Türk toplumunda, insan hayatındaki başlıca kilometre taşları genellikle şöyle sıralanır: Doğum, eğitim-öğrenim, erkekler için askerlik, iş hayatına atılma, evlilik ve evlat sahibi olma... ve olgunluk çağı.
Türkler, “evlilik müessesesi”ne birinci derecede önem verir. Toplumda dirlik ve düzenin temeli sayılan bu çekirdek birim, “kutsal aile yuvası” olarak da adlandırılır. Türk toplumunda, yakın zamana kadar bu kavramı anlatmak için kullanılan Arapça kökenli “izdivaç” kelimesi, “eş almak” anlamındadır. İzdivacın, günümüz Türkçesindeki karşılığı ise, “evlenme”dir. Yani, bir çatı altında yaşama... Ev bark, çoluk çocuk sahibi olabilme...
İngilizce, Fransızca ve Almancaya gelince; bu dili kullanan toplumlarda, izdivaç; “içli-dışlı, senli-benli olma”, “uzlaşma” veya “hayat arkadaşlığı” anlamlarını taşır.
Türkler dışında hiçbir toplum, izdivacı “ev”le tarif etmez. Doğu toplumlarında erkekler için evlenmek, bir eş almak; Batı toplumlarında ise, hayat arkadaşı edinmek şeklinde anlaşılır.
Aslında, evlilik bir okuldur. Bu okulun öğrencisi olan eşlerin başarısı ise, yaşam boyu sergiledikleri huzur, güven, dayanışma ve mutlulukla ölçülür. Evlilikteki öncelikli amaç, insan neslinin devamını sağlamak, bunun yanı sıra saadet içinde yaşamaktır.
Dünya nizamını ayakta tutan evlilik müessesesi, her genç gibi hikâyemizin kahramanı Sabri Berksan’ın da gündemindeydi. Berksan, 1948 yılında, hayat maratonunun üçüncü kilometre taşı olanvatani görevini yapıyordu. Ancak, askerlik öncesi iş hayatına da başladığı için epey yol almıştı.
“Zaman”, Sabri Berksan’ın çok değer verdiği bir hazineydi. Onu, özenle kullanırdı. Bu tabiatından dolayı, askerliği sırasında, beşinci kilometre taşına ulaşabilmenin egzersizlerini de yaptı.
Sabri Berksan, Diyarbakır’daki asker ocağından İstanbul’a geldi, hayatını birleştirmek üzere olduğu genç kızla ve ailesiyle tanıştı. 1949 yılının 30 Nisan günü de Türk Silahlı Kuvvetleri’nden, “teğmen” rütbesiyle terhis oldu.
Zamana karşı yarışıyor, evlilik hazırlıkları yapıyordu. Çünkü İstanbul’da ticaretle meşgul olan Balıkesir asıllı Muharrem İman ile eşi Sabiha Hanım, kızları Güzide’nin, Sabri Berksan’la izdivacına izin vermişlerdi. Hacı İslam Efendi’nin evine, Mayıs ayının 20. günü ikinci gelinleri gelecekti.
Aile, Divanyolu Klodfarer Sokak’taki 8/2 numaralı evde oturuyordu. Gelin hanımın baba evi ise Laleli’deki Gençtürk Sokağı’ndaydı.
Gelin adayı Güzide İman, 15 Ağustos 1340 (Miladi 1924) Balıkesir, damat adayı Sabri Berksan ise, 16 Eylül 1336 (Miladi 1920) Kırım doğumluydu.
Güzide-Sabri Berksan çiftinin 20 Mayıs 1949 Cuma günü aile büyüklerinin huzurunda önce dini nikâhları, ardından da İstanbul Belediyesi Eminönü Nikâh Dairesi’nde resmi nikâhları evlenme iş memuru tarafından kıyıldı. Gelin ve damat, evlendirme memurunun “Evlenme kararını kendi rızanızla mı aldınız?” sorusuna, “Evet” diyerek karşılıkta bulunurken, hayatlarının bundan sonraki döneminde kaderde, kıvançta ve tasada bir ve beraber olma sözü vermişlerdi. Evlenme memuru, resmi nikâh sonrası 567849 no’lu Evlenme Cüzdanı’nı aile reisine verirken, gençlere ebedi mutluluk temennisinde bulunuyordu.
Güzide-Sabri Berksan çifti, evliliklerinin birinci yılını tamamlayınca, kendilerine, Laleli’de uzun süre oturacakları yeni bir ev açtılar. Azimkâr Caddesi üzerindeki Özmelek Apartmanı’nda bulunan konut, Güzide Hanım’ın akrabalarına aitti. Genç evliler, Şakire Hanım ve Hacı İslam Efendi’yi de yanlarına alarak, Divanyolu’ndan Laleli’deki yeni evlerine taşındılar.
Ailenin ilk evladı Ahsen, 14 Ağustos 1950 Pazartesi günü, gece yarısı saat 02.00’de, şimdiki adı “Amerikan Hastanesi” olan Nişantaşı’ndaki Amiral Bristol Hastanesi’nde dünyaya geldi. Ahsen Özokur, aradan neredeyse yarım asır geçtikten sonra, hem kendisinin, hem de kardeşlerinin doğumunu ayrıntılı bir şekilde anlatırken şunları söylüyordu:
Babam, her şeyin en iyi ve mükemmel olmasını isterdi. Onun için, doğumumun, o yıllarda Amerikalılar tarafından yönetilen Amiral Bristol Hastanesi’nde gerçekleştirilmesini uygun görmüş. Rahmetli kardeşim Ali ise, 28 Ekim 1954 Perşembe günü öğ- le saatlerinde 7 aylıkken dünyaya geldi.
Sevgili annem, Ali’ye hamileyken rahatsızlanmış. Kendisini, Nişantaşı’nda özel bir doğum kliniğine yatırmışlar. Orada, sevgili anneciğime yanlış bir iğne yapılmış. İğneyle birlikte problemler oluşmuş. Ardından, annemi, alelacele Haseki Hastanesi’ne kaldırmışlar.
Ali’nin doğumu, Haseki’de gerçekleşti. Hastanede acil olarak dünyaya gelen Ali kardeşimiz için, doktorlar aynen şunları söylemiş:
“Boşuna uğraşmayın, bebeğiniz yaşamaz.”
Zannediyorum, o günün şartlarında Ali, hastanede oksijen çadırına alınmıştı. Annem hastaneden eve geldi, kardeşimiz ise bir aydan fazla orada kaldı.
Bu sıkıntılı doğumdan dolayı büyük bir üzüntü içinde bulunan annemin sütü kesilmişti. O dönemde, dayımızın oğlu Mehmet İman Bey de doğmuştu.
Dayımlar, Beylerbeyi’nde oturuyorlardı. Ali için her gün yengemden “anne sütü” getirtildi. Yengemden Ali’ye süt getirtmek için babamlar bir koordinasyon yapmışlardı. Dayımlardan, termosa konulmuş anne sütünü alan görevli bir kişi, arabayla Beylerbeyi’nden Üsküdar’a ulaşır, yaya olarak arabalı vapura binerek, Kabataş’a geçerdi. Görevliyi, Kabataş İskelesi’nde bir başka görevli karşılar, o da sütü arabayla Haseki Hastanesi’nde müşahede altında tutulan Ali kardeşime ulaştırırdı.
Bu olayı, annemden dinlemiştim; Ali’nin hastanede yatırıldığı sırada, bir gün babam anneme, “Bak hanım, oğlumuzun yanakları bile oldu. Eğer dayanabilirsen, seni götüreyim” demiş. Annem de gitmiş, babamın tarif ettiği yanaklara bakmış. O yanaklar, ancak fındık kadarmış.
Bir defasında babam, hastaneye beni de götürmüştü. Kardeşimi ilk gördüğümde o kadar çok acımıştım ki... Çok zayıftı... Küçücüktü... O güne kadar, bu derece küçük bir bebek görmemiştim. O yıllarda hastanelerde “oksijen çadırı” dedikleri cihaz; küçük, yuvarlak bir kavanoz gibiydi. Ali de, o kavanozda, pamukların içinde yatıyordu.
Kardeşime; sevgiyle, acıyla baktığımı hatırlıyorum.
Henüz dört yaşındaydım. Bir müddet sonra kardeşim evimize getirildi. İşte o dönemde, her akşam evimize gelen doktorlar, Ali’ye iğne yaparak, bebeği yaşatmaya çalıştılar.
Hiç el öpmeyi sevmem. Ama ona rağmen, bir gün kendi kendime, “Şu doktorların elini öpeyim de, kardeşime iğne yapmasınlar” diye düşündüm. Herhalde bu, dört yaş zekâsıydı.
Gittim, doktorun elini öptüm, fakat Ali kardeşime iğne yapmasını engelleyemedim.
Ali, çok iştahsızdı. Yemeği zor yerdi. Hepimizin gözü onun üzerinde olurdu. Ali’nin bir muz yemesi bile olaydı. Yani, muz yerse çok sevinirdik.
Aradan yıllar geçti. Evimize, yeni bir kardeşimiz gelmek üzereydi. Annem, Ali’nin doğumu sırasında hastanede yaşadığı sıkıntıdan dolayı, bu defa herhangi bir hastaneye gitmek istemedi. Dolayısıyla, Murat’ın doğumu 21 Mart 1959 Cumartesi günü, evimizde gerçekleşti. Artık biz, üç kardeştik. Murat ile Ali’nin arası beş yaştı.
Küçük kardeşimizin doğumu sırasında, Ali ile beni, akraba evine göndermişlerdi. Sıdıka Halamın evine gitmiş olabiliriz.
Ailece çok mutluyduk. Babamın işyeri de Topkapı’daydı. Zaten kendisi, hep işyerine yakın bir yerde oturmayı tercih ederdi. O dönemde, ben, evimizin yakınındaki özel bir okula gidiyordum, Murat da, okul çağına gelince, Cağaloğlu’ndaki İstanbul Erkek Lisesi’ne gidecekti.
Kırımlı Hacı İslam Efendi ve Şakire Hanım, oğulları Sabri’yi evlendirdikten sonra, zihinlerindeki bir problemi daha çözüp huzura kavuştular. Çünkü Asım ve Sabri, ortaklaşa iş hayatına başlamış, her ikisi de evlerini geçindirecek duruma gelmişti.
Aslında Devletler Ailesi, 24 yıl önce Kırım’dan İstanbul’a göçerken Karaköy İskelesi’nde son kuruşlarını da tüketmiş, onların imdadına, İstanbul’da yaşayan akrabaları yetişmişti. O 24 yıla, çok şey sığdı. Önce, Büyükmanika köyünde başlayan hayat mücadelesi, daha sonra İstanbul ve Ankara’da devam etti.
Asım, çok başarılı bir iş düzeni oluşturdu. Sabri de, hem yüksek- öğrenimini, hem de askerliğini tamamlayıp ağabeyine destek oldu. Kardeşler, daha sonra “Ülker” adını verdikleri bir bisküvi imalathanesi kurdular. Gece gündüz çalıştılar. Alınteri sayesinde yokluktan, varlığa ulaştılar.
Azmetmişlerdi. Azim ve sebat, onların en büyük yardımcısıydı. Cesaretleri ise, fazlasıyla mevcuttu. Bu vasıfları, onlara, başarı kapılarını ardına kadar açıyordu.
Hiç, boş zamanları yoktu. Çünkü mutluluğu, sürekli çalışmakta bulmuşlardı.
Her şeyin, neticesiyle ölçüleceğini de biliyorlardı.
Bu gayretli evlatların babası Hacı İslam Efendi ise, henüz 17 yaşındayken, 1891 yılında tahsil için Kırım’dan İstanbul’a gelmişti. İşte o tarihten itibaren yaklaşık 70 yıl, kendisini zorlu bir hayat mücadelesinin içinde buldu.
Önce tahsilini tamamladı. Trakya’dan bir Tatar kızıyla evlendi. Çoluk çocuk sahibi oldu. Ancak, Balkan Harbi Faciası, onları yerlerinden yurtlarından etti.
Hacı İslam Efendi’nin kader çizgisinde, daima güçlüklerle karşılaşma, ama kendisinde de o güçlüklerin altında ezilmeme iradesi vardı. Tekrar Kırım’a gitti. Dünyaya gelen yeni evlatlarıyla birlikte, Stalin zulmünden kaçarken, tüm maddi varlığını da kaybetmişti.
Ünlü yazar, şair ve düşünür Cemil Meriç’in ifade ettiği gibi, Hacı İslam Efendi, ulu bir çınara benziyordu, çünkü fırtınalı diyarlarda yaşıyordu.
Hacı İslam Efendi, Türkiye’ye ikinci defa gelişinde, önce tarımla uğraştı. Evlatlarından biri hastalanınca, köyden İstanbul’a göçtü. Uzunca bir süre işsiz kaldı. Daha sonra, bir devlet dairesinde odacılık buldu. Odacılıktan memurluğa terfi etti. Çocuklarının zaman içinde iş güç sahibi olması, ailesine moral verdi.
Hayırlı evlatlar yetiştirmişti. İki erkek evladının yanı sıra, tek kız evladı Sıdıka da, anne ve babaya daima moral kaynağı oluyordu.
1953 yılına gelindiğinde, Hacı İslam Efendi’nin yaşı kemale ermişti. Etrafında, cıvıl cıvıl beş torun vardı. Bunlar; oğlu Asım’ın çocukları Selçuk, Betül ve Faruk ile Sabri’nin evladı Ahsen’di.
Tam rahat edeceği günlere ulaşmıştı. Eşi Şakire Hanım’la birlikte, oğlu Sabri’nin evinde yaşıyordu.
80 yaşındayken, Emr-i Hakk geldi, ebedi yolculuğa uğurlandı. Tarihten bir yaprak daha kaydı... Ama o vefakâr ve cefakâr kişinin gözü arkada kalmadı. Çünkü dünya gözüyle evlatlarının mürüvvetini görmüştü.
Dede Hacı İslam Efendi ile babaanne Şakire Hanım’ı acaba torunlar görebilmiş mi?
Dedenin vefat ettiği tarihte, Ahsen Ülker henüz üç yaşındaymış. Dolayısıyla, Sabri Bey’in ilk evladında dededen anı yok.
Asım Bey’in ilk evladı Selçuk Berksan ise, Hacı İslam Efendi’yi çok iyi hatırlıyor. Karakter tahlili dahi yaparak, şunları söylüyor:
Rahmetli dedemiz Hacı İslam Efendi, çok otoriter görünen bir kişiydi. “Höt” dedi mi, herkes susardı. Ancak evi, büyükannemiz Şakire Hanım yönetirdi. Dedemizin her sözüne “Tamam” der, onun isteklerini yerine getirir, ama evi kayıtsız şartsız kendisi idare ederdi.
Murat Ülker ise, dedesinin vefatından altı yıl sonra dünyaya gelmiş. Ülker, hem dedesi hem de babaannesi için şunları söylüyor:
Dedem Hacı İslam Efendi’yi görmek nasip olmadı, ama babaannem Şakire Hanım’ı gördüm. Onunla birlikte yaşadık. Kendisi, çok dirayetli bir hanımdı.
Hacı İslam Efendi’nin vefatı, Berksan Ailesi’nde telafisi mümkün olmayan büyük bir boşluk ve üzüntü yarattı. Eşini yitiren Şakire Hanım ise, çocukları ve torunlarıyla avunarak teselli buldu.
Sabri Berksan’ın ilk evladı Ahsen yazı uğurlarken, ikinci evladı Ali de güz mevsiminde dünyaya gelmişti. Murat ise, Nevruz’la birlikte aileye baharı taşımıştı.
Dede Hacı İslam Efendi, evlatlarına çok düşkündü. Onları yanından hiç ayırmamıştı. Aynı meziyet, oğlu Sabri’de de vardı. Sabri Berksan’ın evi, sakin ve huzurlu bir liman gibiydi. O limandaki huzurun kaynağı, anne ile babanın oluşturduğu sevgi ve hoşgörü ortamıydı.
Şimdi, 50’li yıllara gidelim, Ahsen Özokur’dan, o sakin limanın kuruluş sırrını öğrenelim:
Sevgili babamı 4-5 yaşlarından itibaren hatırlayabiliyorum. O yaş döneminde, Bebek’te oturuyorduk. Kardeşim rahmetli Ali yeni doğmuştu. Annem, bebekle evde kalır, biz de babamla birlikte yürüyüş yapardık. Babama, “Ayrı tretuvarlarda yürüyelim” diye teklif ederdim; babam da razı olur, “Tamam, ayrı yürüyelim” derdi.
Özgür bir çocuktum. Kendi başıma bir şeyler yapmak isterdim. Tabii, o yıllarda İstanbul’daki araç yoğunluğu bugünkü gibi değildi.
Bir pazar günü yine böyle babamla ayrı yollarda yürüyüş yaparken, amcam Asım Bey de ailesiyle birlikte arabayla geliyormuş. Beni tek başıma yürürken görünce bir anda endişelenip, paniğe kapılmış. Amcam, arabasının klaksonunu çalıp bana sesleniyordu. Hiç unutmuyorum, ben de “Ne var?” diye baktım. Tabii, ayrı yolda da yürüsek, babamın gözü hep üstümde... Amcamın telaşını o da fark etmiş. Hemen yanıma geldi, amcama hitaben, “Ağabey, ben buradayım” dedi. Amcam ise, “Çocuğu tek başına niçin bırakıyorsun?” diye babama kızmıştı. Bu olayı, çok net hatırlıyorum.
Rahmetli babamın, iş hayatındaki yoğunluğuna rağmen, pazar günleri eşine ve evlatlarına ayırdığı bir zamanı mutlaka olurdu. Ailenin birlikte olduğu saatlerde babam, iş hayatıyla ilgili gelişmeleri annemle ve bizlerle paylaşırdı. Bir defasında annem, “Sabriciğim, artık, yeni bir şey yapma. İşten başını kaldıramıyorsun. Çocuklar ve ben, seni göremiyoruz” demişti.
Okul hayatım, Koca Ragıp Paşa İlkokulu’nda başladı. O yıllarda, Laleli’de oturuyorduk. Evimiz ve okulum, düz bir yol üzerindeydi. Birinci sınıfa giderken “sabahçı” idim. Okula beni, babam götürürdü. İleriki yıllarda “öğlenci” olunca, evde çalışan bir görevli götürmeye başladı. Hatta liseye giderken de belki biraz komik gelecek ama, her sabah beni ilkokulun ilk yıllarında olduğu gibi okula mutlaka babam bırakırdı.
Baba-kız sevgisinden söz edilirken, hep “Kızlar, babalarını çok sever” değerlendirmesi yapılır. Evet, babamı çok sevdiğim kesin... Ama benim bu sevgimin herkesinkinden daha farklı olduğuna inanıyorum. Çünkü benim babam, çok müstesna bir insandı.
Ali ve Murat’la birlikte biz üç kardeştik. Babamız, onca işine gücüne rağmen, çocukluğumuzdan itibaren bizim her şeyimizle çok yakından ilgilendi.
Babamın, benden bir tek isteği vardı. Onu da şu şekilde ifade ederdi: “Kızım, evimizin içinde her şeyi yapabilirsin. Ama sokakta, hiç kimse, senin için ‘Sabri Bey’in ne şımarık kızı varmış’ dememeli.”
Evet, babam, hayatı boyunca benden sadece bu hassasiyeti istedi ve bekledi. Bunun dışında başka hiçbir şey istemedi.
“Annem ile babam arasında derin bir muhabbet vardı.”
Ahsen Özokur, annesi ile babası arasındaki sevgiyi anlatırken, “Onların arasında çok derin bir muhabbet vardı” diyor. Baba evindeki o muhabbet iklimini de, yine Ahsen Özokur’dan dinleyelim:
Uzun süre Nurgök Apartmanı’nda oturduk. İlkokulu da oradayken bitirdim. Apartman, sobalıydı. Aslında, İstanbul’da kaloriferli evler yaygınlaşmaya başlamıştı. O yıllarda, babamın kaloriferli bir ev alabilecek durumu da mevcuttu. Ancak, annem komşularını çok sevdiği için babam yeni bir ev arayışına girmedi.
İlkokulu bitirdiğim yıl, babam Fatih Kıztaşı’nda bir apartman yaptırdı. Adı “Hanımeli Apartmanı”. Hamdullah Suphi Tanrıöver Konağı’nın yanındaki o apartman daha sonra yıkıldı. Hamdullah Suphi Bey’in Konağı da, bir ara İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü idi.
Ailemiz, Hanımeli Apartmanı’ndan ayrılmak üzereyken, annem çok hüzünlenmişti. Bunun üzerine annemi teselli ederek, “Hüzünlenecek ne var, Allah’a şükür daha iyisine gidiyoruz” dedim. Anneciğim, “Doğru ya yavrum, ama hatıralar var” cevabını verdi.
Ailemiz Huzur Apartmanı’nda otururken, Neriman Hanım isimli bir komşumuz vardı. Biz, “Neriman Teyze” diye hitap ederdik. İşadamı Mustafa Taviloğlu’nun halası... Neriman Teyze, hâlâ hayatta. Zaman zaman ziyaretine gidiyorum, hatıraları tekrar yaşıyoruz.
Neriman Teyze, yıllar önce eşinden boşanmış, yalnız yaşıyor. Sevgili annemle babamın muhabbetini izledikçe, “Ben, böyle sevgi görmedim; onlar için şöyle dua ediyorum: Dilerim, biriniz teneşirde iken, biriniz de tabutta olur” derdi. Ben de, Neriman Teyze’nin bu dua ve temennisini dinledikçe, “Neriman Teyze, bize de acı. Evet, annemle babam ayrılmasınlar, ama biz bir anda ikisini beraber niçin kaybedelim?” diye sitem ederdim. Konu açılmışken, annemle babam arasındaki sevgi, muhabbet ve dayanışmayı biraz daha anlatmak istiyorum.
Sevgili annem, eğer komşu ziyaretine veya çarşı pazar işine gitmişse, babacığım gelmeden önce mutlaka evde olurdu. Çünkü, eşini kapıda karşılamak isterdi.
Annemle babam arasında çok derin bir muhabbet vardı. Babam, işinden yorgun gelirdi, fakat çok nezaket sahibi bir kişi olduğu için bizlere yorgunluğunu hissettirmek istemezdi.
Anneciğim, belinden rahatsızdı. Hareket sıkıntısı çekerdi. Babam eve gelince, annem oturduğu yerden eşinin istirahati için pufu hemen ayağıyla iter, “Sabriciğim, uzat ayaklarını” derdi.
Babamın bir başka tabiatı da, evde ve işyerinde kılık kıyafet konusundaki hassasiyetiydi. Eve gelince iş kıyafetini değiştirir, rahat ev kıyafeti giyerdi. Bazı insanlar gibi, asla pijama giyip evde dolaşmazdı. Bir başka ifadeyle pijama, babamın yatak odası kıyafetiydi.
Yine kıyafetle ilgili bir başka tespitimi nakletmek istiyorum. Sevgili babam, gerek evde, gerekse işyerinde namaz kılarken, mutlaka pantolonunu değiştirir, her iki mekânda da özel namaz pantolonu giyerdi. Bunu da, şöyle izah ederdi: “Pantolonla bir kez namaz kılınırsa, buruşur.”
Ailenin en küçük evladı Murat Ülker ise, mutluluk içinde geçen çocukluk dönemini anlatırken, önce kendisine şu soruyu soruyor: “Acaba, kendimi, kaç yaşından beri biliyorum?”
Ülker, kendi kendini ve babasını tanıma olgusunu hafızasında canlandırdıktan sonra, çocukluk yıllarına ait hikayelerini anlatmaya başlıyor. Tabii, çocukluk yılları denilince, hatıra önce yemek, sonra oyun sahneleri gelir. Murat Ülker de, söze, ailece gittikleri, İstanbul’un o yıllardaki iki ünlü lokantasını anlatmakla başlıyor. Daha sonra, karnı doyunca babasıyla birlikte çayır-çimen üstünde yaptıkları futbol karşılaşmalarını naklediyor:
Türkçede, “Kendimi bildim bileli” diye bir deyim var. Düşündüm, acaba kendimi kaç yaşından beri biliyorum?.. Bir başka ifadeyle, hatırladığım mazimin başlangıç noktası neresidir?
Zaman geçtikçe, mazide yaşananlar da netliğini kaybetmeye başlıyor. Ama buna rağmen babam Sabri Bey’in bizlerle ilgilendiği günleri hiç unutamıyorum. Hafta arasında, özellikle hafta sonlarında Beyti Lokantası’na giderdik. Bu ünlü lokanta, benim çocukluk yıllarımda Küçükçekmece’deydi. Daha sonra, Florya’da, şimdiki yerine geçti.
Cumartesi günleri okul vardı. Pazar günleri ise evdeydik. Ama babam, o tatil gününde de fabrikaya gidecek olursa, beni de beraberinde götürürdü. Fabrikada, Balkanlar’dan gelmiş, göçmen bir bekçimiz, pazar nöbeti tutardı. Fabrikaya gideceğimizi kendisine telefonla haber verirdik. Bu bekçi, telefonu açınca, kendisini “Burada Niyazi” diye takdim ederdi. Bekçinin, benim yaşımda oğlu vardı. Bekçi Niyazi, benim fabrikaya gelişimi haber alınca, birlikte oynamamız için oğlunu da çağırırdı.
Babam, bitmez tükenmez işlerini yaparken biz de bekçinin oğlu Mehmet’le kapalı kasalı kamyonların içinde top oynardık. Bu tip kamyonlarda oynamak çok zevkli olurdu. Çünkü top, hiç auta gitmezdi. Haftanın son günü fabrika çalışmadığı için etraf bomboş olurdu. O sayede rahatlıkla kamyonların kasasına girebiliyor, bununla da yetinmiyor; tavalı bisküvi fırınlarında da oynuyorduk. Bu fırınların, ray üzerinde giden tava soğutma arabaları vardı. O arabalara biner, raylar üstünde eğlenirdik.
Pazar günleri, ailece Florya gezilerimiz de olurdu. Babam, bu geziler sırasında özellikle boş yeşillik alanlarda benimle top oynardı.
Babamın o günkü çalışma koşulları, eminim ki, bizlerin bugünkü çalışmasından çok daha ağırdı. Ona rağmen pazar günleri eve kapanıp kalmamamız için bizleri alır, piknik alanlarına taşırdı.
Yazın piknik sefasını özgürce sürerdik. Soğuk kış günlerinde ise, ailece Sirkeci’deki meşhur Konyalı Lokantası’na giderdik. Tabii bu gidişler de sadece pazar günü olurdu. Genellikle, balık yenilirdi.
Bizim evde pek balık pişirilmezdi. Bu da, komşularımızı balık kokusundan rahatsız etme endişesinden kaynaklanıyordu. Tabii, Konyalı’ya çoluk çocuk gidince, lokantanın düzenini bozar, masayı berbat ederdik. Yani biz çocukların Konyalı Lokantası’nda sicili kabarıktı, ama ertesi pazar yine de gidilirdi. Bütün bu hadiselere rağmen, babamın bize kızdığını hiç hatırlamıyorum.
Murat Ülker, babasıyla hafta sonları yaptığı futbol maçlarıyla yetinmez, akşamları da evde güreşe tutuşurmuş. Her ne hikmetse, güreşin galibi, hep Sabri Bey olurmuş. Oğul Ülker, bu sonucu şöyle değerlendiriyor:
“Babam, gerçekçi bir kişiydi. Hakikat neyse, oydu” Şimdi yine, Murat Ülker’in çocukluk anıları ile baba-oğul güreşini, minder kenarından izlemeye koyulalım:
Henüz ilkokul çağına gelmemiştim. Evde, halının üstünde babamla güreş tutmaya başladık. Ama kendisini bir türlü yenemezdim.
Zaman zaman annem babama kızar, “Yahu Sabri, bir kere yenilsen ne olur şu çocuğa...” derdi. Ama asla yenilmezdi. Çünkü gerçekçi bir kişiydi. Hakikat neyse, oydu.
Çocukken, bünyem çok zayıftı. Hem annem hem de babam beni doyurmak için çaba harcarlardı. Özellikle babam bana yemek yedirirken, fabrikadaki büyük kamyonların kapaklarını hatırlar, “Hadi oğlum, kamyon kapağı nasıl açılıyor, öyle ağzını aç” derdi. Açardım, babam da kaşığı uzatırdı. Babam beni, çikolata ve bisküviyle de beslerdi. Her zaman Ülker ürünleri olmaz, başka ürünlerden de getirirdi.
Babam, her ne kadar pazar günlerini bize tahsis etmeye çalışsa da, fevkalade durumlarda iş görüşmelerine gidecek olursa, genellikle beni de yanına alırdı.
“Surdışı” olarak anılan Topkapı Surları’nın dışı, bugünkü gibi yaygın bir yerleşim yeri değildi. Babam, Surdışı’na iş görüşmelerine giderken, ruhsatlı tabancasını kuşanırdı. Babamın görüşmeleri sırasında bazen yanında olur, bazen de arabanın içinde beklerdim.
Şimdi de, okula gidiş faslımı anlatmak istiyorum. İlkokulu, Oruç Gazi İlkokulu’nda okumaya başladım. Çocukları okula götürmek, babalara göre iş değildi. Beni, annem götürmüştü.
Okula başladıktan bir hafta sonra, ben, “Gitmiyorum” diye tutturdum. Beni ikna ettiler, gitmeye başladım, sonra da itiraz imkânım kalmadı.
İlkokul yıllarında erken yatardık. Televizyon seyretmezdik. Çünkü televizyon seyretmemiz halinde, “Çocuğun aklı kalır, ders çalışmaz” derlerdi. Bu arada babamın gece hayatı da yoktu. “Evde çocuğu bırakırsak, haksızlık ederiz. O ders çalışacak, biz gezeceğiz. Dolayısıyla bizim yokluğumuzda çocuk da ders çalışmaz” derdi.
Annem, babama “Sabri Bey” diye hitap eder, babam da Güzide’nin kısaltılmışı olan “Güzid” ismini kullanırdı. Annemin zaman zaman “Bey” dediği veya “Yahu” dediği de olurdu. Babamızın işten geç geldiği akşamlarda, kendisini sadece beş dakika görebilirdik. Daha sonra herkes odasına çekilirdi.
Evimizde hizmet edecek yardımcı bir hanım yoktu. Sofrayı kaldırırken herkes anneme yardım ederdi. Bu arada babam, bize şu uyarıyı yapardı: “Oğlum, kullandığınız eşyaları bir eksik kirletin. Anneniz yıkayacak, yorulacak...”
Kısacası babam, hem annemin hem de bizim üstümüze titrerdi.
Murat Ülker, ilkokula başladığı yıl, her çocuk gibi bir süre okula gitmemek için direnmiş; ama Güzide Hanım, anne-oğul arasındaki psikolojik iletişimi devreye sokup, onu bu eyleminden vazgeçirmiş.
Gün gelmiş, baba-oğul sabahın erken saatlerinde karşılıklı masaya oturup çalışmaya başlamış. Bu alışkanlık, dede Hacı İslam Efendi’den Sabri Bey’e, ondan da oğlu Murat’a geçmiş.
Murat, şafakla birlikte ders çalışmaya başlayan bir öğrenciymiş, ama akşamları haylazlık yapmaktan geri kalmaz, okuldan gelince zıplar, alt katta oturan amcası Asım Bey’in tavandaki avizelerini adeta dans ettirirmiş. Murat Ülker, anılarının bu bölümünde, çocukluk yıllarında oruç tutarken, karnını nasıl doyurduğunu da anlatıyor:
Çocukluk yıllarında babamın hoşgörülü tavrının benzerini amcam Asım Bey de sergilerdi. Fevkalade bir insandı. Bana, bir defa dahi kızdığını görmedim. Zaman zaman kendisine yanlış yaptığım olmuştur, ama bana kızdığını hiç hatırlamıyorum. Çocukluk yıllarımda amcam, ‘Şişir yanağını oğlum, öpeyim’ derdi. Ben de yanağımı şişirirdim, amcam öperdi.
Amcamlarla aynı apartmanda otururduk. Onlar, alt katımızdaydı. Bu alt kat-üst kat ayrımı da şöyle olmuştu. Amcam Asım Bey, babama, “Sabri, senin çocukların küçük. Bunlar yaramazlık yapar, alt katınızda oturan komşu da rahatsız olur. Onun için ben aşağıda oturayım, siz yukarıda...” demişti.
Evde sürekli zıplar, iyi bir şey yaptığımı zannederdim. Daha sonra aşağıya iner, “Amca, avize sallandı mı?” diye sorardım. Hem yengem hem de amcam, “Oğlum, zıplama, gürültü oluyor” demezlerdi. “Evet oğlum, sallandı, ne güzel yaptın” derlerdi her seferinde.
Amcamlarla adeta bir evde gibiydik. Her akşam babam fabrikadan gelince amcama uğrar, iki kardeş iş görüşmesi yapardı. Amcamlarda pişen yemekten tadımlık da olsa mutlaka bize de gelirdi. Ramazan’da, çocuk halimizle oruç tutardık. Bu arada yengemin çağrısı üzerine alt kata gider, iftarlık yemek alırdık. Ama oruçlu olduğumu unutur, alt kattan üst kata çıkarken yemeğin yarısını yerdim.
Babam, sabah erkenden kalkıp, bir süre fikri çalışma yapmanın yararlı olduğuna inanmıştı. Onun için kalkar, kareli ve zımbalı meşhur defterini çıkarır, o gün yapılacak bütün işlerini bu deftere yazardı. Ben de babamın yöntemini bir süre denedim, defter tuttum, fakat fazla devam ettiremedim.
Okul yıllarında babamın teşvikiyle ben de erken kalkmaya başladım. Baba-oğul erkenden ayaklanırdık. Babam kendisine kahve, bana da sütlü kahve yapardı. Sütlü kahve için, “Bunu içersen, zihnin daha da çabuk açılır” derdi. Diyebilirim ki, bü- tün tahsil hayatım boyunca sabah erkenden kalktım, bir iki saat çalışma yaptım. Akşamları da çalışıyorduk, ama günün yorgunluğunun üstüne o çalışma yeterli olmuyordu.
1949 yılının 20 Mayıs günü inşa edilen Güzide-Sabri Berksan aile yuvası, on yılda üç evlatla, huzur ve mutluluk yuvasına dönüşmüştü. Ailenin bir kız, iki de erkek evladı vardı. Bu arada Sabri Bey, sevgili kızı Ahsen’e bir “abla” gerektiğini düşündü. Bursalı bir ailenin kızı olan, henüz 13 yaşındaki Gülizar Bayraktar, artık Ahsen’in ablası olacaktı.
Gülizar, küçük yaşta annesini kaybetmişti. Üvey annesiyle yaşıyordu. Şefkate ihtiyacı vardı. Ama bulamamıştı...
İstanbul’daki Ülker Ailesi’nin şefkat yuvası, Gülizar’a kucak açtı. O yuvadaki anne, baba ve kardeşler, Gülizar’ı kendilerinden bir parça gibi göreceklerdi.
Öyle başladı, öyle de sürüyor...
Gülizar Bayraktar’ın dünden bugüne hatırladığı ve “Güzel şeyler...” dediği anılarını dinliyoruz:
Aslen Bursalıyım. Annemi, küçük yaşta kaybettim. Babam ve ağabeyimle birlikte yaşıyordum. Ancak, daha sonra babam evlendi, ağabeyim de İstanbul’a okumaya gitti. Üvey anneyle olmadı.
Bursa’dan geçici olarak ayrılıp, babaannemle birlikte ağabeyimin yanına İstanbul’a geldim. Bir süre sonra dönmem gerekiyordu. Henüz 13 yaşındaydım. Ağabeyim, durumuma üzülüyordu, ama benim sorumluluğumu da taşıyacak hali yoktu.
Nasıl oldu bilemiyorum, benim halim, Sabri Ülker’e yansıtılmış. Sabri Bey de, “Biz, Ahsen’in bir ablası olsun istiyoruz. Eğer arzu ederse bizimle kalsın” demiş. Bu durumu ağabeyimden öğrenince, çok heyecanlandım. Aileyle tanışmak için ziyaretlerine gittim. Kendileriyle ilk karşılaştığım anı hatırlıyorum. Onları görür görmez içim ısındı. Ahsen, çok küçüktü. Bir anda kardeşim gibi gördüm. Bize, kapı aralığından bakıyordu. Gü- zide Anne, beni şefkatle kabul etti. Bunun üzerine ağabeyime, “Bursa’ya dönmeyeceğim” dedim.
Artık, Sabri Bey’in ailesi, benim ailem olmuştu. O ailenin gerçek bir ferdiydim. Çünkü her zaman kendimi öyle gördüm. Onlar da sağ olsunlar, var olsunlar, hep öyle davrandılar. Sabri Bey de, Güzide Anne de, beni, kendi evlatlarından ayırt etmediler. Hatta Ahsenciğim, bazen günlerimizde, toplantılarımızda beni “ablam” diye takdim etmeye başladı.
İnsanlar, Ahsen’e “Siz kaç kardeşsiniz?” diye soruyor, o sırada ben de muhataplarımıza “Ahsen’in manevi ablasıyım” diyordum. Oysa Ahsen, beni ablası yerine koymuştu. Ağabeyimle konuşmadığımı, dertleşmediğimi, onunla dertleşmeye başlamıştım. Bir süre sonra Murat Bey de, ablası gibi bana sahip çıktı.
13 yaşında girdiğim o evde, çok huzurlu ve mutlu oldum. Bugün de hatırladığım her şey çok güzel. Herkes birbirine nezaketle davranırdı. Sabri Bey, evlatlarına çok düşkündü. Bu arada çok çalıştığını hatırlıyorum. Gerçekten çok çalışırdı, ama evine, ailesine zaman ayırmayı da ihmal etmezdi. Hatırlarım; sabahları herkesten önce kalkar, sobayı yakar, çayı koyar, sabah namazını kılar, ardından da hane halkını uyandırırdı.
Herkesin birbirine bağlılığı vardı. Öyle dışardan çok fazla kimseyle görüşülmezdi. Akşamları, sadece aile fertlerinin bir araya gelmesine dikkat edilirdi.
Sabri Bey’in, hafta sonlarında bizi arabasıyla gezdirdiğini hatırlıyorum. Böyle günlük gezilere çıkardık. Çok mutlu günlerdi. Evde de çalışırdı. Bizler gürültü etsek bile, bir kez olsun sesini yükselttiğini hatırlamıyorum. Çocuklar yaramazlık yapsa da bir şey demezdi. Mesela Ahsenciğim biraz hareketli çocuktu. Murat Bey ise, çok sakindi. Onun yaramazlık yaptığını hiç hatırlamıyorum.
Evlilik zamanım gelmişti. Önceleri evlenmeyi kabul etmedim. Sabri Bey beni karşısına aldı. Eşim olacak kişiyi araştırdığını, çok iyi bir intiba edindiğini söyledi. Sonra, “Sen, bizim kızımızsın. Gözümün önünde olacaksın. Ben, mutlu olacağına inanıyorum, ama yine de sen bilirsin” dedi.
Gerçekten Sabri Bey’in dediği gibi oldu. Zaten insanları, gözünden anlardı. Eşim, onun dediği gibi biri çıktı. Ölünceye kadar da mutlu bir hayatımız oldu.
Sabri Bey, evleneceğimiz sırada, beni karşısına alıp şu öğütte bulunmuştu:
“Gülizar, artık kendi evin oluyor. Bu evde ne öğrendiysen, kendi evinde de aynısını tatbik edeceksin. Olur olmaz kimselerle görüşmeyeceksin. Ailene ilişkin meseleleri, kimseyle konuşmayacaksın. Sırrını, hiç kimseye vermeyeceksin. Ancak, komşularını, arkadaşlarını çok iyi tanıdıktan sonra görüş. Eğer canın sıkılırsa bizim eve gel. Bir derdin varsa bizimle paylaş.”
Sabri Bey’in bu nasihatini aynen tuttum. Evlendikten sonra, hemen hemen neredeyse her gün işimi bitirip onlara gidiyordum. Hatta şoför gönderip beni aldırıyorlardı. Yani, evlendikten sonra da bir şey değişmedi. Hiç kopmadık...
Mutlu günlerimizdi. Ali’nin ölümü, büyük, ama çok büyük acıydı. O günü elbette unutmam. Evdeydim. Acı haberi Asım amca getirmişti. Ali’yi nasıl severdim, bilemezsiniz.
Hatırladıklarım sadece güzel şeyler...
Hâlâ da öyle devam ediyor.
Yıl 1959. Ahsen (arka sırada, soldan sağa üçüncü), Ali (önde, soldan sağa üçüncü) ve Murat Ülker (arkada sağda, kucakta) kardeşler, dost ve akraba çocuklarıyla birlikte...
Sabri Ülker’in Hayat Hikâyesi
Kırımlı Devletler Ailesi, 60 yılda dört savaş ve bir ihtilal yaşadı.
“Ülker Fırtınası” romanından dev bir marka ve soyadı doğuyor.
1944’ün “Türkiye markası” Ülker, 1994’te “dünya markası” oluyor.
Altı torundan ortak söylem: “Sabri Ülker’in torunu olmak, çok büyük sorumluluk istiyor.”
Ülker Fırtınası ile özgürlüğe kavuştu Ülker Fırtınası ile ebedi yolculuğa çıktı.
Sabri Ülker, 92 yıllık yaşamının ardında “Hoş bir sadâ” bıraktı...
16 Eylül 1920 Sabri Ülker, Kırım’ın Aluşta şehri Küçük Lambat köyünde dünyaya geldi.
15 Haziran 1929 Annesi Şakire Hanım, babası Hacı İslam Efendi, ablası Sıdıka, ağabeyleri Asım ve Hakkı’yla birlikte Kırım’dan İstanbul’a göç ettiler. Sabri, annesi ve babasıyla beraber Tekirdağ’ın Saray ilçesi Büyükmanika (Büyükyoncalı) köyüne gitti. Aile, bu köye yerleşti. Diğer çocuklar ise, yaşamlarını İstanbul’da sürdüreceklerdi.
Eylül 1929 Sabri, Kırım’da üç yıl eğitim görmüştü. Ancak, Türkiye’ye gelince, ilkokula 1. sınıftan başlamak zorunda kaldı.
1932 Sabri’nin ağabeyi Hakkı hastalanıp, İstanbul’da hastaneye kaldırıldı. Bunun üzerine aile, Bü- yükmanika köyünden İstanbul’a taşındı. Sabri’nin okul kaydı, aynı yıl Büyükmanika İlkokUlu’ndan Kadırga 3. İlkokulu’na alındı.
1934 Kırımlı Devletler Ailesi, Türkiye’de, Soyadı Kanunu ile birlikte “Berksan” soyadını aldı.
Eylül 1934 İlkokuldan mezun olan Sabri, aynı yılın sonbaharında İstanbul Erkek Lisesi’nde ortaöğreni- me başladı.
15 Aralık 1934 Ağabeyi Hakkı, Büyükmanika’da vefat etti.
Eylül 1935 Parasız Yatılı Sınavını kazanması üzerine, İstanbul Erkek Lisesi’ndeki kaydı, Bilecik Ortaokulu’na nakledildi.
20 Temmuz 1937 Bilecik Ortaokulu’ndan “pekiyi” dereceyle mezun oldu. Aynı yılın sonbaharında, lise öğrenimi için Kütahya’ya gönderilecekti.
22 Temmuz 1940 Kütahya Lisesi’nden “pekiyi” dereceyle mezun oldu. İkinci Dünya Savaşı nedeniyle, ailesi İstanbul’dan Ankara’ya taşındığı için yükseköğrenime gidemedi, ağabeyi Asım Berksan’ın Ankara’nın Anafartalar Caddesi’nde açtığı şekerci dükkânında çalışmaya başladı.
25 Eylül 1941 İstanbul’daki Sultanahmet Yüksek Ticaret Okulu’nda yükseköğrenime başladı.
16 Eylül 1944 Asım ve Sabri Berksan kardeşler, “Ülker” markalı bisküvi imalatına başladılar.
1 Ekim 1944 Sultanahmet Yüksek Ticaret Okulu’nu “pekiyi” dereceyle bitirdi. Ardından da ağabeyi Asım Berksan’ın İstanbul-Sirkeci’deki şekerci dükkânına ortak oldu.
1 Kasım 1947 Yedek subay adayı olarak, Ankara’da silah altına alındı. Kıta hizmetini ise Diyarbakır’da sürdürecekti.
20 Mayıs 1949 Güzide İman’la İstanbul’da evlendi.
14 Ağustos 1950 İlk evlatları Ahsen dünyaya geldi.
1953 Babası Hacı İslam Efendi İstanbul’da vefat etti.
26 Ağustos 1954 Aile, “Berksan” olan soyadını, mahkeme kararıyla “Ülker” olarak değiştirdi.
28 Ekim 1954 İlk erkek evlatları Ali dünyaya geldi.
1957 Ülker’in, Topkapı semtinde kurulan ilk bisküvi fabrikasının temeli atıldı. Şirket merkezi, bir süre sonra Eminönü’nden Topkapı’ya taşınacaktı.
21 Mart 1959 İkinci erkek evlatları Murat dünyaya geldi.
20 Ocak 1963 Evlatları Ali, bir doktor hatası sonucu İstanbul’da vefat etti.
10 Ocak 1969 Annesi Şakire Hanım, İstanbul’da vefat etti.
1 Mart 1987 Asım ve Sabri Ülker kardeşlerin 1944’te başlayan iş ortaklığı sona erdi.
13 Kasım 1989 Ülker Grubu Şirketleri, Yıldız Holding çatısı altında toplandı.
31 Ocak 1994 Ablası Sıdıka Hanım vefat etti.
5 Nisan 2000 Ülker Şirketi’nin İcra Kurulu Başkanlığı görevini oğlu Murat Ülker’e devretti.
6 Temmuz 2001 Ağabeyi Asım Ülker vefat etti. Cenazesi, Edirnekapı Mehmet Akif Şehitliği’ne defnedildi.
13 Eylül 2010 Hayat arkadaşı Güzide Ülker İstanbul’da vefat etti. Merhumenin cenazesi, 14 Eylül 2010 Salı günü Fatih Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazından sonra Eski Kozlu Mezarlığı’nda ebedi istirahatgâhına tevdi edildi.
12 Haziran 2012 92 yıllık hayatının ardından, İstanbul Çamlıca’daki ikametgâhında vefat etti. Merhumun cenazesi, 13 Haziran 2012 Çarşamba günü Fatih Camii’nde, öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından, Eski Kozlu Mezarlığı’nda, eşi Güzide Ülker’in yanı başındaki kabrine defnedildi.
Söyleşi ve Yazışmalar
Söyleşi ve yazışmalar; 3 Ağustos 2006 - 18 Ocak 2014 tarihleri arasında yazar Hulûsi Turgut ile araştırmacı Ali Osman Mola tarafından Adana, Ankara, Antalya, Bilecik, Bolu, Edirne (Keşan), Eskişehir, Hatay, İstanbul, İzmir, Kayseri, Kütahya, Manisa, Samsun, Sivas, Şanlıurfa, Tekirdağ (Büyükyoncalı ve Karamehmet köyleri) ile Kırım ve Brüksel’de yapıldı. Yaklaşık 400 saatte 166 kişi ile gerçekleştirilen 195 söyleşi ve yazışma için, yurtiçi ve yurtdışında 55 bin km yol kat edildi.
Abdul Wahab Al Bunnia (Yazışma)
Abdullah Ali Balsharaf (Söyleşi: 20 Ekim 2007, İstanbul)
Abdullah Gül (Yazışma: 23 Kasım 2013, Ankara)
Abdullah Şişmanoğlu (Söyleşi: 10 Kasım 2007, İstanbul)
Abdurrahman Çinbaşı (Söyleşi: 8 Eylül 2006 17 Kasım 2006, İstanbul)
Abdülkadir İman (Söyleşi: 2 Şubat 2007, İstanbul)
Adem Sezer (Söyleşi: 8 Eylül 2006 - 17 Kasım 2006, İstanbul)
Adnan Büyüksoy (Söyleşi: 23 Mayıs 2007, İstanbul)
Agâh Kafkas (Söyleşi: 30 Mart 2007, Ankara)
Ahmet Edip Uğur (Söyleşi: 7 Aralık 2006, Ankara)
Ahmet Mahir Dindar (Söyleşi: 16 Nisan 2007, İstanbul)
Ahmet Davutoğlu, Prof. Dr. (Söyleşi: 30 Mayıs 2007, Ankara)
Ahmet Özokur (Söyleşi: 2 Nisan 2007, İstanbul)
Ahmet Selvi (Yazışma)
Ahsen Özokur (Söyleşi: 19 Ocak 2008 - 8 Kasım 2012 14 Şubat 2013, İstanbul)
Ali Doğan (Söyleşi: 28 Şubat 2007, İstanbul)
Ali Ülker (Söyleşi: 19 Mart 2007, İstanbul)
Asım Kocabıyık (Söyleşi: 8 Şubat 2007, İstanbul)
Asım Taşer, Dr. (Söyleşi: 28 Şubat 2007, İstanbul)
Ataman Yıldız (Söyleşi: 4 Mayıs 2007 - 18 Eylül 2007 26 Ekim 2007, İstanbul)
Atıf Biliközen (Söyleşi: 8 Eylül 2006, İstanbul)
Avni İman (Söyleşi: 13 Aralık 2006 - 26 Ekim 2007, İstanbul)
Aziz Refiğ (Söyleşi : 7 Şubat 2007, İstanbul)
Bayram Babacan (Söyleşi: 11 Temmuz 2007, İstanbul)
Betül Ülker (Söyleşi: 19 Ocak 2008, İstanbul)
Bülent Çorapçı (Söyleşi: 19 Şubat 2007, İstanbul)
Celal Adan (Söyleşi: 22 Ocak 2007, Ankara)
Cemil Çiçek (Yazışma: 25 Ekim 2013, Ankara)
Claus Müller (Yazışma)
Deniz Baykal (Söyleşi: 4 Aralık 2013, Ankara)
Devlet Bahçeli (Yazışma: 11 Aralık 2013, Ankara)
Deyvi Florentin (Söyleşi: 26 Aralık 2006, İstanbul)
Dilaver Devlet (Söyleşi: 9 Ocak 2007, İstanbul 21-23 Haziran 2007 - 27 Eylül 2007, Kırım)
Dirk Koedijk (Yazışma)
Doğan Besler (Söyleşi: 10 Ağustos 2006, İstanbul)
Ekrem Şevket Yücesoy (Söyleşi: 31 Ocak 2007, Ankara)
Elmas Akkuş (Söyleşi: 18 Eylül 2007, İstanbul)
Erhan Kurtulmuş (Söyleşi: 8 Şubat 2007, İstanbul)
Erol Erbaş (Söyleşi: 18 Kasım 2006, İstanbul)
Fahri Öksüz (Söyleşi: 12 Ocak 2007, Hatay)
Faik Evirgen (Söyleşi : 18 Eylül 2007, İstanbul)
Faruk Berksan (Söyleşi: 3 Mayıs 2007, İstanbul)
Faruk Dağyar (Söyleşi: 30 Kasım 2007, Antalya)
Fatih Ülker (Söyleşi: 23 Nisan 2013, İstanbul)
Fikret Evyap (Söyleşi: 4 Mayıs 2007, İstanbul)
Firuz Kanatlı (Söyleşi: 1 Şubat 2007, Eskişehir)
Fuat Çanakçı (Söyleşi: 16 Eylül 2006, Samsun)
George Wiederkehr, Dr. (Söyleşi: 10 Kasım 2006, Manisa)
Gülizar Bayraktar (Söyleşi: 2 Nisan 2011, İstanbul)
Hakan Kırımlı, Doç. Dr. (Yazışma: 28 Şubat 2013, 10 Mayıs 2013)
Haluk Mesci (Söyleşi: 7 Şubat 2007, İstanbul)
Haluk Yavuzer, Prof. Dr. (Söyleşi: 30 Aralık 2010, İstanbul)
Hasan Uğur (Söyleşi: 13 Aralık 2006, İstanbul)
Hasan Yozgat Söyleşi: (17 Mayıs 2007, İstanbul)
Hayati Kuru (Söyleşi: 8 Eylül 2006 - 5 Aralık 2006, İstanbul)
Hayri Dinçsoy (Söyleşi: 14 Mart 2007, İstanbul)
Hilmi Durmaz (Söyleşi: 9 Ağustos 2006, Ankara)
Hüseyin Güneş (Söyleşi: 5 Ağustos 2011, İstanbul)
İbrahim Avcu (Yazışma)
İbrahim Bodur (Söyleşi: 16 Haziran 2009, İstanbul)
İdris Erbaş (Söyleşi: 8 Eylül 2006, İstanbul)
İsmail Bacacı (Söyleşi: 4 Mart 2013, İstanbul)
İsmet Eldener (Söyleşi: 6 Aralık 2007, Eskişehir)
İsmet Sezgin (Söyleşi: 27 Mayıs 2013, Ankara 24 Ekim 2013, İstanbul-Yazışma: 30 Ekim 2013, Ankara)
İsmet Yüksel (Söyleşi: 27 Eylül 2007 - 6 Ağustos 2012, Kırım)
İzmir Tolga (Söyleşi: 24 Ocak 2007, İstanbul)
Kadir Çeliktürk (Söyleşi: 30 Kasım 2007, Antalya)
Kadir Güler (Söyleşi: 31 Temmuz 2007, İstanbul)
Kâmil Yazıcı (Söyleşi: 14 Ağustos 2007, İstanbul)
Kemal Şentürk (Söyleşi: 3 Kasım 2006, İzmir)
Kemal Unakıtan (Söyleşi: 9 Şubat 2008, Ankara)
Kerami Mercan (Söyleşi: 2 Temmuz 2007, Edirne / Keşan)
Korhan Tegül (Söyleşi: 3 Mayıs 2007, İstanbul)
Kurt Seyit Çalı (Söyleşi: 2 Ağustos 2011 - 6 Temmuz 2012, İstanbul)
M. Kemal Cabıoğlu (Söyleşi: 6 Aralık 2006, İstanbul)
Macit Akın Özoflu (Söyleşi: 8 Kasım 2013, İstanbul)
Mahir Şenbabaoğlu (Söyleşi: 3 Temmuz 2007, İstanbul)
Mahmut Mahir Kuşçulu (Söyleşi: 24 Ağustos 2006, İstanbul)
Mehmet Ağar (Söyleşi: 22 Ocak 2007, Ankara)
Mehmet Ali Eroğlu (Söyleşi: 25 Aralık 2006, İstanbul)
Mehmet İman (Söyleşi: 12 Aralık 2006, İstanbul)
Mehmet Kösdağ (Söyleşi: 25 Ekim 2007, İstanbul)
Mehmet Kurtuluş (Söyleşi: 1 Mart 2007, İstanbul)
Mesut Erez (Söyleşi: 18 Haziran 2007, Kütahya)
Metin Emiroğlu (Söyleşi: 18 Eylül 2007, İstanbul)
Metin Yurdagül (Söyleşi: 7 Aralık 2006, Ankara)
Mevlüt Onat (Söyleşi: 5 Aralık 2006, İstanbul)
Mike Acemyan (Söyleşi: 23 Ağustos 2006, İstanbul)
Muallâ Öner (Söyleşi: 13 Mart 2011, İstanbul)
Murat Aluç (Söyleşi: 8 Eylül 2006, İstanbul)
Murat Ülker (Söyleşi: 19 Ocak 2008 - 23 Nisan 2013 28 Eylül 2013 - 23 Ekim 2013, İstanbul)
Mustafa Acar (Söyleşi: 19 Ekim 2007, Bolu)
Mustafa Albayrak (Söyleşi: 10 Temmuz 2007, İstanbul)
Mustafa Kalaycıoğlu (Söyleşi: 4 Temmuz 2007, İstanbul)
Mustafa (Cemiloğlu) Kırımoğlu (Söyleşi: 29 Eylül 2007 6 Ağustos 2012, Kırım)
Mustafa Özel, Dr. (Söyleşi: 6 Şubat 2007 - 2 Temmuz 2007, İstanbul)
Mustafa Ülker (Söyleşi: 23 Nisan 2013, İstanbul)
Mustafa Topbaş (Söyleşi: 2 Nisan 2007, İstanbul)
Muzaffer Kösdağ (Söyleşi: 25 Ekim 2007, İstanbul)
Mümin Erkunt (Söyleşi: 16 Temmuz 2007, Ankara)
Nahit Küçük (Söyleşi: 9 Ocak 2007, İstanbul)
Nâzım Düzenli (Söyleşi: 25 Aralık 2006, İstanbul)
Necati Can (Söyleşi: 16 Nisan 2007, İstanbul)
Necati Çelik (Söyleşi: 29 Mart 2007, Ankara)
Necdet Buzbaş (Söyleşi: 20 Şubat 2007, İstanbul)
Nevzat Yalçıntaş, Prof. Dr. (Söyleşi: 25 Ekim 2007, İstanbul)
Nihat Gökyiğit (Söyleşi: 25 Aralık 2006, İstanbul)
Nihat Öner (Söyleşi: 17 Nisan 2007, İstanbul)
Orâl Turanoğlu (Söyleşi: 3 Kasım 2006, İzmir)
Orhan Ateş (Söyleşi: 3 Şubat 2007, İstanbul)
Orhan Çakırlar (Söyleşi: 9 Temmuz 2007, İstanbul)
Orhan Göker (Söyleşi: 14 Mart 2007, İstanbul)
Orhan Kayım (Söyleşi: 25 Nisan 2007, İstanbul)
Orhan Karabulut (Söyleşi: 30 Ocak 2010, İstanbul)
Orhan Özokur (Söyleşi: 23 Ağustos 2006 - 3 Mayıs 2007, İstanbul)
Osman Kartal (Söyleşi: 26 Aralık 2006, İstanbul)
Ömer Çetiner (Söyleşi: 27 - 28 Kasım 2007, Şanlıurfa)
Ömer Özokur (Söyleşi: 2 Nisan 2007, İstanbul)
Patrick Baird (Söyleşi: 14 Kasım 2006, Ankara)
Raşit Köken (Söyleşi: 28 Kasım 2006, Tekirdağ-B.Yoncalı)
Recep Tayyip Erdoğan (Yazışma: Temmuz 2013, Ankara)
Recep Toktemir (Söyleşi: 28 Kasım 2006, Tekirdağ / B.Yoncalı)
Remzi Önal (Söyleşi: 14 Mart 2007, İstanbul)
Reşat Sözen (Söyleşi: 25 Haziran 2013, İstanbul)
Rıfat Hassan (Söyleşi: 26 Aralık 2006, İstanbul)
Rıza Sepet (Söyleşi: 10 Mayıs 2007, İstanbul)
Sabahattin Zaim, Prof. Dr. (Söyleşi: 7 Mart 2007, İstanbul)
Sadettin Korkut (Söyleşi: 4 Mayıs 2007, İstanbul)
Salih Özcan (Söyleşi: 2 Şubat 2007 - 20 Şubat 2007, İstanbul)
Salih Tuğ, Prof. Dr. (Söyleşi: 25 Ocak 2007, İstanbul)
Salim Uslu (Söyleşi: 18 Ağustos 2006, Ankara)
Sami Bakanoğlu (Söyleşi: 24 Nisan 2007, İstanbul)
Sebahattin Kahyaoğlu, Dr. (Söyleşi: 18 Kasım 2006, İstanbul)
Selçuk Berksan (Söyleşi: 27 Kasım 2006 - 15 Mart 2007 19 Mart 2007 - 3 Nisan 2007 - 2 Temmuz 2012, İstanbul)
Sezgin Elmas (Söyleşi: 10 Temmuz 2007, İstanbul)
Silvio Kluzer (Söyleşi: 31 Ağustos 2009, Brüksel)
Süleyman Çelebi (Söyleşi: 17 Mayıs 2013, Ankara)
Süleyman Demirel (Söyleşi: 3 Ağustos 2006 - 23 Ekim 2013 Yazışma: 18 Ocak 2014, Ankara)
Süleyman Yalçın, Prof. Dr. (Söyleşi: 3 Şubat 2007, İstanbul)
Şaban Gülbahar (Söyleşi: 23 Ağustos 2006 25 Nisan 2007, İstanbul)
Şemsi Kopuz (Söyleşi: 25 Ekim 2007, İstanbul)
Ş̧̧ener Astan (Söyleşi: 20 Ağustos 2013, İstanbul)
Talât Özgün (Söyleşi: 1 Mayıs 2008, İzmir)
Tanıl Küçük (Söyleşi: 5 Eylül 2006, İstanbul)
Tekin Kantarcı (Söyleşi: 16 Mayıs 2007, Kayseri)
Tekin Küçükali (Söyleşi: 26 Nisan 2007, Ankara)
Tevfik Arıkan (Söyleşi: 3 Mayıs 2007, İstanbul)
Turgay Demirel (Yazışma)
Tuncay Özilhan (Söyleşi: 19 Şubat 2007, İstanbul)
Turgut Ayla (Söyleşi: 17 Nisan 2007, İstanbul)
Ümit Çelebi (Söyleşi: 11 Temmuz 2007, İstanbul)
Vitali Hakko (Söyleşi: 1 Mart 2007, İstanbul)
Vural Baylan (Söyleşi: 9 Temmuz 2007, Ankara)
Vural Bulut (Söyleşi: 3 Mayıs 2007, İstanbul)
Yahya Ülker (Söyleşi: 23 Nisan 2013, İstanbul)
Yakup Tahincioğlu (Söyleşi: 2 Nisan 2007, İstanbul)
Yılmaz Akar (Söyleşi: 7 Mart 2007, İstanbul)
Yılmaz Karadeniz (Söyleşi: 16 Aralık 2006, İstanbul)
Yurdakul Gözde (Söyleşi: 18 Mayıs 2013, Bodrum)
Yusuf Oda (Söyleşi: 8 Eylül 2006, İstanbul)
Yüksel Ertan (Söyleşi: 21 Haziran 2007, İstanbul)
Yüksel Günay (Söyleşi: 24 Ocak 2007, İstanbul)
Zeki Sözen (Yazışma)
Zeki Yıldız (Söyleşi: 18 Haziran 2007, Kütahya)
Zihni Uğurses (Söyleşi: 7 Ağustos 2006, Adana)
Ziya Yıldız (Söyleşi: 18 Haziran 2007, Kütahya)
Yayınlar
A. M. Şamsutdinov Mondros’tan Lozan’a Türkiye Ulusal Kurtuluş Savaşı Tarihi 1918-1923, Çeviren: Ataol Behramoğlu, Doğan Kitap, İstanbul, 1999
Agâh Oktay Güner, Dr., Türkiye’nin Kalkınması ve İktisadî Devlet Teşekkülleri, Damla Yayınları, İstanbul, 1978
Ahmet Davutoğlu, Prof. Dr., Stratejik Derinlik - Türkiye’nin Uluslararası Konumu, 68. Baskı, Küre Yayınları, İstanbul, 2011
Alan Fisher, Kırım Tatarları, Çeviren: Eşref B. Özbilen, Selenge Yayınları, İstanbul, 2009
Alan Parmer, 1853-1856 Kırım Savaşı ve Modern Avrupa’nın Doğuşu, Türkçesi: Meral Gaspıralı, Sabah Kitapları İstanbul, 1999.
Aleksandr Keresnki, Kerenski ve Rus İhtilâli, Çeviren: Rasih Güran, Ağaoğlu Yayınevi, İstanbul, 1967.
Ali Polat, Üç Bin Yıllık Birikim, Enes Matbaacılık, İstanbul, 2006.
Aram Andonyan, Balkan Savaşı, Çeviren: Zaven Biberyan, Aras Yayıncılık, İstanbul, 1999. Atlas Tarih Dergisi Özel Sayısı, “100. Yılında Balkan Savaşları”, Sayı: 16, 2012.
Aziz Kaylan, “Tarihimizin Unutulan Olayı Kırım Savaşı (1853-1856)”, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1975.
Boris Pasternak, Doktor Jivago, Cem Yayınevi, İstanbul, 2011.
Burhan Belge, İkinci Dünya Savaşı - Radyo Konferansları, Başnur Matbaası, Ankara, 1970.
E. H. Carr, Sovyet Rusya Tarihi, Bolşevik Devrimi 1917 - 1923, 3 Cilt, Ceviren: Orhan Suda, Metis Yayınları, İstanbul, 1979.
Emel Akal, Milli Mücadelenin Başlangıcında Mustafa Kemal, İttihat Terakki ve Bolşevizm, İletişim Yayınları, İstanbul, 2012.
Erdal Güven, “Stalin-Troçki Mücadelesi”, Atlas Tarih Dergisi, Sayı: 18, Şubat-Mart 2013.
Ernest Hemingway, İşgal İstanbul’u ve İki Dünya Savaşı’ndan Mektuplar, Türkçesi: M. Ali Kayabal, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1970.
Fahir Armaoğlu, Prof. Dr., 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1983.
Ferénc Feher - Helles Ágnes, Doğu Avrupa Devrimleri, Derleyip Çeviren: Tarık Demirkan, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1995.
Fevzi Çakmak, Batı Rumeli’yi Nasıl Kaybettik?, Yayına Hazırlayan: Ahmet Tetik, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2012.
Hayrettin Bey, Kırım Harbi, Yayına Hazırlayan: Şemsettin Kutlu, Tercüman 1001 Temel Eser, İstanbul.
Henrik Eberle-Matthias Uhl, Hitler Kitabı, Çeviren: Mustafa Tüzel, NTV Yayınları, İstanbul, 2009.
Hulûsi Turgut, Adriyatik’ten Çin Seddi’ne Avrasya ve Demirel, II. Cilt, ABC Yayınları, İstanbul, 2002. Demirel’in Dünyası, ABC Yayınları, İstanbul, 1992.
İlhan Ayverdi, Misalli Büyük Türkçe Sözlük, 3 Cilt, Kubbealtı Yayınları, İstanbul, 2006.
İlhan Bardakçı, Bir İmparatorluk Yağması - Balkan Bozgunu ve I. Dünya Harbi, 3. Baskı, Ajans-Türk Yayınları, Ankara.
İlhan Tekeli-Selim İlkin, 1929 Dünya Buhranında Türkiye’nin İktisadi Politika Arayışları, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Ankara, 1977.
İsmail Soysal, Soğuk Savaş Dönemi ve Türkiye - Olaylar Kronolojisi (1945-1975), İsis Yayımcılık, İstanbul, 1997.
İsmet İnönü, Hatıralar, 2. Kitap, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1987.
Jak Deleon, Beyoğlu’nda Beyaz Ruslar, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2003.
Kâmuran Gürün, Türk-Sovyet İlişkileri (1920-1953), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1991.
Kâzım Karabekir, Ankara’da Savaş Rüzgarları, II. Dünya Savaşı - CHP Grup Tartışmaları, Emre Yayınları, İstanbul, 1994.
Kemal Çapraz, Sürgünde Yeşeren Vatan Kırım, Turan Yayıncılık, İstanbul, 1995.
Kerem Çalışkan, 100 Yılın Rövanşı, Caretta Yayınları, İstanbul, 2012. Kütahya Lisesi 100. Yıl Albümü (1890-1990), Ekspres Matbaası, Kütahya, 1990.
Leon Troçki, Balkan Savaşları, Çeviren: Tansel Güney, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2012.
Lev Tolstoy, Sivastopol 1855, Türkçesi: E. Nermi, Gün Yayınları, İstanbul, 1966.
Liddell Hart, II. Dünya Savaşı Tarihi, 1. ve 2. Cilt, Çeviren: Kerim Bağrıaçık, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1999.
Mehmet Arif Demirer, Demokrat Parti ve Tarım, Demokrat Parti 60.Yıl Kitapları No:5, Ankara, 2006. Demokrat Parti’nin Yatırımları, Demokratlar Kulübü Yayınları, Ankara, 2006. 6 Eylül 1955 Olaylarına 50.Yılda Yeni Bakış, Demokratlar Kulübü Yayınları, Ankara, 2006.
Mehmet Maksudoğlu, Prof. Dr., Kırım Türkleri, Ensar Neşriyat, İstanbul, 2009.
Mert Toker-Ceyhun Arca, Alman’ın Mehmetçikleri, Cinius Yayınları, İstanbul, 2012.
Nadir Devlet, Prof. Dr., İsmail Gaspıralı, Başlık Yayın Grubu, İstanbul, 2011.
Necip Fazıl Kısakürek, Çile, Yapı Kredi Kültür Yayınları, İstanbul, 2005.
Olaf Caroe, Sir, Sovyet İmparatorluğu, 2 Cilt, Tercüme: Zerhan Yüksel, Tercüman 1001 Eser, İstanbul.
Onur Öymen, Silahsız Savaş, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2002.
Orlando Figes, Kırım - Son Haçlı Seferi, Çeviren: Nurettin Elhüseyni, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2012.
Ömer Sami Coşar, Troçki İstanbul’da, Kitaş Yayınları, İstanbul, 1969.
Özcan Pehlivanoğlu, Yeniden Merhaba Rumeli, Ufuk Ötesi Yayınları, İstanbul, 2008.
Philip S. Jowett, Balkan Harpleri’nde Ordular 1912-13, Çeviren: Emir Yener, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2012.
Safiye Erol, Ülker Fırtınası, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul, 2010.
Şevket Rado, Hayat Böyledir, Doğan Kardeş Yayınları, İstanbul, 1966.
Sâmiha Ayverdi, Türk-Rus Münasebetleri ve Muharebeleri, Turan Neşriyat Yurdu, İstanbul, 1970.
Serge A. Zenkovsky, Prof. Dr., Rusya’da Pan-Türkizm ve Müslümanlık, Çeviren: Prof. Dr. İzzet Kantemir, Üçdal Neşriyatı, İstanbul, 1983.
Süheyl Gürbaşkan, Bir Reklâmcı Aranıyor, İstanbul Reklâm Yayınları, İstanbul, 1980
Süleyman Demirel, Bir Ömür Suyun Peşinde, 2 Cilt, (2. Baskı) ABC Medya Ajansı Yayınları, İstanbul, 2006.
Stefan Zweig, Yıldızın Parladığı Anlar, Çeviren: Burhan Arpad, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 1997.
Stefanos Yerasimos, Türk-Sovyet İlişkileri, Ekim Devrimi’nden Milli Mücadeleye, Gözlem Yayınları, İstanbul, 1979.
Stephane Lauzanne, Balkan Acıları, Kastaş Yayınları, İstanbul, 1990.
Taha Akyol, Rumeli’ye Elveda, Doğan Kitap, İstanbul, 2013.
Yahya Sezai Tezel, Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi 1923-1950, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1994.
Yaşar Kalafat, Dr., Kırım-Kuzey Kafkasya Sosyal Antropoloji Araştırmaları, ASAM Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Yayınları, Ankara, 1999.
Yılmaz Öztuna, Rumeli Kaybımız - 93 ve Balkan Savaşları, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1990. Osmanlı Devleti Tarihi, Faisal Finans Kurumu Yayını, İstanbul, 1986.
A
Abdurrahman (Sabri Ülker’in ağabeyi) 68, 317
Abdülhamid II., Padişah 51, 56, 58-60, 107, 565, 566
Abdülmecid, Padişah 51
Ablum, Mahir 163, 641, 642
Acar, Mustafa 613, 614, 633, 717
Acıman, Eli 525
Ağca, Mehmet Ali 426
Ahmet Ziya Bey (Sabri Ülker’in dayısı) 59, 102, 125-128, 131
Akbulut, Ziyaeddin 616-617
Akın, Kenan 514, 515
Aksoy, Temel 253
Aktin, Edip 679
Akyol, Taha 683, 691, 693, 722
Akzambak, Mehmet 376
Al-Bunnia, Haj Abdul ahab 480, 715
Aleko Usta 204
Allen, Melvin C. 310, 311
Ali Haydar Efendi 222-223
Altıntak, Hüseyin 204, 595
Arın, Suat 628
Arıkan, Tevfik 633, 634, 719
Arısan, Mehmet 162
Aslan, Yusuf 377
Astan, Şener 585, 628, 629
Ataseven, Asaf 465, 466, 530, 661
Ataseven, Gülsen 465, 466
Ateş, Orhan 559, 560
Atatür, Pervin 172
Atatürk, Mustafa Kemal 107, 108, 113, 114, 123, 146, 147, 154, 158, 168, 172, 267, 314, 365, 378, 554
Avcu, İbrahim 209
Aydemir, Talat 332
Aydıner, Atilla 620
Ayvazovski, İvan 51
B
Bacacı, İsmail 418
Balcı, Şükrü 370, 394, 395, 548
Balzac, Honor± de 55
Bahçeli, Devlet 32
Barnes, Harry 301
Başar, Şükûfe Nihal 154, 223
Başaran, Mustafa 360, 361
Bayar, Celal 167, 211, 268, 332, 347
Baykal, Deniz 30
Bayraktar, Gülizar 249-251
Bayram, Mahmut 667
Benekay, Yahya 226, 228
Berker, Şinasi Nahit 349
Berkman, Münir Müeyyed 154, 158
Berksan, Betül (Asım Ülker’in kızı) 240, 290, 465-467, 669
Berksan, Faruk 116, 240, 259, 349, 351, 352, 354, 355, 357- 360, 362, 368, 369, 371, 387, 400, 405, 415, 460, 486, 487, 533, 534, 592, 602, 636, 707
Berksan, Selçuk 58, 79-81, 91, 101, 109, 116, 118, 119, 127, 139, 142, 173, 181, 200, 201, 203, 205, 240, 257-260, 262, 263, 285, 311, 314, 315, 336, 337, 350-352, 354, 359, 369, 370, 373, 376, 382, 383, 385, 387, 399, 401, 405, 415, 434, 448, 449, 484, 494, 702
Besler, Doğan 143
Besler, Fehmi 143
Besler, Sami 141, 170
Beyatlı, Yahya Kemal 122, 172, 555
Beykont, Zeki 159, 160, 162
Biliközen, tıf 362
Bodur, İbrahim 321, 323, 325
Bolak, Aydın 325
Bonaparte, Napolyon 156, 213, 301
Boran, Behice 426
Bölükbaşı, Rıza Tevfik 157
Budak, Rıdvan 418, 419, 424
Buzbaş, Necdet 403, 404, 430, 536, 538, 539
Büyük, Gürol 445
Büyükanıt, Yaşar 550
C
Cansen, Ege 463
Cengiz Han 40, 41
Ceyhun, Ekrem 689
Churchill, Winston 43, 44, 193, 301
Cibran, Halil 89, 137, 701
Cilasun, Zafer 346
Clay, Muhammed Ali 646
Commer, Robert 346
Coşkun, Ali 564
Ç
Çağlayangil, İhsan Sabri 519
Çalı, Kurt Seyit 84-86, 90, 91, 94, 110, 114, 119, 120, 185, 226-228, 231, 232
Çalı, Nuriye 231
Çakır, Erden 636
Çamlıbel, Faruk Nafiz 153
Çanakçı, Fuat 340, 341, 585, 592, 594, 679
Çanakçı, Suat 594
Çar Nikolay 107, 120
Çehov, Anton 51
Çelebi, Bünyamin 531
Çelebi, Süleyman 418-421
Çelebi, Ümit 513, 514, 521, 522, 530, 542
Çeliktürk, Kadir 601
Çetiner, Ömer 614, 615, 617
Çiçek, Cemil 19
Çiller, Tansu 554
Çizmecioğlu, Abdullah 172
Çizmecioğlu, Mustafa 172
Çorapçı, Bülent 320-322, 325, 548
D
Dağcı, Cengiz 51
Dağyar, Faruk 590, 591, 634
Damat Ferit Paşa 108
Davis, William Hersey 319
Davutoğlu, Ahmet 104, 105, 350, 412, 413, 443, 451, 661
Davutoğlu, Sare 104
Demirel, Süleyman 24, 45, 46, 175, 304, 333-335, 345, 364, 378, 417, 424-426, 428, 519, 520, 548, 554, 580, 626
Demirel, Turgay 580, 581
Denizci, Süheyl 265, 695, 697
Denktaş, Rauf 425
Devletof Süleymanoğlu, Dilaver 116, 117
Dinçsoy, Ahmet 207, 208
Dinçsoy, Hamdi 141, 353
Dinçsoy, Hayri 208
Dinçsoy, İsmet 207
Dinçerler, Vehbi 165
Doğan, Ali 571, 572, 576
Durmaz, Hilmi 539, 585, 596, 597
Duruel, Hasan 617
Düzenli, Samime 179
E
Ecevit, Bülent 346, 376-378, 384, 392, 425, 428, 519, 520, 551
Ecevit, Rahşan 520
Eczacıbaşı, Nejat 609
Ecirzade, Mustafa Avni 171
Edison, Thomas 301
Eflatun (Platon) 146, 151
El Mutavva, Abdullah 305
Elrom, Efraim 365
Emiroğlu, Metin 409, 410
Engin, Kemal 153
Erbakan, Necmettin 175, 347, 364, 365, 376, 378, 424, 519, 549, 551, 554, 618
Erbuğ, Orhan 384, 385
Erdem, Ercan 384, 385
Erdoğan, Recep Tayyip 22, 618, 619, 622, 623, 690
Erez, Mesut 163, 641
Erkunt, Mümin 338, 339
Eroğlu, Mehmet Ali 609, 611
Erim, Nihat 364, 365, 377, 519
Erol, Safiye 199, 200
Erozan, Celal Sahir 154
Ersoy, Mehmet Akif 66
Ertan, Yüksel 521-524
Esen, Fikret 214, 215
Esener, Ali Fethi 520
Eşref Sabit 154
Evren, Kenan 425, 426, 519, 520
Eyüboğlu, Bedri Rahmi 122
F
Fahreddin (Türkkan) Paşa 106
Fatih Sultan Mehmed, Padişah 41, 197
Feyzioğlu, Turhan 424, 426
G
Gamsız, Nuri 265, 695, 697
Gaspıralı, İsmail Bey 42, 43, 45
Gates, Bill 691
Gazioğlu, Şaban 321
General Wrangel 120, 124
Genç, Faruk 265
Gezmiş, Deniz 377
Goethe, Johann Wolfgang von 71, 169
Goldenberg, Emil 679
Gomez, Heinz 264
Gök, Adem 178
Gök, Süleyman 178
Gökçen, Sabiha 114
Gökbörü Kançal, Fikri 110
Gökyiğit, Nihat 313, 567
Gövsa, İbrahim Alâaddin 154, 158
Gözde, Yurdakul 422
Gül, Abdullah 15
Gülen, Fethullah 550
Gümüşpala, Ragıp 332
Günay, Yüksel 583, 584
Güneş, Hüseyin 566, 600
Güney, Eflatun Cem 151
Gürbaşkan, Süheyl 521
Gürcan, Tarık 265
Gürel, Halit 139, 144, 450
Gürsel, Cemal 332, 345
Güzelses, Celal 217
H
Hacı Bekirzade Ali Muhiddin 171
Hacı Geray Han 41
Hacı İslam Efendi (Sabri Ülker’in babası) 17, 39, 52, 53, 57-62, 64-69, 71, 73, 76, 79-81, 83, 86, 87, 89, 91-94, 96, 97, 106, 110, 113, 114- 116, 118, 119, 122, 125- 128, 131, 134, 135, 138-140, 141, 171, 185, 207, 208, 223, 230, 235-237, 239-241, 248, 255, 316, 317, 681, 711, 712
Hacı Sayid 171
Hafız Numan Efendi (Sabri Ülker’in dedesi) 61, 64, 67, 68
Hafız Rıza Bey (Sabri Ülker’in dayısı) 102
Hanife Hanım 223
Hasan Efendi (Sabri Ülker’in dedesi) 52, 55, 58, 59, 62, 681
Hassan, Rıfat 308, 309
Hatemi, Nadir 273
Hatice Gülsüm Hanım (Sabri Ülker’in babaannesi) 52, 55, 62
Haşim, Ahmet 153, 156
Hitler, Adolf 159, 184, 185, 189, 210, 214, 225, 229
Hugo, Victor 555
Humeyni, Ayetullah 426
Hz. Ali 393, 394
Hz. Muhammed 106, 137
I
Ilıcak, Kemal 514
Işık, Murat 110
İ
İbrahim, Veli 90, 91
İman, Ahmet 417
İman, Avni 220, 277, 401, 402
İman, Mehmet 238
İman, Muharrem 222, 275, 639
İman, Sabiha 116, 190, 236, 273, 275
İnam, Orhan 359
İnan, Hüseyin 377
İnönü, Erdal 554
İnönü, İsmet 114, 167, 168, 193, 194, 211, 332, 333, 347, 364, 377, 378
İnönü, Mevhibe 114
İpekçi, Abdi 426
İsmail Hakkı (Sabri Ülker’in ağabeyi) 68, 91, 317, 557
İzzet Melih 159
J
Jankoviç, Jean Paul 679
Jobs, Steve 691
Johnson, Lyndon B. 310, 345
K
Kâmil Paşa 565
Kamu, Kemalettin 154
Kanatlı, Firuz 349, 350, 683, 685, 688
Kantarcı, Hayrullah 630
Kantarcı, Tekin 630, 631
Kantarcızade Hacı Ömer 172
Karaağaçlı, Hacı Mustafaoğlu Süleyman 172
Karabulut, Orhan 179, 180, 181
Karaca, Kadri 263
Karaca, Yunis 568
Karadayı, İsmail Hakkı 557
Karadeniz, Yılmaz 224
Karataş, Ayfer 299
Karpat, Kemal 692
Kasım, Ahmet 167
Katerina (Çariçe) 45
Kaufman, Aleander 302
Keçeci, Karpiç (Juri Georges Karpovitch) 172
Kent, Muhtar 697
Kerenski, Aleksandr 107
Kırımlı, Ahmet İhsan 324
Kırımoğlu (CemiloğluԜ) Mustafa 46-48
Kısakürek, Necip Fazıl 154, 155, 677
Kibritçioğlu, Ahmet 597
Kocabıyık, Asım 533
Koç, Vehbi 172, 254, 305, 321, 603, 605, 687
Koçu, Reşat Ekrem 179
Kohen, Hayim 219, 220, 222, 224, 225, 255
Konfüçyüs 169
Koraltan, Refik 211
Koru, Naci 566
Korutürk, Fahri 376, 378, 425, 426, 519
Koryürek, Enis Behiç 154
Köprülü, Fuat 211
Kösdağ, Mehmet 130, 319
Kubayev, Memet 86, 91
Kumak, Mehmet Gafur 172
Kurt Mehmet (Sabri Ülker’in amcası) 55
Kuşçulu, Mahmut Mahir 330, 476, 477
Kuşçulu, Nuh 320, 321, 324, 327, 330, 331, 475, 476, 478
Küçükali, Tekin 406, 407, 569
L
La Bruy°re, Jean de 555
Lamartine, Alphonse de 109
Le Bon, Gustave 109
Lenin (Ulyanov), Vladimir İlyiç 79, 90, 96, 107, 122
M
Mahire (Sabri Ülker’in ablası) 61, 139, 317
Mardin, Yusuf 154
Mareşal Fevzi Çakmak 210
Marko Usta 170
Mar, Karl 90, 123
Mavituna, Abdurrahman 151, 167
Mehmet Turhan Bey 171
Melen, Ferit 378
Menderes, Adnan 211, 257, 265-268, 296, 332, 377, 522, 554
Menderes, Yüksel 377
Mercan, Kerami 607, 608
Mercan, Nedim 607
Mercan, Sami 607
Meriç, Cemil 240
Mesci, Haluk 521, 522, 525, 526
Morçay, Şükrü 496
N
Nahum, Hayim 203, 303
Nebioğlu, Kemal 380-382, 396, 417, 424
Neriman Teyze (apartman komşuları) 244
Nurettin Hoca 667
O
Oluç, Mehmet 585, 596, 598
Onnik Usta 208, 258
Orhon, Orhan Seyfi 154, 158
Ortaylı, İlber 45, 213
Osman Nuri Bey 171
Osmanoğlu, Abid 565
Ö
Öksüz, Fahri 588, 589, 679
Öner, Mualla 59, 72, 131, 199
Öner, Nihat 82, 102, 130, 132, 207
Ömer, Öner 679
Önsel, Vedat 425
Öz, Sebahattin 153
Özal, Turgut 165, 175, 327, 343, 346, 409-411, 520, 554, 689, 692
Özbek, Necip 615
Özcan, Gazanfer 447, 448
Özcan, Gönül Ülkü 447, 448
Özcan, Salih 304-307, 565, 566
Özdemir, Sadi 516, 517, 692
Özdemir, Nâzım 363
Özden, Yekta Güngör 561
Özdil, Yılmaz 683, 695, 697
Özdöner, Fazıl 615
Özel, Mustafa 144, 145, 176, 475, 522, 535
Özgü, Cemal 181
Özgü, Cemile 181
Özgün, Talât 215, 216, 218
Özhun, Kayhan 475
Özilhan, Tuncay 471-473, 475, 477, 577
Özokur, Ahmet 104, 617, 643, 660, 661, 669
Özokur (Ülker) Ahsen 36, 38, 76, 95, 97, 100-104, 118, 133, 145, 162, 166, 200, 222, 235, 237, 240-243, 246, 249- 251, 270, 275, 280, 281, 283- 285-292, 316, 354, 372, 387, 388, 462, 468, 484, 542, 645, 649, 678, 679, 681, 712
Özokur, Alanur 660
Özokur, Ayşe Senem 660
Özokur, Beyhan 660
Özokur, Kerem 660
Özokur, Nur Vera 669
Özokur, Orhan 104, 354-356, 363, 380, 381, 441, 475, 489, 491, 492, 536, 540, 575, 578, 661
Özokur, Ömer 643, 652, 653, 660
Özokur, (Davutoğlu) Sefure 104, 661, 669
Özokur, Yusuf İhsan 669
P
Page, Larry 691
Pandeli Usta 201
Pasternak, Boris 52, 77
Peker, Alptekin 680
Polatkan, Hasan 332, 554
Puşkin, Aleksandr Sergeyeviç 51
R
Rado, Şevket 269, 270, 281, 555
Rakiros, Parasko 183, 203, 205
Rasputin, Grigori 107
Recaizâde Ekrem 153
Richepin, Jean 154
Roosevelt, Franklin 43, 44
S
Sabancı, Hacı Ömer 685, 688
Sabancı, Sakıp 562, 685, 688
Sadık Rifat Paşa 692
Saharov, Andrey 47
Said Şamil 565
Sancar, Semih 426
Saracoğlu, Şükrü 177, 193, 194, 205
Sazak, Gün 519
Selışık, Selahattin 214, 215
Sepet, Rıza 594, 625, 626, 679
Seyit Ömer, (Sabri Ülker’in amcası) 55, 101
Sezer, Adem 167, 504
Sezgin, İsmet 26, 557, 558
Sıdıka Hanım (Sabri Ülker’in ablası)
Simavi, Sedat 233
Socrates 69, 316
Songar, Ayhan 564
Sökmen, Tayfur 519
Sözen, Reşat 618, 619
Sözer, Vural 521
Sultan Aziz, Padişah 692
Sultan Reşad, Padişah 87
Sunay, Cevdet 345, 364, 365, 377
Sükan, Faruk 426
Stalin, Jozef 43-45, 47, 50-52, 80, 90, 114, 122, 123, 185, 240, 288
Ş
Şahabettin, Cenap 156
Şakire Hanım, (Sabri Ülker’in annesi) 55, 61, 65, 67, 68, 76, 78, 81, 82, 91, 93, 102, 114, 125, 126, 136, 138, 171, 205, 237, 239, 240, 241, 291, 316, 317, 711, 713
Şapolyo, Enver Behnan 172
Şendal, Yusuf 172
Şentürk, Aziz 167
Şentürk, Kemal 585, 603, 605, 628
Şentürk, Namık Kemal 376
Şerif Hüseyin Paşa 106
Şeyh Şamil 565
Şişmanoğlu, Abdullah 278
T
Tağmaç, Memduh 346, 364
Tamer, Zekirriya 162
Taviloğlu, Mustafa 244
Tecer, Ahmet Kutsi 154
Tolga, İzmir 521, 522, 526-528
Topbaş, Mustafa 120
Topbaş, Sabahattin 321, 327, 328
Tosunzade, Abdurrahman 172
Troçki, Leon 66, 122-124
Tunagür, Yaşar 304
Tuncer, Kenan 170, 178
Turanoğlu, M. Uluğ 154
Turhan, Mediha 172
Tuğ, Salih 533, 534, 568
Tural, Cemal 346
Türkeş, Alparslan 210, 406, 407, 424, 519, 520, 551, 554, 592, 594
Türel, Yusuf 321
U
Uğur, Hasan 327, 328
Uğurses, Zihni 594, 596, 636, 637, 679
Ulaş, Fahrettin 321
Unakıtan, Kemal 110
Uras, Güngör 683, 689, 690, 692
Uşaklı, Ömer Bedrettin 154
Ü
Ülken, Aydın 526
Ülker, Ahmet Asım 58, 64, 68, 76, 79-82, 85, 91, 92, 99, 101, 115, 116, 118, 126-128, 131- 133, 135, 139, 141-143, 169- 179, 181-185, 197-199, 201- 205, 207, 208, 214, 221, 230, 231, 239-241, 247-249, 252- 255, 256, 258, 259, 261, 272, 303, 307, 316, 319, 320, 326, 335, 351, 352, 354, 357, 387, 397, 405, 414, 415, 417, 437, 444, 483-485, 487-489, 491, 500, 505, 522, 587, 590, 591, 593, 594, 601, 607-609, 631, 640, 662, 681, 685, 686, 699, 701, 710-713
Ülker, Ali (Ahsen Özokur’un oğlu) 83, 103, 274, 277, 293, 396, 397, 484, 533, 534, 536, 538, 539, 568, 576, 643, 646, 647, 652
Ülker, Ali (Sabri Ülker’in oğlu) 35, 36, 235, 237-239, 241, 242, 246, 269, 270-279, 292
Ülker (Ataseven), Betül 240, 290, 465-467, 669
Ülker, Fatih 643, 669, 674
Ülker, Fatma 117, 190, 652
Ülker, Güzide (İman) 76, 130, 220, 222, 235-237, 248-251, 258, 259, 269, 270, 280, 292, 316, 319, 387, 388, 401, 465- 467, 469, 551, 591, 617, 645, 670, 675, 677, 678, 682, 712, 713
Ülker, İbrahim 652
Ülker, Meryem 652
Ülker, Murat 36, 38, 59, 60, 62, 69, 109, 111, 113, 115, 118, 165, 213, 219, 240, 245-248, 253, 255, 271, 276, 280, 292, 300, 344, 373, 375, 387, 395, 398, 418-420, 424, 437, 440, 442-444, 456, 462, 466, 469, 489, 491, 492, 503, 532, 535, 536, 539-544, 547, 556, 557, 559, 570, 575, 605, 645, 669, 673, 692, 699, 701, 704, 707, 710, 713
Ülker, Mustafa 643, 669, 670, 673
Ülker, Rahmi 217
Ülker, Yahya 618, 643, 669, 670, 677
Ülker, Zehra 174, 230
Ülker, Zeynep 652
Ülkücü, Aydın 437
Ürgüplü, Suat Hayri 333, 377
V
Vahideddin, Padişah 107
W
Wiederkehr, George 475, 479
Y
Yalçın, Süleyman 564
Yalçıntaş, Nevzat 120, 129, 130, 142, 555, 562, 563
Yaramanoğlu, Hüdai 447, 661
Yavuzer, Haluk 270, 433-435, 441, 443
Yazıcı, Kâmil 327-329, 472
Yazıcı, Osman 475
Yelmen, Hasan 326
Yener, Faruk 265
Yıldız, Ziya 164, 166, 341, 342, 639
Yılmaz, Mesut 554
Yozgat, Hasan 343, 595, 679
Yöntem, Ali Canip 154
Yusuf Ziya 153, 171
Yusuf Ziya Bey (şekerci) 171
Yurdagül, Metin 38, 499, 500, 501, 509, 510, 512, 514, 567
Yurdakul, Mehmet Emin 210
Yurdoğlu, Lebit Fehmi 154
Yüceses, Fethi 192
Yüceses, Hamiyet 178, 192
Yücesoy, Ekrem Şevket 560, 561
Yüksel, İsmet 51
Z
Zaim, Sabahattin 321
Zorlu, Fatin Rüştü 332, 554
Zweig, Stefan 197