Sabri Ülker, basın karşısına 50 yıl gecikmeyle çıkınca, ‘Tencerenin kapağını açtık’ demişti.

Sabri Ülker, “yol ayrımı”nı takiben dönüşüm başlattı. Artık yola, profesyonellerle devam edip, dünya ligine hazırlanmak istiyordu. Bu uğurda, ilk önemli transferini İzmir’den yaptı; margarinler konusunda uzman bir kişi olan Metin Yurdagül’ü Ülker takımına dahil etti.

İslam’ın kutsal kitabı Kur’an-ı Kerim’de, “Emanetleri ehline veriniz” diye buyruluyor.

İşin ehline, günümüzde “yetişmiş insan gücü” deniliyor. Bir başka ifadeyle, “kalifiye eleman”...

Sabri Ülker, 1980 yılına kadar işyerine eleman alınırken genellikle seçimi kendisi yapıyordu. Ancak, her işe yetişememesi doğaldı.1974-1979 yılları arasında baş gösteren sendikal olaylar üzerine, önemli bir karar aldı.

Karar şöyleydi:

“Artık, personel alımı, bilimsel yöntemlerle yapılacak.”

Ülker tesisleri, kurulduğu andan itibaren sürekli büyüme ve gelişme süreci yaşadı. Tesislerin bulunduğu bölgede adeta işsizler ordusu yaşıyordu. Onlar, Ülker’de iş bulabilmek için fabrika kapısında uzun kuyruklar oluşturuyor, bu arada, eşten dosttan tavsiye mektupları ve “Hamili kart yakınımdır” kartvizitleriyle gelenler de oluyordu.

Sabri Ülker, iş müracaatlarına cevap vermek için, özellikle çalışanların tavsiye ettiği adaylar konusunda araştırma yapıyor, onlar hakkında bilgi edinmeye çalışıyordu. Bir gün, çalışan personelden birisi, işe alınmasını arzu ettiği arkadaşı hakkında Sabri Ülker’i bilgilendirirken şunları söyledi:

“Efendim, arkadaşım, melek gibi, çok iyi bir insan...”

Sabri Bey, her zamanki nezaketi ve ince esprisiyle cevabını geciktirmedi:

“İyi de evladım, melekler bisküvi yapmaz ki... Bana, bisküvi yapacak adam lazım...”

Ülker, profesyonel bir takımla dünya ligine hazırlanıyor

Asım ve Sabri Ülker kardeşlerin 1987’deki yol ayrımından sonra Ülker’de zihniyet değişikliği başladı. Artık, aile şirketinden profesyonel yönetime geçişin gerekli olduğu görüldü. Kısa sürede, profesyonel bir takım kuruldu. Ülker, bu takımla dünya ligine çıkmaya hazırlanıyordu.

1992 yılına gelindiğinde, Sabri Ülker İzmir’den bir profesyonel yöneticiyi transfer etmek için teşebbüse geçti. Bu yönetici, Ülker’in uzun yıllardan beri yağ tedarikçisi olan Turyağ Şirketi’nin Genel Müdür Yardımcısı Metin Yurdagül’dü.

Kimya yüksek mühendisi Metin Yurdagül, Sabri Ülker’i 1971’den beri tanıyordu.

Sabri Ülker, Ülker mamullerinde kullanılan endüstriyel yağların büyük bir bölümünü, o yıllarda İzmir’deki Turyağ Fabrikası’ndan temin ediyor, Yurdagül de, bu fabrikanın teknik sorumluları arasında yer alıyordu. Sabri Ülker, 1992’de Metin Yurdagül’le el sıkıştı. Yurdagül, o gün bugün, Ülker Grubu’nun aktörleri arasında bulunuyor.

Önce Besler Yağ Fabrikası’nın kuruluşunda aktif rol alan, ardından da Pendik Nişasta’nın Murahhas Üyesi olarak görev yapan Metin Yurdagül, Ülker Gıda Grubu Başkanlığı ile Yıldız Holding İcra Kurulu Üyeliği’nin yanı sıra, 2002-2008 yılları arasında Grup Sözcülüğü de yaparak, Ülker’in kamuya açılan yüzü oldu.

Halen Ülker İstişare Konseyi Üyeliği görevini sürdürmekte olan Yurdagül, aynı zamanda MÜMSAD’ın (Mutfak Ürünleri ve Margarin Sanayicileri Derneği) başkanlığını da yürütüyor.

Metin Yurdagül, Sabri Ülker’le mazisi 41 yıla dayanan anılarını anlatırken şunları söylüyor: “Sabri Bey, Ülker’i 1944’te kurmuş. Bu kuruluştan tam 50 yıl sonra, 1994 yılında İstanbul’da ilk defa bir basın toplantısı düzenledi. Toplantı bittikten sonra, o günü şu tek cümleyle değerlendirmişti: “Tencerenin kapağını açtık.”

İşte, Metin Yurdagül’ün, Sabri Ülker’le ilgili tam 41 yılı kapsayan anıları...

Sabri Ülker Bey’le 1971 yılında tanıştım. O dönemde, İzmir’deki Turyağ Şirketi’nde kimya yüksek mühendisi olarak görev yapıyordum. Sabri Bey, İstanbul’daki tesislerinde, gıda üretiminde kullanılmak üzere bugünkü adı “Henkel” olan Turyağ Şirketi’nden gıda sanayiinde kullanılan endüstriyel yağ temin ediyordu. 

Metin Yurdagül (soldan sağa dördüncü), Ülker Grubu’nda çalışmaya başlamadan önce İzmir’deki Turyağ Şirketi’nin Genel Müdür Yardımcılığı görevini yürütüyordu. O dönemde, ekibiyle birlikte Sabri Ülker’e (sağ başta) yağ konusunda bir sunum yapmıştı

Metin Yurdagül’ün, Ülker Grubu’nda Türkiye’deki en büyük yağ işleme kapasitesine sahip olan Besler Tesisleri’nin kuruluşunda büyük emeği geçti. Bu arada, uzun yıllar üst düzey yöneticilik ve grup sözcülüğü yaptı. Halen, Ülker İstişare Konseyi Üyesi ve MÜMSAD (Mutfak Ürünleri ve Margarin Sanayicileri Derneği) Başkanı. (Fotoğraf: Hürriyet Dokümantasyon Merkezi).

Ülker’in, İstanbul Topkapı’daki tesislerinin sadece 7-8 km ilerisinde Türkiye’nin en büyük endüstriyel yağ ve margarin fabrikası bulunmasına rağmen, Sabri Bey, ihtiyaçları olan yağı, oradan değil, 600 km öteden, o dönemin zor ulaşım koşullarında taşıtarak İzmir’den getirtiyordu.

Turyağ’da, o günkü adıyla “mamul yağ şefi” idim. Yine o dönemin tanımıyla, Turyağ Fabrikası’nın “umumi istihsal şefi”ne bağlı olarak görev yapıyordum. Bu tip fabrikalarda henüz Ar-Ge bölümü yoktu. Turyağ Fabrikası’nda da sadece iki amir görev yapıyordu. Bunlardan biri laboratuvardan, diğeri de üretimden sorumluydu.

Sabri Bey’in, satış müdürümüzle iş münasebetleri sırasında, ben de teknik destek vermek amacıyla zaman zaman İstanbul’daki görüşmelerde hazır bulunuyordum. Sabri Bey’in ilginç kişiliğini, o yıllardan itibaren keşfetmeye başladım.

“Ürettiğimiz yağlar, Sabri Bey’in denetiminden geçerdi”

1971 yılında, Türkiye henüz dünyaya açılma sancıları çekerken, Sabri Bey mesafe kaydetmiş ve fabrikasında yabancı uzmanlarla da çalışmaya başlamıştı. Hatırladığım kadarıyla, Ülker’de görev yapan ilk yabancı personel, Allen isimli, Amerikalı emekli bir bisküvi uzmanıydı. Mr. Allen, İzmir’e gelip Turyağ tesislerini de ziyaret etmişti.

Ülker’de daha sonraki yıllarda kısa sürelerle birçok yabancı uzman görev aldı. Bunlardan en uzun süreli kalanı ise, İrlandalı Mr. Baird’di. 1976’dan itibaren full-time çalışan Mr. Baird, daha sonra part-time hizmet verdi.

Sabri Bey’le kişisel temaslarım Turyağ Fabrikası’nda yağ üretim müdürü olduğum 1974 yılından itibaren artmaya başladı. O yıllarda Ülker, yepyeni pek çok ürün imal ediyordu. Aslında, o yıllarda Ülker tesisleri, Türk sanayiinin diğer kuruluşları gibi, orta ölçekli bir fabrikaydı. O günkü tesislerin bugünkü büyüklüklerle mukayese edilmesi mümkün değildi. Ancak Ülker, o dönemin mütevazı şartlarına rağmen, istikbal vaat ediyordu. Sürekli yeni ürünler imal ediyor, bu ürünler, ülkemizin “ilk”leri arasında yer alıyordu.

Sabri Bey, Turyağ Fabrikası’ndan endüstriyel yağ temin ederken, önce, üretmeyi tasarladığı yeni mamullerinin özelliklerini anlatır, bunlara uygun yağ imal etmemizi isterdi. Bu görüşmeler sırasında, Sabri Bey’le ortak bir arayış ve anlayış içinde olur, taleplerini aldıktan sonra, fabrikada istenilen yağı geliştirmeye başlardık.

Yaptığımız yağ örneklerini Sabri Bey denemeye tabi tutar, beğendiklerine de, “İyi olmuş” diyerek bizleri motive ederdi. Ancak, Sabri Bey’in istediği ürünü, her zaman ilk denemede elde edemediğimiz de olurdu. Bazen, ikinci, üçüncü, hatta beşinci denemelere girişirdik. 

Turyağ’da, Ülker için ürettiğimiz yağlara, kod adı verirdik. O dönemde unutamadığım bir olay yaşandı. “KK” kod adlı yağımız, Sabri Bey tarafından ancak üçüncü denemede kabul görmüştü. Bu olaydan sonra, kod adı “KK-3” olarak kaldı ve Turyağ’daki arkadaşlar arasında espri konusu oldu..

“Murat Bey, üniversite yıllarında çalışmaları izliyordu”

Bir Turyağ mensubu olarak, Ülker firmasına yaptığım ziyaretler sırasında, Sabri Bey’i daha yakından tanıma imkânını elde ettim. Misafirlerine karşı çok saygılıydı. Randevularına, dakikası dakikasına uyma titizliği gösterirdi. Hiç dolambaçlı konuşmazdı. İfadeleri hep netti.

1981 yılında, Turyağ olarak, Ülker yöneticilerine İstanbul’daki The Marmara Oteli’nde bir yağ semineri düzenledik. O zamanki adı “Intercontinental” olan oteldeki eğitim semineri, sadece bir günlüktü.

Sabri Bey, seminere, firmasından yaklaşık yirmi müdürle gelmişti. Buna, “Sabri Bey, fabrikasının tüm müdürlerini getirdi” demek, daha doğru olur. Burada Sabri Bey’in bir tavrı çok dikkatimi çekti. Söz konusu seminer, tamamen teknik düzeydeydi. Sadece yağın formülünden, birtakım özelliklerine kadar bilgiler veriliyordu. Fakat Ülker’in satın alma müdüründen muhasebe ve finans müdürüne kadar ne kadar yönetici varsa, bu seminere katılmıştı. Ülker’in seminer heyetinde müdürlerin yanı sıra mühendisler de bulunuyordu.

Murat Bey’i ilk defa bu toplantıda tanıdım. Henüz, Boğaziçi Üniversitesi öğrencisiydi. Toplantıyı, başından sonuna kadar sessizce izledi. O gün, bir üniversite öğrencisiydi, ama ileride büyük ihtimalle bu şirketin vârisi olacağı düşünülerek, Turyağ’ın seminerine dahil edilmişti.

“Sabri Bey’in çalışma ofisi, sadece 5-6 metrekareydi”

Sabri Bey, Turyağ’dan, Turyağ da Sabri Bey’den memnundu. Böylesine istikrarlı ve anlayışlı bir müşteriyle çalışmanın mutluluğunu yaşıyorduk.

Bu arada, Sabri Bey ve Ülker yöneticilerinin hiçbir şekilde ve hiçbir vesileyle hediye kabul etmediklerini öğrenmiştik. Bunu bilmemize rağmen, Turyağ yöneticileri olarak, kendi aramızda Sabri Bey’e değişik ve ilginç bir armağan vermeyi kararlaştırdık. Bu düşüncemizi müzakere ettiğimiz toplantıda hazır bulunan genç bir arkadaşımızın önerisi üzerine, Sabri Bey’in gümüş işlemeli, kabartma bir resmini, tablo halinde yaptırmaya karar verdik. Ancak, Sabri Bey’in fotoğrafını bulmakta güçlük çektim. Bizi bu sıkıntıdan, Sabri Bey’in sekreteri Adem Sezer kurtardı. Çünkü Sabri Bey’in kolay kolay temin edilemeyen küçük bir vesikalık fotoğrafını Adem Bey’den temin etmiştim.

Sabri Bey’in vesikalık fotoğrafıyla İstanbul’dan İzmir’e gittik. Hemen bir kuyumcuya uğrayıp, gerekli siparişi verdik. Hediye, gönlümüzce yapılmıştı. Sabri Bey’in üzerinde kabartma resmi bulunan gümüş tabloyu alıp, memnuniyet içinde İstanbul’a gittim. Sabri Bey’i ziyaret ettim, armağanı kendisine sundum. Ogün, Sabri Bey’in tavrında bir olumsuzluk görmedim. Çünkü armağanı nezaketle kabul etmişti. Fakat sonradan Sabri Bey’in tabiatını, bu konuda çok titiz davrandığını öğrenmiştim, ama iş işten geçmişti...

Evet, daha sonraki yıllarda, Ülker Grubu’nda çalışmaya başlayacaktım. Ama o tabloyu ilerleyen yıllarda hiçbir yerde görmedim, Sabri Bey’e de sormadım...

Yeri gelmişken, bir tespitimi ifade etmek istiyorum. Sabri Bey’in çalışma ofisi kadar mütevazı bir ofis, hiçbir patron ofisinde görmedim. Ofisi, 5-6 metrekare ya vardı ya da yoktu. İşin ilginç yanı, o ofisini, kendisini tanıdığım 1970’li yıllardan, iş hayatına veda edeceği 2000’li yıllara kadar değiştirdiğini veya herhangi bir tadilat yaptırdığını da tespit etmedim. Bu tevazuu, emsal şirketlerde görmek mümkün değildi.

“Tankerle yağ taşıma projesini ilk defa Ülker’de başlattık”

Şimdi, Turyağ’da çalıştığım süre içinde Sabri Bey’le geliştirdiğimiz çok önemli bir projeyi anlatmak istiyorum. Bu, endüstriyel yağların İzmir’den, İstanbul ve Ankara fabrikalarına tankerlerle taşınması projesi...

1980’den önce, endüstriyel yağları nakletmek, pek çok işlemi gerektiriyordu. Sadece Turyağ’da değil, tüm Türkiye’de, yağlar üretildikten sonra soğutulur, ardından da mukavva kutular içindeki polietilen torbalara yerleştirilirdi. Ambalajlanan yağlar, nakil sırasında hava şartlarından etkilenmemesi için birçok işlemden geçer, sonra gideceği yere ulaştırılırdı.

Turyağ’dan Ülker’e bu yöntemle gönderilen yağ paketleri, polietilen torbaların içinden boşaltılırken, ister istemez el işçiliği yapılır, bu arada polietilen parçacıklarının da yağa karıştığı olurdu. Yağın içindeki yabancı maddeler arasında mukavva kutu kırıntılarına da rastlanırdı.

Yağın İzmir’den İstanbul’a taşınması başlı başına bir işti, maliyeti çok yüksekti. Masraf kalemleri arasında polietilen torba, mukavva kutu, indirme, boşaltma ve doldurma işçilikleri vardı. İşte bu külfetli taşıma işine daha ekonomik bir çözüm getirmek gerekirdi.

80’li yıllarda bir proje geliştirerek Sabri Bey’e teklifte bulundum. Masrafları asgariye indirmek ve hijyen şartlarını sağlamak için yağın tankerle taşınmasını önerdim. Sabri Bey, önerimi dinledikten sonra projeyi hemen kabul etti.

Bu görüşmemizden sonra, Ülker firması derhal tankerle birlikte Ankara ve İstanbul’daki tesislerine depolama tankları yapımına girişti. Biz de Turyağ olarak ambalaj ve dolum giderlerini maliyetten düştük.

Ülker’in yağ taşıma projesi, bir anda fiyatları da ucuzlattı. Turyağ, Ülker’in yanı sıra Eti ve Sagra firmalarına da yağ satıyordu. Tankerle taşıma sistemine oralarda da geçtik. Bu sistem, bir müddet sonra Türkiye’deki bütün yağ fabrikalarında benimsenecekti.

“Cuma gününü kurtarmak için, cumartesi mesaisi vardı”

Ülker Grubu’nda, Asım Bey, fabrika dışı şirket ilişkilerini yürütürdü. Sabri Bey de genellikle üretimin başındaydı. Sabri Bey aslında satışla da ilgiliydi, ama iş bölümleri öyleydi.

Turyağ’da çalışırken, Ülker Fabrikası’nı ziyaretim sırasında zaman zaman Asım Bey’le de bir araya geldiğimiz olurdu. Bir defasında hiç unutmuyorum, Asım Bey, karşılaştığımız sırada, “Metin Bey, hoş geldiniz. Size çuvalla para veriyoruz, çuvalla para veriyoruz...” demişti.

İş hayatına başladığım yıllarda, cumartesi günleri de, yarım gün, çalışma günüydü. Ama daha sonraki yıllarda pazar gününün yanı sıra cumartesileri de tam gün tatil ilan edildi. Turyağ’da, cumartesi günleri çalışılmazdı, ama Ülker’deki tüm tesislerde yarım gün çalışma esası vardı. Bunun sebebini bir gün Sabri Bey’e sormuştum. Kendisinden çok ilginç bir cevap aldım:

“Metin Bey, cumayı kurtarmak için...”

Sabri Bey’e o zaman hak verdim. Çünkü İzmir’den biliyorum, çevrede deniz imkânları olduğu için, cuma günü öğleden sonra işyerleri boşalır ve herkes, “Nasıl olsa yarın tatil başlıyor” diye tatil yerlerine giderlerdi.

Sabri Bey, “Cumayı kurtarmak için...” dedikten sonra, cümlesini şöyle tamamlamıştı: “Cumartesi, çalışma günü olunca, herkes cuma akşamına kadar işinde çalışıyor.”

“Ülker’in gelişimi, sipariş çeşidinden anlaşılıyordu”

Sabri Bey’in yenilikçiliğini belirtmek için şunu ifade edebilirim: Turyağ’da 1967’de işe başlamıştım. Ülker, o tarihte fabrikamızdan sadece bir çeşit yağ alıyordu. Daha doğrusu, Ülker’in hammadde olarak kullanacağı sadece bir çeşit yağ, Turyağ’dan gönderiliyordu.

1992 yılına geldiğimizde, Turyağ’dan Ülker’e gönderilen hammadde türünün 11 olduğunu görüyoruz. Bu, Turyağ’ın ne kadar çok yağ geliştirdiğini değil, Ülker’in ne kadar çok geliştiğini gösteren bir örnektir. Çünkü sipariş ve talep Ülker’den geliyor, Turyağ da o talebe karşı 11 çeşit yağ üretiyordu.

Ülker’in, Turyağ’dan hammadde temin ettiği yıllarda, hem teknik şartlar hem de ithalat çok kısıtlıydı. Buna rağmen tüm imkânlar seferber ediliyor ve Ülker’e hammadde hazırlanıyordu. İşte bu süre içinde tüm güçlüklere rağmen Ülker hızla büyüdü. Ülker’in yanı sıra Turyağ’ın da üretimi ve bu üretimden sağladığı kâr arttı.

“Sabri Ülker’den, profesyonel takıma davet aldım”

1967-1992... İzmir’de, Turyağ’da geçen, dolu dolu 25 yıl... Bu dönemde fabrikanın pek çok müşterisiyle tanışma ve işbirliği içinde olma... İş hayatının en verimli çeyrek asrı... O yıllarda kazanılan dostluklar ve deneyimler...

Sabri Bey’le zaman zaman telefonda iş görüşmesi yapardık. 1992 yılı Mart ayının son günlerinde, yine Sabri Bey’den bir telefon aldım. Karşılıklı nezaket ifadelerinden sonra, üretimle ilgili bir soru beklerken, Sabri Bey, “Metin Bey, İstanbul’a ne zaman geleceksiniz?” dedi. Sabri Bey, en büyük müşterimizdi. Anladığım kadarıyla, İstanbul’a gelmemi arzu ediyorlardı. Benim de “On gün sonra, yirmi gün sonra geleceğim” şeklinde cevap vermem uygun düşmezdi. Zaten, Sabri Bey, ihtiyaç duymazsa, kimseyi rahatsız edici tavır içine girmezdi. “Emrederseniz, yarın sizdeyim” dedim. Sabri Bey’den, “O kadar önemli değil” cevabını aldım.

Aynı yılın Nisan ayının ilk haftasında, rutin ziyaret günümde Sabri Bey, mutat iş görüşmesinin dışına çıkarak, bir yağ fabrikası kurmak istediğini, bunu da benimle birlikte yapma arzusunda olduğunu belirtti. Tabii bu, fevkalade onur verici bir teklifti.

Evet, Sabri Bey, “Bir fabrika kuracağız. Metin Bey, bize gelir misiniz?” dediği zaman, hiç düşünmedim. Çoktan emekliliğimi de hak etmiştim. 54 yaşındaydım. Fabrikanın da genel müdür yardımcılığı görevini yürütüyordum. Zaten, genel müdür de benden gençti...

“Sabri Bey, ilk işyerinin adını, yeni fabrikasına verdi”

29 Haziran 1992 Pazartesi günü, iş hayatımda bir milattır. Çünkü o gün Ülker’de işe başladım. Derhal ilk yönetim kurulu toplantısı için bir sunum hazırlamaya koyuldum. O sunumda, projelerimi ve hedeflerimi anlatacaktım. Henüz işe başladığım için, sekretaryam da oluşmamıştı. Bir de, projelerimizde “gizlilik” unsuru vardı.

Türkiye, henüz bilgisayar ortamına geçmemişti. Powerpoint’ler filan yoktu. Elime, bir asetat kâğıdı aldım, üstüne de kendi el yazımla proje ve hedeflerimi satır başlarıyla kaydettim.

Yönetim kurulu toplantısı başladı. Huzura çıktım. İlk sınavımı veriyordum. Sunumumu alelacele yaptığımı belirtip, Yönetim Kurulu Başkanımız Sayın Sabri Ülker’den özür diledim. Sabri Bey, bu ilk toplantımızda, “Metin Bey, üzülmeyiniz, anlattığınız konular, gizliliği olan projelerdir. Tek başınıza yapmışsınız, doğrusunu yapmışsınız, yorulmuşsunuz. Teşekkür ederim” dedi.

Hemen, yeni yağ şirketimize isim aramaya koyulduk. Bilindiği gibi “Ülker”, bir yıldız adıdır. Ülker’in ana şirketinin ismi de “Yıldız Holding”dir. Bundan esinlenerek, yeni şirketimizin adının “Doruk” olmasını önerdim. Sabri Bey, bu önerime memnuniyetini belirtti. İlerleyen günlerde, bu isim araştırıldı, aynı ad altında bazı şirketlerin olduğu tespit edildi. Sabri Bey, bir sonraki yönetim kurulu toplantısında, büyük bir nezaket içinde şunları söyledi:

“Metin Bey, Besler ismini, bu ismin sahibi olan şirket kapandıktan sonra satın almıştım. Acaba, yeni şirketimize bu ismi verebilir miyiz?”

Sabri Bey’in öğrencilik yıllarında ilk iş hayatı, Besler firmasında başlamıştı. Yeni firmaya bu ismi önermesini bir nostalji eseri olarak değerlendirdim. “Tabii Sabri Bey, fevkalade güzel olur” dedim. Burada, şu hususu belirtmek istiyorum. Sabri Bey, her fikri ve öneriyi saygıyla karşılar. Nitekim, tarafımdan yapılan “Doruk” ismine de aynı saygılı tavrını sergiledi. Ama ilerleyen günlerde gönlünden geçen ismi, yani “Besler”i onaylatmak için adeta benim de rızamı aldı. Zaten, Sabri Bey’in insani ilişkileri hep rıza üzerine kuruluydu.

“Besler’de üretim, sevinç gözyaşlarıyla başladı”

Yeni şirketimizin adı “Besler” olmuştu. Şirketin kuruluşu da 1992 yılının Ekim ayında tamamlandı. Ardından, tesislerin temel atılışı gerçekleşti. Temelin atılışından yaklaşık 21 ay sonra, 9 Haziran 1994 Perşembe günü, Sabri Bey bir konuyu görüşmek amacıyla beni telefonla aramıştı. Konuşmanın sonunda birden heyecanlandım ve Sabri Bey’e şu müjdeyi verdim:

“Sabri Bey, ben de size bir bilgi vermek istiyorum. İnşallah, on gün içinde fabrikamızda düğmeye basıp, üretime geçeceğiz. Yani, ilk yağı üreteceğiz.”

Sabri Bey, telefonda verdiğim bilgileri işitince, önce bir an durakladı, daha sonra şunları söyledi:

“Metin Bey, verdiğiniz bilgiler için teşekkür ederim. Ama karşımda falanca bey oturuyor. Daha uzun süre o fabrika çalışamaz diyor.”

Söylenecek fazla bir söz yoktu. Sabri Bey, karşısında oturan şahsın ismini açıklamıştı. Ben de üretime geçiş tarihimizi kendilerine belirtmiştim. Meseleyi, zamana terk ettim. 21 Haziran 1994 Salı günü, Besler Fabrikamızdaki ilk ürünümüzü elde ettik. Sabri Bey’le ortak fikrimiz olarak hayata geçirdiğimiz tankerle taşıma sistemini devreye soktuk ve o ilk ürünü Besler yağ tankeriyle, Ülker’in Topkapı’daki fabrikasına gönderdik.

Evet, bu tarih, iş hayatımın bir başka unutulmaz günü oldu. İşçisiyle, mühendisiyle, yönetici arkadaşlarımızla sarmaş dolaş olup sevinçten ağladık. Gerçekten ağladık...

Eğer vermiş olduğum tarihte üretim gerçekleşmiş olmasaydı, herhalde o zaman hüzünden ağlayacaktım...

Yağ yüklü tankerimizi Pendik’in Şeyhli Köyü’nden, güle oynaya uğurladık. Önünde katedeceği herhalde bir 60-70 km yol vardı. Topkapı’daki Ülker Fabrikası’nın mensupları, ilk defa kardeş tesisinde üretilen endüstriyel yağın kullanılması için heyecan içinde, katedilecek yolu gözlüyorlardı.

Sabri Ülker, henüz ilkokul öğrencisiyken ailesinin bütçesine katkıda bulunmak amacıyla Eminönü’ndeki Besler Fabrikası’nda çıraklık yapmaya başladı. Daha sonra, Besler’in ürünlerini Eminönü ve Galata Köprüsü’nde satarak, ticarette deneyim kazandı. Aradan yıllar geçti, Besler markasının sahibi oldu.

Besler Şirketi’nin 10. kuruluş yıldönümünde, tüm Besler mensupları bir tablonun içine kurutulmuş nadide bir yaprak yerleştirip, etrafına da imzalarını attılar. Tablo, kuruluş yıldönümü pikniğinde, Besler’in Genel Müdürü Metin Yurdagül (solda) tarafından Sabri Ülker’e armağan edildi.

Ülker Grubu’nun Besler Tesisleri, Türkiye’nin en büyük üretim kapasitesine sahip yağ fabrikası konumunda.

Sabri Ülker’den, Besler Genel Müdürlüğü’ne takdir mektubu...

Türkiye’de, endüstriyel yağların tankerle taşınma projesini de Metin Yurdagül’ün önerisiyle ilk defa Ülker başlattı.

İşte bu heyecan dolu gün ve saatte, acaba Sabri Bey ne yapıyordu? Ne tür bir duygunun içindeydi? Onu tahmin edebiliyorum. Sabri Bey, “sakin bir güç”tü. Sükûnet içinde bekliyordu. Zaten, telefonda, “İlk ürünümüz yola çıktı” dediğim an, teşekkür ederken, sesinin titrediğini hissetmiştim.

Sabri Bey, abartıyı sevmediği için, konuşmalarında hiç “aferin”, “bravo” gibi sözler işitmedim. Dolayısıyla, bu başarılarımızı işittiği an, kendisinden bu tür cevaplar beklemiyordum. Kısacası Sabri Bey, takdirini sözle ifade etmezdi, ama o duygular, gözlerinden okunurdu.

“Sabri Bey, 50 yıl boyunca basının önüne hiç çıkmamış”

Göreve başlayışımın ikinci yılında, Ülker 50. kuruluş yıl dönümünü kutluyordu. Herkes, mutlu ve huzurluydu.

Sabri Bey, sadece üç yardımcısıyla birlikte bisküvi üretimine başladığı zaman, takvimler 16 Eylül 1944 tarihini gösteriyordu. O yıl, tüm imkânsızlıklara rağmen tam 75 ton Ülker bisküvileri üretilecekti.

Aradan yarım asır geçti, 16 Eylül 1994 Cuma günü Ülker Grubu’nun Kurucusu ve Başkanı Sabri Ülker, iş yaşamında ilk defa basın toplantısı yapıyordu. Sabri Bey, her zamanki halini o basın toplantısında da muhafaza ediyordu. Sakindi. Basın toplantısının metni de, tevazu içinde anlatılan bir başarı öyküsüydü.

İstanbul Swiss Otel’de gerçekleşen basın toplantısından sonra, Sabri Bey’e, “Hayırlı olsun” dedim. Aldığım cevap çok ilginçti:

“Metin Bey, tencerenin kapağını açtık.”

Ülker, kamuoyuna açılmıştı. Ama bu, ihtiyatlı bir açılıştı. Aynı yılın son günlerinde, bu defa Silivri’deki Klassis Otel’de, Ülker’in depo müdürleriyle içe dönük bir toplantı yapıyordu. Bu depo müdürlükleri, daha sonra distribütörlüklere dönüşecekti.

31 Aralık 1994’te Klassis Otel’in küçük bir salonunda yapılan toplantıya yöneticiler ve depo müdürleri katılmaktaydı. Toplantının adı da, “Yeni Yılda Satış Stratejisi Toplantısı” idi. Sabri Bey’in daveti üzerine toplantıya katılmıştım. Bu toplantı sırasında, Sabri Bey, yine tevazu içinde bir cümlelik değerlendirme yaptı:

“Metin Bey, işte biz buyuz...”

Klassis’teki toplantı günlerinde, Pendik’teki Besler Yağ Fabrikamızda üretimin ilk ayları yaşanıyordu. Bu tesislerde, endüstriyel yağın yanı sıra, margarin de üretmiştik. Adı da, “Bizim Yağ” olmuştu. 

Aslında, Bizim Yağ için deneme yapıyorduk. Margarin paketlerinden bir örnek alıp, Klassis Otel’deki toplantıya getirmiştim. Bu arada, elimdeki margarin paketiyle Sabri Bey’in tavrını ölçmeye çalıştım. Gözlerinde, takdir ifadeleri vardı. Sabri Bey, beni onurlandırmak için, “Siz olmasaydınız, bu yağ işine girmezdim” ifadesini kullandı. Bu, iş hayatımdaki en anlamlı ödüldü. Endüstriyel yağ üretmek için yola çıkmıştık, sonunda margarinde ürettik.

Ürünlerimiz, 6 Mart 1995 Pazartesi günü piyasaya verildi. Ülker’in “Bizim Yağ” adını taşıyan margarinini tüketiciyle buluşturmak, biz üreticiler için, tarifi imkânsız mutluluktu.

Ülker Grubu, Pendik‘te bir yandan Besler Yağ Fabrikası’nı kurarken, bir yandan da Pendik Nişasta Fabrikası’nın kuruluşunu gerçekleştiriyordu. Bu fabrikada da nişasta ile glikoz-fruktoz şurupları ve mısır yan ürünleri üretilecekti. Söz konusu tesisler, Besler Fabrikası’ndan iki yıl sonra, 1996’da faaliyete geçti.

Karşı karşıya bulunan bu iki tesisten Besler’de, kuruluşundan itibaren Genel Müdürlük görevini üstlenirken, Pendik Nişasta’yı da bu şirketle birlikte iki yıl boyunca murahhas üye olarak yönettim.

İki şirketin yöneticiliğine, daha sonra “Ülker Gıda Grubu Başkanlığı” eklendi. 2000 yılına kadar sürdürdüğüm bu görevlerde, güzel işler yaptığımızı zannediyorum.

Sabri Ülker, Ülker Şirketi’nin 50. kuruluş yıldönümü etkinlikleri sırasında, yarım asırlık iş hayatı boyunca ilk defa basın toplantısı düzenliyor, ardından da tebessüm ederek, duygularını Metin Yurdagül’e şu ifadelerle anlatıyordu:

“Metin Bey, tencerenin kapağını açtık...”

Evet; Ülker, tencerenin kapağını açmış, basınla ilk iletişimini kurmuştu. Ancak, bunun devamı, yaklaşık sekiz yıl sonra gelecek, Metin Yurdagül’ün Ülker Grubu’nda yeni kurulan “Sözcü”lük görevini üstlenmesiyle birlikte, tencerenin kapağı bir daha kapanmamak üzere tamamen açılacak, gazeteciler de haber kaynağına rahatlıkla ulaşabilecekti. 

Önceki
Hikaye
Sonraki
Hikaye