Firuz Kanatlı: “Sabri Bey’in büyük başarısına ancak şapka çıkarılır.”

Sabri Bey, çok marjinal bir insan. O, çok özel bir hayat yaşamış. Hacı Ömer Sabancı, rahmetli babamın arkadaşıydı. Oğlu Sakıp Bey de, çok cana yakındı. Vefat ettiği zaman, müthiş bir cenaze merasimi yapıldı. Gönül sahibi bir insanmış; çok seveni varmış. Ama ben, Sabri Bey’i Sakıp Bey’le değil, Vehbi Bey’le mukayese ederim. Bunlar, yoktan var etmiş insanlardır.

 

Firuz Kanatlı
Galatasaray Lisesi ve Cenevre Üniversitesi’nde öğrenim gördü. İş hayatına, babasının Eskişehir’deki un fabrikasında başladı. Daha sonra, makarna üretimini denedi. 1962’de, Eti Bisküvi Fabrikası’nı kurdu. Görevini, oğlu Firuzhan Kanatlı’ya devretti.

 

Sabri Bey’le 1959’da tanıştım. Bu tanışma, Ülker Fabrikası’na un satma vesilesiyle oldu. Babam ile amcamın Eskişehir’de un fabrikaları vardı. 1959 yılında askerden henüz gelmiştim. Babam, “Ben çok yoruldum, gidiyorum” dedi. Daha, 59 yaşındaydı. Ailenin un fabrikasında babamı temsil etmeye başladım, ama amcamın benden büyük iki oğlu aynı işyerinde patronluk yapıyorlardı.

Tahsilimi Avrupa’da yapmıştım. Öğrencilik zamanında evlendim, ardından askere gittim. Yeni işimde kendimi hem babama, hem de amcazadelerime göstermek istiyordum. Un pazarı aramaya başladım. Müdürlerimizden rahmetli Sefer Bey’in, “Ülker Bisküvi Fabrikası’na un satmaya gidelim. Ben oraya daha önce un satmak istedim, ama başaramadım” teklifiyle yola koyulduk.

İstanbul’daki Ülker Fabrikası’ndan randevu aldık, Asım ve Sabri Beyleri ziyarete gittik. İki kardeş küçük, camlı bir odada oturuyorlardı. Bizi güler yüzle karşıladılar. Çok iddialıydım, ama değirmenci değildim. Ülker kardeşlere, “İsterseniz sizin unlarınızı yaparız, hatta istediğiniz kaliteyi mutlaka tuttururuz” dedim. Rahmetli Asım Bey, sakin sakin dinliyordu. Daha çok Sabri Bey’le muhatap oluyordum. Sabri Bey, beni dinledikten sonra, “Bizim istediğimiz unu yapamazsınız” dedi; ısrarım üzerine, “Biz, bunu çok özel olarak kırdırıyoruz” cevabını verdi.

Sabri Bey’le ilk karşılaşmamızda tartıştık

Henüz 27 yaşındaydım. Sabri Bey’le ilk defa karşılaşır ve tanışırken, biraz da gençliğin heyecanıyla, “Niçin, ‘Yapamazsınız’ diye kesin konuşuyorsunuz?” dedim. Sabri Bey de, bu tavrıma mukabelede bulundu. Ufak çapta bir münakaşa yaşadık. Rahmetli Asım Bey araya girdi ve meseleyi tatlıya bağladı. Tabii, Ülker’e un satamadan ayrıldık. Sabri Bey’le münakaşadan sonra, dostluğumuzun kurulması uzun zaman aldı. Bu arada biz de bisküvi üretimine başlamıştık. Aradan beş yıl geçtikten sonra, Sabri Bey’le yeniden bir araya geldik.

Tabii bu defa ters düşmedik. Ben, Sabri Bey karşısında haddimi bilmeye başladım. Hele hele bisküviciliğe girdikten sonra, bu işin hakikaten zor olduğunu anladım. Aslında Sabri Bey, bu işin gurusu, uzmanı, yıllarını vermiş bir kişiydi. Kendisine hak verdim ve daha büyük saygı duymaya başladım. İşin içine iyice girdikten sonra, Sabri Bey bizim önderimiz oldu. Ondan sonra birbirimizle hiç ters düştüğümüzü hatırlamıyorum.

Kendisiyle, satranç oynar gibi konuşurduk

Sabri Bey’le ilk yıllarda bir araya geldiğimiz zaman, konuşmalarımız sırasında sorduğu sorulardan, bizler hakkında bilgi edinmek istediğini anlamıştım. Ben de aynı tavrı takınır, kendisine sorular sorardım. Aslında her ikimizin de tavrı, bir satranç oyunuydu. Ben çömezdim, Sabri Bey ise usta. Çok zekice sorular sorardı. Ben de saklım gizlim olmadığı için kendisine safiyetle cevap verirdim. Oysa Sabri Bey, işini stratejik olarak yürütüyordu. Rekabet hakkında gayet tabii başka türlü aldığı bilgiler de vardı.

Şimdi bizi adam eden bir bisküviden bahsetmek istiyorum. Bisküvi imal eden makine teknolojisindeki gelişmeleri sürekli takip ediyordum. Bir Amerikan dergisinde gördüğüm Rotatif denilen, keski bisküvisi değil de, kalıp bisküvisi imal eden makineyi biz Türkiye’de yaptık. “Oval Finger” diye rotatif bir bisküvi çıkardık. Bunu, öteki firmalar çıkaramamıştı. Sabri Bey merak etmiş, bu üretimimizi görmek istemiş. Kendisini davet ettik. Geldi, gördü ve “Bizimkiler kadar güzel, hatta bizimkilerden daha güzel pişiriyor fırınınız” dedi, biz de mutlu olduk. Ben de o ziyaretten sonra “Büyük bir üstadın değerlendirmesi ve iltifatı, gerçekten bizi onurlandırıyor, mutlu ediyor ve bize, kendisi için ‘büyük adam’ dedirtiyor” değerlendirmesi yaptım.

Galatasaray Lisesi’nde okurken, Ferûzat Hocamız vardı. Bu hocamız, bütün jenerasyon tarafından sevilmiş ve takdir edilmişti. Üniversitede de Ferûzat Hoca gibi hocalarımız vardı. Onlara yakınlaşmak isterdik. Bu isteğimiz hem hocalarımıza karşı duyduğumuz saygıdan, hem de onlardan bir şeyler öğrenmek içindi. Ben, Sabri Bey’e böyle yaklaştım. Sabri Bey, kendisine karşı takdir hisleriyle dolu olduğum bir insandır. Yani sıfırdan başlamış ve bir işi buralara getirmiş, Türkiye’de bir numara olmuş bir insana şapka çıkartırsınız.

Sabri Bey’in kişiliğine karşı da takdir hisleriyle doluyum. Yani hem başarısına, hem de kişilik özelliklerine saygı duyarım. Çok zeki bir insan. Sabri Bey, böyle gözleri fıldır fıldır dönen, bilmiyorum IQ’sunu ölçtürdü mü, çok zeki ve IQ’su çok yüksek bir insan. Benim işimin gurusu. Yani, en iyi bilen kişi.

Sabri Bey, sektörümüzün büyük ağabeyi

Sabri Bey’in dini tarafı var. Benim de biraz dini tarafım vardır. Bende dindar bir insanımdır. Sabri Bey, tabii bizden çok daha ileri... Mesela böyle bir hissi Vehbi Bey’de de yaşadım, Vehbi Koç’ta da yaşadım. Zaten Sabri Bey’i mukayese edeceğiniz insanlar, bir elin parmakları kadar azdır. Vehbi Bey’i lisenin son sınıfında iken tanımıştım. Eniştem, Vehbi Bey’in yetiştirdiği bir insandır. Vehbi Bey, Eskişehir’e her gelişinde beni yemeğe davet ederdi. Onu, daha yakından tanıdım, saygı ve sevgi gösterdim. Ben, bu tip insanlara ‘efsane’ diyorum. Bunlar, efsane insanlar. Yani bunlar, normal insanlar değil. Sabri Bey’ide ben, samimi olarak bu insanlar arasında değerlendiriyorum.

Sabri Bey’le çok yakın dostluğumuz oldu. Aynı dalga boyunda düşüncelere sahiptik. Kendisini daima ziyaret ederdim. Hatırladığım kadarıyla Sabri Bey Eskişehir’e bir veya iki defa gelmişti. Daha ziyade büyük ağabey rolündeydi. Bana değer veren bir insandı, dostluğunu lütfetmiş bir insandı.

Biraz da spordan bahsedelim. Bizim 1990’lı yıllarda hentbol takımımız vardı. Avrupa üçüncüsü olmuştu. Sabri Bey’i ziyarete gidişlerimden birisinde, bana basket takımı kurmak istediğini söyledi. Ben de kendisine, “Gayet güzel... Şampiyon olursa, güzel oluyor bu iş” dedim. “Şampiyon olacağız herhalde” cevabını verdi. Ondan sonra hakikaten basket takımı kurdular ve şampiyon oldular.

Sabri Bey’i, ancak Vehbi Bey’le mukayese edebilirim

Sonuç olarak şunu söylemek istiyorum. Ben, kendimi Sabri Bey’le mukayese etmiyorum. Sabri Bey, çok marjinal bir insan. O, çok özel bir hayat yaşamış. Hacı Ömer Sabancı, rahmetli babamın arkadaşıydı. Sabancılar Emirgân’da oturdukları zaman, bizim evimiz de Emirgan’daydı. Onlar, Çınaraltı’nda dostluk, arkadaşlık ederlerdi. Hacı Ömer Sabancı’nın oğlu Sakıp Bey, çok cana yakındı. Vefat ettiği zaman, müthiş bir cenaze merasimi yapıldı. Gönül sahibi bir insanmış, çok seveni varmış, ama ben Sabri Bey’i Sakıp Bey’le değil, Vehbi Bey’le mukayese ederim. Bunlar, yoktan var etmiş insanlardır.

(Firuz Kanatlı ile 1 Şubat 2007 tarihinde yapılan söyleşiden derlendi)

Firuz Kanatlı’dan Sabri Ülker’e veda mesajı:

Yarım asırlık rekabet ve dostluğa ithafen...

Büyük insan, Türk sanayiinin büyük öncüsü

Sabri Ülker’i kaybettik.

Hayatın boyunca ne büyük şeyler, ne büyük işler yaptın...

Türk insanı müteşebbisliği, sanayiciliği ve cesareti en çok senden öğrendi.

Çok zeki, çok inançlı, çalışkan ve yaratıcı idin,

Verdiğiniz emsalsiz örnekten dolayı

Vatan sana minnettardır.

Huzur içinde, rahat uyu.

Mekânın cennet olsun.

Aziz hatıran önünde saygıyla eğiliyorum.

Firuz Kanatlı

Eti Şirketleri Grubu Onursal Başkanı

14 Haziran 2012

Önceki
Hikaye
Sonraki
Hikaye