Asım ve Sabri Ülker kardeşlerin 43 yıllık ortaklığını, yönetimdeki uyuşmazlık bitiriyor.

Asım ve Sabri Ülker kardeşlerin kurduğu Ülker şirketi, 1944’ten 1986’ya kadar geçen zaman içinde Türkiye’nin önemli ve saygın bir markası oldu. Sonra, devreye ikinci kuşak girdi. Gençlerle birlikte, yönetim tarzına eleştiriler de başladı. Bu, beraberinde ayrılık rüzgârları getirdi.

Ülker Grubu’nun temeli, 1944 yılında, İstanbul’un Sirkeci semtinde şekerleme imalatı ve satışı yapmak amacıyla kurulmuş olan, mütevazı bir işyerinde atılmıştı.

Bu işyerinin ortaklarından Asım Ülker, ailesinin 1929 yılında Kırım’dan Türkiye’ye göç edişinden itibaren muhtelif işlerde çalışmıştı. Diğer ortak Sabri Ülker ise, öğrencilik yıllarında ailesinin geçimine katkı sağlamak için, kimi zaman çıraklık, kimi zaman da seyyar satıcılık yapmıştı.

İstanbul’daki Yüksek Ticaret Mektebi’nden henüz mezun olan Sabri Ülker, ağabeyinin ortaklık teklifi üzerine profesyonel iş hayatına ilk adımını atıyor; tükenmeyen enerjisiyle, gıda sektöründe yeni atılımlar yapabilmenin arayışına geçiyordu.

Ağabey-kardeş, Sirkeci’de şekerleme imalatı yaparken, bu defa bisküvi üretimine karar verip, adını da “Ülker” koydular.

Ülker’in “pötibör” bisküvileri, ilk defa 16 Eylül 1944’te üretilmeye başlandı. Artık bundan sonra firmalarının adı “Ülker” olacak ve toplumda büyük sempati toplayan bu marka, zaman içinde soyadlarının da yerini alacaktı.

Ülker kardeşler, tam 43 yıl boyunca kaderde, kıvançta ve tasada bir ve beraber hareket ettiler. Olağanüstü dönemlerin ağır şartlarını da birlikte göğüslediler.

Çok çalıştılar. Verdikleri yoğun emeklerinin ödülünü de toplumdan aldılar. Önce, Türkiye markası oldular, sonra dünya markası olmak için büyük mesafe aldılar.

Dile kolay; tam yarım asır bu uğurda çalışıp didindiler. İkinci kuşak evlatları da yetiştirdiler. Zamanla, şirket yönetiminde, kuşaklar arası anlayış farkı yaşanmaya başlandı. Bu, önceleri geçiştirildi. Ancak, Asım Ülker’in büyük oğlu Selçuk Berksan, işi bir mektupla resmiyete döktü. Mektup, problemin yüksek sesle dile getirilmesine yol açacaktı.

Kuşaklar arası anlaşmazlığın yaşandığı sıralarda henüz 17 yaşında olan Ali Ülker, tüm olup biteni adeta kamera kaydına alır gibi, hafızasına yazıyordu. Bu genç gözlemci, tespitlerini, aradan 27 yıl geçtikten sonra, zihni bir analiz yapıp anlatmaya başladı:

Ali Ülker: “Asım Bey ile Sabri Bey’in ortaklığı bitiyor”

Ailenin geçirmiş olduğu en sıkıntılı süreçlerden biri, Ülker şirketlerinde kardeşlerin ayrılık dönemiydi. Yani, kuruluşundan beri Ülker şirketlerini yöneten ağabey Asım Bey ile kardeşi Sabri Bey’in ortaklığa son vermeleriydi.

O dönemi çok iyi hatırlıyorum. Ailede, mesai sonrası görüşmeler olurdu. Sabri Bey, kızı Ahsen Hanım ile oğlu Murat Bey ve damadı Orhan Bey’i yanına alır, ağabeyi Asım Bey ve çocuklarıyla iş ortaklığından ayrılış şartlarını konuşurlardı.

Tabii, bu ayrılık kolay bir şey değildi. Ama ikinci nesilde işin yürüyemeyeceği ortaya çıkmıştı. Aslında ayrılık, yatırımlar konusunda her iki tarafın da farklı farklı düşüncelere sahip olmalarından kaynaklanıyordu.

Ülker Şirketler Grubu’nda Sabri Bey, sürekli fabrikada üretimin başında bulunurdu. Asım Bey ise, Eminönü’ndeki ofiste genellikle şirketin muhasebe ve mali işlerine bakardı. Mesele, ortaklığı bitirme noktasına gelince, mevcut varlıklar iki eşit grupta kümelendirilmiş, bu arada kura çekme önerisi ortaya atılmış. Dedem Sabri Bey, gelinen noktada ağabeyi Asım Bey’e hitaben şunları söylemiş:

“Siz benim ağabeyimsiniz, büyüğümsünüz. Sizin emeğiniz çoktur. Burada, ‘rüçhan hakkı’nı53 kullanmanız gerekir.”

Asım Bey ve evlatları, Sabri Bey’in bu teklifi üzerine yeni yatırımlar ile gayrimenkulleri ve mevcut olan nakdi tercih etmişler, Sabri Bey’e ise fabrika kalmış...

Selçuk Berksan: “Geminin hantallaştığını gördüm”

Asım ve Sabri Ülker kardeşlerin yol ayrımını gündeme getiren mektubun yazarı Selçuk Berksan da, 1986 yılının sonundan itibaren yaşanan olayları şöyle anlatıyor:

 

Asım ve Sabri Ülker kardeşler, 1944 yılında birlikte yola çıkmışlardı. 43 yıl sonra
kuşaklar arası anlaşmazlık başlayınca, iş hayatlarında yollarını ayırdılar.

 

Bildiğimiz birçok şirket, üçüncü nesilden beri geliyor, ama çocuklar anlaşamıyor, parçalanıyor. Yahut da çocuklar işi yürütemiyor, batıyor. Ben de bu tehlikeyi görerek, profesyonelleşme yolunda hayli ısrarlı oldum. Bunun üzerine yönetime bir mektup yazdım. Çünkü bu konuları sözlü olarak açınca, konuşmalar soğukkanlı olmuyordu.

Mektubumda şunları söylemiştim:

“Gemiyi, gittikçe büyütüyoruz, ilaveler yapıyoruz; gemi hantallaşıyor. Her ne kadar yardımcıları da olsa, geminin kaptanı yoruluyor, fırtınalar oluyor. Bunun yerine bir filo kursak, küçük küçük birçok gemimiz olsa, kaptan yerine de karada oturan ve bunları yöneten bir başkan olsa.”

Teklifim, amcamın [Sabri Ülker] hoşuna gitmedi; kendisi, her zaman işin başında olarak yönetme taraftarıydı. Bundan da iyi sonuç alıyordu. Yani, kötü sonuç diye bir şey söylememiştim. Önerilerim, ileriye dönüktü.

Teklifim karşısında amcamın canı sıkıldı; kavga etmedik, tartışmadık, ama mevcut görüş ayrılığı azalmadı. Herkes, kendi görüşünün arkasında durdu. Ondan sonra bir iki olay daha olunca, “Biz ayrılalım” dedik.

“Amcam, ‘Ayrılalım’ deyince, babamdan itiraz gelmedi”

Ayrılma teklifi, önce amcamdan gelmişti. Yine, aramızda çok tartışmalı ve tatsız bir şeyler olmuştu. Bunun üzerine amcam, babamın yanına çıktı ve kendisine şunları söyledi:

“Ağabey, biz ayrılalım. Bu şartlar altında ben, çocuklarla anlaşamayacağım”.

Amcam, babamla bu görüşmeye giderken, beni de yanına almıştı. Babam, amcamı dinledikten sonra, “Ayrılabilir miyiz?” dedi. Hiç kimse “Ayrılmayalım” demedi. Bunun üzerine babamda “Ayrılmayalım” demedi; ama sadece “Peki, nasıl ayrılırız?” sorusunu yöneltti.

Ayrılmak, kolay bir şey değil. Oturduk, bunun üzerine epey kafa yorduk. “Önce şartları ortaya koyalım, kim ne alacak, belirleyelim. Ayrılanın hakları şu olsun, kalanın hakları bu olsun şeklinde bir ayrılma programı yapalım” dedik. Daha sonra, “Kura çekelim, kime, ne düşerse, razı olsun” fikri ortaya atıldı.

İşte bu ayrılma meselelerinin görüşüldüğü sırada, Polinas şirketinde, Al-Bunnia adında Iraklı bir ortağımız vardı. Bu ortağımız tesadüfen İstanbul’daydı. Kendisiyle, Taksim’de o zamanki Sheraton Oteli’nde [bugünkü Ceylan Intercontinental Oteli] bir görüşme yaptık. Al-Bunnia’ya durumu anlattım. Bazı tesislerin bizde kalması halinde, ortak olup olamayacağını sordum. Kendisi, benden yaşça büyük.

Beni dinledikten sonra, “Sana bir tavsiyede bulunayım” diyerek, şunları söyledi:

“Ayrılırsanız, bu tesisleri Sabri Bey alsın. Siz gençsiniz; yeni konulara girersiniz, yeni işler yaparsınız. Sabri Bey’in başka konuya adapte olması zor. Babanız da zaten yaşlanmış. Size böylesi yakışır.”

Al-Bunnia’yla görüştükten sonra, bu durumu kardeşim Faruk’la müzakere ettik, babama da danıştık.

Babam, her zaman, iş mevzuları görüşülürken, amcama, “Sabri, senin bu işte çok emeğin var” derdi. Gerçekten, amcamın çok emeği olmuştur. Amcam da, “Benim emeğim çok olsa da, bu işi ağabey sen başlattın” cevabını verirdi. Zaten ayrılma oluncaya kadar her ikisi de şirkette “genel müdür” unvanını taşıyordu. Yönetim kurulu başkanlığı ise, devamlı babamdaydı; amcam ise başkan yardımcısıydı. Amcam isteseydi, bunu da değiştirebilirdi.

“Ülker, amcamda kaldı, biz de gayrimenkulleri aldık”

Bizde, kişisel bir sorun olmadı. İş konusundaki görüş ayrılıkları ön plana çıktı, bu sırada çok ciddi tartışmalar yaşandı. Mesele, tartışmayla çözülecek gibi değildi. Ayrılma gerçekleşti. Buna rağmen iki-üç yıl boyunca Ülker’in yönetim kurulu üyesi olarak görevim devam etti.

Ayrılırken, hisselerimiz 50-50’ydi. Bunun yüzde 17’sini sattık, yüzde 33’ü bizde kaldı. Zaten şirket, ayakları üzerinde durabilecek bir yere geldi.

Murat [Ülker] yetişmişti, Orhan da [Özokur] işi bir hayli öğrenmişti. Ayrılma sırasında Murat’la her şeyi konuştum. 70’in üzerinde teknik kadro bıraktım. Bunlar; üretici, yönetici ve mühendis formasyonundaydı.

Ayrılırken, bir kefeye Ülker’i koyunca, öbür kefede bir şey kalmıyor. Ailenin de varı yoğu Ülker’di. Şirketten o kadar para çıkarmak da mümkün olmadığına göre, elde birkaç gayrimenkul varsa, diğer kefeye de onu koyduk. Mesela, şimdi Kanal7’nin yeri olan Uzay Gıda’nın fabrikası ve arsası...

Bizim ayrıldığımız sırada Ülker’in cirosu herhalde 250 milyon dolardı. O gün için bu, büyük bir rakamdı. Bu arada, başka önerilerimiz de oldu. Biz, “Bazı haklar koyalım” dedik. Mesela, Ülker’in dışında kalan taraf bir yağ fabrikası kursun ve Ülker’e yağ satsın, önerisinde bulunduk. Yine Ülker dışında kalan tarafın Ülker’e ithal ürünleri vermesini önerdik ve bu şartlar altında ayrılma işlemini tamamladık.

Ayrılırken, daha önce önerilen kura çekimi yapılmadı. Iraklı ortağımız Al-Bunnia ile konuşmamızdan sonra, Ülker’in amcamda kalması kararını verdik. Ancak, ayrıldıktan sonra bazı ihtilaflar baş gösterdi. Yağ fabrikası yatırımından vazgeçtik...

Faruk Berksan: “Iraklı Al-Bunnia’nın tavsiyesine uyduk”

Asım Ülker’in küçük oğlu Faruk Berksan ise, iki kardeşin ortaklıktan ayrılma kararını anlatırken, amcasıyla ihtilafını da açıklıyor ve “İş yönetiminde biraz daha ön plana geçmek istiyordum” diyor. Faruk Berksan da ağabeyi gibi, Iraklı işadamı Al-Bunnia’nın tavsiyesi üzerine, fabrikayı amcaları Sabri Bey’e bıraktıklarını söylüyor:

Babamla amcam 43 sene ortaklık yaptılar. Bu, kolay bir süreç değil. Onlar, hem kardeş, hem komşu, hem de iş ortağı...

İki kardeş, bu zaman içinde birbirlerine katlanmışlar. Ancak, daha sonra birtakım sıkıntılar baş gösterdi. Bizler, büyüyüp de, fabrikada görev aldıktan sonra, benden kaynaklanan bu sıkıntılar ihtilaf yarattı. İş yönetiminde biraz daha ön plana geçmek istiyordum. Zaten problemler de daha çok buradan çıkmıştı. İhtilaf baş gösterince, amcam, bana karşı şu tabiri kullandı:

“Benim sırtım duvara dayandı, artık senin için fazla bir şey yapamayacağım.” Bu arada, son derece uyumlu ve itaatkâr olan ağabeyim devreye girdi. O da, “Bizim çocuklarımız büyümeden, işlerimizi ayıralım” dedi.

1987 yılında, amcam Sabri Bey’le işlerimizi ayırmaya karar verdik, ama bu nasıl olacaktı? Aslında, son derece zor bir karar. Sabri Bey, bu sırada, şunları söyledi:

“Önce, kimin ayrılacağına karar vermeyelim. Nasıl ayrılacağımızı konuşalım. Sonra çöp çekeriz.”

Evet, koskoca Ülker’in paylaşımında çöp çekmeye karar verdik.

O yıllarda, Polinas şirketimizde Al-Bunnia adında Iraklı bir ortağımız vardı. Kendisine, “Irak’ın Koçu” derlerdi. Çok zengin bir kişiydi. Al-Bunnia, ayrılma kararımızı işitmiş olacak ki, ağabeyime nasihatte bulunarak, şunları söylemiş:

“Ben, Sabri Bey’i tanıyorum; onun hayatı, bu bisküvi fabrikasıdır. Çöp çekiminden vazgeçin; fabrikayı siz almayın, amcanıza bırakın.”

Ağabeyim geldi, bu konuşmayı bize anlattı. Babam da duygusal bir kişi olduğu için bu öneriden etkilendi. Hesap kitap işi bittikten sonra, biz Sabri Bey’e, “Amca, biz, veren taraf olmak istiyoruz” dedik. Yani kısacası, Al-Bunnia’nın tavsiyesiyle böyle bir karar aldık.

Hayat, “başlangıç” ve “bitiş” üzerine kurulu bir düzen. Bu, yaşamın her alanında görülür. İki nokta arasındaki mesafe, bazen uzun olur, bazen kısa...

İnsan ömrü de öyle değil mi?..

Asım ve Sabri Ülker kardeşler, ortak şirketlerini 1944 yılında oluşturmuşlardı. Bu ortaklık, 13 Mart 1987 günü Asım Ülker’in istifasıyla noktalanıyordu.

Zaten, her doğum, bir sonun da başlangıcıydı...

53. Rüçhan hakkı: Kendisinden sonraki haklara göre önceliği olan, kendisine öncelik tanınan hak.

Önceki
Hikaye
Sonraki
Hikaye