Yalçıntaş: “Sabri Ülker, TBMM’nin ‘Üstün Hizmet Ödülü’nü, reklam olur diye almadı.”

Sabri Ülker, büyük bir hayırseverdi. Ancak, hayır işlerini kamuoyundan saklı tutarken, “Sağ elin verdiğini, sol el görmeyecek” diyordu. Sabri Ülker’in hayır işleri arasında, Türk Silahlı Kuvvetleri vakıflarına yapmış olduğu bağışlar birinci sırayı işgal ediyordu.

Ünlü yazar Şevket Rado, dünyayı muhteşem bir senfoniye benzetirken şunları söylemiş:

“Böyle bir dünyada bulunmak, bizim için emsalsiz bir talih eseridir. Bu güzel dünyadaki kısa misafirliğimizin çok iyi geçmesini; elemsiz, kedersiz sona ermesini hepimiz arzularız.”

Evet; elemsiz, kedersiz bir dünya misafirliği...

Böyle bir dünya misafirliği için, herhalde öncelikle “gönül gözü”ne ihtiyaç var. O göz bulunmadığı takdirde, elemi, kederi ortadan kaldırmak acaba nasıl mümkün olur?

Şevket Rado’nun senfoniye benzettiği dünyamızda, şüphesiz ahenk arayışı vardır. O ahengi oluşturmak, günümüz şartlarında pek kolay olmasa gerek.

Victor Hugo, “Kalp boşaldıkça, kese dolar” diyor. Fransız filozof Jean de La Bruyère ise, dolu keseyi şöyle uyarıyor: “Yoksul, dünyanın bazı nimetlerinden; cimri ise, bütün nimetlerinden mahrumdur.”

Paylaşıldıkça güzelleşen hayatı oluşturabilmek için herkesin el ve gönül birliği yapması gerekiyor. Bu birlik sağlandığı ölçüde, toplumlar huzur ve mutluluğa da kolaylıkla ulaşabiliyor.

Ünlü şair Yahya Kemal Beyatlı, “Vuslat” şiirinde diyor ki: “Zenginler o cennette, fakirlerle müsâvi [eşit].”

Dünyamız, bizler için geçici bir misafirhane olduğuna göre, burada şartların icabı sağlık da insan içindir, hastalık da... Zenginlik de insan içindir, yoksulluk da...

Toplumsal hayatta hastalar için daima şifa dilenir. Ama her nedense çoğunlukla fakirler görmezden gelinir. İşte o görmeyen gözleri harekete geçirip, varlıklı olanı hayır sahibi yapma görevi de yine gönül gözüyle bakanlara düşüyor.

“Gönül gözü” nedir, ne değildir? Gönül gözü, kalbin manevi yönüdür. O göz, insanları başkalarına karşı hayır yapmaya, yardımcı olmaya sevk ediyor.

Sabri Ülker’den gazilerimize rehabilitasyon merkezi

Gönül gözünden yola çıkmışken, o yol boyunda karşılaştığımız bir hayır sahibini, hikâyemizin kahramanı Sabri Ülker’i anlatmak istiyoruz.

Ülker, öyle bir hayır sahibi ki yaptığı hayrın görülmesini, bilinmesini ve duyulmasını istemiyor. Onu da şöyle ifadelendiriyor:

“Sağ elin verdiğini, sol el görmesin”

Evet, şimdi Sabri Ülker’in bir başka meziyetinden, hayırseverliğinden söz etmek istiyoruz.

Ülker’in bu meziyetini yakın çevresine sorduk, soruşturduk. Önce, konuşmak istemediler. Sabri Bey’in yaptığı hayır işlerinin bilgisini toplumla paylaşmaktan daima kaçındığını gerekçe gösterdiler.

Derlediğimiz bilgilere göre Sabri Ülker, hayır işleri yaparken muhatabına, kesinlikle bu durumdan kimsenin haberi olmaması tembihatında bulunurmuş. O tavrını, yaşamı boyunca sürdürmüş. Murat Ülker ise, babasının bu sıkı prensiplerini günümüzde biraz esnetiyor ve Sabri Bey’in hayır işlerini açıklarken, “Topluma örnek oluşturmasını temenni ediyorum” diyor.

Gerçekten, Türk insanı, Sabri Ülker’in bu toplumsal duyarlılığından habersiz. Yarım yüzyıldan beri bu çok insani hayır işleri, gözlerden uzak yapılmış ve kamuoyuyla paylaşılmamış. Oysa, bu uğurda sayısız denecek kadar özveride bulunulmuş.

Örnek vermek gerekirse;

Güneydoğuda bölücü terör örgütüne karşı mücadele verirken yaralanan kahraman gazilerimizin tedavi gördüğü Ankara’daki Türk Silahlı Kuvvetleri Rehabilitasyon Merkezi, Sabri Ülker’in çok büyük bağışıyla hayata geçirilmiş.

İstanbul’daki ünlü Davutpaşa Kışlası, yine Sabri Ülker’in bağışlarıyla tepeden tırnağa yenilenmiş.

Sabri Ülker, bu arada Türk Silahlı Kuvvetleri’ne matbaa yapılması için de bağışta bulunmuş. 

Murat Ülker: “Babamın, Türk ordusuyla gönül bağı vardı”

Murat Ülker, babası Sabri Ülker’in özellikle Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yapmış olduğu bağışları anlatırken, sözlerine şöyle başlıyor: “Babamın, Türk Silahlı Kuvvetleri’yle gönül bağı vardı.” Şimdi, bu gönül bağının hikâyesini Murat Ülker’den dinliyoruz:

Sabri Bey’in milliyetçi ve muhafazakâr duruşu, her nedense bazı çevrelerce “asker düşmanlığı” olarak yorumlanmak isteniyor. Biliyorum ki, babamın asker ocağıyla bir gönül bağı vardır. Bu bağ, çok eskilerde kurulmuştur.

Allah’a şükür, Sabri Bey imkân sahibi olduğu için hiç kimseye hissettirmeden çeşitli kişi ve kuruluşlara maddi destek sağladı. Bunlardan biri de işyerimize yakın olan tarihi Davutpaşa Kışlası’dır. Sabri Bey, bakımsızlıktan viraneye dönen bu kışlanın yeniden tamir edilmesi, bunun yanı sıra orduya bir matbaa kurulması için destek oldu. Ayrıca, Deniz Kuvvetlerimiz için “II. Yavuz Kampanyası”na da büyük bağış yaptı.

Anarşi ve terörün tırmanışa geçmesiyle birlikte, özellikle Güneydoğu Anadolu’da vatani görevini yapan askerlerin mayın patlaması üzerine yaralanmaları Sabri Bey’i çok üzüyor ve düşündürüyordu. Hatırladığım kadarıyla, 1997 veya 1998 yılında, gazilerin sağlık sorunlarını halledebilmek amacıyla bir şeyler yapmamız için bana talimat verdi. Bunun üzerine Ankara’ya gittim. Dönemin Başbakan Yardımcısı ve Milli Savunma Bakanı İsmet Sezgin’i ziyaret ederek şunları söyledim:

“İsmet Amca, babamın selamı var. Gazilerin tedavisi için, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yardımcı olmak istiyor. Zekât olarak önemli bir miktar ayırdı. Sadece gazilerin tedavisi amacıyla kullanılmasını istiyor.”

İsmet Bey, Sabri Bey’den götürdüğüm bu mesajdan büyük memnuniyet duyduğunu ifade ederek şunları söyledi:

“Murat, zaten biz de bir rehabilitasyon merkezi kuruyoruz. Onun için ayrı bir vakıf oluşturduk. Sabri Bey’den gelecek yardım, o vakfa tahsis edilir. Bu meseleleri geçenlerde Karadayı Paşa [Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı] ile de konuştuk. Oğlum, zekâtın ne demek olduğunu biliyorum. Merak etme, babandan gelecek para, amaç dışı kullanılmaz” dedi.

Ben görmedim, ama özellikle Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının rehabilitasyon ve bakımı için kurulan bu merkez, amaca uygun ve fevkalade faydalıymış.

Gazilerimizin sağlık sorunlarıyla meşgul olurken, şehitlerimizin yetim çocuklarının ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla resmi yerlere başvuru yaptık. Bu çocukların meslek sahibi oluncaya kadar eğitimleri için burs verebileceğimizi söyledik. Bu teklifimizi yaparken, sayı ve sene sınırlaması da getirmedik.

İsmet Sezgin: “Ülker Ailesi, Türk Silahlı Kuvvetleri vakıflarına çok büyük bağışlarda bulundu”

1997-1999 yılları arasında başbakan yardımcısı ve Milli Savunma bakanı olarak görev yapan, TBMM’nin eski başkanlarından İsmet Sezgin de Ülker Ailesi’nin Türk Silahlı Kuvvetleri vakıflarına yapmış olduğu bağışlardan övgüyle söz ederken, şu önemli bilgileri veriyor:

Sabri Ülker, hem çok başarılı bir müteşebbis, hem de büyük bir hayırseverdi. Devlet bakanı, başbakan yardımcısı ve Milli Savunma bakanı olduğum dönemde, Ülker Ailesi, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni güçlendirme vakıflarına daha önceki yıllarda da yapmış oldukları büyük bağışlara yenilerini ilave etmek istediklerini bildirdiler. Bunu, büyük bir memnuniyetle karşıladım.

Ülker Ailesi’nin TSK vakıflarına yeni bağışları münasebetiyle Milli Savunma Bakanlığı’nda özel bir tören düzenlettim. Törende, Ülker Ailesi’ni temsilen Sabri Bey ile oğlu Murat Ülker de hazır bulundular. Törende yaptığım konuşmada, kendilerine büyük bağışlarından dolayı Türk Silahlı Kuvvetleri adına şükranlarımı bildirdim.

Orhan Ateş: “Sabri Bey, Cumhuriyet’in 75. kuruluş yıldönümü kutlamaları için 700 bin dolar bağışlamıştı”

Ülker Ailesi’nin Türk Silahlı Kuvvetleri vakıflarına yapmış olduğu bağışların bir başka önemli tanığı ise, emekli Tümgeneral Orhan Ateş. Cumhuriyet’in 75. yıldönümü kutlamalarında, Sabri Ülker’in 700 bin dolar bağışta bulunduğunu söyleyen Orhan Ateş, yaptığı açıklamada, bağışlarla ilgili yeni bilgiler de veriyor:

Türk Silahlı Kuvvetleri’nden tümgeneral rütbesiyle 1995 yılında emekli olduktan sonra, her emekli gibi biz de bazı sivil toplum kuruluşu, dernek ve hareketlerin içine girdik. Bu derneklerde, devamlı olarak Sabri Ülker’in ismini işitiyordum. “Yardımseverdir, hayırseverdir” diyorlardı.

Sivil toplum kuruluşlarında çalışırken, resmi veya özel kişi ve kurumların Ülker’den maddi destek istediklerini gördüm. Hemen her kuruluştan bu gibi talepler oluyordu. Bu yüzden, merak ettim ve Sabri Bey’le tanıştık.

Şimdi, Sabri Bey’in hayırseverliğini değil de, bilebildiğim kadarıyla yaptığı bir kısım hayırların dökümünü çıkarmak istiyorum. İşte bunlardan birkaçı:

Türk Silahlı Kuvvetleri Güçlendirme Vakfı

Mehmetçik Vakfı

Elele Vakfı

İstanbul Çocukları Vakfı

Cumhuriyet’in 75. kuruluş yıldönümü münasebetiyle çok sayıda okul ve yurt yapımına maddi destek,

Spor kulüplerinin hemen hepsine destek.

Hatırımda kaldığı kadarıyla, 1998 yılında, Cumhuriyet’in 75. yıldönümü törenleri münasebetiyle Sabri Bey’in yapmış olduğu bağışlar, yaklaşık 700 bin doları buluyordu. Bu, adeta bir servetti. Ankara ve İstanbul’daki birçok okula yaptığı giyim kuşam, bisküvi, çikolata ve şekerleme desteği buna dahil değildi.

 

Emekli Tümgeneral Orhan Ateş, Sabri Ülker’in Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yapmış olduğu bağışların dökümünü açıkladı.

 

Sabri Bey, Cumhuriyet’in 75. kuruluş yıldönümü törenlerinin görkemli geçmesi için büyük cömertlik göstermişti. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne sadıktı. Bunun yanı sıra, mevcut servetinin Cumhuriyet sayesinde elde edildiğinin bilincindeydi. Kısacası, Sabri Ülker, Türkiye Cumhuriyeti’nin yaşaması ve yücelmesi için elinden gelen maddi ve manevi desteği esirgemiyordu.

1990’lı yıllarda, Ülker bünyesinde bulunan Kurumsal Tanıtım ve Gelişim Merkezi’nin müzesi, başta Cumhurbaşkanlığı olmak üzere, Başbakanlık, Genelkurmay Başkanlığı, bakanlıklar, diplomatik misyon ve sivil toplum kuruluşlarından gelen madalya, diploma ve şükran plaketleriyle doluydu.

Ekrem Şevket Yücesoy: “Ülker, Mehmetçik Vakfı’nın yanı sıra, Atatürkçü Düşünce Derneği’ne de bağışta bulundu”

Türk ordusundan albay rütbesiyle emekli olan Ekrem Şevket Yücesoy da Sabri Ülker’in, TSK vakıflarının yanı sıra, Atatürkçü Düşünce Derneği’ne de bağışta bulunduğunu söylüyor. Emekli Albay Yücesoy’un açıklamaları da şöyle:

 

Emekli Albay Ekrem Şevket Yücesoy, Sabri Ülker’in Atatürkçü Düşünce Derneği’ne bağışta bulunduğunu da söyledi.

 

Emekli albayım. Silahlı Kuvvetler’de binbaşılığımdan albaylığa kadar “iş müfettişliği” yaptım. Kara, deniz, hava ve jandarmada mevcut olan 42 bine yakın askeri-sivil işçinin bağlı olduğu sendikalar ile Türk Silahlı Kuvvetleri arasındaki ilişkileri düzenlemekle meşgul oldum.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nden 1979 yılında albay rütbesiyle emekli oldum, 1981 yılının Mayıs ayında da Ülker Grubu’nda işe başladım.

28 Şubat Süreci’yle ilgili tespitlerimi ifade etmek istiyorum. Ülker Grubu için sarf edilen “yeşil sermaye” yakıştırması, tamamen art niyetle yapılmış bir iftiradır. Ülker’de göreve başladıktan sonra, bunu zaten yaşayarak görmüştüm.

Samimiyetle ifade etmek istiyorum ki; Ülker Grubu’nda hiçbir zaman din, mezhep ve ırk ayrımı yapılmadı. Namaz kılana da karışılmadı, kılmayana da... Ben bir askerim. Birçok emekli ve muvazzaf asker arkadaşım, Ülker konusunda benim tespit ve kanaatlerimi paylaşmışlardır. Ticaretin, dini ve imanı yoktur. Netice itibariyle, Ülker de bir ticarethanedir.

Hoşa gider veya gitmez, Mehmetçik Vakfı’na en büyük bağışta bulunan müesseselerden biri Ülker’dir. Bunun yanı sıra Ülker, eski Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden’in başkanlığı döneminde, Atatürkçü Düşünce Derneği’ne de yardımda bulunmuştur. Bunun üzerine Yekta Güngör Bey, bana teşekkür üstüne teşekkür etmiştir.

Özetle diyebilirim ki, bugün sağda veya solda en laik görünen işverenlerin milli kurumlara yapamadığı bağışları Ülker yapmıştır.

Nevzat Yalçıntaş: “Sabri Bey’in hayır yapma içgüdüsünü hiçbir zenginde görmedim”

Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş, Sabri Ülker’le birlikte çeşitli sivil toplum kuruluşlarında uzun yıllar görev aldı. Bu zaman içinde, yakından tanıdığı Ülker’in üstün meziyetlerini de gördü.

Prof. Dr. Yalçıntaş, milletvekili olarak parlamentoda görev yaptığı dönemde, Sabri Ülker’i, TBMM Üstün Hizmet Ödülü’ne aday göstermek istedi. Ancak Ülker, bu vefakâr dostunun teşebbüsünü, nezaket içinde kabul etmediğini belirtti.

Yalçıntaş, Sabri Ülker’in bu tavrını şöyle değerlendiriyor:

“Sabri Bey, TBMM’nin Üstün Hizmet Ödülü’nü, reklam olur diye almak istemedi.”

Şimdi, Sabri Ülker’in hayırseverliğinin yanı sıra tevazuunu da, kadim dostu Nevzat Yalçıntaş’tan dinliyoruz:

Sabri Bey’in şahsi hayatını anlatırken, en önemli özelliklerinden birincisi, bana göre, büyük bir hayır sahibi olmasıdır. Sabri Bey’in hayır yapma içgüdüsü ve niyetini diğer hiçbir zenginde görmedim. Şüphesiz Vehbi Bey Amca’nın [Koç], Sakıp Bey’in [Sabancı] hayırları vardır, bunları vakıflar şeklinde yaptıklarını biliyoruz. Ama Sabri Bey’de hayır işi, bir hayat tarzı ve hayat felsefesidir. Hayır yapma işini kurumsallaştırmıştır. Yani Sabri Bey, birçok vakıfta kurucudur ve yöneticidir. Bunlar Milli Kültür Vakfı, İlim Yayma Vakfı, İbn-ül Emin Mahmud Kemal Vakfı ve Aydınlar Ocağı gibi... Sabri Bey, yaptığı hayrı çok ortaya koymaz, herkes bunu bilmezdi. Şimdi Sabri Bey’in hayır işlerinden bir örnek vermek istiyorum.

1970’li yıllarda, Aydınlar Ocağı başkanlığına getirilmiştim. Ocağın çok yere borcu vardı. Çünkü hiç geliri yoktu. Bu meseleyi aşmak için Osmanlı usulü “salma” yapalım dedik. Bu işler için ev toplantıları düzenledik, gönüllerimizi birbirine bağladık. Bir liste hazırladık, kimin ne kadar para vereceğini kâğıtlara yazdık.

 

Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş, parlamentoda görev yaptığı dönemlerde Sabri Ülker’e TBMM Üstün Hizmet Ödülü verilmesi için girişimlerde bulunmak istemiş, ancak Sabri Ülker kadim dostunun bu nazik jestine “reklam olur” düşüncesiyle olumlu cevap vermemiş. (Fotoğraf: Hürriyet Dokümantasyon Merkezi)

 

Üç kişilik bir heyetimiz Sabri Bey’i de ziyarete gitti. Kendisine konuyu açmışlar, hayırseverliğini ve imkânlarını bildiğimiz için salma miktarını biraz yüksek tutmuşlar. Sabri Bey, gelen ziyaretçileri dinlemiş, ellerindeki salma listesine bakmış. Bu ziyaret, çok erken bir saatte gerçekleşiyormuş. Sabri Bey, bir yandan kahvaltı yaparken, bir yandan da misafirlerini ağırlıyormuş. Muhasebecisini çağırmış, bizim yazdığımız salma miktarının iki mislinden daha fazlasını getirmesini istemiş. Ayrıca, Aydınlar Ocağı görevlilerine sitemde bulunarak, “Niçin bana bu kadar az yazdınız?” demiş.

Burada Sabri Bey’in ziyaretçileri ile sohbet ederken, söylediklerini de nakletmek istiyorum. Sabri Bey, kahvaltı masasını göstererek, konuşmaya başlamış:

“Ben, sizlere, bu parayı verirken, şu sofrayı görüyor musunuz; dilim dilim kızartılmış ekmekler var. Bunlardan bir tek dilim dahi eksilmiyor. Cenab-ı Hak, bana para vermiş, yine de veriyor. Benim soframdan bir tek dilim eksilmiyor, ama siz asıl bana değil, cami önlerinde yardım bekleyen muhtaçlara, cebinde 10 lirası varken, 5 lirasını veren insanlara teşekkür edin. Onların imkânları dar, fakir insanlar, ama onlar hayır yapmak için cebindeki mahdut paranın yarısını veriyor. Asıl fedakâr olan onlar...”

İşte böyle bir insanın, bu büyük hayır sahibinin takdir edilmesi karşısındaki tutumuyla ilgili somut bir örnek vermek istiyorum.

Bülent Arınç’ın Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı olduğu dönemde, bir güzel yönetmelik hazırlamışlar ve Türkiye’nin neresinde olursa olsun, önemli hayır yapan insanlara TBMM’nin bir takdir plaketi vermesi imkânını açmışlar. Buna, biz, milletvekili olarak aday gösterebiliyorduk. Ayrıca, illerin valileri de aday gösterebiliyordu.

Sabri Bey’i bu ödüle aday göstermek, benim vicdani bir vazifemdi. Oturup, birilerini teklif etsinler diye beklemedim. Bu konuyu birkaç kişiye sordum. Mesela eski Sanayi Bakanımız Ali Coşkun’a, Sabri Bey’i yakinen tanıyan Prof. Dr. Süleyman Yalçın’a ve Allah rahmet eylesin, Prof. Dr. Ayhan Songar üstadımıza... Bu değerli şahsiyetler, “En doğrusunu yapıyorsun” diyerek fikrime destek verdiler.

Konuyu Sabri Bey’e açıp, tasvibini almak istedim. Sabri Bey’in şirketlerindeki üst seviyede birisine ulaştım, “Hocam, çok güzel düşünmüşsünüz, ama bir kendisine soralım” dediler. Cevap gecikmişti. Tekrar arama ihtiyacı hissettim ve şu cevabı aldım:

“Hocam, biz sıkılarak söylüyoruz, ama Sabri Bey böyle bir ödülü almak istemiyorlar...”

TBMM’nin bu ödül törenlerine başbakan, bakanlar, siyasi parti başkanları, milletvekilleri ve çok seçkin bir zümre katılıyor, törenin haberi televizyonlarda ve tüm gazetelerde yayımlanıyordu. Törene gittik. Boynumuz büküktü...

Daha sonra düşündüm. Sabri Bey’in bu tavrını muhacir psikolojisi içinde değerlendirdim. Çünkü muhacirler, geldikleri topluma entegre olurken, tereddüt ederler. Sabri Bey de ailesiyle birlikte çocukken Kırım’dan Türkiye’ye göç etmiş. Ama bu tavrı bir başka şekilde daha değerlendirdim. Sabri Bey, çok mütevazı bir kişi. Yaptığı hayır işinin reklam edilmesi ve duyurulmasından rahatsızlık çekebilir. Sadece Cenab-ı Hakk’ın bilmesini ister. İşte bu, bir fazilettir.

Türkçede bir deyim vardır; “Bir yumurta yumurtlar, kırk mahalleye haber verir” şeklinde. Sabri Bey ise, kırk yumurta yumurtlasa dahi, bir mahalleye haber vermeyecek tevazudadır.

Salih Özcan: “Sabri Bey, Sultan Abdülhamid’in oğlu ile Şeyh Şamil’in torununa, hissettirmeden yardım yaptı”

Sabri Ülker, Ortadoğu ülkelerine açılmak amacıyla ilk teşebbüsünü 1967 yılında, eski Şanlıurfa Milletvekillerinden Salih Özcan vasıtasıyla gerçekleştirdi.

Ülker’in dışa açılmasında milat teşkil eden bu seyahat sırasında, Salih Özcan, Sabri Ülker’e insani bir konuda ricada bulundu. Ülker, Özcan’ın bu ricasını memnuniyetle yerine getirebileceğini söyledi. Ancak, bir tek şartı vardı: “Lütfen, kimse bilmesin...”

Sabri Ülker’in açıklanmasını istemediği sırrını, aradan 46 yıl geçtikten sonra Salih Özcan açıklıyor:

1967 yılında, Sabri Ülker Bey’le birlikte Kutsal Topraklar’a gitmiştik. Bu seyahatimiz sırasında, kendisinden iki ricam oldu. Öncelikle Sultan Abdülhamid’in [II. Abdülhamid] en küçük oğlu Abid Efendi [Abid Osmanoğlu], o yıllarda Beyrut’ta yaşıyordu. Maddi müzayaka [maddi sıkıntı çekme] içindeydi. Bütün malını mülkünü Beyrut’taki Yahudi bir dişçiye bırakmış, “Sen bak” demiş. Yahudi de, emniyeti suistimal etmiş. Sabri Bey’e meseleyi ayrıntılı bir şekilde açtım. Abid Efendi’ye imkânları ölçüsünde yardımcı olmasını rica ettim. Kendisinden şu cevabı aldım:

“Salih Bey, memnuniyetle Abid Efendi’ye yardımcı olurum, ama lütfen bunu kimseye söylemeyin.”

Sabri Bey’den ikinci ricam ise, Kafkasya’nın efsanevi kahramanı Şeyh Şamil’in torunu Said Paşa ile ilgiliydi. Said Şamil, Galatasaray Lisesi’ni bitirmiş, gayet güzel Fransızca bilir. İri yarı, 1,92 metre boyunda...

Şeyh Şamil’in oğlu Kâmil Paşa’nın evlatlarından biri olan Said Şamil, oturma izni olmadığı için Medine’de kaçak olarak yaşıyordu. Aynı zamanda iki kız kardeşi de Medine’deydi. Maalesef Şeyh Şamil’in torunları, aynen Sultan Abdülhamid’in oğlu Abid Efendi gibi geçim darlığı içindeydiler. Sabri Bey’e Said Şamil’in durumunu da anlattım, sükûnetle beni dinledi ve aynı tembihatta bulundu:

“Peki, ama lütfen kimseye söyleme...” Daha sonra Sabri Bey’in, Şeyh Şamil’in torunlarının öncelikle tüm kiralarını ödettiğini ve kendisine de maddi yardımda bulunduğunu memnuniyetle öğrenecektim.

Sabri Bey, daha önce de anlattığım gibi, gösterişi ve reklamı sevmeyen bir kişiliğe sahipti. Tüm yardımlarını Allah rızası için yapardı. Sultan Abdülhamid’in oğluna yardımı da aynı niyetle yaptığı inancındayım. Onun için duyulmasını istememiştir.

Hüseyin Güneş: “Sabri Bey, Suudi Arabistan’da hapse düşmüş kader kurbanlarını da unutmadı”

Sabri Ülker, 1967 yılında Salih Özcan’la birlikte Körfez ülkelerine yaptığı seyahatten olumlu izlenimlerle dönmüş, ardından da Ülker ürünlerinin Ortadoğu insanıyla buluşması için tüm imkânlarını seferber etmişti.

Aradan on beş yıl geçtikten sonra, belirlenen hedefe ulaşıldı. Başta Suudi Arabistan olmak üzere, Ortadoğu ülkelerinde Ülker ürünleri sevilen ve aranılan bir ürün oldu.

Sabri Ülker, 1980’li yıllarda Suudi Arabistan’a yaptığı bir iş gezisi sırasında, Ülker’in satış organizasyonunu yöneten Hüseyin Güneş’e şu talimatı veriyordu:

“Hüseyin, bu ülkedeki kader kurbanı vatandaşlarımızı unutmayalım. Üzerimize düşecek insani ve maddi yardımı eksik etmeyelim...”

Sabri Ülker’in, Hüseyin Güneş’e yardım talimatı verdiği bu kader kurbanları acaba kimlerdi? Onlara nasıl bir yardım yapılacaktı? O bilgileri de, Hüseyin Güneş’ten alıyoruz:

1980’li yıllarda Suudi Arabistan’da, Ülker ürünlerinin satış organizasyonunu yapıyordum. Sabri Bey bana bir konuda, ayda 50 bin riyal harcama yetkisi vermişti. Bu yetkiyi verirken, şunları söylemişti:

“Hüseyin, burası gurbet. Şimdi sana bir yetki veriyorum. Gurbette hapishaneye düşmüş, yolda kalmış, iftiraya uğramış, şu veya bu şekilde kader kurbanı olmuş kişiler için her ay 50 bin Riyal parayı kimseye hissettirmeden harcayacaksın.”

Sabri Bey’in talimat verdiği sırada, Suudi Arabistan’daki diplomatlarımızdan Naci Koru, o tarihte Cidde konsolosumuzdu. Zaman zaman Naci Koru’yu ziyaret eder, Sabri Bey’in tarif ettiği durumdaki kişileri belirleyerek, onlara maddi yardımda bulunurdum.

Görev yaptığım yıllarda, Suudi Arabistan’da, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı pek çok kader kurbanı vardı. Hapishane şartları çok ağırdı. Oralara düşenin kurtulması zordu. Bunlar arasında çatlayanlar bile vardı.

Sabri Bey’in kader kurbanları için ayırmış olduğu ayda 50 bin Riyal’le epey iş görürdük. Kimine hapishanede yardım eder, kimisine de uçak bileti alıp, anavatana gönderirdik.

Nihat Gökyiğit: “Sabri Bey, hayır işlerini kimseye hissettirmez, propagandasız yapardı”

Sabri Ülker, Türkiye Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı’nın (TEMA) da kurucuları arasındaydı. “Türkiye Çöl Olmasın” sloganına gönül veren Ülker, bir tabiat âşığıydı. Doğanın tahribinden büyük üzüntü duyuyordu. Kurmuş olduğu tesislerde de doğanın korunması ve çevreye zarar verilmemesi için her türlü teknik önlemi aldırıyor, sadece zor durumdaki insanlara değil, doğaya da sahip çıkmaya çalışıyordu.

Sabri Ülker’in 1992’den itibaren TEMA Vakfı’na verdiği desteği, vakfın onursal başkanlarından Nihat Gökyiğit anlatıyor:

TEMA Vakfı’nın kuruluşu sırasında aramıza katılan Sabri Ülker Bey’i bir ziyaretimiz sırasında, vakfa destek verenlerin kamuoyuna duyurulması meselesi de gündeme gelmişti. Sabri Bey, “Hayır işlerini duyurmadan yaparsanız, daha makbul olur” manasında düşündüğünü hissettirdi. Yani, “Hayır işi yap, ama fazla duyurursan o zaman o kadar makbul olmayabilir” diyordu. Sabri Bey’in bu düşüncesi çok önemliydi.

Vakfımız kuruldu. Faaliyete geçti. Toplantılarımıza, başlangıçta Sabri Bey de katılırdı. Fakat daha sonraki yıllarda sağlık sorunları nedeniyle gelemedi. Ancak Sabri Bey, toplantılara, kendisini temsilen, Metin Yurdagül Bey’i göndererek, en üst seviyedeki temsil yetkisiyle, desteğini sürdürdü. Bunu, unutmuyoruz.

2003 yılında Edirne’nin Havza ilçesindeki bir köyümüzün kırsal kalkınma projesini Ülker Grubu başarılı bir şekilde yürüttü. Proje için 200 bin dolar harcadılar. Bu, örnek bir projeydi. Daha sonra “El Koy” kampanyasıyla, on köyü daha projeye dahil ettik. Ülker Grubu, bu projeden de iki köyü sahiplendi. Bu vesileyle Ülker Grubu’na hakikaten gönülden teşekkür etmek istiyorum.

Sabri Bey, Ülker Grubu’nda zaten, hayır işlerinde destek verme kültürünü yerleştirmişti. İşte o kültürle köy kalkınmasında büyük desteklerini gördük.

 

TURMEPA tarafından düzenlenen “Sabri Ülker Çevre Ödülü”nün birincisi Yrd. Doç. Dr. Yunis Karaca’nın 100 bin TL tutarındaki ödülü, Yıldız Holding Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Ali Ülker ve TURMEPA Başkanı Tezcan Yaramancı tarafından 23 Mayıs 2013’te Çırağan Sarayı’nda düzenlenen törenle verildi.

 

Sabri Ülker’in çevreye duyarlılığı, adının verildiği bir yarışmayla taçlandırıldı

TEMA Vakfı’nın kuruluşunun üzerinden 21 yıl geçtikten sonra, “Topraklarımıza, sularımıza, çevremize sahip çıkmak, vatanımıza sahip çıkmaktır” diyen Sabri Ülker’in çevreye olan bu duyarlılığı, Deniz Temiz Derneği TURMEPA tarafından düzenlenen “Sabri Ülker Çevre Ödülü” yarışmasıyla taçlandırıldı. Yarışmada, Dumlupınar Üniversitesi öğretim üyelerinden Yrd. Doç. Dr. Yunis Karaca “Kaynaştır Projesi” (Kaynağında ayrıştır) ile birinci oldu.

112 proje arasından birinci seçilen ve çöplerin kaynağında ayrıştırılarak su kaynaklarını kirletmesinin önüne geçmeyi amaçlayan bu proje, evlerde ya da diğer toplu yaşam alanlarında her türlü atığın birbirine karıştırılmadan ayrıştırılmasına imkân sağlıyor.

Salih Tuğ: “Sabri Bey, vakıf ve derneklerimize her zaman omuz verdi”

Sabri Ülker’in bağışlarını kamuoyundan saklı tutmasının tanıklarından Prof. Dr. Salih Tuğ da, “Sabri Bey, yardımların Allah ile kendi arasında bir hayır işi olduğu düşüncesindeydi” diyor.

Prof. Dr. Tuğ, Sabri Ülker’in hayırseverliğini şu sözlerle anlatıyor:

Biz çocukken, Türkiyemizde din eğitimi tamamen kopmuş, programdan çıkarılmış vaziyetteydi. İster imam hatip okulları olsun, ister ilahiyat fakülteleri olsun, yoktu böyle şeyler. Herkes, kendi problemini kendisi çözüyordu.

İlim Yayma Cemiyeti, İstanbul’daki örgün din eğitimi ve bu eğitim kurumlarının desteklenmesi konusunda büyük destekler sağladı. İlim Yayma Cemiyeti’nden sonra İlim Yayma Vakfı da kuruldu. Bu iki kuruluş, bir nevi kan kardeşleridir. Daha sonra,başka vakıflar da ortaya çıktı. Bunlar arasında İslami İlimler Araştırma Vakfı’nı söyleyebilirim. Orada da Sabri Bey’in mevcudiyetini gördük. Bu vakfın kuruluş çalışmaları sırasında, Sabri Bey’in desteğiyle bir şeyler yaptık.

İlim Yayma Cemiyeti’ni İlim Yayma Vakfı, Milli Kültür Vakfı ve Aydınlar Ocağı takip etti. Bu gibi örgütlerde üye aidatlarının kâfi gelmediğini herkes takdir eder. İşte o durumda da Sabri Bey’in omuz verişini görüyoruz.

Eğitim müesseseleriyle ilgili vakıf olsun, dernek olsun, bu gibi faaliyetlerde Sabri Bey’in çalıştığına hem şahit oldum, hem de işittim. O dönemlerde bu gibi derneklere yardım eden kişilerin ve firmaların sayısı 10’u geçmezdi. Bu dernek ve vakıflar, devletten yardım göremediği için, gönüllü destekle faaliyet gösteriyordu.

Sabri Bey, bu gibi sivil toplum kuruluşlarına yardım ederken, destek verirken, isminin hiç anılmamasını isterdi. Bu yardımların Allah ile kendi arasında bir hayır işi olduğu düşüncesindeydi.

Tekin Küçükali: “Sabri Bey, 12 Eylül kader kurbanlarının da imdadına yetişti”

Kızılay eski genel başkanlarından Tekin Küçükali ise, Sabri Ülker’in hayırseverliğinin çok değişik bir boyutunu günümüze taşıyor:

Sabri Bey, hayır işlerine çok önem verirdi. O durum, aynen bugün de devam ediyor. Dün babası ne yapmışsa, bugün oğlu Murat Bey de aynı şeyi yapıyor. Afrika’da açlık problemi var; Ülker oradadır. Pakistan’da deprem var; Ülker onların yanı başındadır. Hiç unutmuyorum, Pakistan’daki depremde, depremzedelere ilk yemeği Türkiye’den Ülker ulaştırdı. Bu, 20 bini aşkın hazır yemekti. Çok hızlı bir şekilde uçakla Pakistan’a gönderdik ve ihtiyaç sahiplerine ulaştırdık. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra hapse girdim ve çıktım. Benim gibi pek çok milliyetçi genç, en verimli çağının büyük bir kısmını yıllarca hapishane köşelerinde geçirdiler. Bu gençlerin kendileri kadar aileleri de çok perişandı. Bir lokma ekmeğe muhtaçlardı. Allah razı olsun, Sabri Bey, ben hapisten çıktıktan sonra, bu kader kurbanlarının imdadına yetişti. Allah şahittir, demir parmaklıklar arkasındaki pek çok insana benim vasıtamla maddi yardımda bulundu. Bu yardımlar, bir defaya mahsus değildi, yıllarca devam etti...

Murat Ülker: “İyi gününde, kötü gününde işçilerimizin yanında oluyoruz”

Şimdi de, Murat Ülker’den, Ülker fabrikasında çalışan işçilerin nasıl ev sahibi yapıldığını öğreniyoruz:

Çocukken hatırlıyorum, işçiler için okuma-yazma kursları açılmıştı. Okuma-yazma bilmeyenlerin çoğu göçmendi. Hepsi, hem Türk dili alfabesini, hem de okuma ve yazmayı öğrendiler. Fabrikada, aktif olarak çalışmaya başladığım ilk yıllarda personele hijyen dersleri verdim. Temizlik, tertip ve kalitenin nasıl sağlanacağı konusunda onları eğitme gayreti içinde oldum. Sabri Bey, bir adım daha ileri gitti, işçileri krediyle ev sahibi yaptı. Bu işe girişirken, önce bir anket yaptırdı. İşçilerin, ev durumlarını tespit etti. Ne gibi ihtiyaçları olduğunu öğrendi. İşçiler arasından, “Ben ev alacağım” diyenlere, kefil getirmesi halinde, evinin tapusunu verdi. Bu işlem sırasında, çok yüksek miktarda kredi tahsis etti. Sabri Bey’in başlattığı bu hareketi, biz de aynen sürdürüyoruz.

Sabri Ülker’in adı, Gıda Araştırmaları Enstitüsü’nde de yaşatılıyor

Sabri Ülker, yarım asırdan fazla bir süre sadece gıda sektöründe üretim yaptı. Gelişime açık ve yenilikçiydi. Ülkemize ilk defa ABD’den ve Avrupa’dan gıda uzmanları getirmiş, bu teşebbüsü ile sektörün gelişmesi ve modernleşmesinde öncü rol oynamıştı.

Ülker Ailesi, Sabri Ülker’in bir ömür boyu çalıştığı gıda sektörüne bilimsel katkıda bulunmak amacıyla 2009’da “Sabri Ülker Gıda Araştırmaları Enstitüsü Vakfı” (SÜGAV)’nı kurdu. Vakıf; kâr amacı gütmeden, toplumun, gıda, beslenme ve sağlıklı yaşam bilincinin gelişmesi için bilimsel araştırmalar yaptırıyor, bunları da sektörün hizmetine sunuyor. Sabri Ülker Gıda Araştırmaları Enstitüsü Vakfı’nın çalışmaları, bilimsel tarafsızlığı ile öne çıkan bilim insanlarından oluşan Bilim Kurulu tarafından yürütülüyor.

Ülker Grubu şirketlerinin Türk Silahlı Kuvvetleri vakıflarına bağışta bulunması münasebetiyle 22 Aralık 1998 tarihinde Milli Savunma Bakanlığı’nda özel bir tören düzenlendi. Tören sırasında Başbakan Yardımcısı ve Milli Savunma Bakanı İsmet Sezgin, Ülker Grubu’nun Başkanı Sabri Ülker’e bağışlarından dolayı teşekkür etti.

Önceki
Hikaye
Sonraki
Hikaye