Önsöz

“Kırmızı Paltolu Kızı”ndan sevgili babasına mektup...

Sevgili Babacığım,

Her şey hatırıma gelirdi de, size mektup yazacağım gelmezdi. Çünkü 62 yıl boyunca bizden hiç uzak kalmadınız ki... Hep yanımızda ve yakınımızdaydınız. Dile kolay, bir yıldan beri uzaklardayız... O yüzden şimdi size, bu ilk ve son mektubumu yazıyorum.

Babacığım,

Sizi bir yıl önce ebedi yolculuğunuza uğurlarken, hasretinize nasılda yanacağımı düşünmüştüm. Sonra, sevgili anneciğim ile yarım asırdan beri hasretini çektiğimiz Ali kardeşime kavuşacağınızı bildiğim için, kendimi teselli ettim. Eminim ki, kavuştunuz...

Sevgili anneciğim ve kardeşimizle birlikte, huzur içinde olduğunuza inancım tamdır. Ama ne var ki, sizleri çok özlüyorum. Tekrar çocukluk çağıma dönüp, elinizden tutarak okuluma gitmeyi hayal ediyorum. Şafakla birlikte kalkıp, aynı masanın etrafında, gözucuyla sizi izlerken ders çalışmayı istiyorum.

Siz bana hem baba hem de arkadaştınız. Her sabah, evimizde günü karşılarken karşılıklı masaya oturur, çalışmaya koyulurduk. Siz işinizi, ben de dersimi yapardım. Kareli defteriniz vardı. Üzerine inci gibi notlar yazardınız. Yazı disiplininizi gördükçe size çok imrenirdim.

Çalışmamız bittikten sonra, baba-kız karşılıklı kahvelerimizi yudumlarken sohbet ederdik. Bana, hayatınızın akışıyla ilgili bilgiler verirdiniz. Sizi dikkatle ve hayranlıkla dinler, bir şeyler öğrenmeye çalışırdım.

Çocukluğumdan itibaren özgürdüm. Bunu siz sağlamıştınız. Bize, hem özgürlüğün sınırlarını çizmiş, hem de sosyal yaşamın şartlarını anlatmıştınız. Kısacası, haklarımızın yanı sıra, sosyal sorumluluklarımızın neler olduğunu da adeta ezberletmiştiniz.

Sevgili Babacığım,

Bizleri, evlat olarak çok güzel bir sevgiyle büyüttünüz. Üzerimize titrediniz, gözünüz gibi korudunuz; ama şımartmadınız.

İşinizden yorgun argın gelir, o halinizi dahi hissettirmeden, beni sinemaya ve tiyatroya götürürdünüz.

“Kırmızı Paltolu Kızınız”ı kimselere emanet edemeyeceğinizi söyler, gerekçesini de şöyle açıklardınız:

“Benim, çok vaktim yok. Kızımı benden ayırmayın...”

Babacığım,

Tiyatro ve sinemanın yanı sıra, birlikte fabrikaları da gezerdik. Aslında, bana karşı çok hoşgörülüydünüz. Hatırlarsınız, tüm gideceğimiz yerleri, ben belirlerdim. Çünkü o alandaki seçiciliği bana bırakarak, kişiliğimin oluşmasını sağlamak istemiştiniz.

Çok kibardınız. Bir o kadar da düşünceli... Arabayla bir yere gitmeye hazırlanırken, önce annemi ve bizleri bindirip, kapılarımızı kapattıktan sonra direksiyon başına geçerdiniz.

Sevgili Babacığım,

2000 yılının başında, yaşınız kemale ermişti. İşinizi, kardeşim Murat’a devretmek istiyordunuz. Her nedense, paniklemiştiniz. Aradan 13 yıl geçti. Murat, size layık bir evlat olduğunu gösterdi.

Bu arada, sizin engin hoşgörünüze sığınarak, iki konuyu açmak istiyorum. 1929 yılında ailece Kırım’dan döndükten sonra, atalarımızın diyarına bir daha gitmediniz. Bizim gitmemizi de istemiyordunuz. Ama ne çare ki, toprak çekti; Murat’la birlikte gittik, doğduğunuz diyarları gezdik ve gördük. Duygulandık.

Şimdi gelelim, ikinci konuya...

Babacığım,

Hatıralarınızı pek kimseyle paylaşmadınız; yazılmasını da istememiştiniz. Ama geçen zaman içinde, bu konuda dostlardan ısrarlı talepler geldi. Hayat hikâyenizi öğrenmek istiyorlardı. Bu isteklere kamuoyu baskısı da eklenince, “hayır” diyemedik. Biliyorum, böyle bir durum karşısında, siz de “peki” derdiniz.

Bu mektubumla birlikte, size, hatıralarınızı sunmak istiyorum. Babacığım; Sabri Ülker’in değil, “babamın kızı” olmak çok güzel bir duygu... Sizi ve sevgili annemle Ali kardeşimizi minnetle, şükranla ve rahmetle anıyoruz.

Kızınız Ahsen Özokur

Çamlıca, 12 Haziran 2013

Önceki
Hikaye
Sonraki
Hikaye