağıtıcılara bir mektup yazıp, stoklarındaki mal miktarlarını tespit ettim. Fiyat farkını böylece hesaplayıp, kendilerine geri ödedim; daha doğrusu bir sonraki faturalarına mahsup ettim.

İki yıl sonra 27 Mayıs Müdahalesi (27 Mayıs 1960 Darbesi) oldu. Fiyatlar tekrar yükseldi. Bunun üzerine Milli Birlik Komitesi’nin (İhtilal Komitesi) fiyatları düşüreceği şayiası (söylenti) yayıldı ve herkes fiyatların düşmesini beklemeye başladı. Bizim hiçbir şeyden haberimiz yok tabii... Çünkü aynı aylarda satışlarımız birdenbire ikiye-üçe katlandı. Mal yetiştiremez hale geldik. Kumaşçılar, başka esnaf kan ağlarken, siftah yapamazken biz mal yetiştiremiyoruz.

Sonradan anladık ki, Anadolu tüccarı İstanbul’a geliyor, cebinde parası, başka malları fiyatları düşer korkusuyla almıyor; bisküvi almaktan ise korkmuyor. “Nasıl olsa, fiyatlar düşse bile, Sabri Bey aradaki farkı yine bize öder” diyorlar.

1960’larda Ülker’in gelişmesinde mühim bir merhale teşkil eden bir olay oldu. Kalkınma Planı’nda, unlu madde yatırımı için 250 bin dolar koyulmuştu; buna talip olduk. Odalar Birliği’nde yapılan münakaşa ve müzakerelerden, bu yatırımı en iyi şekilde bizim gerçekleştireceğimize kanaat getirilerek, 250 bin dolarlık döviz tahsisi bize verildi.

Bu olayla, Ülker’de yerli makine ve fırın yapımı devri kapanıp, modern ve süratli makineler ithaline sıra gelmiş oldu. Bir tesisin bedelini bile tam karşılayamayan bu parayla, mümkün olan kısımları burada yapmak şartıyla üç tesis ithal ettik. Bu tesislerle birlikte, o güne kadar memleketimizde üretilmeyen pek çok çeşit, arka arkaya piyasaya sunuldu ve Ülker için çok başarılı bir dönem başladı.

1950’lerde çikolata üretimine de başlamıştık, ancak arka arkaya gelen döviz sıkıntıları nedeniyle 1980’lere kadar büyük bir gelişme olmadı. Bu tarihlerden sonra yatırımları çikolata imalatında yoğunlaştırdık. Arka arkaya çok mühim yatırımlarla çikolata sanayiinde Türkiye ölçülerine göre mühim bir seviyeye ulaştık.

Bugün günde 250 ton muhtelif çikolata ve İstanbul, Ankara fabrikalarında günde 400 ton bisküvi kapasitesine ulaştık. Ülker Grubu, bugün bünyesinde barındırdığı 18 şirkette 4500 dolayında kişi istihdam etmektedir. 1993 yılı imalattan satışlarımız 3.9 trilyon lira, 1993 yılı ihracatımız 53 milyon dolardır. 1994’te ise 80 milyon dolarlık bir ihracat hedefliyoruz.

Sabri Ülker: “Artık oğlum ve damadım çalışıyor ben de ortada oturup, onları seyrediyorum.”

Sabri Ülker, Ülker Şirketler Topluluğu’nun 52. yaşını idrak ettiği 1996 yılının kasım ayında da, Power dergisinden Ayfer Karataş’ın “insani” sorularını cevaplandırıyordu. Söyleşi sırasında 76 yaşında olan Ülker, “Yoruldunuz mu?” sorusuna, şu karşılığı veriyordu: “Yorulduğumu, daha yeni hissediyorum.”

Power dergisi söyleşisindeki ilginç sahneleri izleyelim...

Yoruldunuz mu?

- Yorulduğumu daha yeni hissediyorum. Şunu söylemek isterim. Çalışabilmek için yaşantınızın düzenli olması lazım. Rahmetli babam, “Yatmayı bilmeyen, kalkmayı da bilmez” derdi.

 Işe her sabah kaçta başlarsınız?

Uzun seneler bütün personelden erken geldim. Bir seneden beri 9’da geliyorum. Üretimde, vardiyalı bir çalışma var. Yöneticilerimiz ise yoğun bir tempoda çalışıyor.

76 yaşındasınız ve hâlâ çalışıyorsunuz. Sizin yaşınızda başka çalışanınız var mı?

1980’de fabrikamız üretimine bir yıl ara verdi. O zaman yaşlı elemanlarımızın hepsini kaybettik. Bir yıl sonra üretime tekrar başladığımızda, gençleri aldık. 50 yaşın üzerinde çalışanımız yok.

Fabrikanız neden ka’pandı?

1980’de sendika bir mücadele açınca, fabrikamız bir yıl kapalı kaldı. Sonra bütün kadrolarımız gençleşti. Gençleri düşünmek lazım. Bugün, otoparkımızda otomobil koyacak yer yok. İşçilerimizin çoğunun arabası var.

Çalışanlarınız sizden korkarlar mı?

Korkulacak hiçbir şey yapmam. Kimseye de ağır bir söz söylemedim. İşimde çok ciddiyim. Zamanında gelmek, zamanında gitmek, işi takip etmek gibi... Bu ciddiyet, bir saygınlık getiriyor.

 

Sabri Ülker, 76 yaşındayken "Yorulduğumu, daha yeni hissediyorum" diyordu.
 

Hata aˆˆffeder misiniz?

Hepimiz insanız. Hasbel beşer (insani) olan hataları affederim. Ancak, işini suiistimal ediyorsa, etrafındaki insanları meşgul ediyorsa, onları himaye etmiyorsa, affetmem. Zaten dışarıdan gelenler, kuruma, arkadaşlarına, çalışma tempomuza uyum gösteremezse, kendileri gidiyorlar.

Hırslı bir insan mısınız?

Bir mânâda hırslıyım. Yapılacak bir iş varsa, sürüncemede bırakmam. Bir an önce yaparım. Akşam 1’de, 2’de eve gittiğim çok olmuştur. Karar mekanizmamız kolay çalışır. En önemli özelliklerimden birisi, iş takibidir. Başlayan bir işin takip edilmesini, sonuçlanmasını isterim. İzmir’den bir şikâyet mektubu gelmişti. Bir sureti bana, bir sureti satış müdürüne gönderilmiş. Satış müdürüne gittim. Gülmeye başladı. “Mektubu okuduğumda, ‘Sabri Bey yarın burada olur’ demiştim. Siz yarını beklemeden, bugün geldiniz” dedi. Şikâyeti olan bakkalın telefonuna çıkar, şikâyetini alırım. Tabii bu yakından takip, müşteriyi çok memnun eder.

Oğlunuz Murat Ülker grubun Başkan Yardımcısı. Sorumluluklarınızı oğlunuza devrettiniz mi?

Fiilen devrettim. Oğlum, Boğaziçi mezunu, 38 yaşında. Damadım da 48 yaşında. Yatırımlar ve yeni kurulan şirketler oğlumda; satış, ithalat, ihracat damadım Orhan’da. Ben de ortada oturup, onları seyrediyorum. Belli bir seviyeye geldiler.

Ülker, ilk yolculuğuna, 1944 yılında bu makinenin çarkları arasından geçerek başladı.

49. Ankara Sanayi Odası’nın yayın organı Asomedya dergisi, Haziran 1994 sayısı.

Önceki
Hikaye
Sonraki
Hikaye