Başlarken

“Devletler Ailesi”nin Kırım’dan Türkiye’ye uzanan 139 yıllık nefes kesici hikâyesi... Kırım’daki hikâyemiz, 1873 yılında başlıyor. Bu yemyeşil yarımadanın güneyinde, Karadeniz sahilindeki dağlar arasında, ormanlar içine saklanmış “Korbek” (İzobilnoe) isimli bir köy var. İşte o köy, hikâyemizin kahramanı Sabri Ülker’in atalarının köyü. Şimdi, öğretmen baba Hacı İslam Efendi’nin dünyasından yola çıkıp, Sabri Ülker’in hayat hikâyesine ulaşmaya çalışalım...

Türk tarihinde ayrıcalıklı bir yeri bulunan Kırım, Asya ile Avrupa’yı birbirine kaynaştıran o koskoca Karadeniz’in kuzeyindeki bir yarımada. Türkiye ile köklü akrabalık ilişkisi var.

Kastamonu’nun İnebolu sahillerinden, adı “kara” olan, ama lacivertin tüm güzel tonlarını sergileyen bu muhteşem denizi seyrederken, Kırım’ın siluetini görür gibi olursunuz. Çünkü, o eski Türk diyarı da özlemle size bakar.

Kırım’daki arkeolojik veriler, bu yarımadada MÖ 2000 yılı başlarından itibaren Kimmerlerin hâkimiyet tesis ettiklerini gösteriyor. Kimmerler, bugünkü Rusya Federasyonu topraklarında yer alan İdil (Volga) Nehri ile Karadeniz’in kuzeyine doğru uzanan alanda yaşayan savaşçı bir ulustu. MÖ VII. yüzyılın ortalarında –Trak boylarından Thyeer, Bithynler ve Trerlerle birlikte– boğazları geçerek Anadolu topraklarına gelen Kimmerler için tarihçiler, “Proto-Türkler” tanımlaması yapıyor. Bu savaşçı ulus, Ural-Altay kökenli bozkır göçebelerinin Batı kolunu oluşturuyordu.1

1960’larda, öğrencilik yıllarımızda, Türkiye’de toplam vilayet sayısının 67 olduğu dönemde, bizim kuşağın “Büyük Türkiye” idealiyle yanıp tutuşan gençleri, bu 67 vilayete, üç vilayet daha eklerdi. Bunlar sırasıyla Kıbrıs, Kerkük ve Kırım’dı.

Bilindiği gibi Kıbrıs, o dönemde, Türkler ile Rumlar arasında paylaşım savaşının verildiği ve “Yeşilada” diye isimlendirilmiş, adeta uçak gemisini andıran stratejik bir coğrafya parçasıydı. Kerkük ise, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı’dan koparılıp, yapay olarak oluşturulan Irak’taki hüzünlü Türk kenti...

Hikâyemize konu olan Kırım ise, Türklerin gönlünde ayrı bir yere sahip. Özellikle, Orta ve Doğu Karadeniz Bölgesi’nde yaşayan insanlarımız, bu yarımadaya “akraba şehir” gözüyle bakarlar. Öyle ya, Karadeniz sahil şeridinde, Kırım kökenli pek çok vatandaşımız var. Aynı şekilde, Kırım’da da Karadenizli Türkler...

780 bin km2’lik vatan topraklarının her köşesinde, bugün de Kırım’dan bir iz bulmak mümkün. Orta Anadolu’ya, Eskişehir’e yolunuz düşerse, kendinizi Kırım’da, Bahçesaray’da hisseder, adı zamanla “çiğbörek”e dönüşmüş “çibörek”ini yiyebilirsiniz.

Trakya’ya, Marmara havalisine, hatta hatta Ege yöresine uzanırsanız; ataları, dedeleri, nineleri Kırım’dan gelmiş nice insanla karşılaşır, onların çocukları ve torunlarını Çukurova’da da bulabilirsiniz.

Osmanlı, Kırım Hanlığı ile hep ittifak içindeydi

Bu kısa Anadolu turundan sonra, şimdi Kırım’ın Türk tarih laboratuvarındaki konumunu incelemeye alalım.

Karadeniz’in kuzeyindeki bu yemyeşil topraklar, insanoğlunu kucakladığı tarihten itibaren hep çekim merkezi oldu. Kıbrıs’ın iki katı büyüklüğündeki Kırım Yarımadası’nda Türk dilli halklar, MSIV. yüzyılda, Hunlarla birlikte varlıklarını göstermeye başladılar. Yarımada, VII. yüzyılın ortalarında ise, çok geniş bir arazide, halkı Türk olan Hazarların egemenliği altına girdi.

Etnik bakımdan Türk olmakla birlikte, Musevi bir hanedanın yönettiği Hazar İmparatorluğu’nda İslamiyet’in yanı sıra, diğer dinlere de toleranslı davranılıyordu. Aslında, Kırım’da ilk Müslümanlar, Hazar döneminde görülmeye başlanmıştı.

Hazarların egemenliği IX. yüzyılın ikinci yarısında sona erdi. Ancak, X. yüzyılda Asya’dan gelen yeni savaşçı Türk dalgaları, yarımadanın Türkleşme sürecini devam ettirdi. Bu dalga sırasında, önce Peçenekler, ardından da Kıpçaklar varlıklarını gösterdi.

XIII. yüzyılın başlarında ise Kırım toprakları, Cengiz Han’ın hükümdarlığındaki Moğol İmparatorluğu’nun sınırları içine katıldı. Böylece Kırım, Doğu kökenli dev bir imparatorluğun parçası haline geldi. Bu imparatorluk döneminde, Doğu’dan gelen kavimlerin çoğunluğu da Türklerden oluşuyordu. Ancak, İmparator Cengiz Han ve devlet idaresindeki üst düzey yöneticiler ise, Moğol’du.2

(Grafik: Atlas Dergisi Kartografya Servisi)

Moğol İmparatorluğu, Cengiz Han’ın ölümünden sonra dört parçaya bölündü. Kırım, “Altın Orda” diye anılan devletin payına düştü. Doğulular ve Batılılar, Cengiz Han’a tabi olan bütün kavimlere “Tatar” derdi. Aynı şekilde Ruslar da Altın Orda Devleti’ndeki tüm Türklerden “Tatarlar” diye bahsediyordu.

Kırım, zaman içinde Anadolu Selçuklu Devleti’nin de ilgi alanına girdi. XII. yüzyılın başından itibaren Anadolulu tüccarlar, ticaret yapmak amacıyla Kırım seferlerine başladı. 1239 yılında da bir Türk-Moğol Hanlığı olan Altın Orda Devleti, Kırım’ı egemenliği altına aldı. Ancak, bu topraklar sık sık Büyük Timur İmparatorluğu askerlerinin akınına uğradı, ardından da Altın Orda Devleti bölündü. Bu devletin parçalanmasıyla birlikte, XV. yüzyılın ikinci yarısında, Hacı Geray Han, Kırım Hanlığı’nı kurdu. Bu hanlığın başkenti “Bahçesaray” inşa edildi.3

Fatih Sultan Mehmed, 1453’te İstanbul’u fethinden sonra “Kırım, İstanbul’un kapısıdır” diyerek, bu yarımadayı çok önemsedi. 1475 yılında Osmanlılar, Kırım Hanlığı ile ittifak kurarak, Kefe ve Sudak şehirlerini topraklarına kattı. Yarımadadaki bu fetihten sonra Osmanlı İmparatorluğu, Kırım Hanlığı’nı himayesi altına aldı. Bu sayede Karadeniz “Osmanlı gölü” haline geldi. Osmanlı’nın Kırım Hanlığı ile ittifakı üzerine, Kırım askerleri, imparatorluğun tüm sınır ötesi seferlerinde görev yaptı.

Kırım Hanedanı’na mensup aileler, zamanla çocuklarını eğitim amacıyla Osmanlı başkenti İstanbul’a göndermeye başladılar. Bu kültürel ilişkiyle birlikte, Kırım’da Osmanlı’nın etkisi giderek arttı. Öyle ki Kırımlılar, yüzyıllardan beri kullandıkları Kırım Türkçesi yazı dilinden Osmanlı Türkçesi yazı diline geçtiler.4

Kırım Hanlığı, XVIII. yüzyıldan itibaren baş gösteren ekonomik krizle birlikte çöküş sürecine girdi. 1768-1774 yılları arasında yaşanan Osmanlı-Rus Savaşı, Kırım Hanlığı’nın sonunu getirdi. Osmanlılar, Ruslarla yaptığı 1774 tarihli Küçük Kaynarca Antlaşması ile Kırım Hanlığı’nın bağımsızlığını tanımak zorunda kaldı. 1783 yılında ise Rusya fiili durum yaratıp, Kırım’ı topraklarına kattı.

Kırım’ın, Rusya’nın egemenliği altına girmesinden itibaren, yaklaşık 150 yıl boyunca sayıları 2 milyona yaklaşan Kırım Tatarı, Osmanlı Devleti’ne göç etmek mecburiyetinde kaldı. Bu göç dalgalarının en büyüğü ise 1859-1861 yılları arasında yaşandı.

Kırım’dan Osmanlı’ya göçler, imparatorluğun hemen her bölgesine, özellikle bugünkü Türkiye coğrafyasının neredeyse tamamına gerçekleşti. Halen ülkemizin istisnasız hemen her köşesinde, küçüklü büyüklü Kırım Tatarı iskân alanları bulunuyor.5

Gaspıralı’nın “İstanbul Türkçesi” üç kıtaya yayıldı

Kırım’da, Rus egemenliğiyle birlikte, Müslüman Tatarların yaşam şartları çok zorlaştı. “Kara Yüzyıl” diye tanımlanan o dönemde, sosyal yaşantı ve eğitim geriledi, gelecek nesillerin yetiştirilememe endişesi başladı. İşte, böylesine sıkıntılı bir dönemde, Gaspıralı İsmail Bey’in (1851-1914) kültürel alanda önderlik etmesi, Kırım halkının hayatını ve tarihini değiştirdi.

Moskova ve Voronej’deki Rus okulları ile İstanbul ve Paris’te eğitim gören Gaspıralı, Kırım ile Rusya içinde ve dışındaki Müslüman Türklere de hitap edecek büyük bir reforma girişti.

“Evvela eğitim” diyen Gaspıralı İsmail Bey, “Usûl-i Cedid Okulları”nı açıp, 40 günde okuma yazma seferberliği başlattı. O zamanın okulları, sadece din bilgisi veren eğitim kurumlarıydı. Gaspıralı, önce “dil birliği” diyerek, okullarda “Edebi Türkçe” şartını getirdi; bunun yanı sıra, matematik, tarih, coğrafya ve hayat bilgisi derslerini de öğretim programına ilave ettirdi. Gaspıralı’nın öncülük ettiği “Edebi Türkçe”, İstanbul Türkçesinden başka bir şey değildi.

“Usûl-i Cedid Okulları”nda, Türk toplumunun tamamına milli anlayışta hem dini hem de dünyevi bilgiler verilecekti. Bu okulların ilki, Bahçesaray’da açıldı.

Gaspıralı, okulların yanı sıra, fikirlerini yayabilmek için yine Bahçesaray’da, Tatar Türkçesi ile Tercüman gazetesini yayımlamaya başladı. Gazete, yirmi yıl içinde, başta Osmanlı İmparatorluğu olmak üzere Asya, Avrupa ve Afrika’daki pek çok ülkede yaşayan genç milli aydınların adeta el kitabı haline geldi.6

Dünya haritası, 1945’te Kırım’da yeniden şekillendi Rusya, XX. yüzyılın ilk yarısında çok önemli olaylara sahne oldu. 1917’de başlayan Bolşevik İhtilali, imparatorluk düzenini altüst etti. 1 Eylül 1939’da baş gösteren İkinci Dünya Savaşı’ndan ise tüm Rusya, dolayısıyla Kırım büyük ölçüde etkilendi. Bu savaş sırasında, Sovyet ve Alman Nazi orduları arasında çok büyük çatışmalar yaşandı. Savaş, altı yıl sürdü. Bu korkunç savaşta, asker ve sivil 50 milyona yakın insan hayatını kaybetti.

ABD Başkanı Roosevelt ve İngiltere Başbakanı Churchill, Sovyetlideri Stalin’in daveti üzerine 4-11 Şubat 1945 tarihleri arasında, Kırım’ın Yalta kentinde düzenlenen bir konferansa katıldı. Bukonferansta, savaşla ilgili durum değerlendirmesi yapıldı. Doğulu ve Batılı üç süper güç, henüz “ateşkes” ilan edilmese de savaşı kazanmış görünüyordu. Sırada, Doğu Avrupa ve Orta Asya’nın paylaşımı vardı. Bu paylaşım da gerçekleşti, “aslan payı”nı Sovyetler aldı. Stalin, bununla da yetinmedi, İstanbul ve Çanakkale Boğazları için Türkiye ile “ortak egemenlik” talebinde bulundu.

Hem paylaşım olmuş hem de bir anda hava gerginleşmişti. Sözde, uzlaşma sağlandı. Konferans bitti, ama bu defa “Soğuk Savaş” başladı. 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin tasfiyesine kadar devam edecek olan bu savaşta, silahların yerini psikolojik taarruz alacaktı.

Türkiye, Kırım Tatarlarını himayesine alıyor

Kırım, Rusya’da Çarlık7 döneminden sonra Bolşeviklerin8 egemenliğine girdi; uzun yıllar “Ukrayna’ya bağlı özerk cumhuriyet” statüsü ile Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin bünyesinde yer aldı. Sovyetler Birliği’nin 1991’de başlayan dağılma süreciyle birlikte, yeni oluşan bağımsız Ukrayna devleti de Kırım’ın mevcut statüsünü aynen korudu. Bir Kırım Türk Tatar ailesinin evladı olan Prof. Dr. İlber Ortaylı, 2011 yılında, Kırım’ın değişimini anlatan bir makalesinde, özetle şu değerlendirmede bulunuyordu:

Ara sıra gidip kokladığım bu şirin adaya [Kırım] yine gittim. Dolu dolu bir gün geçirdim. Katerina’nın [Rus Çariçesi] Simferopol’ü, yani Kırım Hanlığı’nın Akmescit’i, çirkin, yeni binalarla dolmuş.

Simferopol’ün hemen yanı başındaki Bahçesaray, Hansaray’ın bulunduğu şehirdir ve Hansaray ise, Topkapı Sarayı’nın küçük bir modelidir. Halkının yüzde 40’ı Kırım Türkü ve diğer küçük unsurlarında desteğini aldığı için, belediye onların elinde.

Kültürel alanda her etkinlik, Ankara’dan bekleniyor. Gerçi Süleyman Demirel’in [cumhurbaşkanı] ziyaretleri sırasında, Ukrayna Cumhuriyeti’ne, Kırım’daki Türk Tatarlar, bizim himayemizdeki bir azınlık olarak kabul ettirildi.

TİKA [Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı] Bahçesaray’daki Zincirli Medrese, Gaspıralı’nın [İsmail] kurduğu ilk Usûl-i Cedid Mektebi’nin binası, eski Kırım ve Gözleve’deki camiler gibi birçok binaları tamir ettiriyor.

İki milyonluk nüfusun yüzde 70’ini oluşturan Ruslar, bu bölgeye sonradan yerleşen bir kitledir. Tarımla uğraşacak zengin ve eski bir geleneğe sahip değildirler. Orta Asya’dan ve diğer şehirlerden geri gelen Kırım’ın asıl halkı da, dedelerinin toprağını onlar kadar ustalıkla ekip biçmekte zorlanıyorlar. Bağcılık çok gerilemiş, çiftçiliği daha iyi yapıyorlar. Hiç kuşkusuz, taa çarlar devrinden gelen kültürel altyapı kendisini hissettiriyor. Her yer gibi, Kırım da değişiyor.9

Rusya İmparatorluğu’nun XVIII. yüzyılda Kırım topraklarında başlatmış olduğu Tatar-Müslüman unsurların temizlenmesi hareketi, XX. yüzyılın ortalarında adeta vahşete dönüştü. Stalin döneminde de genç-ihtiyar, yüzbinlerce kişi sürgüne gönderildi.

Kırım Tatarlarının, 18 Mayıs 1944’te başlayan ve Orta Asya’dan Sibirya’ya kadar sürgünleriyle devam eden meşakkatli mücadeleleri, 1990’lı yılların başında mutlu sona ulaştı. Dönemin Türkiye Başbakanı Süleyman Demirel, Kırım Tatarlarının davalarını sahiplenerek, uluslararası platforma taşıdı. Demirel, bu gayretlerini, 1993’te üstlendiği Cumhurbaşkanlığı döneminde de sürdürdü.

Kırım’a giden ilk Türk Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in çabaları, sürgünden tam 50 yıl sonra Kırım Tatarlarının hem özgürlüklerine kavuşmalarını, hem de zorla koparıldıkları vatan topraklarına geri dönmelerini sağladı. 

Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Demirel, Kırım Tatarlarının özgürlüklerine kavuşması için yaptığı siyasi girişimleri şöyle anlatıyor:

Bugünkü Kırım için neler yapmışız; onlara bir bakalım... Biz, Ukrayna ile çok iyi bir dostluk ilişkisi kurduk. Bu dostluk neticesinde, Kırım’ın özerk bir cumhuriyet haline gelmesi için, uzun müzakerelerde bulunduk. Neticede; Ukrayna yönetimi, Tatarların varlığını tanıdı.

Biz, Ukrayna sınırları içinde bulunan ırkdaşımız Tatarların daha rahat bir şekilde yaşayabilmelerinin sağlanmasını istiyorduk. Bu neticeye de ulaştık. Kırım Tatarları, kendi devletleri tarafından hem tanındılar, hem de yönetim olarak “özerk” hale kavuştular.

Kırım’da elde edilen başarı, bizim dönemimizde, dost ve komşu Ukrayna ile çok iyi düzeydeki ilişkilerin bir ürünüdür. Bunun neticesinde, Rusya’nın çeşitli köşelerine dağılmış olan Tatarlar, Kırım’a dönmeye başlamışlardır.

XVIII. yüzyıldan itibaren sürgündekilerin sayısı 2 milyon kadardır. Ama aşağı yukarı 200 bini dönmüştür, dönmeye de devam etmektedir.

Bugün, Kırım Tatarlarından iki milletvekili Ukrayna Meclisi’ne girmiştir. Bunlardan Mustafa Cemiloğlu [Kırımoğlu], bir kahraman kişidir. Kırım, bugünkü özerkliğine, Mustafa Cemiloğlu’nun taşıdığı bayrak sayesinde kavuşmuştur. Artık, Kırım Tatarları özerktir ve Kırım’ı yeniden yapmaya çalışmaktadırlar.

Bugün gelinen nokta, sevindiricidir. Tatar Türkleri, devletleri olan Ukrayna yönetimiyle barışıktır. Türkiye, ırkdaşlarının refah ve mutluluğu için imkânları ölçüsünde çaba harcamaktadır.10

Mustafa Kırımoğlu, yedi aylıkken sürgüne gönderildi

Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in de övgüyle söz ettiği Mustafa Kırımoğlu, Kırım Tatarlarının örgütlenmesi ve milli kimliklerinin korunabilmesi için ömür boyu mücadele vermiş önemli bir isim.

Mustafa Cemiloğlu’nun Rus vatandaşıyken, nüfustaki adı “Mustafa Cemilef” idi. Ama kendisi, o adı mecbur kalmadıkça kullanmadı. Çünkü “Cemilef, Ruslardan kalma bir ad” diyordu. Babasının adı, Abdülcemil. Kendisi, genellikle şu adları kullanıyor: “Mustafa Cemiloğlu”, “Mustafa Kırımoğlu” ve “Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu.”

Kırım Tatar Milli Meclisi Başkanlığı görevini uzun yıllar yürüten, Ukrayna Yüksek Radası’nda (parlamento) Halk Hareketi Partisi (RUH) Milletvekili Mustafa Kırımoğlu (Cemiloğlu), Hulûsi Turgut’la birlikte Bahçesaray’daki konutunda...

Kırımoğlu, 1943 yılının 13 Kasım günü Kırım’da doğdu. Henüz 7 aylıkken, Stalin Rusyası’nda “vatan haini” damgası yiyerek, annesinin kucağında, Özbekistan’ın Andican bölgesindeki bir köye, ailesiyle birlikte sürgün edildi.

Kırımoğlu, 1961 yılında 18 yaşındayken, kendisi gibi sürgündeki arkadaşlarıyla, Özbekistan’ın başkenti Taşkent’te “Kırım Tatar Gençleri Milli Teşkilatı”nın kuruluşuna katıldı. Kırımoğlu, bu eyleminden dolayı okuldan atıldı.

Mustafa Kırımoğlu, daha sonra Sovyet ordusunda askerlik yapmayı reddedince tutuklandı; uzun süre cezaevinde kaldı. 1974 yılında da Sibirya’daki bir çalışma kampına sürgüne gönderildi. Sürgün cezası bittikten sonra Özbekistan’a dönen Mustafa Kırımoğlu’nun 1979 yılında yine hapishane hayatı başladı. Duruşmasını izlemek amacıyla Taşkent’e gelen rejim muhalifi, 1975 Nobel Barış Ödülü sahibi ünlü Sovyet nükleer fizik âlimi Andrey Saharov ve eşi duruşma salonuna alınmadı. Yargılanma sonucu dört yıl sürgün cezası alan Kırımoğlu, bu defa Yakutistan’a gönderildi.

Sovyetler’deki Stalin yönetimi, yüz binlerce Kırım Tatarı’nı Özbekistan, Urallar ve Sibirya’ya sürgün etti. Tatarlar, Stalin’in 1953’te ölümünden sonra tekrar Kırım’a dönmeye kalkıştılar. Ancak, kısa sürede yakalandılar.
(Fotoğraf: Doç. Dr. Hakan Kırımlı Arşivi)

Kırım’dan Özbekistan, Urallar ve Sibirya’ya sürgün edilen, sayılarının yaklaşık 250-300 bine ulaştığına dair bilgiler bulunan Kırım Tatarlarından yaklaşık 100 bin kişi de gittikleri bölgelerde ağır yaşam şartları nedeniyle hayatını kaybetti.11

Özbekistan’a sürgün edilenler arasında, kundaktaki Mustafa Kırımoğlu’nun yanı sıra, Sabri Ülker’in akrabalarından Devletler Ailesi’ne mensup çocuklar, kadınlar ve yaşlılar da vardı.

Mustafa Kırımoğlu, 1943-1986 arasındaki 43 yıllık zorlu yaşamının 15 yılını hapishane ve sürgünlerde geçirdi. “Soğuk Savaş” yıllarında sağlıklı iletişim olmadığı için Türkiye’ye, Kırımoğlu’nun hayatını kaybettiği haberleri geldi. Bunun üzerine, Anadolu’nun çeşitli kentlerinde, Kırımoğlu için gıyabi cenaze namazları dahi kılındı.

1986’da özgürlüğüne kavuşan Kırımoğlu, daha sonra Kırım Tatar Milli Hareketi Teşkilatı’nın başkanlığına, 1991’de de, Akmescit’te toplanan Kırım-Tatar Milli Meclisi tarafından Meclis Başkanlığı’na getirildi. Kırımoğlu, hem Ukrayna Parlamentosu hem de Kırım Tatar Milli Meclisi’nde temsil görevini sürdürüyor.

Topkapı Sarayı’nın Kırım’daki kopyası: Hansaray

Bugün Ukrayna’ya bağlı özerk bir cumhuriyet olarak yönetilen Kırım, 26 bin km2’lik bir yarımada. Merkezi, Simferopol. Bu kent, daha önce Türkler tarafından “Akmescit” olarak isimlendirilmişti.

Kırım’da halen nüfusun çoğunluğunu Ruslar oluşturuyor. Onları, Ukraynalılar ve Kırım Tatarları takip ediyor. Yarımadada, sınırlı sayıda Ermeni, Rum, Alman, Bulgar, Karaim (Musevi Türk), Kırımcak (Musevi Türk) ve Yahudi yaşıyor.

Kırım’ın başlıca şehirleri: Akmescit (Simferopol-başkent), Bahçesaray, Canköy, Kerç, Yalta, Akyar (Sivastopol) ve Kezlev.

Sovyetler Birliği döneminde Hıristiyan, Musevi ve Müslümanlara ait mabetlerin hemen hepsi bakımsız kalmış, bazıları da tamamen veya kısmen tahrip edilmiş. En çok, Müslüman mabetleri yıkıntıya uğramış. Kırım’da yaşayan Müslüman Tatarlar, Sünni mezhebine mensup. Halen, Kırım’da 29 cami bulunuyor.12

Çarlık Rusyası’ndan beri aristokratların sayfiyesi olan Kırım’da, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği döneminde de Politbüro13 üyeleri için “daça” adı verilen yazlık villalar yaptırılmıştı. Yarımada, o konumunu bugün hâlâ sürdürüyor. Bunun yanı sıra, Kırım’a her yıl binlerce turist geliyor.

Jeotermal su kaynaklarına sahip olan Kırım’da, sağlık sorunları nedeniyle şifa arayan pek çok yerli ve yabancı turiste hizmet veren tesisler de bulunuyor.

Kırım’ın sahil kenti Yalta, Bodrum gibi bir sayfiye diyarı. Coğrafi güzelliğinin yanı sıra, binalarıyla bir “müze şehir”e benziyor. Kırım hanları döneminden kalan tarihi camiler ve Bahçesaray’daki Hansaray, ziyaretçilerinde hayranlık uyandırıyor. Bu arada, Rus mimarisinin soğana benzeyen kubbeli kiliseleri de Kırım’a gelen ziyaretçilerin yoğun ilgisini çekiyor.

Avrupa’da, Türk-İslam kültürünün bir abidesi olarak değerlendirilen Hansaray, Topkapı Sarayı’nın benzeri görünümünde... Sarayın inşasına, 1503 yılında Kırım Hanı I. Mengli Giray Han döneminde başlanmış. Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde Hansaray’ı kaleye benzetir ve etrafının beş bin altmış adım olduğunu yazar. (Fotoğraf: Doç. Dr. Hakan Kırımlı Arşivi)

Kırım hanları için Bahçesaray’da inşa edilen Hansaray, görünüm olarak Osmanlı saraylarından, özellikle de Topkapı Sarayı’ndan belirgin izler taşıyor. İstanbul’da eğitim gören Kırım hanlarının, ülkelerine geri döndüklerinde, Osmanlı’daki saray mimari tarzını Hansaray’a uygulattıkları görülüyor.

Kırımlılar, savaş yıllarında sığınaklarda yaşamış

Osmanlı’nın etkisi altında kaldığı yıllarda pek çok mimari esere kavuşan Kırım, Stalin döneminde ise, tüm estetik değerlerini kaybetmiş. Tarihi eserler, bakımsızlıktan harabeye dönmüş. İkinci Dünya Savaşı’yla birlikte büyük şehirlerde yaşayanlar yeraltına inmiş. Çünkü insanların yerüstünde yaşaması, hayatlarına mal oluyormuş.

İkinci Dünya Savaşı yıllarında, başkent Akmescit’te (Simferopol) yaşayan sivil halk, aylarca süren Nazi saldırısı sırasında, şehrin altına kurulmuş olan sığınaklarda saklanmış. 60-70 yıllık bu gizemli sığınaklar hâlâ mevcudiyetini koruyor.

Akmescit’e 6 Ağustos 2012 tarihinde yaptığımız çalışma ziyareti sırasında, Kırım Haber Ajansı yöneticilerinden de bilgi aldık. Ajansın bulunduğu bina, her haliyle Sovyetler döneminden kaldığı izlenimini veriyordu. Soğuk bir yüzü vardı. Dış kapılar ve pencereler demirden yapılmıştı.

Ajans yöneticisi İsmet Yüksel, bina hakkında bilgi verirken, şunları söylüyordu:

Bu binalar, Stalin döneminin ürkütücü yapıları. Binaların yanısıra, şehirdeki bütün yolların altı sığınak... Özellikle İkinci Dünya Savaşı yıllarında, Kırımlılar, yeraltında yaşamaya mahkûm edilmişler. Bizim kuşağın, dünden kalan bu manzarayı seyrettikçe, bugün dersler çıkarması gerekir diye düşünüyorum...

Kırım, ünlü sanatkârların da ilham kaynağı

Dünyaca ünlü Rus yazar Anton Çehov, 1899-1904 yılları arasında Kırım’da yaşamış. Bir başka ünlü Rus şair ve yazar Aleksandr Sergeyeviç Puşkin ise, Bahçesaray’daki Han Saray’ın içinde bulunan Gözyaşı Çeşmesi’nden çok etkilenip, “Bahçesaray Çeşmesi” adını verdiği ünlü şiirini orada kaleme almış. Bu şiir, 1934 yılında Moskova’da baleye uyarlanmış. Puşkin’in ünlü eseri, 1979 yılında da Ankara Devlet Opera ve Balesi sanatçıları tarafından sahnelendi.

Kırım’ın tabiatından esinlenen bir başka sanatçı da, Ermeni asıllı ünlü ressam Ayvazovski. Tabloları, Osmanlı saraylarını süsleyen dünya çapındaki bu ressam, İstanbul’a yaptığı ziyaretler sırasında, Padişah Sultan Abdülmecid ve Sultan II. Abdülhamid tarafından kabul edilmiş. Beş binden fazla esere imza atan Ayvazovski’nin İstanbul’da; Dolmabahçe Sarayı, Deniz Müzesi, Askeri Müze, Fener Rum Patrikhanesi ile Kumkapı-Ermeni Patrikhanesi’nin koleksiyonlarında 30’a yakın tablosu bulunuyor.

Eserlerinde; Kırım Türklerinin, Stalin zulmü altında çektiği acıları ve ıstırabı okuyucusuna adeta yaşatan ünlü edebiyatçı Cengiz Dağcı da Kırımlı. Hikâyemizin kahramanı Sabri Ülker’le yaşıt olan Dağcı’nın çocukluğu, Kırım’da, kıtlık, yokluk ve Rus emperyalizminin baskısı altında geçti.

İkinci Dünya Savaşı sırasında Sovyet Kızıl Ordusu’nda subay olarak görev yapan Dağcı, 1941’de Almanlara esir düştü; savaş sonrasında da Londra’ya yerleşti.

Türkiye Türkçesi ile romanlar yazan ve Yurdunu Kaybeden Adam isimli eserinde, 1940’lı yıllarda Türkiye’de yaşama ortamı bulamamanın sitemine de yer veren Cengiz Dağcı, 2011 yılında, 91 yaşındayken Londra’da vefat etti. Türk dünyasının büyük yazarı Dağcı’nın cenazesi, Kırım’da, doğum yeri olan Kızıltaş köyünde toprağa verildi. Böylece, 60 yıllık vatan hasreti de sona erdi.

Kısacası Kırım, dünyaca ünlü sanatçıları her yönüyle etkiledi ve onlara tarih boyunca ilham kaynağı oldu.

Devletler Ailesi’nin 139 yıllık hikâyesinde neler yok ki...

Kırım’daki hikâyemiz, 1873 yılında başlıyor. Bu yemyeşil yarımadanın güneyinde, Karadeniz sahilindeki dağlar arasında, ormanlar içine saklanmış “Korbek” (İzobilnoe) isimli bir köy var. İşte o köy, hikâyemizin kahramanı Sabri Ülker’in atalarının köyü.

Korbek köyü eşrafından, “Devletler Ailesi”ne mensup Hasan Efendi ile eşi Hatice Gülsüm Hanım’ın 1873 yılında bir erkek evlatları dünyaya gelir. Hasan Efendi, oğlunun kulağına, ezanla birlikte ismini de okur. Bu çocuğun adı, “Hacı İslam” olacaktır. Hacı İslam, tam 99 yıl önce Osmanlı’nın egemenliğinden çıkan Kırım’da, Rusya vatandaşı olarak doğmuştur.

Devletler Ailesi’nin bu yeni ferdi, herhalde dünyaya ağlayarak gelmiştir. Ama onun da elbet bir gün güleceği devir olacaktır. Kim bilir, belki de ünlü Sovyet yazarı Boris Pasternak’ın Nobel Ödüllü Doktor Jivago isimli eserinde anlatılan olayların benzerini de yaşayacaktır. Her şeye rağmen, dünyamızın, hayallerimizden daha büyük olduğunu görecektir. Ama sonuçta, herkes kendi kurmuş olduğu dünyasında yaşayacaktır...

Şimdi, Hacı İslam Efendi’nin dünyasından yola çıkıp, Sabri Ülker’in hayat hikâyesine ulaşmaya çalışalım. Bu yolculuğumuzda, savaş sahnelerine, göçlere tanık olacağız. Rusya’da, Çarlık rejimini deviren Bolşeviklerin dehşet dolu yönetimlerini de izleyeceğiz.

...Ve nihayet, Kırım’dan Anadolu’ya sığınan bir ailenin nefes kesen hikâyesini adeta yaşayarak öğreneceğiz. Bu hikâyede, dört savaş sahnesi ile diktatör Stalin’in saçtığı korkuyu hissedeceğiz.

Kısacası, hayata tutunmak ve başarmak için verilen tam 139 yıllık bir mücadelenin hikâyesini sahne sahne göreceğiz... 

1. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Eskiçağ Tarihi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. M. Taner Tarhan’ın “Eski Anadolu Tarihinde Kimmerler” başlıklı makalesi.

2. Bilkent Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Hakan Kırımlı’nın “Kırım Tatarları Kimdir?” başlıklı makalesi.

3. Sürgünde Yeşeren Vatan Kırım, Kemal Çapraz, Turan Yayıncılık, s. 4-5, İstanbul, 1995.

4. Kırım Tatarları, Alan Fisher, çeviren: Eşref B. Özbilen, s. 17-33, Selenge Yayınları, İstanbul, 2009.

5. Doç. Dr. Hakan Kırımlı, a.g.e.

6. Turizm ve Tanıtma Bakanlığı da yapmış olan eski Balıkesir milletvekillerinden Dr. Ahmed İhsan Kırımlı’nın “Türk Yurdu Kırım” başlıklı makalesi.

7. Çar: Tarihte, Rusya, Bulgaristan ve Sırbistan kralları ile imparatorlarına verilen sıfat.

8. Bolşevik: Rusçada “çoğunluktan yana” anlamına geliyor.

9. “Kırım’ın Değişimi”, İlber Ortaylı, Milliyet Pazar eki, 25 Mayıs 2011.

10. Adriyatik’ten Çin Seddi’ne Avrasya ve Demirel, II. cilt, Hulûsi Turgut, s. 237-240, ABC Yayınları, İstanbul, 2002.

11. Doç. Dr. Hakan Kırımlı, a.g.e

12. Kırım-Kuzey Kafkasya / Sosyal Antropoloji Araştırmaları, Dr. Yaşar Kalafat, s. 11-14, ASAM Yayınları, Ankara, 1999.

13. “Politbüro”: Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde, Komünist Parti’nin, politikaları belirleyen en üst karar organı.

Önceki
Hikaye
Sonraki
Hikaye