Sabri Ülker: “Kırım’a komünistler gelince ‘Doktor Jivago’ filmindeki sahneleri yaşadık.”

Balkan Savaşı’yla birlikte, Osmanlı topraklarından ayrılıp, Kırım’a dönen Hacı İslam Efendi’nin Ailesi, bu defa kendilerini Birinci Dünya Savaşı’nın ortasında buldu.

1920’de ise kapılarına, Bolşevik ihtilalciler dayandı. Sabri’nin doğumu sırasında, herkes can derdindeydi...

İnsan hayatı, daima özgürlüğü aramakla geçer. Çünkü, özgürlüğün ruhunda adalet vardır. Adalet; hak ve hukuktur, ama aynı zamanda insanın rahat nefes almasının güvencesidir.

Özgür olmadan, mutlu olunamaz. Bu, hem birey hem de toplum için geçerlidir. Ünlü bir yazar, bu konuda şunları söylüyor: “Özgür ülkenin halkı da özgürdür.”

Özgürlük, “madde” olmamasına rağmen, hem elle tutulur, hemde gözle görülür. Çünkü o, kendisini, hayatın her anında hissettirir. Özgürlük, aynı zamanda insanı esaretten kurtarır ve asil yapar.

Ünlü Alman edebiyatçı Goethe, özgürlük konusunda çok önemli bir tespitte bulunuyor ve diyor ki: “Özgür olmadığı halde, kendisini özgür sayanlar kadar köle yoktur.”

Hikâyemizin kahramanları, Kırımlı Devletler Ailesi, 1912 yılından beri özgürlük, huzur ve mutluluk peşindeydi. Balkan Savaşı, onları yeni yurdundan edince, aile reisi Hacı İslam Efendi, çareyi, Rusların egemenliği altındaki ata toprakları Kırım’a dönmekte buldu. Birinci Dünya Savaşı başlamadan kısa bir süre önce, 10 Ağustos 1914 günü, Almanların “Goeben” ve “Breslau” adlı iki zırhlısı, Osmanlılara sığındı. Osmanlı, bu gemileri “şeklen” satın alarak, donanmasına dahil etti; adlarını da “Yavuz” ve “Midilli” olarak değiştirdi.

İçinde Osmanlı askeri kıyafeti giymiş Alman bahriyelilerinin bulunduğu gemi, 30 Ekim 1914 gecesi, İstanbul Boğazı’ndan Karadeniz’e açılarak, Rusların iki stratejik limanı, Odesa ve Sivastopol’u top atışına tuttu. İşte bu saldırı üzerine, Osmanlı da tarihinin en büyük yenilgisine yol açacak bir savaşa katılmış oldu. Savaşla birlikte, iki komşu ülkenin sınırları da kapatıldı.

Osmanlılar, Almanya’nın ısrarı üzerine 1914’te Birinci Dünya Savaşı’na girdi. Savaşta ilk
cephe, Ruslara karşı açıldı. Fotoğrafta, 1914 yılının sonunda on binlerce Mehmetçik’in
donarak şehit olduğu Sarıkamış Cephesi’nde Ruslara esir düşen askerlerimiz görülüyor.
(Fotoğraf: Hürriyet Gazetesi Dokümantasyon Merkezi)

Bolşevikler, Rusya İmparatorluğu’nu tasfiye ediyor

Zaman akıp gidiyor, olaylar da peş peşe devam ediyordu. Birinci Dünya Savaşı bütün şiddetiyle sürerken, Hacı İslam Efendi ailesinin Kırım’a gelişinden sadece dört yıl sonra, bu defa Rusya’da, tarihe “Ekim Devrimi” adıyla geçen Bolşevik İhtilali başlayacaktı.20

“Bolşevikler” ismiyle anılan bu ihtilalciler, halk ayaklanması başlatarak, 1721’den beri iktidarda olan Rusya İmparatorluğu’na son verdiler. İhtilal, zamanla, o koskoca imparatorluğun her köşesine dalga dalga yayıldı. Bundan, Kırım da nasibini aldı.

Şimdi, yine hayat hikâyemize dönelim ve Hacı İslam Efendi Ailesinin o dönemde yaşadığı dehşet sahnelerini de, Sabri Ülker’in kuzeni Mualla Öner’den dinleyelim:

Efendi Babamızın, Şakire Halamla birlikte Kırım’a döndükleri sırada, ortalık sakinmiş. Henüz, komünist rejim gelmemiş. Kırım, o yıllarda asude, mamur bir yerleşim yeriymiş. Bu yarımadanın en önemli şehri olan Bahçesaray ise, adeta “sultanlar şehri” imiş.

Efendi Baba, Kırım’da öğretmenliğe başlamış. İtibarlı bir hayat sürdürüyormuş. O dönemde, halkın ilme karşı saygısı varmış. Ahlak yüksekmiş. Aynı şekilde, dine de saygı varmış.

Rusya’da, Bolşevik İhtilali’yle birlikte huzursuzluk artmış, ortalık adeta cehenneme dönmüş. İlerleyen günlerde, Kırım’dada hayat çekilmez bir hal almış. İlim irfan sahibi herkes alaşağı edilmiş. Cahiller başa geçmiş. Komünistler, hem ilmi hem de dini bakımdan çok ileri olan seçkin insanlara düşman kesilmiş.

Çok mutlu ve huzurlu bir hayatın sürdürüldüğü, bol meyve ağaçlı bahçelerin içindeki evlerde düzen bozulmuş. Bolşevikler önce aydın kişilerle uğraşmaya başlamış. Bu arada Efendi Baba’yı da iki günde bir alıp sorguya çekiyorlarmış. Şakire Halamda “İslam Efendi, acaba döner mi, dönmez mi; yoksa Sibirya’yamı gönderirler?..” diye devamlı korku içinde yaşıyormuş.

Sabri Ülker dünyaya gelirken, babası sorgulanıyordu

Şakire Halamın bize anlattıkları şu anıları hiç unutamıyorum: Kırım’da, komünist rejimin adamları, her gün okullara gidip, çocukları kulak muayenesinden geçiriyormuş. Çocuklar, “kanlı canlı kulaklı” ve “soluk kulaklı” diye iki gruba ayrılıyorlarmış. Kanlı canlı kulağı olan çocukların, zengin aile çocuğu olduğuna hükmediliyor ve evlerine ani baskınlar düzenlenip, o konutlarda köşe bucak para pul ve stoklanmış yiyecek aranıyormuş.

Şakire Halam, çok tedbirliymiş. Evdeki tahılı, önce torbalara, daha sonra da teneke kutulara yerleştirip, duvarın içinde oluşturduğu gizli bölmelere saklıyormuş.

Bir yandan okullarda çocuklara uygulanan kulak muayenesi, bir yandan da Efendi Babamızın sürekli gözaltına alınması, evde hiç huzur bırakmamış.

Sabri Ağabeyimin dünyaya gelmesi yaklaşmış. Halam, akşamdan sabaha doğum yapacakmış. Buna rağmen Hacı İslam Efendi’yi tekrar sorguya götürmüşler. Bu sorguların hiç arkası kesilmemiş. Komünist rejimle başı dertte olan aile, ne yapacağını şaşırmış.

Efendi Baba’nın ağabeyi veya bir akrabası, Rus bir gelinle evliymiş. Onlar da yakın denilebilecek bir bölgede ikamet ediyorlarmış. Efendi Baba, her karakola gidişinde, halama, “Hanım, başın dara düşerse, Rus gelinle evli olan akrabamızın evine git” dermiş. Ama sorgu ve gözdağından sonra eve dönermiş. İşte böyle bir baskı ortamında, 1920 yılında, Sabri Ağabeyim dünyaya gelmiş.

İşte, koskoca Rusya İmparatorluğu’nda, 1917 yılının 6 Kasım günü başlayan Bolşevik
İhtilali’nden sahneler... Üstteki fotoğraf, 1918’de Moskova’daki ünlü Kızıl Meydan’da
çekilmiş. Bolşevikler tarafından silahlandırılan ve “Gönüllüler” diye anılan halk, devrim
karşıtı güçlere karşı gösteri yapıyor. Alttaki fotoğraf ise, 7 Kasım 1917 tarihini taşıyor.
Fotoğrafta görülen silahlı kişiler, komünist rejimin yeni aktörleri...
(Fotoğraflar: Hürriyet Gazetesi Dokümantasyon Merkezi)

Sabri Ülker: “Sibirya’ya sürgün edilecek kafiledeydik”

Sabri Ülker, Rusya’daki Bolşevik İhtilali’nin 3. yıldönümünde dünyaya geldi.

İhtilalciler de, Moskova’da başlattıkları eylemden ancak üç yıl sonra Kırım’ı ele geçirdiler. Bu sırada, Beyaz Ruslar ile Kırım’ın yerli halkı ve ihtilalci Kızıllar arasında şiddetli çarpışmalar yaşandı. Sonunda Kızıllar galip geldi.

Sabri Ülker, Kırım’da sadece dokuz yaşına kadar yaşadı. Çocukluk çağında, ailesinin başına gelen olaylardan çok etkilendi. Aslında bu etki, yaşamı boyunca kendisinde kalıcı izler bırakacak bir travmaydı.

Ülker, o dönemde yaşadıklarını, 1994 yılında şöyle anlatacaktı:

Kırım’da, babamın akrabalarının olduğu yer Korbek köyü. Ailemiz, bir müddet sonra Kırım’dan dönmek isteyince, akrabaları, “Biraz daha kalın” diye ısrar etmişler; sonra da Birinci Dünya Harbi patlamış ve dönüş imkânı kalmamış.

1920 senesi sonbaharında, “Beyazlar”ın ve Kırımlıların savunma hatlarını yıkan komünistlerin Kırım’a girdikleri gün doğmuşum. Kırım’dan kaçan Beyaz Ruslar ve Kırımlılar, dünyanın her tarafına yayılmışlar.

Komünizmin tatbikatından pek çok şeyler hatırlıyorum. Öğretmen, imam, papaz ve okumuş insanlar ile zenginleri “hukuksuz” saymışlardı.

Her şeyin vesikayla dağıtıldığı bir dönemde, hukuksuz sayılan bu insanları, kuyruklardan çıkararak, “Şimdiye kadar yediniz, artık size bir şey yok” dediklerini hatırlıyorum. Biz de, bu hukuksuz sınıfında idik.

Bütün bağ bahçe ve tarlalara el koyarak, “Hepsi devletindir, baştan dağıtacağız” dediler. En güzel ve verimli bağları, bahçeleri, tembel ve fakir insanlara; en kötülerini, sevmediklerine verdiler.

Güzel bağ ve bahçeler, tembellerin elinde tanınmaz hale geldi. Çalışkan insanlar ise, beğenilmeyen yerlerde yeniden bağlar ve bahçeler kurdular.

Komünistler, tembelleri hiç suçlamadılar. Onlara göre suç, kapitalist ruhlu insanlarda idi; ne yapsan, üste çıkıyorlardı. Çare, onları yok etmekti. Urallar’a, Sibirya’ya sürgünler ve toplu kurşuna dizmeler başladı.

Doktor Jivago filmindeki sahneler, her tarafta yüzlerce defa tekrarlandı. Babamızı ve bizi defalarca bu sürgün kafilelerine soktular.

Henüz komünizmin tam kuvvetlenmediği bir dönemde, halkın ve cemaatin, “Hocamızı bırakın” diye hareketlenmesi ile kurtulduk.21

Ahsen Özokur: “Açlıktan, çocuğunu pişirenler olmuş”

Sabri ve Güzide Ülker’in tek kız evlatları Ahsen Özokur, dedesi Hacı İslam Efendi ile babaannesi Şakire Hanım ve halası Sıdıka Hanım’ın yaşamlarının son dönemlerine yetişmiş, şanslı bir torun. Özokur, dedesini anlatırken, “Dedem Hacı İslam Efendi’yi, sadece bir fotoğraf gibi hatırlarım. Sakalı gözümün önünde, bir de karyolası...” diyor.

Babaannesi ve halasıyla, çocukluk, hatta gençlik yıllarında uzunca bir süre bir arada olan Ahsen Hanım, mazideki olayları, adeta ailenin hafızası gibi günümüze taşıyor.

Ahsen Özokur, babaannesi Şakire Hanım ile halası Sıdıka Hanım’dan dinlediği 1920’lerle ilgili anıları şöyle naklediyor:

Ailemizin Kırım hatıralarını daha çok babaannem, halam ve babamdan dinledim. Halamın verdiği bilgilere göre, dedem Hacı İslam Efendi, Bolşevik İhtilali ile birlikte, epey sıkıntı çekmeye başlamış. Tabii bu sıkıntı, dedemle sınırlı kalmamış. Bütün bir aileye, onun da ötesinde bölgeye yansımış.

Bolşevik yönetim, Kırım’a henüz tam hâkim olmamasına rağmen, yönetimin adamları, keyfi olarak dedemi hapsederlermiş. Bu arada dedem, hapisten çıkınca, ormanlık bir alana gider, orada saklanırmış.

Bolşevik milisler, dedemi ormanda aramaya çıkar, ama bu duruma köylüler engel olurlar; engel olurken de, “Hacı İslam Efendi, bizim hocamızdır; kendisine dokunmayın” derlermiş.

Dedemin ormanda kaçak yaşadığı dönemde, büyükannem yemek hazırlayıp, Asım Amcamla gönderir, gönderirken de “Oğlum, çok sessiz git. Kimse, senin babanla buluştuğunu görmesin” uyarısı yaparmış. Ama buna rağmen, serde çocukluk olduğu için, amcam ormanlık alana girince, “Baba... Baba...” diye bağırmaya başlarmış.

Sovyet yazarı Boris Pasternak’ın ünlü romanı Doktor Jivago, Rusya’da, 1917 Bolşevik
İhtilali’nden hemen sonra başlayan Rusya İç Savaşı’nı anlatıyor. Yazıldığı yıllarda
Rusya’da yasaklanan roman; adını şair, Doktor Yuri Jivago’dan almış. Eser, 1965’te
3,5 saatlik kapsamlı bir epik filme dönüştü. Oscar, Altın Küre ve Grammy ödülleri
kazanan filmde, Ömer Şerif, Julie Christie, Geraldine Chaplin, Rod Steiger,
Alec Guinness başrolleri paylaştı. Yukarıdaki fotoğrafta, ihtilal sırasında, trenle
Sibirya’ya sürgüne gönderilmek üzere olan sivil halkın, komünist milisler tarafından
üstlerinin aranma sahnesi canlandırılıyor. Altta ise, filmin afişi yer alıyor.

Büyükannem, babama hamileyken Kırım’da kıtlık baş göstermiş. Bölgede yaşayan Ruslar, gıda maddelerini alırken kuyruğa giriyorlarmış. Çünkü her şey vesikayla alınıyormuş. Ancak, dedemlerin kuyruğa girmesine dahi izin verilmiyormuş. Bunun üzerine babaannem, bir biçimde temin ettikleri erzağı, odun yığınları arasında saklamak zorunda kalırmış.

Bilindiği gibi Sıdıka Halam, ailenin ilk evladı. Babamla aralarında on beş yaş var. Halam, o dönemle ilgili hatıralarını anlatırken, her şeyi çok net hatırlar ve ayrıntılı bilgiler verirdi. Halam, o trajik sahneleri şöyle anlatmıştı:

“Kızım, Kırım’da, açlıktan nasıl ölündüğünü gözlerimle gördüm. İnsan aç kalınca, yerinde oturup beklemiyor. Her yola başvuruyor ve yiyecek aramaya başlıyor. Toprağı kazıyor, bitki kökü arıyor. Evet, bitki kökü...

Aç insanın önce karnı şişiyor, bir süre sonra da ansızın düşüp ölüyor. İşte o feci sahneleri yaşarken, maalesef çaresiz bir kadının çocuğunu pişirdiğini gördüm. O bahtsız ve psikolojisi altüst durumdaki kadını daha sonra askerler alıp götürmüşlerdi.

”Halamdan bir başka Kırım anısı da şöyle:

Büyükannem, çocuklarına çok düşkünmüş. Çocukları okuldan gelmeden önce hep evde olmak, onları karşılamak istermiş. Büyükannem, Rus komşularına oturmaya gittiği bir zaman, çocuklarının eve dönüş saatinde ziyaretini bitirir, komşu evinden ayrılırken, ev sahipleri kendisine, “Şakire Hanım, niye erken kalkıyorsun? İşte evin orada duruyor. Çocuklar gelir, evlerine girer” diyorlarmış. Büyükannem de, “Hayır olmaz, çocuklarım beni kapıda görünce sevinirler. Onları, bu sevgiden mahrum etmek istemiyorum” diyerek yola düşermiş. Komşuları ise büyükannemi uğurlarken, “Şakire Hanım, git bakalım, sanki çocukların büyüyünce, seni peskevetle [bisküvi] besleyecekler...”derlermiş.

Rus komşunun sanki içine doğmuş. Gün geldi, çocukları gerçekten büyükannemi bisküviyle beslediler. Bu vesileyle bir gözlemimi aktarmak istiyorum. Ülker’in yeni tesisleri açıldıkça, babamlar açılış törenlerine dedemi de götürürlermiş. Daha sonraki yıllarda büyükannemi götürdüklerine de tanık oldum. Dedem, tesislerin açılışında dua edermiş. Büyükannem de dua ederdi...

Hacı İslam Efendi’nin hayatı hapislerde geçiyor

Selçuk Berksan da, ailenin Bolşevik İhtilali ile birlikte karşı karşıya kaldığı ağır hayat şartlarını, babası Asım Ülker’den dinlemiş. Aslında Asım Ülker, İhtilal sırasında henüz 6 yaşında olduğu için kapıdaki tehlikenin farkında değilmiş. Ancak, geçen yıllarla birlikte, kendisini olayların içinde bulmuş. Selçuk Berksan, babası Asım Ülker’den dinlemiş olduğu Kırım’daki Bolşevik İhtilali dönemini şöyle anlatıyor:

Bolşevik İhtilali ile birlikte tüm Rusya’da iç savaş başlamış, dolayısıyla hayat zorlaşmış.

Kırım yönetimi, “Kızıllar”22 ve “Beyazlar”23 adı verilen iki grup arasında sık sık el değiştiriyormuş. Kızıllar yönetime gelince, evlere baskın düzenliyor, sıkı denetimlerde bulunuyorlarmış.

Babamın anlattıklarına göre, Kırım’da, komünizmin ilk dönemlerinde insanları birbirine düşürmek için olağanüstü çaba harcanırmış. Hatta o kadar ki, ilkokul öğrencisi çocukların, anne ve babalarını, öğretmenlerine şikâyet etmeleri için zemin hazırlanır, bu işte başarılı olan öğrencilere de ödüller verilirmiş. Makam ve mevki sahibi eğitimli ve deneyimli kişiler bir anda işinden çıkarılır, onların yerine Komünist Parti’ye mensup deneyimsiz kişiler getirilirmiş. Komünist Parti’ye katılanlar, hak ve hukuk sahibi olurmuş. Babamlar ise hukuksuzmuş.

Kırım’ın da içinde bulunduğu geniş Rusya coğrafyasında,1922 yılında “Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği” kurulmuş. Bu yeni devletin başına da Lenin getirilmiş.

Yeni devlet düzeninde, “hukuksuz” ilan edilen zenginler, memurlar, öğretmenler ve din adamlarına, Ruslar “kulak” diyorlarmış. Babam Asım Bey, “Biz kulak ilan edildik. Hiçbir hak ve hukukumuz kalmadı” demişti.

“Hukuksuzluğu” babamdan ayrıntılı bir şekilde öğrenmek istemiştim. O da bana, aynen şunları söylemişti:

“O dönemde, savaş şartları hüküm sürdüğü için kıtlık ve açlık vardı. Her şey, karneye bağlanmıştı. Ama biz, hukuksuz olduğumuz için gıda karnesi alamıyorduk.

Ben, doğru dürüst okula gidemedim. Sadece ilkokulu bitirebildim. İlkokulda, Türkçe ve Rusça öğrenmiştim. Aslında o, bildiğimiz Türkçe değildi, Tatarca idi. Tatar lehçesi de Türkçe'den çok farklıydı.

”Dedemiz Hacı İslam Efendi ise, hukuksuzluğun hüküm sürdüğü o dönemde, zamanının büyük bir kısmını ya hapiste ya da dağlarda saklanarak geçirmiş. Zaten saklanamazsa, hapsediliyormuş. Ara sıra hapishaneden çıktığında ise, ailesini geçindirmek için kâh özel ders veriyor, kâh tarımla meşgul oluyormuş.

Bu arada Asım ile Hakkı, ailenin sahip olduğu üzüm bağında çalışarak, evin geçimini sağlıyorlarmış. Sabri Amcam, çok küçükmüş. Babam Asım Bey bir yandan çalışıyor, bir yandan da dağlarda saklanan babasının yanına gidip, haber ulaştırıyormuş.

Dedem, bu kritik yıllarda eski öğrencilerinden çok yardım görmüş. Sık sık tutuklanıyor, ardından da serbest bırakılıyormuş. Tutuklanmadan önce, kendisini eski öğrencileri haberdar ediyormuş. Tutuklanacağı haberini alan Efendi Babamız, hemen dağa kaçıyor, saklanıyormuş.

Yeni komünist rejimde, yani Komünist Partisi’nde dedemin önemli yerlere gelmiş olan öğrencileri, Efendi Babamın hapisten çıkması için kendisine sürekli şekilde yardımcı oluyorlarmış. Kısacası, öğrencileri de komşuları da, Efendi Babamız ve ailesine yardım ve desteklerini esirgememişler.

“Stalin, Rusya’da kasıtlı kıtlık ve açlık çıkarmış”

Selçuk Berksan’ın nakletmiş olduğu aile anılarında, insanların yanı sıra hayvanlara yönelik trajik sahneler de yer alıyor. O dönemin sayfaları açıldıkça, bir asır önce Rusya topraklarında tüm canlılara reva görülen muamelenin boyutları gün ışığına çıkıyor.

Selçuk Berksan, Kırım’daki hem dede evinde, hem de tüm çevrede yaşanan olayları, şu sözlerle nakletmeyi sürdürüyor:

20. yüzyılın başında Rusya’da büyük bir iktidar mücadelesi yaşanıyormuş. Yönetime giren komünistler, halka pek çok vaatte bulunmuş. Ama o vaatler, uzun süreden beri yaşanan açlığı da önleyememiş. Bunun üzerine, iç isyanlar yoğunlaşmış. Babam, “Lenin’den sonra iktidara gelen Stalin, iç isyanları önlemek için kasıtlı şekilde suni açlık çıkardı” derdi.

Rusya’daki Bolşevik İhtilali sırasında, milyonlarca insanın öldüğünden söz ediliyor. Babamın verdiği bilgilere göre, açlıktan ölenlerin de, sayıları birkaç milyon olarak telaffuz ediliyormuş.

Rahmetli Efendi Babam, kıtlık felaketini önceden haber almış ve yakın çevresine, “Büyük kıtlık geliyor, hazırlıklı olun” demiş. Birçok kişi, dedemin bu uyarısını ciddiye almamış. Bunlardan bir kısmı zenginliğine güveniyor, bir kısmı da “Ben devlette şöyleyim, böyleyim, bizim sırtımız yere gelmez” diyerek övünüyormuş. Ama kıtlık başlayınca, ortaya çıkan şartlar, iç savaşı unutturmuş.

Önce, yüksek bir enflasyon gelmiş. Yani para, pul olmuş. Paranın değeri düşmüş. Babam, “Bir kibriti dahi, akıl almaz derecede fazla miktarda ruble ödeyerek alırdık” derdi. Enflasyonla birlikte, parası olanların, o paraları adeta sıfırlanmış.

Açlık, kol gezmeye başlamış. Yiyecek gıda bulamayan insanlar, sokaklardaki kedi ve köpekleri keserek, yemeye başlamış. Onu, kitle halinde ölümler izlemiş.

“Kırım’da zengin ve fakirleri, doktorlar belirliyormuş”

Selçuk Berksan’ın, babası Asım Ülker’den dinlemiş olduğu Kırım anılarının içinde, babaanneleri Şakire Hanım’a da geniş yer veriliyor.

Şakire Hanım, o kıtlık ve yokluk döneminde, ailesini Bolşevik yöneticilerin tahakkümünden korumak için çok ilginç planlar yaparmış. Gıda denetimi amacıyla eve gelen Bolşevik militanlar, her seferinde elleri boş dönermiş. Çünkü, Hacı İslam Efendi’nin evinde, görünürde gıda stoku yokmuş.

Bu sahnenin devamını da yine Selçuk Berksan’dan dinleyelim:

Efendi Babamızın, gelecek kıtlık haberini önceden aldığını söylemiştim. Bu haber, babaannemiz Şakire Hanım’ı da harekete geçirmiş.

Babaannemiz, önce gıda stokuna başvuruyor, varillere un doldurup, evin odunluk bölümüne saklıyormuş. Varillerin önünü de muntazam bir şekilde, kışın yakacakları odunla kapatıyor, aile, her akşam ölmeyecek kadar az gıdayla besleniyormuş. Aslında, ailenin tüm fertleri günlerini yarı aç, yarı tok geçiriyormuş.

Bu arada, okullara, polis eşliğinde gelen doktorlar, muayene edilen öğrencilerin sağlık durumlarına göre, iyi beslenen çocukların ailelerini tespit ediyorlarmış.

Okuldaki muayeneden sonra doktor, varlıklı aile çocuklarını bir kenarda topluyor ve “Bunların evinde yiyecek var, çünkü hepsi iyi beslenmiş” şeklinde rapor veriyormuş. Çocuklar, okuldan eve döndüklerinde, polis baskınıyla karşılaşıyorlarmış.

Gelecek tehlikelere hazırlıklı olan rahmetli babaannemiz, mutfakta sadece yarım teneke un saklarmış. Eve baskın yapan polisler de o yarım tenekeyi ele geçirdikten sonra, bir başka aramaya gerek duymaksızın unu alıp, evden çıkarlarmış.

Babam, yaşanan bu olayları şöyle anlatmıştı:

“Annem, çok tedbirliydi. Ailesinin gıdasız kalmaması için, bu yola başvurmuştu. Gıda sıkıntısı çeken komşularına yardım edememenin çaresizliği içinde, büyük üzüntü duyardı. Ama ne çare ki, öyle bir ortamda dayanışma ve yardımlaşma imkânı yoktu. Kısacası, herkes, kendi başının derdine düşmüştü.”

Eve gelen polisler, her tarafı talan eder, büyükannem ise bu gibi baskın ve aramaları, soğukkanlılığı sayesinde sorunsuz atlatırmış.

Bolşevik İhtilali’nde, Türkler de birbirine düşüyor

Devletler Ailesi’nin Kırım’da 1913-1929 yılları arasında yaşamış olduğu olayları günümüze taşıyan bir başka kaynak ise, Şakire Hanım’ın yeğeni Nihat Öner. Öner de, insanların hayatına kastedilen olayları, Asım Ülker’den dinlemiş. Bu anıların içinde, iktidarı elinde tutanların, kıtlık ve yokluk sırasında, sivil halka karşı giriştikleri zulüm ve işkenceler var.

Nihat Öner’in verdiği bilgiye göre, gözü parlak olan çocuklar, ailelerinin başına büyük dertler açıyormuş.

Şimdi, 20. yüzyılın 20. yılında yaşanan olayları Öner naklediyor:

Asım Ağabeyimden dinlemiştim; komünizm gelinceye kadar Kırım’da hayat çok güzelmiş. Ancak, komünist rejimle birlikte terör yaşanmaya başlanmış. Komünist militanlar, zengin aileleri, çocukların gözüne bakarak tespit ediyorlarmış. Asım Ağabeyimin anlattıklarına göre, gözü parlak olan çocukların, varlıklı ailelere mensup olduğu düşünülür, dolayısıyla evlerine baskın yapılırmış.

Kendileri, Kırım’daki Türk mahallesinde oturuyorlarmış. Komünist militanlar, insanlara çok zulüm yapıyor, özellikle Müslüman din adamlarını evlerinden, barklarından alıp, ya dağ başlarında makineli tüfeklerle tarıyor, ya da işkence yuvalarında öldürüyorlarmış.

Şakire Halamdan bu dehşet dolu olayları dinlerken, kendisine, “Anlattığınız zulmü yapanlar Ruslar mıydı?” dediğimde, şu cevabı almıştım:

“Oğlum, ne Rus’u... Öz be öz Türk komşularımız yaptı.

”Bir ara, Efendi Baba’yı da öldürmek üzere götürmüşler. Halam ve çocuklar, evde korku ve endişe içinde bekliyorlarmış. Allah’tan, Hacı İslam Efendi’yi götürenlerin başında bir talebesi varmış. Dolayısıyla, Efendi Babamız, bu talebesi sayesinde kurtulmuş.

“Ayakkabı tamircisini, devlet başkanı yapmışlar”

Sabri Ülker’in torunu Ali Ülker ise, ailenin 1920’lerde yaşamış olduğu Kırım trajedisini ve Bolşevik terörünü dedesinden dinlemiş.

Zulüm, beraberinde açlık, yokluk ve ölüm getirmiş. Mal mülk sahipleri, dağ başlarına sürgün edilmiş. Kimisi de trenlerle uzaklara, çok uzaklara gönderilmiş.

İşte, Ali Ülker’in, dedesinden dinlediği Kırım anıları:

Dedem Sabri Bey, Bolşevik İhtilali döneminde meydana gelen olayları dehşet içinde şöyle anlatırdı:

Ali Ülker de, dedesi Sabri Ülker’in anlattığı Kırım
hatıralarını dinleyen şanslı torunlardan biri. Sabri Ülker,
gelecek kuşaklara ders niteliğindeki anılarında,
ailesinin Kırım’da yaşadığı zulmü ayrıntılı bir şekilde
anlatır, “Kırım’la ilgili hiç de iyi hatıralarım yok” dermiş.
(Fotoğraf: Hürriyet Gazetesi Dokümantasyon Merkezi)

“Kırım’la ilgili hiç de iyi hatıralarım yok. Bolşevik İhtilali’yle birlikte, Beyaz Rusların son kalesi olan Kırım da düştü. Yeni iktidar işbaşına gelince, başlar ayak, ayaklar da baş oldu. Kırım yöneticiliğine, bir ayakkabı tamircisi getirildi. Bu yeni yönetici, babamı hiç sevmezdi.

Kırım’da, açlıktan çocukların öldüğüne şahit oldum. Para vardı, ama yiyecek yoktu. Babam, evden çıkıp, at sırtında günlerce dolaştıktan sonra, bir çuval un bulup getirmişti.

Bu arada, dağlık taşlık yerlere sürgün edilen insanlar, bulundukları araziyi verimli hale getirdiler, ama yine de komünistlere yaranamadılar. Yönetim, onlara, ‘Siz kapitalist zihniyete sahipsiniz’ dedi; hepsini trene koydu ve bir meçhule gönderdi.”

Kurt Seyit: “Türkiye ile mektuplaşanlar öldürülüyordu”

Bolşevik devriminin canlı tanığı ve Sabri Ülker’in çocukluk arkadaşı Kırımlı Kurt Seyit Çalı, İstanbul’da yaşıyor. 1919 yılında Kırım’da doğmuş. Sabri Ülker’den sadece bir yaş büyük. Hayatı bir roman...

Çocukluk yıllarında, Bolşevik yönetimiyle tanışmış, gençlik yıllarında ise Hitler’in Nazi ordusunda askerlik yapmış.

Kurt Seyit Çalı, önce savaşmış, sonra yenilen tarafta kalmış. Ardından da Avrupa topraklarını doğudan batıya, bir uçtan bir uca yaya olarak katetmiş.

Şaka gibi geliyor ama, Sabri Ülker’in bu çocukluk arkadaşı, Romanya, Macaristan, Avusturya derken, soluğu İtalya’da almış. Daha sonra bu ülkede, savaşın galiplerine ait askeri bir kampa sığınmış. Uzun bir mücadelenin ardından, özgürlüğü 1948 yılında Türkiye’de tatmış.

Kurt Seyit Çalı’yı, İstanbul Kadıköy’deki evinde 2011 ve 2012 yıllarında ziyaret ettik. Yaşı, bir asra yaklaşmıştı. Ama hafızası, şaşırtacak derecede pırıl pırıldı... Yaşadığı olayları, zaman, mekân ve kişi olarak hiç duraksamadan anlatıyor. Dinleyenler, Kurt Seyit Çalı’nın anlattıklarını bir bilimkurgu senaryosu zannediyor.

Bu ihtiyar delikanlıyı dinledikçe, anlattıklarının birer gerçek hayat hikâyesi olduğu konusunda en küçük tereddüdünüz kalmıyor. Çünkü yaşadığı tüm olayları hem ayrıntılı hem de güven verici bilgilerle naklediyor. Hikâyemizin ilerleyen bölümlerinde Kurt Seyit Çalı ile yine karşılaşacağız. O bölümlerde de dehşet dolu ve heyecan verici başka sahneleri izleyeceğiz.

Sabri Ülker’in çocukluk arkadaşı Kırımlı Kurt Seyit Çalı, İstanbul’da yaşıyor.
Bir asra yaklaşan yaşına rağmen, gençlik yıllarında yaşadığı dehşet dolu olayları
ayrıntılı bir şekilde hatırlıyor.

Şimdi, 1920’li yılların Rusyası’na gidelim ve İstanbul’daki “canlı tarih”i izleyelim...

1919 yılında Kırım’da doğdum. 1917 Bolşevik İhtilali ve sonrasındaki gelişmeler nedeniyle hayatımda çok değişiklik oldu. Herkesin hayatı da öyle oldu...

Mesela, babam Hüseyin Bey’i hiç tanıyamadım. 1920 yılında, Bolşevikler yüzünden Kırım’ı terk eden babam, Türkiye’ye kaçmış. Ben, anamla büyüdüm. Baba nedir, bilemedim. “Baba” demek, benim için çocukken, Türkiye’deki bir adresten ibaretti. Bu adresi hâlâ unutmam: “Üsküdar, Eskimahkeme Sokak, No 3.”

Kırım’ın Yalta’sında, Korbek köyünde hayat, ihtilalden önce bizler için çok güzelmiş. Bolluk bereket varmış. Ama Bolşevik iktidarı, bu güzel hayatı elimizden almış. Babamı da ya sürgün edeceklermiş ya da öldüreceklermiş; o yüzden kaçmış. Aynı şekilde Asım Ağabey ile Sabri Bey’in babaları Hacı Baba da [Hacı İslam Bey] zulme uğramış. Annem sık sık sorguya çekilirken, ben henüz süt emiyormuşum. Bu durumu işiten Hacı Baba, Komünist Yönetim Merkezi’ne giderek annemi kurtarmış.

Hacı İslam Bey’in aile fertlerinin hemen hepsini tanıdım. Bugün de onları rahatlıkla hatırlayabiliyorum. Hacı Baba’nın Asım, Sabri ve Hakkı adında erkek çocukları vardı. Sabri, emsalim olduğu için, bir araya gelince arkadaşlık yapıyorduk. Ailelerimizin buluşması sırasında babamdan gelen mektupları, HacıBaba’ya okutuyor, kendisine “Cevap verelim mi?” diye soruyorduk. O da, “Sakın ha, sizin göndereceğiniz mektup komünistlerin eline geçerse, hepinizi sorgusuz sualsiz öldürürler!” diyerek bizi uyarıyordu.

Bolşevik İhtilali’yle birlikte Kırım’da durum iyileşeceğine, daha da kötüleşti. Kırım’ın yöneticiliğine de “Sapojnik24 Memet” [Memet Kubayev] adında ayakkabı tamircisi bir komünisti getirdiler. Bu arada Türkiye’ye kaçmak zorunda kalan babamın geri dönemeyeceği kesinleşince, köydekiler, annemin yeniden evlenmesi gerektiğini söylediler. Hatta, aracılık yaptılar. Annemi, üç çocuklu bir erkekle evlendirdiler.

Annemin evlenmesi, çok gücüme gitmişti. İlk mektebi bitirince, köyden de, annemin yanından da ayrılmaya karar verdim. Öyle de yaptım; Akmescit [Simferopol] şehrine gittim...

Kurt Seyit Çalı, kendi hayat hikâyesini anlatırken, o dönemin şartlarını değerlendiriyor ve Hacı İslam Efendi Ailesi’nin özgürce yaşayabilmesi için tek kurtuluş yolunu da işaret ediyordu:

Kırım’ı terk etmek...

Kırım, Devletler Ailesi için vatan toprağıydı. Ancak, oradaki rejim, ailenin “vatandaşlık hakkı”nı elinden almıştı. 18 yaşından beri adeta göçebe hayatı yaşayan Hacı İslam Efendi, bir kez daha göç etmekle karşı karşıya kalacaktı.

Umut ile umutsuzluk arasında sadece bir adım olduğu söylenir. Ancak, o adımı atabilmek önemli. Aileyi “umut”a taşıyacak adım, nerede ve ne zaman atılmalı; adımı atanlar ise, nereye doğru yönelmeli?

Bütün bu soruların cevabını da, hayat hikâyemizin akışı içinde göreceğiz...

1912-1915 yılları arasında yaşanan olaylar

Kırımlı Devletler Ailesi’nin büyük mağduriyet yaşadığı 1912-1915 yılları arasında, savaşlar birbirini kovaladı. Osmanlılar, dört bir yandan saldırıya uğradı. Bu arada İngilizler, Kıbrıs’ı ilhak etti. Şimdi, o dönemde yaşanan olayları izleyelim:

  • 14 Nisan 1912 – Tahta malzemeyle yapılmış tarihi Galata Köprüsü’nün yerine, Alman MAN firması tarafından iki yılda imal edilen çelik iskeletli yeni köprü, İstanbulluların hizmetine açıldı. Köprüden geçişler, 1930’a kadar paralı olacaktı. Geçiş ücretine de “Mürûriye” deniliyordu. 15 Haziran 1929’a kadar Kırım’da ailesiyle birlikte zor şartlarda yaşayacak olan Hacı İslam Efendi, Galata Köprüsü’nü bir “özgürlük” ve “kurtuluş” simgesi olarak görüyor, eşini ve evlatlarını bu köprünün üzerinden geçirebilme hayali kuruyordu. Sabri Ülker de 1930’lu yıllarda ticareti bu köprüde öğrenecekti.
  • 5 Ağustos 1912 – Padişah Sultan Reşad, Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nı feshetti. Başkent İstanbul’daki Meclis, ancak iki yıl sonra, 14 Mayıs 1914’te toplanabildi.
  • 5 Kasım 1914 – Birinci Dünya Savaşı’nda, İngilizlerin karşısında yer almamız üzerine, 308 yıldan beri Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetiminde bulunan Kıbrıs Adası, Büyük Britanya Krallığı tarafından ilhak edildi.
  • 18 Mart 1915 – Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu’nun karşısında yer alan Britanya İmparatorluğu’na bağlı devletler ile Fransa donanmaları, Çanakkale Boğazı’nın kontrolünü ele geçirmek amacıyla denizden saldırıya geçti. Ancak, Osmanlı donanması, üç filodan oluşan İtilaf Devletleri gemilerine, “Çanakkale geçilmez!” dedi.
Önceki
Hikaye
Sonraki
Hikaye