Sabri Ülker: “Üç kişi kaldık; işi, yüklenip götürüyoruz, ya aramızdan biri eksilirse...”

Sabri Ülker, 1987’de ağabeyi Asım Ülker’le 43 yıllık ortaklığını sona erdirince, oğlu ve damadına bir endişesini dile getiriyordu. Bu, “Aramızdan biri eksilirse, işleri nasıl yürütürüz?” endişesiydi. O endişe de, kısa sürede profesyonel yöneticilerden oluşan takımla giderilecekti.

Ülker kardeşlerin 43 yıl süren ortaklıkları sona erince, Sabri Ülker, oğlu Murat Ülker ile damadı Orhan Özokur’u karşısına alıp durum değerlendirmesi yaparken, bir endişesini de dile getiriyordu. Şimdi, Sabri Ülker’in, evlatlarına verdiği mesajı ve endişesini Murat Ülker’den öğrenelim:

Amcamlarla ortaklığımız bittikten sonra, biz fabrikada üç kişi kalmıştık. Babam, Orhan Bey [Özokur] ve ben.

Aslında, başında bulunduğumuz iş, büyük bir işti. Üçümüz birlikte omuzlayıp götürüyorduk. Sabri Bey, bu yüksek tempolu çalışmamız sırasında, Orhan Bey’le bana şunu söylemişti:

“Çocuklar, üç kişi kaldık. Üçümüz işi ancak yüklenip götürüyoruz. Aramızdan birisi eksilse, öbür ikisi bu yükü taşıyamaz. Ondan sonra ne olacak?”

Sabri Bey’in söyledikleri sanki dua yerine geçmiş gibiydi. Yaşlılık ve hastalık dönemi tedrici [yavaş yavaş] olarak seyretti. Bu gidişi, kendisi de, biz de fark etmedik.

Babamın işlerini zaman içinde Orhan’la birlikte yüklendik. Ardından da profesyonel arkadaşlarla güzel bir takım oluşturduk.

Hayat mücadelesi sırasında karşılaştığımız olaylara karşı alacağımız tavırlar, o anı kurtarmaktan çok, gelecekte pişmanlığa yol açmayacak şekilde olunca, uzun vadede meyvesini de veriyor.

Yarını düşünmeden, sadece bugünün şartlarına göre atılacak adımlar ise, bir bakıma pişmanlığın başlangıcı da olabiliyor.

Voltaire, “Pişman olmak istemiyorsan, heveslerinden vazgeç” demiş. Bir Arap atasözünde ise, “Bugün ateş, yarın kül” ifadesi kullanılırken, insanların, bugünle birlikte yarını da düşünmesi gerektiği mesajı verilmek istenmiş.

Hikâyemizin kahramanı Sabri Ülker, yıllar önce Ülker firmasının tamamını satın almak isteyen Amerika Birleşik Devletleri’nin birinci, dünyanın ise ikinci büyük markalı yiyecek ve içecek şirketi olan Kraft’ın yöneticileriyle iş görüşmesi yaparken, bugünün yanısıra yarını da düşünerek, son sözünü söylüyordu:

“Kusura bakmayın...” Evet, bu cevabın içinde her şey var. Sabri Ülker diyor ki: “Size satılık malım yok.” Yabancı sermayeden gelen bu teklif, ortaklar arasında görüşülürken, Orhan Özokur düşüncelerini şu şekilde ifade ediyordu:

“Bu satıştan milyar dolar alabiliriz, sonra çok zengin adam oluruz. Ama ondan sonra da işsiz adam... ”Murat Ülker ise, ilginç bir yaklaşımda bulunuyordu: “Ne isterseniz yapın. Ben, işe yeni başladım. Eğer satacak olursanız, oturur kitap okurum...”

Murat Ülker: “İsviçreliler bizden, bisküvi dersi istedi”

Murat Ülker, yeni dönemi anlatırken mazide, Ülker’i satın almak isteyen İsviçreliler, Amerikalılar ve Fransızlarla yaptıkları çetin pazarlık müzakerelerini de naklediyor:

Ülker Grubu, bir yandan yurtiçinde yapılanırken, bir yandan da yurtdışına açılma gayretleri içinde oldu.

Yabancı sermayeye, prensiplerimize uyması halinde daima sıcak baktık. Şimdi, bu kapsamda mazide yaşanmış birkaç olayı anlatmak istiyorum.

İsviçre’nin Neuchâtel kentinde ilk şekerleme dükkânını açarak sektöre dahil olan Claus Jacobs Suchard isimli bir firma var. Bu, bir aile şirketi. İsviçre’nin ünlü “Milka” ve “Toblerone” isimli çikolatalarını üretiyorlar.

Amcamlarla ortaklığımız sürerken, kuzenlerim, Ülker’in bu İsviçre firmasıyla ortak olma arzularını gündeme getirerek, “Şayet böyle bir şey yapabilirsek, Ülker hisseleri yabancılara satılır, bu sayede elimize de para geçer” demişlerdi.

Claus Jacobs Suchard firması, çikolata ve şekerleme üretimi yapıyordu. Ama bisküvi işini bilmiyorlardı. Bizim bisküvilerin kalitesi herhalde onların da dikkatini çekmişti.

İsviçreli firma yetkilileriyle görüşmelere başladık. Onlar bize, “Sizden, bisküviciliği öğrenelim” dediler. Biz de onlara, “Sizin çikolatalarınızı ithal edip satalım, hatta zaman içinde burada yapalım” teklifinde bulunduk. Görüşmeler hayli ilerledi. Karşılıklı tekliflerimiz kabul gördü. Hatırladığım kadarıyla, İsviçre firması, bize ortak olacaktı.

Anlaşma metinleri kaleme alındı. İmzalanma aşamasına gelindi. Bir süreden beri İstanbul’da bulunan ve görüşme yaptığımız İsviçreliler, anlaşma taslaklarını imzalatmak üzere ülkelerine gittiler. Hatta yeni ortak adaylarımızı havaalanına kadar ben götürdüm. Misafirleri yolcu ettim. Hemen ardından, el sıkıştığımız Claus Jacobs Suchard firmasının, Avrupa’nın önemli gıda firmalarından Kraft’a satıldığını öğrendim.

İsviçreliler, bir süre sonra tekrar Türkiye’ye geldiler, ama niçin geldiler, bilemiyorum. Kendileriyle buluştuk. “Patronlarımızın, Kraft’la görüşmesini bilmiyorduk. Sizden özür dileriz” dediler.

“Kraft, Ülker’in tamamını almak için açık çek verdi”

Sabri Bey, Ülker’in dışa açılmasını desteklemişti. Hatta Claus Jacobs Suchard firmasıyla görüşmelerimizi değerlendirirken, “Bu işi yapın” diyerek motive etmişti. Biz de bu teşebbüsü bir avantaj olarak değerlendiriyorduk. İsviçrelilerle görüşmelerimiz sırasında, uzun yıllardan beri Türkiye piyasasında bulunan Nestlé’ye karşı bir de strateji geliştirmiştik. İşte bu strateji kapsamında “Alpella” isimli bir mal ürettik. Bu yeni ürünümüz, Nestlé’nin yarısı kadar bir talep yakalamıştı. İşte bu gelişmeler sırasında, Sabri Bey bizi sürekli cesaretlendiriyordu.

Claus Jacobs Suchard satıldıktan birkaç yıl sonra, bu defa firmanın yeni patronu olan Kraft’la görüşmelerimiz başladı. Taleponlardan gelmişti. Kraft temsilcileriyle İstanbul Çırağan Kempinski Oteli’nde buluştuk. Bu toplantının olduğu tarihte, henüz amcamlarla ortaklığımız sona ermemişti. Toplantıya, babamın yanı sıra kuzenlerim de katılıyordu. Kraft temsilcileri, bu görüşmemiz sırasında aynen şunları söylemişti:

“Bizim, 18 milyar dolar nakit paramız var. Bunu, yatırımlara harcamamız lazım. İşi büyütmemiz gerekiyor. Eskiden sigara imal ederdik, şimdi yasaklandı. Ayrıca, mevcut sigara fabrikalarının üretimi de düştü. Çünkü talep azaldı.”

Çırağan Oteli’nde Kraft temsilcileriyle görüşmelerimiz adeta satranç oynar gibi sürüyordu. Sabri Bey, muhataplarına, “Tesislerin satışı sırasında fiyatları nasıl belirliyorsunuz?” diye sordu. Onlar, “En kolay olanını sordunuz” dediler. Sabri Bey, bunun üzerine, “Yani nasıl?..” diye ikinci sorusunu yöneltince, Kraft’ın yetkilileri aynen şu cevabı verdiler:

“Bir alışveriş sırasında satıcının aklından mutlaka bir rakam geçiyordur. Onu öğrenirsiniz, bir lira fazlasını verirseniz, iş olur biter.”

Kısacası İsviçreli, Sabri Bey’e, “Açık çek veriyorum” diyordu. Sabri Bey, bu uzun müzakerelerden sonra, “Biraz ara verelim, sonra yeniden bir araya gelelim” dedi.

Otelden çıktık, Sabri Bey bize, “Çocuklar camiye gidiyorum, akşam namazı kılacağım” dedi. Hemen yakınımızdaki Yıldız Camii’ne gittik. Camiden çıkışta, Sabri Bey bizim fikrimizi almak istemiş olacak ki, ayakkabısını giyerken, “Çocuklar, ne düşünüyorsunuz?” dedi. Kuzenim Selçuk Berksan, “Amca, çok iyi bir fırsat. Bir daha böylesini bulamayız. Hemen satalım” cevabını vermişti. Söze Orhan karıştı:

“Selçuk, çok iyi söylüyorsun, satalım, ama adamlar bize milyar dolar verecekler. Sonra ne olacak? Çok zengin adamlar olacağız. Ama işimiz olmayacak. Ne yapacağız, ne edeceğiz?.. İşsiz bir adam... İşin yok, namın yok...

”Söz sırası bana gelmişti. Şunları söyledim:

“Ne isterseniz yapın. Ben işe yeni başladım. Bu çarkın içinde en az çalışanınız benim. Eğer satacak olursanız, oturur kitap okurum. Yok satmazsanız, mecburen gelir, çalışırım.” “Keyfiniz bilir” diyerek meselenin çözümünü onlara bırakmıştım.

“Ülker’i Kraft’a satmadık, ama fabrikalarını satın aldık”

Tekrar, Çırağan Oteli’ne döndük. Kraft temsilcileriyle görüşmelerimize bıraktığımız yerden devam ettik. Onlar, bizden cevap bekliyorlardı. Sabri Bey, “Ülker’in yarı hissesini verelim, yüzde 50-50 ortak olalım” dedi. Muhataplarımız, “Olur ama 3-5 yıl içinde hepsini alırız” karşılığında bulundular. Sabri Bey, “Hayır, hepsini veremeyiz. Size bir alternatif teklifte bulunmak istiyorum” dedi. Sabri Bey’in teklifi şuydu: 

Sabri Ülker, yabancı sermayeye “evet”, ama Ülker’in tamamını almak isteyenlere “hayır” dedi.

 

“Bizim firmamız, örneğin 500 firma içinde 23’üncü sırada olsun. İşler, bu tempoda giderse, tesisleri yine biz yönetelim. Eğer, Ülker’in bu firmalar arasındaki sıralaması 24 ve 25. sıralara düşerse, yönetimi size verelim, siz idare edin.”

Muhataplarımız, Sabri Bey’in teklifini ilginç buldular. Bu arada bizim aşina olmadığımız değişik şeyler de anlattılar. Teklifi ilginç bulmalarına rağmen, ikna olmamışlardı. “3-5 yıl sonra hisselerin tamamını isteriz” dediler. Babamın cevabı iki kelimeden oluşuyordu:

“Kusura bakmayın...”

Sabri Bey, iyi ki “Kusura bakmayın...” demiş. Kraft, Türkiye’ye geldi, tekrar gitti. Onların Milka üretmek için kurduğu tesisleri de biz satın aldık. Ayrıca, bizim sadece bisküvi işimizin bugünkü değeri birkaç milyar Amerikan doları. Bunun yanı sıra, çok şükür başka işlerimiz de var. Allah, böyle nasip etmiş.

Bu vesileyle şunu söylemek istiyorum. Sabri Bey, küresel yabancı sermayeye çok açıktı; ama daha önce de ifade ettiğim gibi, oyunu kuralına göre oynardı. Kurmuş olduğu tesisleri elinden çıkarmayı hiç ama hiç düşünmezdi.

Yabancılarla bu görüşmelerimizden sonra küresel ilişkileri izlemek ve sürdürmek amacıyla bir departman kurduk. Başına da, Şükrü Morçay’ı getirdik. Lisan bilen, dünya gidişatını takip eden bir arkadaşımızdı. Yabancılar bizi aradığı zaman Şükrü Morçay devreye girer, onlara cevap verirdi.

Kurmuş olduğumuz bu sistem, aynen devam ediyor.

“Yabancılar, Ülker’i almak için adeta sıraya girmişti”

Yabancılarla alışveriş konusunda bir örnek daha vermek istiyorum. Fransızların Danone firması, bisküvi üretim bölümlerini elden çıkarmadan önce bize bir yazı göndererek, “Bisküvi üretiminize dahil olmak ve azınlık hissesi almak istiyoruz” dediler. Biz, bu teklifi olumlu karşıladık. Onların davetine uyarak, Fransa’ya gittik.

Bu görüşmelerimiz sırasında davet sahibi bize, “Siz, niçin bizimle ortak olmak istiyorsunuz?” deyince doğrusu çok şaşırmıştık. Kendisine, “Bunu da nereden çıkardınız? Davet sahibi sizsiniz. Ortak olmak, bizden hisse almak için yazıyı yazan da sizsiniz” dedik.

Fransızlar işte böyle... Birbirlerinden haberleri yoktu. O görüşmelerimiz sırasında, bize bisküvi imalatını anlatmaya kalkmışlardı. Biz de bu tavırları karşısında, kendi bilgilerimizi aktardık. Ölçtüler, tarttılar, “Siz, bizim kadar bisküvi biliyorsunuz” demek zorunda kaldılar.

İsviçrelilerden sonra Fransızlar da birbirlerinden bihaberdi. Bizi, Fransa’ya davet eden kişi, daha sonra Türkiye’ye geldi. Kendisiyle oturduk, konuştuk. Merak etmişler, “Bu işleri nasıl yönetiyorsunuz?” diye bize sordular. Fransız’a, çalışma yöntemimizi anlattım. İcra kurulumuzun faaliyetlerini izah ettim. İlgilendi, memnun oldu. Ardından da “Biraz hisse verseniz...” dedi. Ben de “Hissedarlara sorarız” cevabını verdim. Fransız bu defa, “Vereceğiniz hissenin fiyatı ne olur?” diyerek, işin hesap kitap tarafına geldi. Ben de kendisine, “Ülker, halka açık bir şirket. Bakınız, hemen yanımızda Hürriyet gazetesi var. Bakalım, hisseleri hangi konumdaymış. Görüyorsunuz, milyar doların üstünde” dedim. Fransız, “Ooo, bu fiyata kimse almaz” deyince vedalaştık.

Velhasıl, Ülker’e ortak olmaya gelen Avrupalılardan kimisi şirketin tamamını almak istemiş, kimisi de ne istediğini bilememişti. Biz de, tüm talep sahiplerini dinlemiş, “Ortaklığa evet, tamamını satmaya hayır” demiştik. Tamamı için ısrar edenlere de, kibarca yolu göstermiştik.

Sabri Ülker, pişman olmamak için, iş hayatında adımlarını çok dikkatli atıyordu.

Önceki
Hikaye
Sonraki
Hikaye