1960’larda iş dünyasının güvenini kazanan Ülker’e, peş peşe yeni yatırım teklifleri geliyor.

Asım ve Sabri Ülker kardeşlerin “itibar”ı ön planda tutan davranışları, iş âleminde kısa sürede karşılığını buldu. Ardından İstanbul’daki değişik sektörlerde faaliyet gösteren yatırımcılar, yeni sanayi projelerinin ortaklığına, Ülker firmasını da davet etmeye başladı.

Toplumsal hayatta insanlara verilen değerler gündeme gelince, öncelikle “itibar”dan söz edilir. İtibar, saygı görme ve saygı gösterme halidir; bir başka ifadeyle, değer vermedir. İtibar, içinde bulunduğumuz sosyal ortamda belirlenir.

Halk arasında sıkça kullanılan, “Allah, itibardan alıkoymasın” temennisi, insanların sosyal yaşamda bu konuya ne kadar önem verdiklerini gösteren bir ifadedir.

İtibar, ticari hayatta da çok önemsenir. Bir ticaret erbabının eleştirisi yapılırken, “itibarlı” ya da “itibarsız” olduğu söylenir. İtibarlı kişi, güvenilir kişidir. İtibar etmek de; saygı göstermek, hürmet etmek veya değer vermek anlamlarında kullanılır.

Prof. Dr. William Hersey Davis, itibarı bir fotoğrafa benzetiyor; onun, bir saatte öğrenilebileceğini, ancak karakterin bir yılda açığa çıkmayacağını ifade ediyor. Bu konudaki değerlendirmesini şöyle tamamlıyor.

“İtibar, insanların mezar taşına kazıdıklarıdır; karakter ise, meleklerin Allah (C.C.) huzurunda senin için söyledikleri...”

Tabii itibar da, ya süreli olur ya da sürekli...

Süreli itibar, gelip geçicidir; sürekli itibar ise kalıcı...

Sürekli itibarın kaynağı karakter, sonsuza kadar devam eder.

Zaman zaman yakın çevresine hayatın içinden “altın öğütler” veren kahramanımız Sabri Ülker, bir gün eşi Güzide Ülker’in yeğeni Mehmet Kösdağ’ı karşısına alıp, şu nasihatte bulunmuş:

“Mehmet; sakın ola, kapınıza gelen alacaklıyı boş çevirmeyin. Daima, itibarınızı koruyun. Siz, bu konuda rakiplerinizden bir adım önde durun; nöbetteki askerler gibi olun...”

Dostları, Sabri Ülker’in hem özel yaşamında, hem de iş hayatında gelip geçici itibara hiç heves etmediğini söylüyorlar ve bu değerlendirmelerini yaparken, “Çünkü Sabri Bey’in bu meziyeti, karakterinden kaynaklanıyordu” diyorlar.

İstanbul sanayicilerinden, Ülker’e ortaklık teklifi...

Asım ve Sabri Ülker kardeşlerin itibarı ön planda tutan davranışları, iş âleminde karşılığını buluyor, Ülker müessesesi de kısa sürede “itibarı yüksek” bir konuma ulaşıyordu.

Ülker şirketinde, söz senetti. Yazılı anlaşma veya bono gibi ticari evraklar olmasa dahi, ödemeler, taahhüt edildiği gün yapılırdı. Bu tavır, Ülker’e yeterince itibar kazandırıyordu.

Her ticari kuruluş gibi, Ülker’in de zor durumlara düştüğü anlar oldu. Ama onlar, ödemelerini hiç aksatmadılar. Hem Asım Ülker hem de Sabri Ülker, bu konuda çok titizdi.

Ülker kardeşler, işleri kendi akışına bırakmaz, ticaretin tüm meşru kurallarını kullanırlardı. Hammadde tedarikinde nakit alımları tercih eder, iyi pazarlık yapar, işi bildikleri için kaliteli ve makul fiyatlı mal üretirlerdi.

1950’li ve 60’lı yıllarda, ticaret hayatındaki psikolojik ortam çok farklıydı. İnsanlar, “senet” olayına dikkat eder, vadesinde ödeme yapmak için büyük çaba harcarlardı. Aslında, hiç kimsede “Tahsilat gecikir mi?” endişesi de yoktu. Zaten tahsilatın gecikmesine sebep olan tüccar veya sanayici, bir anda itibar kaybederdi.

Ticari hayatta, “Başkasından en az bir konuda iyi olmak” kuralı, başarının anahtarıydı. Ülker, hem ticari piyasada, hem de gıda sektöründe, her konuda başkasından iyi olduğunu ispatlayınca, aranılan ve itibar edilen bir müessese oluyordu.

“Sürekli itibar”, 1960’lardan itibaren İstanbul’daki iş âleminde tüm kapıları Ülker firmasına açtı. Asım ve Sabri Ülker kardeşlere gıda sektörünün dışından da peş peşe davetler gelmeye başladı. Bu davetlerden ilki, 1967 yılında yapıldı.

İstanbul Ticaret Odası başkanlarından Nuh Kuşçulu ile iş âleminin tanınmış simalarından Bülent Çorapçı, Mersin’de bir cam sanayii tesisi kurmak için teşebbüse geçtiler. Aralarına, Sabri Ülker’i de almak istiyorlardı. Ülker, gıda sektörü dışındaki bir yatırım için gelen bu ortaklık teklifine olumlu cevap verdi. Ülker Bisküvi, Çikolata ve Şekerlemecilik Limited Şirketi, Anadolu Cam Sanayii’nin kurucu ortağı oldu. Bu teşebbüsün ortakları arasında, dönemin başarılı işadamları yer alıyordu.

 

Bülent Çorapçı, 1967 yılında, dönemin İstanbul Ticaret Odası Başkanı
Nuh Kuşçulu ile birlikte cam sanayii projesi hazırlamış. Bu teşebbüsün
ortakları arasına Sabri Ülker’i de davet etmiş.

 

Projeye öncülük eden Bülent Çorapçı, Anadolu Cam Sanayii teşebbüsünü anlatırken, Türk özel sektörünün ilk ciddi örgütlenme örneğini de bugünlere taşıyordu:

Sabri Bey’le 1967 yılında, Mersin’deki Anadolu Cam Sanayii’nin kuruluşu sırasında tanıştım. İstanbul Ticaret Odası baş- kanlarından merhum Nuh Kuşçulu ile birlikte Mersin’de bir cam sanayii tesisi kurma teşebbüsümüz vardı. Ancak, o yıllarda Türkiye’deki oto finansman imkânları çok dardı. Söz konusu tesisin projeleriyle birlikte, uluslararası finans kuruluşu IFC’ye başvurmuştuk. Bu kuruluş da, 100 milyon lira sermayeli bir şirket kurma şartını önümüze koymuştu.

Kendi kıvamımızdaki insanlarla görüşerek, cam sanayii şirketine sermaye sahibi ortaklar aramaya başladık. Projemizi hazırladık, teşvik belgemizi aldık, Vehbi Koç’un da aralarında bulunduğu pek çok işadamına başvurduk. İşte bu dönemde ortaklık teklif ettiğimiz işadamlarından biri de Sabri Ülker’di. O dönem, Sabri Bey’in en cevval olduğu dönemdi.

Anadolu Cam Sanayii’nin ortaklık yapısını oluşturduk. Yapı ve Kredi Bankası da ortaklarımız arasındaydı. Bankayı, şirkette Genel Müdür Fahrettin Ulaş temsil ediyordu. Bunun yanı sıra Sabri Ülker, İbrahim Bodur, Sabahattin Topbaş ve Şaban Gazioğlu Beyler ile Prof. Dr. Sabahattin Zaim Hoca da aramızdaydı. Bir ara, avukat Yusuf Türel Bey de yönetimde bulunmuştu.

“Sabri Bey, insana ve bilgiye çok değer verirdi”

Bülent Çorapçı, Anadolu Cam Sanayii’nin yönetim kadrosunda bulunurken, ortaklarından Sabri Ülker’i de yakinen tanımış ve bu işadamının vasıflarından yararlanmış.

Çorapçı, Ülker’in özelliklerini şu sözlerle anlatıyor:

Anadolu Cam Sanayii şirketindeki ortaklığımız dolayısıyla, Sabri Bey’i yakından tanıma imkânı elde ettim. İşte o dönemde ve ileriki yıllarda Sabri Bey’in pek çok üstün meziyetlerini gördüm. Sabri Bey’in özelliklerini şöyle sıralayabilirim:

Sabri Bey, öncelikle insana değer verirdi. Bunun yanı sıra bilgiye de değer verirdi. Bilgili olan kişilere büyük saygısı vardı. Onları, hoca-talebe münasebeti içinde saygıyla dinler; aklına yatan hususları, konuştuğu kişiden aldığı deneyimleri, kendi işletmelerinde tatbik edebilme cesaretini de gösterirdi. Sabri Bey, bununla da kalmaz, büyük bir açık yüreklilikle “Ben, falan tarihte sizlerle şu şu hususları konuşmuştum. Sizden aldığım o bilgileri, kendi iş hayatımda uyguladım” derdi.

Bilirsiniz, pek çok kişi konuşulanlardan elde ettiği bilgileri hemen kapar, iki gün sonra da bir başka toplantıda o bilgileri sizlere satmaya kalkar. Tabii siz de içinizden gülersiniz, ama nezaketiniz, bunu, o kişinin yüzüne vurmaya el vermez.

Sabri Bey’in işte böyle insani, hümanist tarafı vardı. Zannediyorum bu, kendi inanç dünyasıyla alakalı olan kısımlardan başka bir de kendisinin, ailesinin komünist idaresinden gelmiş olmasının da etkisi vardır.

“Toplantılara, Batı ülkeleri disiplinini getirdi”

Bülent Çorapçı’nın verdiği bilgilere göre, Sabri Ülker, Anadolu Cam Sanayii yönetim kurulu toplantılarına hem disiplin hem de demokrasi getirmiş:

1960’lı yıllarda Türkiye’de iş âlemindeki idare meclislerinde, başta Amerika olmak üzere Batı ülkeleri şirketlerindeki gibi kurallar yoktu. Ancak, o dönemde Sabri Bey’den toplantı adabı hususunda çok şey öğrendim. Sabri Bey, yönetim kurulu toplantılarında çok az konuşur, öz konuşur ve karşısındaki muhatabına söz hakkı tanırdı. Batı ülkelerinin şirketlerinde bulunan yönetim kurulu toplantı adabını, disiplinini ilk defa Türkiye’de Sabri Bey’in ciddi tavrı nedeniyle Anadolu Cam Sanayii’nde gördüm.

Sabri Ülker’in bir başka özelliği ise, ciddiyetinin yanı sıra inançlı oluşuydu... Sabri Bey kadar inançlı işvereni pek az görmüşümdür. Sabri Ülker, Allah’ın verdiği vuzuhla (açıklık), inandıklarını sonuna kadar tatbik etme gücüne sahip olabilen bir kişiydi. Onun ağzından söz alabilmek çok güçtü, ama verdiği sözün de ne pahasına olursa olsun arkasında dururdu. Kısaca söylemek gerekirse, Sabri Bey’in iş hayatındaki ciddiyet ve ahlaki tutumuna pek başka taraflarda rastlamadım dersem, caizdir. Sabri Bey, bu konuda gerçekten tam numara alır.

Vehbi Bey’in (Koç) hayat hikâyesinde şöyle bir ifadesi var: “Benim mezar taşıma, ‘Bu adam, şirketlerine adam bulmakta çektiği zorluk kadar, hiçbir şeyden çekmedi’ yazılsın.”

Adam bulma meselesi, Türkiye’nin değil, bütün dünyanın meselesidir. Konuyu Sabri Bey’e getirmek istiyorum. Bazı insanlar, belki tecrübeye bağlı olarak, belki de yaradılıştan, bir insanı gördükleri zaman on beş dakikalık süre içinde onu anlı- yorlar. İşte Sabri Bey’de de bu hassa (özellik) vardı. Kendisi, bir şahsa baktığı zaman bir nevi nüfuz-u nazar (etkili bakış) ile bakıyordu ve adam alımlarında sorduğu öyle sorular vardı ki, çok başarılı bir adam alma sanatına sahipti. Tabii bunun yanı sıra Sabri Bey’de çok iyi bir insan yönetme kabiliyeti de vardı.

Sabri Bey’in bir başka özelliği ise tolerans sahibi olmasıydı. İnancında en ufak bir tolerans yoktu, ama insani münasebetlerinde vardı. Cam Sanayii yönetim kurulu toplantılarında, aramızda mütedeyyin (dindar), Müslüman ve çok sert, imanlı bir ağabeyimiz vardı. Çok çabuk sinirlenirdi. Onun sinirini en çabuk teskin edebilen kişi, Sabri Bey’di. Toleranslı davranır, o sert ağabeyimizin vuruşları Sabri Bey’in sinesine (bağrına) adeta alev gibi gelir, ama bir gül yaprağı gibi dökülürdü.

İbrahim Bodur: “Sabri Bey’le cam fabrikası kurduk”

Türkiye’de seramik sanayiinin öncülerinden, duayen işadamı, Kale Grubu Onursal Başkanı İbrahim Bodur, Sabri Ülker’le bir dönem İstanbul Sanayi Odası’nın yönetiminde bulunmuş. Aynı dönemde, Anadolu Cam Sanayii’nin kurucu ortağı olmuşlar.

İbrahim Bodur, bir yandan Anadolu Cam Sanayii’nin kuruluşunu anlatırken, bir yandan da Sabri Ülker’le ilgili anılarını naklediyor ve “Sabri Bey, ekmeğini kara taştan çıkarırdı” diyor. Şimdi, İbrahim Bodur’u dinleyelim:

Biz, tabii yıkım yıllarını da görmüş aileleriz. Hepimiz zaten köyde-kentte doğmuşuz. Yani background’umuz aynı. O, Kırım’da bir köyde doğmuş; ben, Çanakkale’nin Yenice kazası Nevruz köyünde doğmuşum...

Sabri Bey’i, ağabeyimin yanı sıra aslen Kırımlı olan eski milletvekili Ahmet İhsan Kırımlı’dan da duyardım. Ahmet İhsan Bey de Sabri Beyler gibi Kırım göçmeniydi. İlerleyen yıllarda Sabri Bey’i Nuh Kuşçulu’dan işittim. Sabri Bey’le 70’li yılların sonu veya 80’li yıllarda İstanbul Sanayi Odası Meclisi’nde bir araya geldik. O dönemde Sanayi Odası’na muhafazakâr, milliyetçi ve maneviyatçı kişiler olarak birlikte bir yön vermek istiyorduk. İşte bu vesileyle Sabri Bey, Nuh Kuşçulu ve Çavuşoğulları ile birlikte hareket ettik.

Sabri Bey, İstanbul Sanayi Odası’nın yönetimine girdi, ama çok çabuk çıktı. Fakat bu dönemde Sabri Bey, Kuşçulu ve Çavuşoğulları ile birlikte Mersin’deki Anadolu Cam Fabrikası’nı kurduk. Bu fabrikanın yönetim merkezi İstanbul Beşiktaş’taydı. Yönetim kurulu toplantıları vesilesiyle sık sık bir araya gelirdik.

Anadolu Cam Fabrikası’nı kurarken, bu cam işinde gelecek olduğunu biliyorduk. Paşabahçe firması, bu işi bir tröst şeklinde yapıyordu. Cam fabrikasını Ortadoğu ülkelerine cam mamulleri ihraç etmek amacıyla kurmuştuk. Kurucular, aşağı yukarı on-on beş kişiden oluşuyordu. Hakikaten çok iyi bir kuruluştu. Emek verilmişti.

İş Bankası, fabrikanın kuruluşuna katılmak istiyordu. Sabri Bey, “Aramıza banka almayalım” diyordu. Ancak Sabri Bey azınlıkta kaldı, fabrikanın kurucu heyetine İş Bankası değil, ama Yapı Kredi Bankası alındı.

“Sabri Bey, ekmeğini kara taştan çıkarırdı”

Mersin’deki Anadolu Cam Sanayii, zamanla gelişti ve Paşabahçe Şişe-Cam’a bayağı rakip hale geldi. Bu durumu, uzun yıllar Paşabahçe’nin yöneticiliğini yapmış olan Şahap Kocatopçu ileriki yıllarda bana anlatacaktı.

Zaman içinde Anadolu Cam’ın sermaye artırımına gitmesi icap etti. Sabri Bey’le birlikte “Sermayeyi biz koyalım” dedik, ancak Yapı Kredi, hisselerinin bir kısmını İş Bankası’na sattı. Böylece iki banka bize ortak oldu ve hisse oranları da yüzde 50’yi geçti. İleriki yıllarda Yapı Kredi, elindeki hisseleri de Iş Bankası’na devrediyor ve dolayısıyla Anadolu Cam, İş Bankası’na geçmiş oluyordu.

Anadolu Cam’daki hissemi satmamakta direndim. Hâlâ da duruyor. Sabri Bey de işin başında satmamış, direnmişti. Sonradan sattığını da zannetmiyorum. İşte Sabri Bey’le birlikte böyle bir mücadelemiz vardı. Sabri Bey, hakikaten kara taştan ekmeğini çıkarabilen, gayet iyi niyetli, samimi, inançlı bir müteşebbistir. Sabri Bey’in önemli olan diğer bir vasfı ise, öyle çok arkadaş, dost edinmemesiydi. Benden büyüktü, ama beni severdi.

21. yüzyılda o eski dostluklar pek nadiratta kaldı. Dost vardır, ama dosdoğru dost olmak lazım. Sabri Bey, dosdoğru dostlardandır. Özü sözü birdir. İstikrarlı, güvenilir, hak hukuk tanıyan, helal-haram bilen, inançlı, o yapıda fevkalade iyi bir insandır.

Sabri Bey’le pek öyle ortak seyahatlerimiz olmadı, ama zaman zaman İstanbul’da bir araya gelirdik. Bilhassa ramazan gecelerimiz, ramazan sohbetlerimiz olurdu. Bu toplantılarda Sabri Bey’le birlikte, rahmetli Aydın Bolak Bey ve Bülent Çorapçı da bulunurdu.

“cumhuriyet kuşağının ce’pheye giden ilk askerleriyiz”

Sabri Bey’in hayat tecrübesi ve görüşü vardı. Bin bir sıkıntının içinden gelmiş, hayatın bütün yönlerini bilirdi. Basacağı yerde, “sağlam”ı görmeden basmazdı.

Bizler, Cumhuriyet kuşağının cepheye ilk giden askerleriyiz. Cumhuriyet’in kuruluşu, 1923. O zamanlar ülkede hiçbir şey yok. Sümerbank’ın kuruluşu ise, 1930’lar. Biz, İstanbul Sanayi Odası’nı kurarken 750 üye lazımdı, 600 üyeyi zor bulduk. Bunların çoğu da Kazlıçeşme tabakhanecisiydi. İşte o dönemden, Derimod’un sahibi Hasan Yelmen’le biz kaldık hayatta...

Sabri Bey, daima bir şeyler yapmak, bir şeyler üretmek için gayret ederdi. Sanayide de esasen yapılan hizmetler, insan içindir. Sanayide üç sektör, hele kalkınma dönemindeki ülkelerde çok önemlidir. Birincisi, gıda sektörüdür. Çünkü insanın yemeden, içmeden yaşaması mümkün değildir. Bu sektör, her ne olursa olsun daima ayakta kalır, müşterisi olur. İkincisi, insan örtünecek... Dolayısıyla tekstil sektörü çok önemlidir. Üçüncüsü de, inşaat sektörü. Toplumun, ailenin başını bir yere sokacaksın. Bu üç sektör, kalkınan ülkelere gerekli temel sektörlerdir. Bu sektörler, düşer kalkar, ama mutlaka hâkim olur.

Sabri Ülker, alüminyum sanayiine giriyor

Asım ve Sabri Ülker kardeşler, 1960’ların ikinci yarısından itibaren, iş âleminde güvenilen ve aranılan kişi oldular. Bu arada, özel sektörün yatırım projeleri birbirini takip etmeye başladı. Müteşebbisler, kendilerini yarı yolda bırakmayacak ortak arayışına geçiyor, hemen her proje grubu, aralarına dahil etmek için Sabri Ülker’in kapısını çalıyordu.

1967 yılında Anadolu Cam Sanayii kurulmuş, ortaklardan Sabri Ülker’in üstün vasıfları, iş âleminde kısa sürede duyulmuştu. Şimdi sırada, NASAŞ Alüminyum Sanayii’nin kuruluşu vardı. Bu defa, Sabri Ülker, projenin öncüleri arasında yer alıyordu.

Türkiye, sanayileşme sancısı çekerken, bazı muhalif grupların “gazoz sanayii”, “montaj sanayii” yakıştırması yaptığı teşebbüsler, aslında Türk sanayiinin altyapısını oluşturma gayreti güdüyordu. Alüminyum, 1960’lı yıllarda, Türkiye’de şiddetle ihtiyacı duyulan bir yarı mamul maddeydi. Ancak, bu ürün, henüz ülkemizde ileri teknolojiyle üretilmiyordu.

Özel sektörün alüminyum projesinin yanı sıra, devlet de bu işe girmek istiyor, Etibank Genel Müdürlüğü, Seydişehir’de Sovyetler Birliği’nin ortaklığı ve teknik desteğiyle bir alüminyum fabrikası kurma hazırlığına girişiyordu.

Özel sektörün alüminyum fabrikası kurma teşebbüsünün içinde ise, Sabri Ülker’in yanı sıra, Nuh Kuşçulu, Sabahattin Topbaş ve Hasan Uğur yer alıyordu. Ayrıca, Türkiye İş Bankası, Akbank ve İstanbul’da yaşayan bir grup Nevşehirli işadamı da projeye dahildi.

Sabri Ülker, Nuh Kuşçulu ve arkadaşları, aralarına Anadolu Grubu’nu da almak istediler. Bu niyetlerini, bir ziyaretle grubun başkanı Kâmil Yazıcı’ya açtılar. Yazıcı, Sabri Ülker’le ilk defa karşılaşıyor, misafirlerinin getirdiği proje hakkında bilgi aldıktan sonra, “Ben de varım” diyerek el sıkışıyordu.

Sabri Ülker, NASAŞ’la ortaklığını sürdürürken, Kâmil Yazıcı ile uzun soluklu bir dostluk ilişkisinin de temellerini atıyordu.

Şimdi, 1960’ların sonuna gidelim ve bu alüminyum sanayiinin kuruluş hikâyesini Kâmil Yazıcı’dan dinleyelim:

Sabri Bey’le, 1969 yılında, dönemin İstanbul Ticaret Odası Başkanı rahmetli Nuh Kuşçulu vasıtasıyla tanıştım. Nuh Bey; arkadaşları Sabri Ülker, Sabahattin Topbaş ve Hasan Uğur’la birlikte bir iş görüşmesinde bulunmak amacıyla ziyaretime geldiler.

Ziyaretçilerim arasında bulunan dostlarımdan, Sabri Bey’in bisküvi imalatı yaptığını işitmiştim. Bu arada, Sabahattin Bey’le Hasan Bey’in de tekstil işi yaptıklarını biliyordum.

Ziyaretçilerim, yeni bir sınai yatırım projesi üzerinde görüşme yapmak istediklerini açıkladılar. Bu, alüminyum sanayii idi. Konu bana açıldıktan sonra, “Var mısın, yok musun?” diye sordular. Böyle bir teşebbüse dahil olabileceğimi söyledim.

Kısa sürede ortaklık yapımızı oluşturduk. “NASAŞ” adını verdiğimiz alüminyum şirketini kurduk. Kurucular arasında, ziyaretçilerimin yanı sıra Türkiye İş Bankası, Akbank ve Nevşehirli bir grup da bulunuyordu.

NASAŞ’ın kuruluşu, 1970’li yılların başında gerçekleşme aşamasına geldi. Söz konusu tesis, Ereğli Demir Çelik Sanayii’nin boyutunda olacaktı.

Özel sektörün kurmak üzere olduğu bu ilk büyük metal sanayi şirketi, dönemin Adalet Partisi iktidarı tarafından da büyük destek gördü, teşvik aldı. Ortaklar heyeti, şirket yönetim kurulu başkanlığını uhdeme tevdi (sorumluluk verme) ettiler. ABD’ye giderek Dünya Bankası’ndan IFC kredisi aldık. Bu arada bir Amerikan firması ile de kno™w-ho™w anlaşması yaptık.

Sabri Bey’le bu şirketin yönetiminde 20 yıldan fazla birlikte çalıştık. Bilindiği gibi, 1983 yılında merhum Turgut Özal başbakan oldu. O dönemde bizim şirketlerimiz krize girince, NASAŞ’taki ortaklıktan ayrılmak, hisselerimizi de Türkiye İş Bankası’na devretmek mecburiyetinde kaldık. Sabri Bey’ler ise, ortaklıklarını bir süre daha devam ettirdiler.

“Sabri Bey’e, Amerika’dan bisküvi numunesi getirdim.”

Bu vesileyle, Sabri Bey’le ilgili bir anımı nakletmek istiyorum. NASAŞ için, ortaklarımız Sabahattin Topbaş ve Hasan Uğur’la birlikte ABD’ye gidiyorduk. Heyetimizde, şirketimize genel müdür olarak atanan, Sümerbank’ın eski genel müdürlerinden Selahattin Akyol da vardı.

Seyahate çıkarken, Sabri Bey bana; “Kâmil Bey, Amerika’dan gelirken, bisküvi ve çikolata numunelerinden birer adet getirebilirseniz, memnun olurum” demişti. Doğrusu, Sabri Bey’in bu isteğini merakla karşıladım, “Sözü mü olur, memnuniyetle getiririm, ama birer bisküvi ve çikolatayı ne yapacaksınız?” diye sordum. Sabri Bey, herhangi bir açıklama yapmadı, ama böyle bir zahmete katlanırsam, memnuniyet duyacağını tekrarladı. Hiç unutmuyorum, Amerika’da gittiğim yerlerden Sabri Bey için birer, ikişer bisküvi ve çikolata çeşitleri alıp getirdim.

Şimdi, NASAŞ yönetiminde karşılaşılan aksaklıklarla ilgili düşüncelerimi anlatmak istiyorum.

Sabri Bey, çok çalışkan, prensiplerine ve geleneklerine sıkı sıkıya bağlı, manevi tarafı kuvvetli, dürüst ve karakter sahibi bir arkadaşımızdı. Kendisiyle tanışmaktan ve ortak iş yapmaktan hep memnuniyet ve mutluluk duydum. Sabri Bey’in şirket yönetim kurulu toplantılarındaki hassasiyetini de bizzat yaşadım. Kendisi, zaman zaman yöneticilerin yetersizliğini ve yanlışlarını tespit eder, konuyu yönetim kurulu toplantısına getirir, bu yüzden ortaklar arasında tartışmalar da yaşanırdı. Sabri Bey’in muhalefetini ve uyarılarını dikkatle takip ederdim. Ancak, diğer ortaklar bazen tepe yöneticileri koruma ihtiyacı hissederlerdi. Aradan yıllar geçtikten sonra, Sabri Bey’in bu tespitlerinin çok yerinde ve doğru olduğunu yaşayarak gördüm.

Sabri Ülker’den Kâmil Yazıcı’yı şaşırtan ortaklık teklifi

Kâmil Yazıcı’nın Sabri Ülker’le ilgili anılarında, “Hayretle karşılamıştım” dediği bir sahne de var.

Şimdi de o sahneyi izleyelim:

 

Anadolu Grubu Onursal Başkanı Kąmil Yazıcı, Sabri Ülker’le
1969 yılında, NASAŞ Alüminyum Sanayii’nin kuruluş
aşamasında tanışmış. Projeyi oluşturan özel sektör temsilcileri,
Kąmil Yazıcı’yı aralarına davet etmişler. Yazıcı da, dostlarından
gelen bu teklife, hiç tereddüt etmeden "evet" demiş.

 

Sabri Bey’le ilgili anılarımı anlatırken, bir hayretimi ifade etmeden geçemeyeceğim. Bilindiği gibi biz, 1969 yılında Efes Pilsen birasını imal etmeye başladık. NASAŞ’ın kuruluşuna katılan ortaklarımız ise, dini bütün dostlarımdı. Onların, bira üreticisi olduğumu bilerek, bana alüminyum sanayiinde ortaklık teklif etmelerini hayretle karşılamıştım. Demek ki, Sabri Bey başta olmak üzere, bu dostlarım fanatik insanlar değilmiş.

Açıklama gereği duymuyorum, ama madem konu açıldı, ifade edeyim; ben de bir Anadolu insanıyım. Kendimce, dini ibadetlerimi kusursuz yapma gayreti içinde olurum. Sabri Beylerin iş ile inancı birbirine karıştırmamış olmaları beni memnun etti. Aslında biz de 1960’lı yılların şartlarında, bira işine ticaretin bir cilvesi sonucu girdik. O yıllarda, Çekoslovakyalılarla ticaret yapıyorduk. O ticaretin şartları sonucunda, bira imalatına başladık. Özellikle rahmetli babamın muhalefetine rağmen o işe girmiştik.

Sabri Ülker, NASAŞ’tan niçin ayrıldı?

NASAŞ Alüminyum Fabrikası, Kocaeli’nin Gebze ilçesinde kurulacaktı. Fabrika arazisi de köylülerden satın alınmıştı. Arazi temini sırasında kurucular, çevrede yaşayan köylülere bir cami yapma sözü verdiler. Ancak, zaman içinde bu söz yerine getirilmeyince, Sabri Ülker de Yönetim Kurulu üyeliğinden ayrıldı.

İstanbul Ticaret Odası’nda uzun süre başkanlık yapan, aynı zamanda Sabri Ülker’in kadim dostları arasında yer alan merhum Nuh Kuşçulu’nun oğlu Mahmut Mahir Kuşçulu, NASAŞ’ta yaşanan olayları, yıllar sonra şöyle anlatıyor:

Sabri Beylerle ailemiz arasında yarım asra varan bir dostluk ilişkisi bulunuyor.

1970’li yıllarda üniversite öğrencisiydim. Sabri Bey, babam ve bir grup arkadaşıyla birlikte NASAŞ Alüminyum Fabrikası’nı kurmuşlardı. Bir süre sonra Sabri Bey’in NASAŞ Alüminyum Şirketi’nden istifa yazısı, noter vasıtasıyla geldi. Babam, bu istifa yazısını bana gösterirken, “Bak oğlum, Sabri Bey, kurucusu olduğu fabrikadan ayrılıyor. Çünkü fabrikanın genel müdürü tarafından verilen sözler yerine getirilmemiş. Sabri Bey için söz, her şeyden önemlidir” dedi.

Sabri Bey’in istifa mektubunu okuyunca, hem hayretler içinde kaldım, hem de düşünmeye başladım. Öyle ya, bir büyük fabrikanın kurucusuydu, ortağıydı, aynı zamanda o fabrikanın ürünlerini kullanıyordu.

 

Sabri Ülker’in EASAŞ’tan ayrılma nedenlerini, kadim dostu
Nuh Kuşçulu’nun oğlu Mahmut Mahir Kuşçulu anlattı.

 

Sabri Bey’in NASAŞ’tan çekilmesinin nedenini kısa bir süre sonra yaşayarak görecektim. Fabrika, maalesef kötü yönetimden dolayı battı, bir ara Uzanlara geçti, daha sonra da TMSF (Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu) tarafından satıldı.

Sabri Bey, NASAŞ’ın geleceğini görmüş, kötü yönetimi fark etmişti. Diğer ortaklar belki bunun farkında değildi, ama Sabri Bey gidişatın hüsranla sonuçlanacağını hesap etmişti.

Rahmetli babam Nuh Kuşçulu, Sabri Bey’le ilgili olarak bana şunları söylemişti:

“Oğlum; Sabri Bey, söze çok değer verir. Verilen sözlere de aynı şekilde dikkat eder. Verilen sözde durulmadığı zaman, reaksiyonu büyük olur. Bir süre sonra söz yerine getirilmezse, adeta kanserli hücre gibi ilişkileri kestirir atar. Bazı işadamları ‘Biraz daha bekleyelim’ der. Sabri Bey ise, işi zamana terk etmez. Yani, Sabri Bey, ilişkinin veya işin kötüye gittiğini hissettiği an, kişisel çabalarıyla bir sonuç alamazsa, meseleyi orada bitirir.”

Babam, Sabri Bey’le ilgili tespitlerini bana yetişme çağımda anlatmış ve bu söylediklerinin ders olmasını öğütlemişti.

1961 - 1965 yılları arasında yaşanan olaylar

Türkiye, 27 Mayıs 1960 Darbesi’nden sonra çok kritik bir döneme girdi. İdamlar ve yeni darbe teşebbüsleri art arda geldi. Sosyal barış kayboldu; halk, iki kampa ayrıldı.

Demokrat Parti taraftarlarına “Düşükler”, “Kuyruklar” yakıştırması yapıldı.

İhtilal sonrası kurulan Adalet Partisi, 1965 genel seçimlerinde yüzde 52,87 oy aldı ve tek başına iktidar oldu.

1961-1965 Türkiyesi’nde durum şöyleydi:

  • 6 Ocak 1961 - 27 Mayıs 1960 İhtilali’yle birlikte kapatılan TBMM’den sonra, ilk defa “Kurucu Meclis” adında bir Meclis oluşturuldu. Ancak, bu Meclis’i halk yerine, çeşitli kurum ve kuruluşlar seçti. Yeni Meclis, anayasa çalışmalarına başladı.

  • 11 Şubat 1961 - Siyasi partilerin kurulmasına izin verildi. Kapatılan Demokrat Parti’nin yerine, Adalet Partisi ile “Türkiye İşçi Partisi” adı altında sosyalist bir parti kuruldu.

  • 18 Nisan 1961 - ABD, 1 milyar TL’lik yeni bir yardımda bulundu; bunun 500 milyon TL’si savunma, 200 milyon TL’si Kamu İktisadi Teşebbüslerine tahsis edilecek, kalan kısmı ise özel sektör ile ihracatçı ve çiftçilere dağıtılacaktı.

  • 24 Nisan 1961 - Batı Almanya’da çalışacak ilk Türk işçi kafilesi, özel bir uçakla yolcu edildi.

  • 9 Temmuz 1961 - Kurucu Meclis tarafından yapılan 1961 Anayasası, halkın yüzde 61,5 oyuyla kabul edildi.

  • 15 Eylül 1961 - DP’lilerin Yassıada’daki duruşmaları sona erdi. Cumhurbaşkanı Celal Bayar ile Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan’a idam cezası verildi. Bayar’ın cezası, yaş haddinden dolayı müebbet hapse çevrildi. Zorlu ve Polatkan’ın idam hükmü 16 Eylül’de, Menderes’in hükmü ise 17 Eylül’de infaz edildi.

  • 15 Ekim 1961 - Genel seçimler yapıldı. Sonuçlar şöyle: AP: 158 milletvekili, 70 senatör; CHP: 173 milletvekili, 36 senatör; YTP: 65 milletvekili, 28 senatör; CKMP: 54 milletvekili, 16 senatör.

  • 25 Ekim 1961 - 27 Mayıs 1960 İhtilali’nden on yedi ay sonra TBMM açıldı, bir gün sonra da ihtilal lideri Cemal Gürsel, cumhurbaşkanı seçilecekti.

  • 10 Kasım 1961 - Cumhurbaşkanı Gürsel, yeni hükümeti kurma görevi İkinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye verdi.

  • 22 Şubat 1962 - Kara Harp Okulu Komutanı Albay Talat Aydemir’in başlattığı darbe girişimi, kısa sürede bastırıldı.

  • 20 - 21 Mayıs 1963 - Emekli Albay Talat Aydemir, ikinci defa darbe girişiminde bulundu. Yakalandı, tutuklandı. 5 Eylül 1963 tarihinde de idam cezasına çarptırıldı. Cezası 5 Temmuz 1964’te infaz edildi.

  • 12 Eylül 1963 - Türkiye’nin Ortak Pazar’a (Avrupa Birliği) ortak üye olarak katılmasını sağlayan Ankara Antlaşması Başbakan İsmet İnönü tarafından imzalandı.

  • 5 Haziran 1964 - Adalet Partisi Genel Başkanı emekli Orgeneral Ragıp Gümüşpala İstanbul’da vefat etti.

 

  • 29 Kasım 1964 - Demokrat arti iktidarı döneminde Türkiye’de “BaraŒlar Hamlesi”ni başlatan eski Devlet Su İşleri Genel Müdürü Süleyman Demirel, Adalet Partisi 2. Büyük Kongresi’nde genel başkanlığa seçildi. Kongrede, adaylardan Dr. Saadettin Bilgiç 552, eski Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Tekin Arıburun ise 36 oy aldı.

  • ™ 16 Şubat 1965 - İsmet İnönü başkanlığındaki koalisyon hükümetinin TBMM’de güvensizlik oyu ile düşürülmesi üzerine, Suat Hayri Ürgüplü başkanlığında Adalet Partisi, Yeni Türkiye Partisi, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi ve Millet Partisi’nden oluşan koalisyon hükümetinde AP’nin yeni Genel Başkanı Süleyman Demirel Parlamento dışından başbakan yardımcılığı görevine getirildi.

  • 12 Mart 1965 - TBMM tarafından kabul edilen Markalar Kanunu ResmÁ Gazete’de yayımlanarak, yürürlüğe girdi.

  • 23 Haziran 1965 - Kat Mülkiyeti Kanunu kabul edildi. Kanun hükümlerine göre, gayrimenkullerde artık bağımsız mülkiyet hakları kurulabilecek.

  • 19 Ağustos 1965 - Vergi Usul Kanunu’nda yapılan değişikliklerle Türkiye’de ödenen vergiler ilk defa açıklandı. Kamuoyu böylece Türkiye’nin vergi rekortmenlerini de öğrenme imkânına kavuştu.

 

  • 10 Ekim 1965 - “Demokrat arti’nin devamıyız” sloganıyla seçim kampanyası yürüten Adalet artisi, milletvekili genel seçimlerinde oyların yüzde 53’ünü alarak, iktidara geldi. artinin Genel Başkanı Süleyman Demirel, seçim kampanyası süresince zaman zaman at arabasına dahi binerek, ülkeyi karış karış dolaştı.

  • 11 Kasım 1965 - AP Genel Başkanı ve Isparta Milletvekili Süleyman Demirel’in kurduğu yeni hükümet, TBMM’den 252 oyla "güvenoyu" aldı. Demokrat Parti̵den sonra tek başına iktidara gelen 1. Demirel Hükümetinin güvenoyu almasıyla birlikte, 1961-1965 arasındaki koalisyon hükümetleri dönemi de sona erdi. Bu seçim sonuçları ile, 27 Mayıs 1960ta kendisine karşı ihtilal yapılmış bir kitle, 10 Ekim 1965̵te Adalet Partisi̵ni tek başına iktidara taşıyordu.

  • 22 Aralık 1965 - Türkiye’nin elektrik enerjisi ihtiyacını karşılamak amacıyla Fırat Nehri üzerine kurulacak olan Keban Barajı’nın yapımı, bir Fransız-İtalyan grubuna 697 milyon Türk Lirası’na ihale edildi.

 

Sabri Ülker, İstanbul Sanayi Odası Yönetim Kurulu toplantılarından birinde Kale Grubu Başkanı İbrahim Bodur (soldan sağa dördüncü) ve diğer üyelerle birlikte.

Önceki
Hikaye
Sonraki
Hikaye