Lübnanlı ünlü şair ve yazar Halil Cibran’ın anlamlı sözlerinden biri de şöyle:
“Doğru yol; sıradan insanların gittiği yol değildir; düşünen, öz akıl sahiplerinin yoludur.”
Sabri Berksan da, gençliğinin ilk yıllarında, sıradan insanların gittiği yola itibar etmemiş, henüz 15 yaşındayken, ailesinin içinde bulunduğu durumdan kendine vazife çıkarmıştı. Bilgiden başka hiçbir güce heves etmeme konusunda kararlı görünüyordu.
Hz. Muhammed (S.A.V.) de bir hadisinde, “İlim, Çin’de de olsa, alınız” buyuruyordu.
Sabri Berksan, 1934 sonbaharında ilkokulu bitirip “İstanbul Erkek Lisesi”nin orta kısmına kaydını yaptırdı.
Henüz çocukluk dönemini yaşamasına rağmen, ailenin tüm fertleri gibi o da yokluk ve güçlükle mücadeleye girişmiş, ilkokul sıralarındayken hem okumuş, hem de boş zamanlarında çalışan nüfusa dahil olmuştu.
Kırım’da kaybettiği üç koca yıl, moralini asla bozmadı. Geçmişe değil, geleceğe bakıyordu. Babası, ona, zamanı nasıl kullanacağını
öğretmişti. Sabri bu arada, ümit ederek, mesut olmayı da keşfetmişti.
Yeni okulu da oturdukları lojmanla aynı semtte, hatta yürüme mesafesindeydi.
Sabri Berksan’ın öğrenim göreceği İstanbul Erkek Lisesi, 1884’ten beri pek çok genci hayata hazırlamıştı. Bu okulun tarihi binası, bir zamanlar Düyun-u Umumiye İdaresi’ne (Osmanlı Devleti Genel Borçlar Kurumu) de hizmet vermişti. Kim bilir bu okul, belki yıllar sonra ailenin bir başka ferdine de ilim yuvası olacaktı.
Sabri, başarıya talipti. Okulunu da çok sevmişti. Ancak, maddi yükünü, ailesinin üzerinden almak istiyordu. “Parasız yatılı”33 sınavına girdi, kazandı. Ardından da ikinci sınıfa geçtiği okuluna veda etmek zorunda kaldı. Sabri’ye, 1935 yılının Kasım ayında gurbet yolu göründü. Öğreniminin devamını, Bilecik Ortaokulu’nda, parasız yatılı öğrenci olarak sürdürecekti.
Tarih: 17 Kasım 1935 Pazar. Anne Şakire Hanım, sevgili evladının tahta bavulunu hazırladı. Onu, gurbet ellere gönderirken bağrına bastı, kokladı. Dünyada hep vedalaşma vardı, ama ana-oğul, ilk defa aylar, hatta yıllar sürecek bir ayrılığın ıstırabını yaşıyorlardı.
Baba Hacı İslam Efendi de çok üzgündü, her şeye rağmen şartların icabına boyun eğip, en küçük evladını yanına kattı; Eminönü’nden bindikleri sandal, onları Haydarpaşa’ya ulaştırdı.
Batı Anadolu’dan doğu istikametine gidecek olan kara tren, onları da bekliyor gibiydi. Aslında yol çok da uzak değildi. Uzunca bir tren yolculuğunu ise ailece, altı yıl önce Simferopol ile Odesa arasında yapmışlardı.
Aile, Rusya’daki bu seyahat sırasında, Türkiye’ye göç telaşındaydı. Yanlarında, götürebilecekleri kadar eşyaları da bulunuyordu. Sabri ise, en az iki yıl yatılı olarak öğrenim göreceği Bilecik Ortaokulu’na giderken giyim kuşamıyla birlikte, denk yapılmış yatağını da götürüyordu.
Üç, bilemediniz dört saat sonra Bilecik’e ulaştılar. Ardından da, o dönemin şartlarında görkemiyle dikkat çeken şehrin girişindeki
Bilecik Ortaokulu binasını buldular. Bu okul, Osmanlı’nın son döneminde, 1905 yılında “Bilecik Rüştiyesi” adıyla öğrenime açılmış, Cumhuriyet’le birlikte adı “Bilecik Ortaokulu” olmuştu.
Baba-oğul, Bilecik’te ilk gecelerini, o yılların şartlarında konaklama tesisi olarak kullanılan bir handa geçirdiler.
Ertesi gün, heyecan içinde gittikleri Eskişehir yolu üzerinde bulunan Bilecik Ortaokulu da, aynen İstanbul Erkek Lisesi gibi çok haşmetliydi. Koridorları, tarih kokuyordu. Yüksek tavanları vardı. Yurdun dört bir yanından gelmiş öğrenciler, okul pansiyonunda kalıyor ve hayat maratonuna hazırlanıyordu.
Okul müdürlerine, o yıllarda “direktör” deniliyordu. Baba-oğul, Direktör Halit Gürel’in huzuruna çıktılar, kendilerini takdim ettiler. Halit Hoca, yeni öğrencisi ve velisiyle tanıştıktan sonra, onlarla kısa bir sohbete koyulup, hayat hikâyelerini dinledi.
Hoca, Sabri’yi ilk günden himayesine aldığını hissettirir gibiydi. Bilecik Ortaokulu’nda bir yıldan beri müdürlük yapmakta olan Halit Hoca’nın bu tavrı, Hacı İslam Efendi’yi çok memnun etti. Artık, gözü arkada kalmayacaktı.
Halit Hoca ile öğrencisi Sabri Berksan’ın yollarının yarım asır sonra tekrar kesişeceğini o günden söylemek için, herhalde kâhin olmaya gerek yoktu. Çünkü ilk gün, ilk dakikalarda, onlar adeta baba-oğul gibi olmuşlardı.
Hacı İslam Efendi için ayrılık vakti gelmişti. Gerekli nasihatlerde bulunduğu oğlunu yanaklarından öptükten sonra, karmaşık duygular içinde İstanbul’a döndü. Kendisi de tam 43 yıl önce, henüz 17 yaşındayken Kırım’dan İstanbul’a gitmek için yola çıkmış, Osmanlı İmparatorluğu başkentinde parasız yatılı imkânı elde ederek, Fatih Medresesi’nde öğrenim görmüştü.
Sabri de babasının yolunu izliyor, imparatorluk coğrafyasında kurulan yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin imkânlarıyla ailesinden yüzlerce kilometre uzaktaki Bilecik’te, istikbale hazırlanıyordu.
Sabri Berksan, eski Osmanlı’nın başkenti İstanbul’da öğrenim görmek isterken, kader onu, Osmanlı Devleti’nin kurulduğu topraklara sürüklemişti. Osmanoğulları, 624 yıl boyunca dünyaya hükmedecek cihan imparatorluğunun temelini 1299’da Bilecik’in hemen yanı başındaki Söğüt ilçesinde atmıştı.
Bilecik, 1921-1922 yılları arasında da işgalci Yunanlara karşı girişilen Kurtuluş Savaşı’nın en çetin muharebelerine sahne oluyordu. Türkiye’nin gazi şehirlerinden Bilecik’in 1920’lerdeki 12 bin olan nüfusu, savaş sırasında verilen şehitlerden sonra 4 bine kadar düşmüştü.
Sabri Berksan, her köşesinde köklü tarih ve kahramanlığın izleri bulunan bu şehrimizde, ortaöğrenimine devam edecekti.
Sabri, Bilecik’te öğrenimini sürdürürken, baba Hacı İslam Efendi de, İstanbul’daki yeni işinde büyük bir şevkle çalışıyordu. İlim ve irfana çok önem veren Hacı İslam Efendi, Köprülü Kütüphanesi’nde görev yaparken, mazide yaşamış olduğu sıkıntıları unutmuş gibiydi. Ama, kısa bir süre önce kaybettiği oğlu Hakkı’nın acısını her an içinde hissediyor, bu arada gurbete yolladığı Sabri’nin de hasretini çekiyordu.
1934’ün sonunda, aile geçim sıkıntısını geride bırakmıştı. Artık baba Hacı İslam Efendi devletten maaş alıyor, büyük oğulları Asım da 1932’den beri çalıştığı Besler Fabrikası’nda iyi bir konuma gelmiş bulunuyordu.
Sabri, gurbette öğrenim görürken, ağabeyi Asım da 1934 yılının Nisan ve Kasım ayları arasında, İstanbul’daki Selimiye Kışlası’nda askerlik görevini tamamladı. Besler’in sahipleri Fehmi ve Sami Besler, Asım’a, 1936 yılında, fabrikanın giriş katındaki satış mağazası için şu ilginç teklifte bulundu:
“Asım, 500 lira bul, bu dükkânda, işletmenin yarısına ortak ol.”
Daha dört yıl önce işçi olarak girdiği Besler Fabrikası’nda zamanla patronlarının güvenini kazanan Asım, bu cazip teklifi değerlendirmek istedi, ama parası yoktu.
Altı ay boyunca 500 lira borç para arayan Asım, bu çabasından sonuç alamayınca, konuyu dayısına açarak yardım istedi. Dayı da, “Beni ortak edersen, o parayı veririm” dedi. Asım, çaresiz, dayısının bu şartını kabul etmek zorunda kaldı.
Zaman, yaraları sarmak için en etkili ilaçtı. 1929 yılında ailesiyle birlikte Kırım’dan göç eden Asım, yedi yıl boyunca benzin istasyonu pompacılığından şekerleme fabrikası işçiliğine kadar pek çok yerde çalışarak, anne, baba ve kardeşlerinin geçimine katkıda bulundu.
İş hayatında istikrarlı bir şekilde ilerleyen Asım, neticede, çalıştığı mağazaya ortak olma başarısını gösterdi. Bu arada, kuzeni Hamdi Dinçsoy’u da Büyükmanika köyünden İstanbul’a getirterek, ona, yeni işyerinde tezgâhtarlık görevi verdi.
Asım Berksan, 1930-1940’lı yıllarda İstanbul’un yüksek potansiyele sahip ticaret ve iş merkezinde adeta uygulamalı eğitim görmüş, Eminönü ve Sirkeci’de iş hayatının bütün inceliklerini öğrenmişti. İşletmesini devraldığı Besler Satış Mağazası’nı daha da faal hale getirmek için, Besler Fabrikası’nın yanı sıra, öteki imalatçılardan da temin ettiği lokum ve kuru pasta gibi gıda maddelerini, bu yeni işyerinde satıyordu.
Rusya’da, Rusça ve Tatarca dillerini öğrenen Asım Berksan, İstanbul’daki iş âleminde de önce Fransızca, daha sonra da Şişhane Musevicesi ve Rumca öğrenmişti.
Ağabeyinin iş hayatında başarı basamaklarını çıktığı dönemde Bilecik Ortaokulu’nda öğrenim görmekte olan Sabri de, durumu hakkında ailesini sürekli mektupla haberdar ediyor, derslerden aldığı yüksek notların mutluluğunu da onlarla paylaşıyordu.
Aslında, Sabri’nin derslerden yana hiçbir sıkıntısı yoktu. Ama aklı fikri ailesinin geçim derdindeydi. Tatilleri fırsat bilip İstanbul’a gelince, emsalleri gibi gezip tozmaz, ağabeyinin dükkânından aldığı Besler ürünlerini bir tablaya koyarak, Eminönü, Galata Köprüsü ve Karaköy bölgesinde satarak para kazanırdı. Bazı dönemlerde de fabrikanın hamur dairesinde “geçici işçi” olarak çalışıyordu.
Sabri’nin sattığı Besler ürünleri arasında en çok “Yeni Hayat” müşteri buluyordu. Tanesi 100 Para’ya (2,5 kuruş) satılan ürünler, ticarete henüz alışan Sabri’nin yüzünü güldürüyor, günlük kazancını ailesine götürürken, ona, başarılı olmanın gururunu da yaşatıyordu.
Ortaokul öğrencisi Sabri, Eminönü ve Sirkeci’de seyyar satıcılık yaparken küçük yaşına rağmen o yörenin iş potansiyelini de keşfediyordu.
Sabri Berksan, aradan yıllar geçtikten sonra, dostu Nevzat Yalçıntaş’a iş hayatında yola çıkışının öyküsünü anlatırken, çocukluğunda, kendisini etkileyen olayı, şu cümlelerle açıklayacaktı:
Biliyorsunuz; Sirkeci ile Eminönü iç içe. Öğrenimimi tamamlayıp, yerleşik iş hayatına girmek için karar verince, “Eminönü’nde bir yer tutalım” dedik. Benim, bisküvi sanayiine girmem; anneciğimin yapıp bana tablada sattırdığı tatlıların sayısının artması, ardından Sirkeci’ye intikal etmem, orada da bir yer tutup, bu işi artık imalat haline getirmemle olmuştur.
Sabri Berksan, daha sonraki yıllarda yeğeni Selçuk Berksan’a anılarını anlatırken şunları söylüyordu:
Ticaretin, üretimden daha kârlı ve kolay bir iş olduğunu, okulumuzun tatil dönemlerinde seyyar satıcılık yaparken gördüm. Serbest ticaretin kazancı, işçi olarak çalışmaktan çok daha iyi idi. Ayrıca, fazla bir yorgunluğu yok. Sokaktaki her insan, sizin potansiyel müşteriniz oluyor. Gördüm ki, esas ticaret, bu imiş...
Besler’in kurucularından Fehmi Besler’in oğlu Doğan Besler de, Asım ve Sabri Berksan kardeşlerin, fabrikalarında işçi olarak çalıştıkları dönemi babasından dinlemiş.
Doğan Besler, o döneme ait anıları günümüze şu sözlerle naklediyordu:
Sabri Bey’le tanışmadan önce, methini babamdan çok duyardım. Rahmetli babam, hem Asım Amca’yı hem de Sabri Bey’i anlatırdı. Bizim Besler Fabrikası’nda, önce Asım Amca çalışmış; Sabri Bey de yaz tatillerinde gelip fabrikanın hamur dairesinde çalışırmış.
Rahmetli babam, “Bisküviciliğin alfabesi, hamur dairesinden başlar” derdi. Demek ki Sabri Bey, bisküviciliğe, bu işin alfabesinden başlamış...
Sabri’nin öğrenim hayatı da aynen Asım Ağabeyi’nin iş hayatı gibi başarılı bir grafik çizdi. Bilecik’teki okul numarası 159’du. Üç yıl boyunca öğrenim gördüğü dersler ise şunlardı:
Kız öğrenciler ise, ayrıca ev idaresi, çocuk bakımı ve biçki-dikiş dersleri görüyor, askerlik dersinden muaf tutuluyordu. Aslında, askerlik dersleri, hem ortaokullarda hem de liselerde uzun yıllar okutuldu. Dersleri, subaylar veriyordu. 1 Eylül 1939’da başlayacak olan İkinci Dünya Savaşı’na katılmamamıza rağmen, orta dereceli okullara, askeri kamplarda mecburi eğitim de getirilecekti.
1937 yılının Mayıs ayında Bilecik Ortaokulu’nda sözlü final sınavlarına giren Sabri, tüm derslerden 10 numara aldı. Tavr-ı Hareket (davranış) notu da 10’du.
Ortaokul mezunu olan Sabri Berksan’ın önünde, daha üç yıllık lise öğrenimi vardı. O yıllarda Bilecik’te lise bulunmadığı için devlet hesabına okuyan bu öğrenci, orta öğreniminin ikinci dönemini ise lisesi olan bir başka ilimizde sürdürecekti.
1940’larda adı “Kültür Bakanlığı” olan Milli Eğitim Bakanlığı, Sabri Berksan’ın lise öğrenimini, komşu il Kütahya’nın tarihi lisesinde yine parasız yatılı olarak sürdürmesine karar vermişti.
Sabri Ülker, Bilecik yıllarının üzerinden uzun süre geçtikten sonra öğrencilik döneminde yaşadıklarını, yakın çevresiyle de paylaşmış. Bir gün, danışmanı Mustafa Özel’le sohbet ederken, Kadırga’daki komşularının kendisine armağan ettiği o kocaman ayakkabıyla Bilecik’te yaşadığı koca bir yılını anlatmış.
İlk defa Ahsen Özokur’un bahsettiği bu ayakkabı hikâyesinin devamını, şimdi de Mustafa Özel’den dinleyelim:
Sabri Bey, zaman zaman hayatından çok değişik kesitler anlatırdı. Onlardan birini nakletmek istiyorum.
Sabri Bey, Kadırga İlkokulu’nu bitirmiş. Ortaokul için yatılıolarak İstanbul dışına gidecekmiş. Bana, o günlerle ilgili aynen şunları söylemişti: “Babamın işleri bozuktu. Aslında kendisi ilahiyat tahsili yapmış bir hocaydı. Ama, tütün ziraatiyle uğraşıyordu.
Gurbete çıkmak üzereydim. Beraberimde götüreceğim kılık kıyafetimle ilgili hazırlık yapıldı, ama ayağıma giyeceğim doğru dürüst bir ayakkabı yoktu. Mevcut ayakkabım, çürük çarıktı. Babamın parası olmadığı için, bana yeni bir ayakkabı alamıyordu. İnsanlardan da borç para isteme tabiatı yoktu.
Ertesi gün yola çıkacaktık. Komşulardan biri bu durumumuzu işitmiş. Kendisine de o günlerde çok güzel, ısmarlama bir ayakkabı yaptırmış. Ayakkabı, komşumuzun ayağını ya sıkmışya da bol gelmiş. O ayakkabıdan kurtulmak istiyormuş. Ayakkabıyı bir güzel paketlemiş, bize geldi. Bu özel ayakkabısını bana hediye etti, aile fertlerimize de benim için, “Allah kavuştursun” dedi.
Annem, komşunun hediyesi ayakkabıyı bavuluma koydu. İstanbul’dan Bilecik’e geldim. Pansiyona yerleştim. İlk gün ayakkabının paketini açtım ve ayağıma giydim. Ayakkabı, 43 numaraydı. Adım attıkça, ayağımdan fırlar gibi oluyordu. Ama hiç bir öğretmenim, “Oğlum, bu ne biçim ayakkabı...” demedi. Hiçbir arkadaşım da halime gülmedi. Bilecik’teki ilk senemi bu ayakkabıyla geçirdim. Yani, kocaman ayakkabılarla utana sıkıla da olsa, sene sonunu buldum.”
Sabri Berksan, 1937 yılının sonbaharında, artık “delikanlılıkçağı”nı yaşıyordu. 18 yaşına girmek üzereydi. Bu arada ortaokulu bitirmiş, Kütahya Lisesi’ne kaydını yaptırmış, ikinci gurbete çıkacağı günü merak içinde bekliyordu. Çünkü, yeni bir şehir ve yeni insanlar tanıyıp, yeni arkadaşlar edinecekti.
Sabri, üç yıldan beri gurbetteydi. Bilecik Ortaokulu’nda yatılıokurken kendi dünyasını kurmuş, yolunu da çizmişti. Hayata atılmadan önce bir yüksekokul diploması almakta kararlıydı. Oysa, oyıllarda, lise diploması dahi, insana çok büyük ve önemli mevkiler sağlıyordu.
Ünlü filozof Eflatun’un tarif ettiği gibi, insanı süsleyen ilim, sevgive özgürlük, delikanlılık çağındaki Sabri Berksan’ın benimsediği ve koruduğu meziyetler olmuştu.
Sabri’nin Kütahya’da üç yıl boyunca öğrenim göreceği okul, “Taş Mektep” adıyla anılırdı. Okul, 1889 yılında yapılmış, Kurtuluş Savaşı sırasında da Alay Komutanlığı ve Askeri Hastane olarak kullanılmıştı. Sabri Berksan, 1923’te büyük bir yangın geçirdikten sonra 1937’de adeta yenilenmiş olan Kütahya Lisesi’nin ilk yatılı öğrencilerinden oluyordu.
Kütahya Lisesi, aynen Kütahya şehri gibi Türk tarihinde çokönemli bir yere sahipti. Bu okulu, Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmadan yedi ay önce, 24 Mart 1923 Cumartesi günü, Ankara’daki Büyük Millet Meclisi’nin Başkanı Mustafa Kemal Paşa ziyaret etmiş ve milli eğitim tarihimizde çok önemli bir yeri olan “Öğretmenlere Hitabı”nı burada yapmıştı. Mustafa Kemal Paşa, bir yıl öncesine kadar Yunanlarla savaştığı Kütahya’da, bu defa cehaletle savaşmak için öğretmenleri topluyordu. Büyük Millet Meclisi Başkanı ve Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, öğretmenlere hitabında, “İki orduya ihtiyaç vardır; biri, vatanın hayatını kurtaran asker ordusu, diğeri, milletin geleceğini yoğuran irfan ordusu...” diyordu.
Mustafa Kemal Paşa’nın tarihi Kütahya Lisesi’nde kendisini dinleyen öğretmenlere hitabı özetle şöyleydi:
Muallime Hanımlar ve Muallim Efendiler,Bu irfan yuvası altında hepinizi bir arada görmekten ve hepinizi selamlamaktan çok memnunum. Memleketimizi, toplumumuzu gerçek hedefe, gerçek mutluluğa ulaştırmak için iki orduya ihtiyaç vardır. Biri; vatanın hayatını kurtaran asker ordusu, diğeri; memleketin geleceğini yoğuran irfan ordusudur. Bu iki ordunun her ikisi de kıymetlidir, yücedir. Fakat, bu iki ordudan hangisi daha değerlidir, hangisi bir diğerinden üstündür? Şüphesiz, böyle bir tercih yapılamaz. Bu iki ordunun ikisi de hayatidir. Henüz üç-dört senelik hayata sahip olan milli idaremizde, irfan ordusu ile layık olduğu kadar ilgilenilememiştir. Fakat buradaki mecburiyeti, milletin münevverleri olan sizler elbette kidaha iyi takdir edersiniz. Bütün kuvvetimizi yalnız cephede toplamaya mecbur olduğumuz bu kısa süre içinde, tabiatıyla irfan ordusuyla gereğince meşgul olamadık. Lakin, Cenab-ı Hakk’a şükürler olsun ki, düş-man karşısındaki aziz ordumuz için harcadığımız bütün emekler, mutlu sonucunu verdi.
Kütahya Lisesi’nin 4B sınıfı öğrencilerinden Sabri Berksan, 24 Şubat 1938 Perşembe günü, okul pansiyonundaki yatakhanede şafakla birlikte uyandı. Güne başlarken, önce yatağını topladı, ardından da elini yüzünü yıkamak için lavabonun başına geçti. Musluktan akan su, adeta buz kesmişti. Kış mevsimi, bütün şiddetiyle hüküm sürüyordu. Yatakhanedeki öğrencilerin çoğu, sabahlara kadar sürekli öksürüyordu.
“Kalorifer” denilen merkezi ısıtma sistemi yüzyıllar önce keşfedilmiş, hatta 17. yüzyılda Doğubeyazıt’taki İshak Paşa Sarayı’nda da kullanılmıştı ama, 1938 Türkiye'sinde konut ve işyerlerinde ısınma için hâlâ ocak ve sobaya başvuruluyordu. Dolayısıyla, Kütahya Lisesi Pansiyonu da aynı durumdaydı.
İşte o yokluk yıllarında, etrafı kasıp kavuran şiddetli soğuklar, özellikle zayıf bünyelere adı-sanı belirsiz mikropları taşıyor, enfeksiyonla birlikte gribal hastalıklar da insan sağlığını tehdit ediyordu.
1940 ve 1950’lerin kış aylarındaki doktor reçetelerinin vazgeçilmez ilacı ise, penisilindi. Ama ne idüğü belirsiz o bin bir çeşit mikrop, zaman zaman penisiline dahi meydan okuyordu.
Evet, Sabri hastaydı. Kütahya Lisesi’ne geleli sadece beş ay olmuş, fakat bu kentin ağır iklim şartlarına uyum sağlayamamıştı. Derslerini ihmal etmekten korkuyordu. Ancak, vücudunda, bir türlü dinmeyen ve romatizma işareti veren ağrı ve sızılar, okula devamını engelleyecek boyuta ulaşmıştı.
Sabri, o soğuk perşembe sabahında, okul pansiyonundaki “mütalaa odası”na gitti. Sırasına oturdu. Çantasından çıkardığı bir yaprak kâğıt üzerine dilekçe yazmaya başladı.
Derdine derman aradığı dilekçesinde şunları söylüyordu:
Kütahya Lisesi Direktörlüğü’ne, Eskiden beri zayıf olan sıhhi vaziyetimin buraya geldikten sonra Kütahya’nın sert iklimi ile gittikçe bozulduğunu hissediyorum. Bilhassa ayaklarım, soğuğun tesiri ile tam bir romatizma başlangıcı olarak şişip, kaşınıyor ve çok fena sancılar yapıyorlar. Bu halin devamı ile günden güne pansiyona gidip gelmem bile son derece güçleşiyor. Derslerimi kaçırmamak için şimdiye kadar tek bir gün bile revirde kalmamağa gayret ettimse de, neticenin sıhhatim için tehlikeli olabileceğinden korkuyorum. Bu sebeple, sıhhatim için daha müsait bir yere nakledilmekliğim için Heyet-i Sıhhiye’ye [Sağlık Kurulu] havalemi rica eder, derin saygılarımı sunarım. 24.2.938 Adres: 4B 756 Sabri Berksan [Pul ve İmza]
Sabri’nin, başka bir kente nakli için lise müdürlüğüne vermiş olduğu dilekçenin cevabı, dört gün sonra okul doktorundan geldi. Doktor, teşhisini koymuştu: “Paltosu olmadığı için üşütmüş.” Şimdi, Kütahya Lisesi doktorunun, Sabri Berksan’ın sağlık sorunlarıyla ilgili, muayene sonrası teşhis raporunu okuyalım:
Lise Direktörlüğü’ne, 4B 756 Sabri Berksan muayene edildi. Ayak parmaklarında hafif kızartı ve kaşıntı görüldü. Tedavisi için kendisine reçetesi verildi. Bütün kışı paltosuz geçiren bu talebenin, soğuk tesiri ile bu gibi rahatsızlıklara maruz kalacağı pek tabiidir. Palto tedarik edildiği takdirde, başka mahalle nakle lüzum olmadığı saygılarımla arz olunur. Lis. Ok. H. 28.2.938 [İmza]
Sabri Berksan, gurbete de, yatılı öğrenim hayatına da zamanla alıştı. Kim bilir, belki bir paltoya da kavuştu.
18 yaşına gelmiş, yakışıklı bir delikanlı olmuştu. Aslında ailesinin mütevazı imkânlarına rağmen, kılık kıyafetine çok dikkat ediyordu. Şüphesiz, o şartlar altında eksikleri de olacaktı.
Okulunu sevmişti. Arkadaşlarıyla uyum halindeydi. Sessiz sakin ve mazbut bir öğrenci olduğu için, sınıf arkadaşlarının etkinliklerine fazlaca katılmıyor, onları izlemekle yetiniyordu.
Kütahya Lisesi’nde, her hafta başı, tüm öğrenciler tarihi binanın bahçesinde toplanıyor, birlikte İstiklal Marşı’nı söyledikten sonra düzen içinde dersliklere giriyorlardı. İstiklal Marşı, cumartesi günü öğle saatlerinde haftalık ders bitiminde de tekrarlanıyordu.
1937-1940 yılları arasında Kütahya Lisesi’nin öğretim kadrosu, mesleklerinde deneyim kazanmış öğretmenlerden oluşuyordu. Bu
arada, Türk edebiyatının ünlü simalarından hikâye ve masal yazarı, derleyici Eflatun Cem Güney de edebiyat öğretmeni olarak görev yapıyordu.
Lisede ilk yıl 4B, ikinci yıl 5B sınıfında öğrenim gören Sabri Berksan, son sınıfta ise edebiyat koluna ayrılmıştı. Ağırlıklı olarak
edebiyat derslerinden öğrenim gören Sabri, bu arada fen derslerini de ihmal etmezdi. O kadar ki, cebir problemlerini Fransızca kitabından öğrenir ve arkadaşlarına anlatırdı.
Sabri Berksan’ın son sınıftaki arkadaşlarından 755 numaralı Abdurrahman Mavituna da edebiyat mezunu olmasına rağmen, İstanbul’da Güzel Sanatlar Akademisi’nin Yüksek Mimarlık Bölümü’nü bitirmişti.
Mavituna, Kütahya Lisesi tarafından 1990 yılında yayımlanan “Kütahya Lisesi 100. Yıl Albümü”nde anılarını anlatırken şunları
söylüyordu:
Bir tatil günü, arkadaşlarla Sultan Bağları’na, geziye gitmiştik. Sol tarafta, bir bahçe içinde, bir kiraz ağacının dalları yere
değiyordu. Hemen daldık, adeta kirazları yapraklarıyla sıyırdık. Bir arkadaşımız bize katılmadı; yolda bekledi. Hatta ben kiraz
verdim, yemedi. Bu arkadaşımla temasımı hiç kaybetmedim.Bu olayı hatırladıkça da, kendimden utanırım; Allah affetsin. Bu arkadaşım, Sabri Berksan’dı. Bugünkü Sabri Ülker...
Sabri Berksan, Kütahya Lisesi’nde üç yıl öğrenim gördü. Bu dönemde, kişiliği iyice şekillenmeye başlamıştı. Azimli ve kararlıydı. Hiç kimsenin, çaba göstermeden başarıya ulaşamayacağını da öğrenmişti. Şüphesiz, başarmak için disiplinli olmak gerekirdi. Bu özellik, Sabri’de fazlasıyla mevcuttu. Her şeyi ciddiye alıyordu. Dersleri mükemmeldi.
Sabri’nin sosyal bilimlere merakı fazlaydı, ama fen derslerinden de tam not alıyordu. Adeta inci gibi el yazısı vardı. Latin alfabesini emsallerinden üç yıl sonra öğrenmesine rağmen, mükemmel bir yazı karakterine sahip olmuştu.
Şiire, özlü sözlere ve içinden ders çıkarılacak öykülere meraklıydı. Bu nedenle, özel bir defter hazırladı.
Defterin ilk sayfasında, adeta bir hattatın kaleminden çıkmış gibi “Seçme Yazılar” başlığı bulunuyordu. O yazının altında da tevazu
ile yazılmış, küçücük bir not vardı. O notta, 756 olan okul numarası ve adı yer alıyordu.
Sabri Berksan’ın 1937-1940 yılları arasında hazırlamış olduğu “Seçme Yazılar” başlıklı defter, halen ailesinin koruması altında.
Daha dün yazılmış gibi...
Yazı metinleri, hem göze hem ruha hitap ediyor. Satır başları, sanki cetvelle belirlenmiş. Dolmakalemle yazılmış olan yazıların
üzerinde hiçbir çizik yok.
Lise öğrencisi Berksan’ın, defterine adeta nakış gibi işlediği 55 sayfadan oluşan o seçme şiir, öykü ve özdeyişler; okuyanlara, bu liseli gencin kişiliği ile iç dünyası hakkında da yeterli ipuçlarını fazlasıyla veriyor.
Seçme Yazılar Defteri’nde birbirinden güzel ve anlamlı şu şiir ve metinler yer alıyor:
Şiirler:
Ayrılış / Kemal Engin
Genç Dul (Şairi belli değil)
Kaldırımlar / Necip Fazıl
İntizar / Yusuf Ziya
Ayşe / F. Nafiz Çamlıbel
Yakışmadı / Recaizade Ekrem
Gül / Ahmet Haşim
Kabri Fikreti Ziyaret / Rıza Tevfik
Uçun Kuşlar / Rıza Tevfik
Salkım Söğüt / (Othello’dan) Shakespeare
Bir Selvi Gölgesi / Yusuf Ziya
İnkisar / F. Nafiz Çamlıbel
Nazar / Yahya Kemal
Kin (Şairi belli değil)
Her Gül Böyle Açar / Sebahattin Öz
Mehlika Sultan / Yahya Kemal
Çal / Eşref Sabit
Tekerleme / Kazak Abdal
Otel Odalarında (Şairi belli değil)
Su / Şükûfe Nihal
Tavaf / İbrahim Alâaddin Gövsa
Eğer Dünya Çökmezse / Lebit Fehmi Yurdoğlu
Atatürk / Orhan Seyfi Orhon
Küsuf / Münir Müeyyed Berkman
Tuna Kıyısında / Enis Behiç
Bingöl Çobanları / Kemalettin Kami (Kamu)
Yaz Görüşleri / Ali Canip
Anneler / Ahmet Kutsi
Anneciğim / Necip Fazıl Kısakürek
Başımla Gönlüm / Celal Sahir Erozan
İrşat / Rıza Tevfik
Yayla Dumanı / Ömer Bedrettin
Kumru ve Serçe / Yusuf Mardin
Nerdesiniz / M. Uluğ Turanoğlu
Leyla (Şairi belli değil)
Öyküler:
Ağladığını Gördüm / Byron
Yaramazın Şarkısı / Rişpen
Sabri Berksan, “Seçme Yazılar” defterinde, hem yaşının hem de karakterinin icabı eserlere yer vermiş. Bu eserlerde; duygu ve hamasetin yanı sıra, ahlaki değerler de bulunuyor. Ayrıca, aynı dönemde vefat eden Atatürk’le ilgili üç şiir dikkati çekiyor.
Şimdi, Sabri Berksan’ın “Seçme Yazılar” defterinden seçtiğimiz bir demet edebi eseri, birlikte incelemeye başlayalım...
Sabri Berksan, özenle hazırladığı defterin ilk sayfalarına “Yaramazın Şarkısı” adını verdiği bir öykü yerleştirmiş. 1940’larda gençlerin ilgisini çeken bu öykü, günümüzde de anlatılıyor.
Öyküyü; Cezayir doğumlu, Fransız asıllı şair, romancı ve oyun yazarı Jean Richepin kaleme almış.
Sabri Berksan’ın seçtikleri arasında yer alan bu öykünün yazarı Richepin, 1849- 1926 yılları arasında yaşamış.
Anne sevgisini yüreğinin derinliklerinde hisseden her kişinin okuyunca ders çıkarabileceği öykü şöyle:
Delikanlı, katı yürekli, zalim bir kızı sevmiş ve onunla evlenmek istemişti. Ancak, kız, korkunç bir şart ileri sürüyordu:
“Sana evet diyebilmem için, önce sevgini ölçmek isterim. Şimdi, bana, köpeğime yedirmek üzere annenin kalbini getireceksin.”
Delikanlı, tüyler ürperten bu teklif karşısında ne yapacağını şaşırmış, uzun bir tereddütten sonra hislerine mağlup olup, annesini öldürmeye karar vermişti. Annesi, belki de durumu fark ettiği için, oğluna fazla direnmedi.
Çocuk, sevgilisinin isteğini yerine getirdi. Annesinin kalbini bir mendile sardı, ardından da zalim kızın evine hızla koşmaya başladı.
Heyecanla sevgilisinin evine ulaşmaya çalışan bu şaşkın delikanlının ayağı bir taşa takıldı. Kendisi bir tarafa, mendilin içindeki kalp bir başka tarafa fırladı.
Delikanlının, canı acımıştı. O anda, dudaklarından “Ah anacığım...” sözleri döküldü.
Annesinin tozlara bulanmış ve hâlâ soğumamış olan kalbinden şöyle bir ses yükseldi: ”Canım yavrum, bir yerin mi acıdı?..”
Türk ve İslamcı şair, yazar, fikir adamı Necip Fazıl Kısakürek, ebedi yolculuk temalı “Anneciğim” adlı şiirinde, annesine şöyle hitap
ediyor:
Anneciğim
Ak saçlı başını alıp eline,
Kara hülyalara dal anneciğim.
O titrek kalbini bahtın yeline,
Bir ince tüy gibi sal anneciğim.
Sanma bir gün geçer bu karanlıklar,
Zulmetin ardında gene zulmet var.
Çocuklar hıçkırır, anneler ağlar,
Yaşlı gözlerinle kal anneciğim.
Dudaklarında aksi bir derin “hiç” in,
Kanadın yayılmış çırpınmak için.
Bu kış yolculuk var diyorsa için,
Beni de beraber al anneciğim.
Necip Fazıl Kısakürek
Sabri Berksan’ın “Seçme Yazılar” defterinde, ayrıca birbirinden anlamlı dört özdeyişle de karşılaştık. Her biri, çok düşündü-
rücü...
Sabri Berksan, Seçme Yazılar Defteri’nde İskoç asıllı ünlü İngiliz şair Lord Byron’un “Gözyaşını Gördüm” adlı aşk ve doğa temalı şiirini, “Ağladığını Gördüm” ismiyle nesir olarak yazmış:
Ağladığını Gördüm
Ağladığını gördüm: Senin o mavi gözlerinin üzerine bir büyük parlak gözyaşı kondu. Bana öyle geldi ki, menekşe üzerine
bir çiy damlası düştü.
Gülümsediğini gördüm: Senin yanında safirin parıltısı sönük kaldı. Çünkü onun ışıkları, senin bakışını dolduran canlı nurlarla mukayese edilemez.
Bulutlar, ötedeki güneşten ‒yaklaşan akşam gölgelerinin semadan izale edemeyeceği derin ve yumuşak bir renk alır. Bunun gibi, senin tebessümlerin de en güzel gönle, o saf neşelerini serper. Onların şuaları arkalarında öyle bir ışık bırakır ki, kalp üzerinde şimşek gibi parlar.
Şair, yazar ve öğretmen Ahmet Haşim’in “Gül” isimli şiiri de lise öğrencisi Sabri Berksan’ın ilgi alanına girmiş:
Gül
Bir gamlı hazanın seherinde
Israra ne hacet, gene bülbül?
Bil, kalbimizin bahçelerinde
Can verdi senin söylediğin gül
Savrulmada gül şimdi havada
Gün doğmada bir başka ziyada
Ahmet Haşim
Sabri Berksan, eski Osmanlı maarif nazırlarından, “Filozof Rıza” diye anılan Rıza Tevfik Bölükbaşı’nın sürgün yıllarında yazdığı
“Uçun Kuşlar” şiirinde, acaba kendisinden bir şeyler mi buluyordu?..
Uçun Kuşlar
“Sevgili oğlum Mehmed Said’e”
Uçun kuşlar uçun, doğduğum yere,
Şimdi dağlarında mor sümbül vardır.
Ormanlar koynunda bir serin dere,
Dikenler içinde sarı gül vardır.
O çay ağır akar, yorgun mu bilmem,
Mehtabı hasta mı, solgun mu bilmem,
Yaslı gelin gibi mahzun mu bilmem,
Yüce dağ başında siyah tül vardır.
Orda geçti benim güzel günlerim,
O demleri anıp bugün inlerim,
Destan-ı ömrümü okur dinlerim,
İçimde oralı bir bülbül vardır.
Uçun kuşlar uçun, burda vefa yok,
Öyle akarsular, öyle hava yok,
Feryadıma karşı aks-i sada yok,
Bu yangın yerinde soğuk kül vardır.
Hey Rıza kederin başından aşkın,
Bitip tükenmiyor elem-i aşkın,
Sende derya gibi daima taşkın,
Daima çalkanır bir gönül vardır.
Rıza Tevfik Bölükbaşı
17. yüzyılda yaşadığı tahmin edilen Romanya asıllı Kazak Abdal isimli halk ozanı, hiciv türü, kolay anlaşılır, yalın dilli şiirler yazmış.
Abdal’ın şiirleri, Sabri Berksan’ı da etkilemiş olacak ki, Seçme Yazılar Defteri’nin 30. sayfasına özenle yerleştirilmiş. Şiirin orijinal adı,
“Ormanda Büyüyen Adam Azgını”. Sabri Berksan ise, bu şiire “Tekerleme” adını vermiş. Şiir, belki de 1930’lu yıllarda, edebiyat kitaplarında “Tekerleme” adıyla yayımlanmış.
Tekerleme
Ormanda büyüyen adam azgını
Çarşıda pazarda insan beğenmez.
Medrese kaçkını, softa bozgunu
Selam vermeğe dervişan beğenmez.
Âlemi tânedir [tâ’n eder - kınar] yanına varsan
Seni yanıltır mesele sorsan.
Bir cim [kara cahil] bile çıkmaz karnını yarsan
Camiye gelir de erkân beğenmez.
El kapısında kul kardeş olan
Burnu sümüklü, gözü yaş olan
Bayramdan bayrama bir tıraş olan
Berbere gelir de dükkân beğenmez.
Kazak Abdal
Sabri Berksan, özel defterine, Atatürk’ün vefatından sonra dört şiir yazmış. Bunlar; İbrahim Alâaddin Gövsa’nın “Tavaf”, Lebid Fehmi Yurdoğlu’nun “Eğer Dünya Çökmezse”, Münir Müeyyed Berkman’ın “Küsuf” (Güneş Tutulması) ve Orhan Seyfi Orhon’un,
“Atatürk” isimli şiirleri... İşte, o şiirlerden bir örnek:
Atatürk
Ellerin üstünde bir tabut değil,
Derinden oynayan dağ olmalıydı.
O, bizi bırakıp gitmesin diye,
Gönüller sarılıp, bağ olmalıydı.
Ey dağlar, açınız başlarınızı;
Bağrınıza basın taşlarınızı...
Bulutlar, saçınız yaşlarınızı;
Atatürk, Atatürk sağ olmalıydı!
Orhan Seyfi Orhon
Sabri Berksan, 1935 yılında parasız yatılı sınavını kazanmış, ardından da Bilecik Ortaokulu pansiyonunda iki yıl öğrenim görmüştü. Sınavla kazandığı bu hak, lise öğrenimi sırasında da devam etti.
Ancak, devlet hesabına okumanın bir de bedeli vardı. O bedel, orta ve yükseköğrenimini tamamladıktan sonra, devletin göstereceği herhangi bir kamu kurumunda belirli bir süre “mecburi hizmet” yapmaktı.
İslam Berksan, 17 Mayıs 1938 Salı günü İstanbul’daki Fatih Noteri’ne giderek, oğlu Sabri Berksan için bir “taahhüt senedi” imzaladı. Bu senette özetle, “Sabri Berksan, öğrenimini tamamladıktan sonra devletin belirleyeceği kamu kurumunda çalışacak, çalışmadığı takdirde, devletin, kendisi için yapmış olduğu harcamalar iade edilecek. Bu arada, Sabri Berksan, sınıfta kalırsa, parasız yatılı hakkını kaybedecek, o tarihe kadar devletin yapmış olduğu harcamalar da tarafımdan tazmin edilecek” deniliyordu.
Sabri Berksan, 1935 yılında parasız yatılı sınavını kazanmış, ardından da Bilecik Ortaokulu pansiyonunda iki yıl öğrenim görmüş-
tü. Sınavla kazandığı bu hak, lise öğrenimi sırasında da devam etti.
Ancak, devlet hesabına okumanın bir de bedeli vardı. O bedel, orta ve yükseköğrenimini tamamladıktan sonra, devletin göstereceği herhangi bir kamu kurumunda belirli bir süre “mecburi hizmet” yapmaktı.
İslam Berksan, 17 Mayıs 1938 Salı günü İstanbul’daki Fatih Noteri’ne giderek, oğlu Sabri Berksan için bir “taahhüt senedi” imzaladı. Bu senette özetle, “Sabri Berksan, öğrenimini tamamladıktan sonra devletin belirleyeceği kamu kurumunda çalışacak, çalışmadığı takdirde, devletin, kendisi için yapmış olduğu harcamalar iade edilecek. Bu arada, Sabri Berksan, sınıfta kalırsa, parasız yatılı hakkını kaybedecek, o tarihe kadar devletin yapmış olduğu harcamalar da tarafımdan tazmin edilecek” deniliyordu.
Sabri, Kütahya Lisesi’nde bir yılı geride bırakmıştı. 1939’un ortalarına gelindiğinde, tüm dünyada “savaş rüzgârları” esmeye başladı. Nazi Almanyası’nın Devlet Başkanı Adolf Hitler, hem Batı’daki hem de Doğu’daki devletlere meydan okuyordu. Türk Kurtuluş Savaşı’nın üstünden 15 yıl geçmişti. Küllerinden doğan ülkemiz, yeni bir savaşı kaldıracak durumda değildi.
Türk ordusu alarmdaydı. Yedek askerlik çağındaki mükellefler belirlenmişti. İhtiyaç olduğu an, silah altına alınacaklardı. Askerlik çağı gelmek üzere veya gelmiş olan, ancak tahsil gören lise ve üniversite öğrencileri ise, yaz tatillerinde, askeri kamplarda silahlı eğitime tabi tutuluyordu. Sabri Berksan da, askeri eğitim görecek öğrenciler arasındaydı.
1939 yılının Haziran ayında okullar yaz tatiline girdi. Bu arada Sabri Berksan da, baba ocağı İstanbul’a gitti. Yaz tatili kısa sürecekti. Çünkü önünde, zorunlu askeri eğitim vardı.
O günkü uygulamalara göre, bu eğitimin Kütahya’da yapılması gerekiyordu.
Sabri, taşradaki okullarda eğitim gören bazı öğrencilerin bu zorunlu askerlik talimini İstanbul’daki liselerde aldıklarını işitmişti.
İstanbul’da yaşayan okul arkadaşı Zeki Beykont’la birlikte bu konuyu araştırdıktan sonra, okul yönetimine bir dilekçeyle başvurmaya karar verdi.
Sabri ve Zeki, askeri eğitimlerini, ailelerinin yaşamakta olduğu İstanbul’da almak istediklerini belirttikleri 19 Haziran 1939 tarihli
dilekçeyi hazırlayıp pulladılar ve imzaladılar.
Sabri’nin okunaklı yazısıyla kaleme alınan dilekçede şu ifadeler yer alıyordu:
19.06.1939
Muhterem Öğretmenimiz,
Buraya geldikten sonra bazı arkadaşlarımızdan öğrendiğimize göre askerlik kampının buradaki liselerden herhangi birinde
yapılması mümkünmüş. Tabii böyle bir kolaylık bizim de ailevi vaziyetimize pek uygun geliyor.
Mümkünse, bize bu iş için icap eden muamelelerin temin edilmesini diler, derin saygılarımızı sunarız.
Talebeleriniz:
Sabri Berksan ve Zeki Beykont
Adres:
Divanyolu Köprülü Kütüphanesi’nde Sabri Berksan
İstanbul
Sabri ve Zeki’nin İstanbul’dan postaya verdikleri dilekçe, 20 Haziran 1939’da Kütahya Lisesi Direktörlüğü’ne ulaştı. Bu dilekçeyle birlikte lisede çok ciddi bir bürokrasi çarkı işlemeye başladı. Lise idaresi, önce, dilekçeyi 4802 numarayla kayda aldı. Ardından da, İstanbul’da yaz tatilini geçiren iki öğrencisinin talebini araştırmak amacıyla, o yıllarda liselerin öğretim üyesi kadrosunda yer alan “askerlik dersi grup amirliği”ne aşağıdaki resmi yazıyı yazdı:
T.C.
Kütahya Lisesi Direktörlüğü
22 / VI / 1939
Askerlik Dersi Grup Amirliğine,
Lisemizin ikinci devre ikinci sınıf öğrencilerinden Zeki Beykont ile Sabri Berksan İstanbul liselerinden birisinde kampa iştirakin mümkün olup olmadığını bir dilekçe ile sormaktadırlar. Bu hususta mevcut bir emir varsa cevap verilmek üzere bildirmenizi saygılarımla rica ederim.
Baş Yardirektör
Mehmet Arısan
Kütahya Lisesi’nin Askerlik Grup Amiri Binbaşı Zekirriya Tamer,
aynı gün Lise Direktörlüğü’ne hitaben cevabi yazısı şöyleydi:
Kütahya Lisesi Drk.
Bu hususta yeni bir emir olmadığını saygı ile bildiririm.
Askerlik Dersi Gr Amiri Bnb
22 / 6 / 939
[İmza]
Sabri Berksan’ın 19 Haziran 1939’da İstanbul’dan Kütahya’ya gönderdiği dilekçesi, sadece üç gün içinde cevaplandırılıyordu. Cevap olumsuzdu.
Bu yazışma, Cumhuriyet’in ilk yıllarında Posta İdaresi’nin süratini gösteren güzel bir örnek oluşturuyor.
Kütahya Lisesi’nin 756 no’lu öğrencisi Sabri Berksan, 1940 yılının Haziran ayında, okulunun edebiyat şubesinden “pekiyi” dereceyle mezun oldu. Aynı dönemde girdiği “devlet olgunluk imtihanı”nı da “pekiyi” derecesiyle verdi.
Ortaokul 2. sınıftan beri devlet tarafından parasız yatılı okutulan Sabri Berksan’ın, 8 yıllık mecburi hizmeti vardı. Bu hizmetini bir
kamu görevinde yapması gerekiyordu. Ancak, yükseköğrenime devam ederse mecburi hizmeti ertelenecekti.
Lise mezunu Sabri Berksan’ın gönlünden geçenleri, kızı Ahsen Özokur şöyle anlatıyor:
Sevgili babam, ilim ve irfana çok önem verirdi. Disiplinliydi. Çalışmaktan yılmazdı. Gençlik yıllarında gönlünden geçenleri, bana seneler sonra açıklarken, akademisyen, vali, kaymakam olmayı arzu ettiğini söyledi, “Kısmet değilmiş” dedi.
Aradan yıllar yıllar geçtikten sonra, babam bizleri alıp, Bilecik ve Kütahya’ya götürdü, okullarını gösterdi, eski hatıralarını paylaşırken, hüznünü yüzünden okuyabiliyorduk.
Bakalım, Sabri Berksan, önümüzdeki aylar ve yıllarda yükseköğrenime, hangi kulvarda devam edecek...
Kütahya Lisesi’nin 1940 yılındaki 6 Edebiyat şubesinde 33 öğrenci bulunuyordu.
Berksan’ın sınıf arkadaşları arasında yer alan Mesut Erez ile Mahir Ablum, yükseköğrenimlerini Mülkiye Mektebi’nde (Siyasal Bilgiler Fakültesi) tamamlayacak, daha sonra Maliye Bakanlığı Teşkilatı’nda görevlendirilecekti.
Sabri Berksan’ın bu iki arkadaşı, 1960’lı yıllarda siyasete atılacak, Mesut Erez Maliye, Mahir Ablum da Sosyal Güvenlik Bakanı olacaktı.
Mesut Erez, 1961’de, Kütahya Lisesi’nden mezun olduktan 21 yıl sonra İstanbul Defterdarlığı’na atanıyor, Sabri Berksan ise yeni soyadıyla birlikte anılan 17 yıllık Ülker firmasını yönetiyordu. Kütahya Lisesi mezunu iki arkadaş, bu defa İstanbul’da bir araya geleceklerdi.
2011 yılında vefat eden Mesut Erez, okul arkadaşı Sabri Berksan’la ilgili anılarını 2007 yılında anlatırken, şunları söylüyordu:
Kütahya Lisesi’nde öğrenimimi sürdürürken, okulumuza Bilecik’ten, parasız yatılı bir öğrenci gelmişti. Adı, Sabri idi. Bu yeni arkadaşımız, fevkalade çalışkan, dürüst ve çok akıllıydı.
İnsanların karakterleri, öğrencilik yıllarında oluşuyor ve ortaya çıkıyor. Sabri Bey’in karakteri de daha lise yıllarında teşekkül etmişti.
Kendisi, ciddiyeti dolayısıyla arkadaşlar arasına pek karışmazdı. Kendisine göre bir yol çizmiş, onu takip ediyordu. Sabri Bey, eski tabirle “nev-i şahsına münhasır” bir zattı. Yine söylüyorum, dürüstlüğüne söylenecek söz yoktu.
Sabri Ülker, Kütahya Lisesi’nden mezun olduktan yaklaşık yarım asır sonra, okulunun bir lisan laboratuvarına ihtiyacı olduğunu öğrenir. Okuluna, böyle bir laboratuvarı seve seve armağan etmek istediğini, konuyu kendisine taşıyan Kütahyalı işadamı Ziya Yıldız’a bildirir. Ülker, bağışını gerçekleştirirken hassas olduğu bir konuyu da Ziya Yıldız’la paylaşır.
Şimdi, Sabri Ülker’in bağış konusundaki hassasiyetini ve bu arada yaşananları Yıldız’dan dinleyelim:
Bilindiği gibi Sabri Bey, Kütahya Lisesi mezunu. 1980’li yıllarda lisenin bir lisan laboratuvarına ihtiyacı varmış. Ancak, devletin imkânları sınırlı olduğu için, böyle bir laboratuvar kuramıyorlarmış. Hem lise müdürü, hem de okul aile birliği başkanı, konuyu bana taşıyarak, eski mezunları Sabri Bey’den yardım rica ettiler.
Lise binasında laboratuvar kurulması için 40 m2 büyüklüğünde bir oda ayrılmış. Plan ve projesi de çizilmiş.
Konuyu, telefonla Sabri Bey’e intikal ettirdim. Kendileri, her zamanki nezaketleriyle, “Ziya Bey, ben bir baktırayım” dedi.
Sabri Ağabey, benimle telefonla görüştükten hemen sonra, İstanbul’dan Kütahya’ya ekip göndermiş. Ekip, liseye giderek, müdür beyle ve okul aile birliği başkanıyla görüşmüş.
Aradan 20 gün geçti. Bir de ne görelim... Lisan laboratuvarının, tüm cihazlarıyla birlikte, perdeleri ve halıları dahi İstanbul’dan getirilip, kurulmuş.
Sabri Ağabey, daha sonra beni telefonla aradı ve şu tembihatta bulundu: ”Ziya Bey, bunu kimse duymasın...”
Sabri Ağabey’in talimatını, lise müdürü ile okul aile birliği başkanına bildirdim. Tepkiyle karşılaştım. Okul yöneticileri, “Biz buraya, ‘Sabri Ülker Lisan Laboratuvarı’ tabelası asacağız”
dediler. Tüm uyarılarıma rağmen, kararlarından dönmediler.Açılışı, 1. Özal Hükümeti’nin Milli Eğitim Bakanı Vehbi Dinçerler yapacakmış. Törene gittim, Bakan Bey’le tanıştım. Dinçerler, Sabri Bey için şunları söyledi:
“Sabri Bey’i gıyaben tanıyorum. Çok saygı duyduğum bir insan. Mutlaka tanışmak, elini öpmek isterim.”
Bu söylediğim tören, 1980’lerin ortasında yapıldı. Törenin düzenlendiği günün gecesinde, TRT’nin radyo ve televizyonlarında Sabri Ülker Lisan Laboratuvarı’nın açılış haberi yayınlandı.
Ertesi gün sabah saat 9’da Sabri Bey beni telefonla arayarak, “Biliyorsun, ben böyle şeyleri sevmem” dedi. Belli ki canı çok sıkılmıştı, ama yapacak bir şey yoktu.
Kütahya Lisesi’ndeki Sabri Ülker Lisan Laboratuvarı, 15 yıl hizmet verdi. Laboratuvarın bilgisayarları zamanla gelişen teknolojiye yenik düştü. Programları da çöktü.
Okul aile birliği yönetim kurulu, lisan laboratuvarının yeniden elden geçirilmesi için, Sabri Ağabey’e ricacı olmamı istedi. Bu defa kendilerine, “Bir proje getirin, onu Sabri Bey’e takdim edeyim” dedim. Projeyi aldım, bir mektupla Sabri Ağabey’e gönderdim. Ardından da, Özel Kalem Müdürü Adem [Sezer] Bey’i arayarak, başvurunun akıbetini öğrenmek istedim. Sabri Ağabey, başvuruyu almış, okumuş ve gülümsemiş.
Aradan sadece on beş gün geçti. Bir kamyon dolusu tam 60 adet bilgisayar geldi. Cihazlar yepyeni ve eksiksizdi. O günkü değeri ise tam 70 milyar lira idi...
Sabri Ağabey, 1980’li yıllarda da tevazu içindeydi, on beş yıl sonra da... Yapmış olduğu hayırların duyulmasını istemiyordu.
Sabri Ağabey’in o nazik uyarıları daha dün gibi hâlâ kulaklarımda çınlıyor: “Ziya Bey, biliyorsun, ben böyle şeyleri sevmem...”
Sabri Ülker’in yıllar önce Kütahya Lisesi’ne vermiş olduğu teknik ders araçları desteğini, Murat Ülker de aksatmadan sürdürüyor.
Yıldız Gıda ve İhtiyaç Maddeleri Anonim Şirketi’nin Yönetim Kurulu Başkanı ve aynı zamanda Ülker Grubu’nun Kütahya Distribütörü olan Ziya Yıldız’ın Sabri Ülker’le ilgili anıları bu kadarla bitmiyor.
Sabri Ülker’in Kütahya Lisesi’ne armağan ettiği lisan laboratuvarı kurulurken, okul yönetimi de arşivden bu eski, vefakâr öğrencilerinin öğrencilik dosyasını bulmuş. Lise müdürü, söz konusu dosyayı inceledikten sonra, evrakın birer kopyasını hazırlatıp, Ziya Yıldız aracılığıyla, Ülker’e göndermek istemiş.
Ziya Yıldız, lise müdürünün daveti üzerine okula gidip, Sabri Ülker’in öğrencilik yılları belgelerini görünce çok duygulanmış.
Yıldız, 18 Haziran 2007 Pazartesi günü Sabri Ülker’le ilgili anılarını anlatırken, lise dosyasında gördüğü doktor raporlarını yaşlı gözlerle naklediyordu:
Sabri Bey, lisesine lisan laboratuvarı kurduktan sonra okul yönetimi de kendisine bir jest yapıp, diplomasının ve belgelerinin birer suretini takdim etmek istedi. Öğrenci dosyasını bana da gösterdiler. Dosyada, Sabri Bey’in derslerden aldığı notların yanı sıra, okul idaresine verdiği muhtelif dilekçeler ile doktorların kendisi için tanzim ettiği sağlık raporları da vardı.
Sabri Bey, lisede okurken hastalanmış. Kendisini, devlet hastanesine göndermişler. Doktor, muayene edip, ilaç vermiş ama sağlığına kavuşamamış. İkinci, hatta üçüncü defa doktora havale edilmiş. Hastaneden üçüncü rapor geldikten sonra, Sabri Bey’in öğretmenleri toplanıp, rapor üzerinde bir değerlendirme yapma ihtiyacı hissetmiş. Çünkü raporda, öğrencinin hastalık nedenleriyle tedavi yolları gösteriliyormuş.
Doktor raporuna göre, Sabri Bey’in hastalığı soğuk algınlığından kaynaklanmış. Raporda; öğrencinin sağlığına kavuşabilmesi için mutlaka palto giymesi gerektiği yazılıymış. Ama ne çare ki, Sabri Bey’in üzerine giyecek paltosu yokmuş.
Öğretmenler, kendi aralarında toplanıp, öğrencilerine palto almışlar.
Ahsen Özokur ise, babasının Kütahya Lisesi’nde öğrenciyken rahatsızlanmasını, biraz da soğuk suyla sık sık banyo yapmasına bağlayarak, bu konuda şu bilgileri veriyor:
Babam, gençliğinden beri sık banyo yaparmış. Kütahya’da lise öğrenimini sürdürürken, bu şehrin kış şartları çok ağırmış. Ancak babam, banyo yapmaktan fedakârlık etmediği için, üşütürmüş. O dönemde, kulağından da rahatsızlık çekmeye başlamış. Zannediyorum, bu rahatsızlığından sonra, sol kulağı daha ağır işitir olmuş. Onun için, sürekli sağ kulağını kullanırdı...
Kardeşim Murat’ın da bir kulağı ağır işitiyor. Aslında bunun, üşütmekten kaynaklanmayıp, genetik olduğunu düşünüyorum.
Babam, sık banyo yaptığı için her gün saç bakımına da ihtiyaç duyardı. Zaten, çok gür olan saçlarını yatıştırmak için bir miktar limon suyu sürer, sonra da takkesini giyerek, saçlarını bastırırdı.
1930’lu yılların ikinci yarısında Bilecik Ortaokulu ve Kütahya Lisesi, Sabri Ülker’in yetişmesinde adeta bir laboratuvar görevi yaptı. Kendisi, sınıf arkadaşlarından üç yaş büyüktü.
Belki de yaş farkından olacak, ağırbaşlı tavırlarıyla diğer öğrenciler arasında dikkatleri üzerinde topluyordu.
Bilecik’te geçen iki yıldan sonra Kütahya’daki dolu dolu üç yıl, Sabri Ülker için aynı zamanda bir “hayat okulu” oldu.
Ülker, gurbette geçirdiği o yılları hiç unutmadı. Okul arkadaşlarıyla dostluğunu sürdürdü. Özel Kalem Müdürü Adem Sezer’in verdiği bilgiye göre, özellikle lise arkadaşlarından Abdurrahman Mavituna, Necati Arı, Ahmet Kasım ve Aziz Şentürk’le zaman zaman bir araya gelir, onlarla öğrencilik yıllarını yâd ederdi.
Şimdi, Sabri Ülker’in Kütahya Lisesi’nde öğrenim gördüğü 1937 yılının sonbaharından, mezun olduğu 1940 yılının Temmuz ayına
kadar Türkiye’de ve dünyada neler olmuş, ona bakalım...
34. Tüketiciyi korumak amacıyla, özellikle temel ihtiyaç maddeleri için resmi makamlarca belirlenen ve her yerde geçerli olan fiyat.
Sabri Ülker’in Hayat Hikâyesi
Kırımlı Devletler Ailesi, 60 yılda dört savaş ve bir ihtilal yaşadı.
“Ülker Fırtınası” romanından dev bir marka ve soyadı doğuyor.
1944’ün “Türkiye markası” Ülker, 1994’te “dünya markası” oluyor.
Altı torundan ortak söylem: “Sabri Ülker’in torunu olmak, çok büyük sorumluluk istiyor.”
Ülker Fırtınası ile özgürlüğe kavuştu Ülker Fırtınası ile ebedi yolculuğa çıktı.
Sabri Ülker, 92 yıllık yaşamının ardında “Hoş bir sadâ” bıraktı...
16 Eylül 1920 Sabri Ülker, Kırım’ın Aluşta şehri Küçük Lambat köyünde dünyaya geldi.
15 Haziran 1929 Annesi Şakire Hanım, babası Hacı İslam Efendi, ablası Sıdıka, ağabeyleri Asım ve Hakkı’yla birlikte Kırım’dan İstanbul’a göç ettiler. Sabri, annesi ve babasıyla beraber Tekirdağ’ın Saray ilçesi Büyükmanika (Büyükyoncalı) köyüne gitti. Aile, bu köye yerleşti. Diğer çocuklar ise, yaşamlarını İstanbul’da sürdüreceklerdi.
Eylül 1929 Sabri, Kırım’da üç yıl eğitim görmüştü. Ancak, Türkiye’ye gelince, ilkokula 1. sınıftan başlamak zorunda kaldı.
1932 Sabri’nin ağabeyi Hakkı hastalanıp, İstanbul’da hastaneye kaldırıldı. Bunun üzerine aile, Bü- yükmanika köyünden İstanbul’a taşındı. Sabri’nin okul kaydı, aynı yıl Büyükmanika İlkokUlu’ndan Kadırga 3. İlkokulu’na alındı.
1934 Kırımlı Devletler Ailesi, Türkiye’de, Soyadı Kanunu ile birlikte “Berksan” soyadını aldı.
Eylül 1934 İlkokuldan mezun olan Sabri, aynı yılın sonbaharında İstanbul Erkek Lisesi’nde ortaöğreni- me başladı.
15 Aralık 1934 Ağabeyi Hakkı, Büyükmanika’da vefat etti.
Eylül 1935 Parasız Yatılı Sınavını kazanması üzerine, İstanbul Erkek Lisesi’ndeki kaydı, Bilecik Ortaokulu’na nakledildi.
20 Temmuz 1937 Bilecik Ortaokulu’ndan “pekiyi” dereceyle mezun oldu. Aynı yılın sonbaharında, lise öğrenimi için Kütahya’ya gönderilecekti.
22 Temmuz 1940 Kütahya Lisesi’nden “pekiyi” dereceyle mezun oldu. İkinci Dünya Savaşı nedeniyle, ailesi İstanbul’dan Ankara’ya taşındığı için yükseköğrenime gidemedi, ağabeyi Asım Berksan’ın Ankara’nın Anafartalar Caddesi’nde açtığı şekerci dükkânında çalışmaya başladı.
25 Eylül 1941 İstanbul’daki Sultanahmet Yüksek Ticaret Okulu’nda yükseköğrenime başladı.
16 Eylül 1944 Asım ve Sabri Berksan kardeşler, “Ülker” markalı bisküvi imalatına başladılar.
1 Ekim 1944 Sultanahmet Yüksek Ticaret Okulu’nu “pekiyi” dereceyle bitirdi. Ardından da ağabeyi Asım Berksan’ın İstanbul-Sirkeci’deki şekerci dükkânına ortak oldu.
1 Kasım 1947 Yedek subay adayı olarak, Ankara’da silah altına alındı. Kıta hizmetini ise Diyarbakır’da sürdürecekti.
20 Mayıs 1949 Güzide İman’la İstanbul’da evlendi.
14 Ağustos 1950 İlk evlatları Ahsen dünyaya geldi.
1953 Babası Hacı İslam Efendi İstanbul’da vefat etti.
26 Ağustos 1954 Aile, “Berksan” olan soyadını, mahkeme kararıyla “Ülker” olarak değiştirdi.
28 Ekim 1954 İlk erkek evlatları Ali dünyaya geldi.
1957 Ülker’in, Topkapı semtinde kurulan ilk bisküvi fabrikasının temeli atıldı. Şirket merkezi, bir süre sonra Eminönü’nden Topkapı’ya taşınacaktı.
21 Mart 1959 İkinci erkek evlatları Murat dünyaya geldi.
20 Ocak 1963 Evlatları Ali, bir doktor hatası sonucu İstanbul’da vefat etti.
10 Ocak 1969 Annesi Şakire Hanım, İstanbul’da vefat etti.
1 Mart 1987 Asım ve Sabri Ülker kardeşlerin 1944’te başlayan iş ortaklığı sona erdi.
13 Kasım 1989 Ülker Grubu Şirketleri, Yıldız Holding çatısı altında toplandı.
31 Ocak 1994 Ablası Sıdıka Hanım vefat etti.
5 Nisan 2000 Ülker Şirketi’nin İcra Kurulu Başkanlığı görevini oğlu Murat Ülker’e devretti.
6 Temmuz 2001 Ağabeyi Asım Ülker vefat etti. Cenazesi, Edirnekapı Mehmet Akif Şehitliği’ne defnedildi.
13 Eylül 2010 Hayat arkadaşı Güzide Ülker İstanbul’da vefat etti. Merhumenin cenazesi, 14 Eylül 2010 Salı günü Fatih Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazından sonra Eski Kozlu Mezarlığı’nda ebedi istirahatgâhına tevdi edildi.
12 Haziran 2012 92 yıllık hayatının ardından, İstanbul Çamlıca’daki ikametgâhında vefat etti. Merhumun cenazesi, 13 Haziran 2012 Çarşamba günü Fatih Camii’nde, öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından, Eski Kozlu Mezarlığı’nda, eşi Güzide Ülker’in yanı başındaki kabrine defnedildi.
Söyleşi ve Yazışmalar
Söyleşi ve yazışmalar; 3 Ağustos 2006 - 18 Ocak 2014 tarihleri arasında yazar Hulûsi Turgut ile araştırmacı Ali Osman Mola tarafından Adana, Ankara, Antalya, Bilecik, Bolu, Edirne (Keşan), Eskişehir, Hatay, İstanbul, İzmir, Kayseri, Kütahya, Manisa, Samsun, Sivas, Şanlıurfa, Tekirdağ (Büyükyoncalı ve Karamehmet köyleri) ile Kırım ve Brüksel’de yapıldı. Yaklaşık 400 saatte 166 kişi ile gerçekleştirilen 195 söyleşi ve yazışma için, yurtiçi ve yurtdışında 55 bin km yol kat edildi.
Abdul Wahab Al Bunnia (Yazışma)
Abdullah Ali Balsharaf (Söyleşi: 20 Ekim 2007, İstanbul)
Abdullah Gül (Yazışma: 23 Kasım 2013, Ankara)
Abdullah Şişmanoğlu (Söyleşi: 10 Kasım 2007, İstanbul)
Abdurrahman Çinbaşı (Söyleşi: 8 Eylül 2006 17 Kasım 2006, İstanbul)
Abdülkadir İman (Söyleşi: 2 Şubat 2007, İstanbul)
Adem Sezer (Söyleşi: 8 Eylül 2006 - 17 Kasım 2006, İstanbul)
Adnan Büyüksoy (Söyleşi: 23 Mayıs 2007, İstanbul)
Agâh Kafkas (Söyleşi: 30 Mart 2007, Ankara)
Ahmet Edip Uğur (Söyleşi: 7 Aralık 2006, Ankara)
Ahmet Mahir Dindar (Söyleşi: 16 Nisan 2007, İstanbul)
Ahmet Davutoğlu, Prof. Dr. (Söyleşi: 30 Mayıs 2007, Ankara)
Ahmet Özokur (Söyleşi: 2 Nisan 2007, İstanbul)
Ahmet Selvi (Yazışma)
Ahsen Özokur (Söyleşi: 19 Ocak 2008 - 8 Kasım 2012 14 Şubat 2013, İstanbul)
Ali Doğan (Söyleşi: 28 Şubat 2007, İstanbul)
Ali Ülker (Söyleşi: 19 Mart 2007, İstanbul)
Asım Kocabıyık (Söyleşi: 8 Şubat 2007, İstanbul)
Asım Taşer, Dr. (Söyleşi: 28 Şubat 2007, İstanbul)
Ataman Yıldız (Söyleşi: 4 Mayıs 2007 - 18 Eylül 2007 26 Ekim 2007, İstanbul)
Atıf Biliközen (Söyleşi: 8 Eylül 2006, İstanbul)
Avni İman (Söyleşi: 13 Aralık 2006 - 26 Ekim 2007, İstanbul)
Aziz Refiğ (Söyleşi : 7 Şubat 2007, İstanbul)
Bayram Babacan (Söyleşi: 11 Temmuz 2007, İstanbul)
Betül Ülker (Söyleşi: 19 Ocak 2008, İstanbul)
Bülent Çorapçı (Söyleşi: 19 Şubat 2007, İstanbul)
Celal Adan (Söyleşi: 22 Ocak 2007, Ankara)
Cemil Çiçek (Yazışma: 25 Ekim 2013, Ankara)
Claus Müller (Yazışma)
Deniz Baykal (Söyleşi: 4 Aralık 2013, Ankara)
Devlet Bahçeli (Yazışma: 11 Aralık 2013, Ankara)
Deyvi Florentin (Söyleşi: 26 Aralık 2006, İstanbul)
Dilaver Devlet (Söyleşi: 9 Ocak 2007, İstanbul 21-23 Haziran 2007 - 27 Eylül 2007, Kırım)
Dirk Koedijk (Yazışma)
Doğan Besler (Söyleşi: 10 Ağustos 2006, İstanbul)
Ekrem Şevket Yücesoy (Söyleşi: 31 Ocak 2007, Ankara)
Elmas Akkuş (Söyleşi: 18 Eylül 2007, İstanbul)
Erhan Kurtulmuş (Söyleşi: 8 Şubat 2007, İstanbul)
Erol Erbaş (Söyleşi: 18 Kasım 2006, İstanbul)
Fahri Öksüz (Söyleşi: 12 Ocak 2007, Hatay)
Faik Evirgen (Söyleşi : 18 Eylül 2007, İstanbul)
Faruk Berksan (Söyleşi: 3 Mayıs 2007, İstanbul)
Faruk Dağyar (Söyleşi: 30 Kasım 2007, Antalya)
Fatih Ülker (Söyleşi: 23 Nisan 2013, İstanbul)
Fikret Evyap (Söyleşi: 4 Mayıs 2007, İstanbul)
Firuz Kanatlı (Söyleşi: 1 Şubat 2007, Eskişehir)
Fuat Çanakçı (Söyleşi: 16 Eylül 2006, Samsun)
George Wiederkehr, Dr. (Söyleşi: 10 Kasım 2006, Manisa)
Gülizar Bayraktar (Söyleşi: 2 Nisan 2011, İstanbul)
Hakan Kırımlı, Doç. Dr. (Yazışma: 28 Şubat 2013, 10 Mayıs 2013)
Haluk Mesci (Söyleşi: 7 Şubat 2007, İstanbul)
Haluk Yavuzer, Prof. Dr. (Söyleşi: 30 Aralık 2010, İstanbul)
Hasan Uğur (Söyleşi: 13 Aralık 2006, İstanbul)
Hasan Yozgat Söyleşi: (17 Mayıs 2007, İstanbul)
Hayati Kuru (Söyleşi: 8 Eylül 2006 - 5 Aralık 2006, İstanbul)
Hayri Dinçsoy (Söyleşi: 14 Mart 2007, İstanbul)
Hilmi Durmaz (Söyleşi: 9 Ağustos 2006, Ankara)
Hüseyin Güneş (Söyleşi: 5 Ağustos 2011, İstanbul)
İbrahim Avcu (Yazışma)
İbrahim Bodur (Söyleşi: 16 Haziran 2009, İstanbul)
İdris Erbaş (Söyleşi: 8 Eylül 2006, İstanbul)
İsmail Bacacı (Söyleşi: 4 Mart 2013, İstanbul)
İsmet Eldener (Söyleşi: 6 Aralık 2007, Eskişehir)
İsmet Sezgin (Söyleşi: 27 Mayıs 2013, Ankara 24 Ekim 2013, İstanbul-Yazışma: 30 Ekim 2013, Ankara)
İsmet Yüksel (Söyleşi: 27 Eylül 2007 - 6 Ağustos 2012, Kırım)
İzmir Tolga (Söyleşi: 24 Ocak 2007, İstanbul)
Kadir Çeliktürk (Söyleşi: 30 Kasım 2007, Antalya)
Kadir Güler (Söyleşi: 31 Temmuz 2007, İstanbul)
Kâmil Yazıcı (Söyleşi: 14 Ağustos 2007, İstanbul)
Kemal Şentürk (Söyleşi: 3 Kasım 2006, İzmir)
Kemal Unakıtan (Söyleşi: 9 Şubat 2008, Ankara)
Kerami Mercan (Söyleşi: 2 Temmuz 2007, Edirne / Keşan)
Korhan Tegül (Söyleşi: 3 Mayıs 2007, İstanbul)
Kurt Seyit Çalı (Söyleşi: 2 Ağustos 2011 - 6 Temmuz 2012, İstanbul)
M. Kemal Cabıoğlu (Söyleşi: 6 Aralık 2006, İstanbul)
Macit Akın Özoflu (Söyleşi: 8 Kasım 2013, İstanbul)
Mahir Şenbabaoğlu (Söyleşi: 3 Temmuz 2007, İstanbul)
Mahmut Mahir Kuşçulu (Söyleşi: 24 Ağustos 2006, İstanbul)
Mehmet Ağar (Söyleşi: 22 Ocak 2007, Ankara)
Mehmet Ali Eroğlu (Söyleşi: 25 Aralık 2006, İstanbul)
Mehmet İman (Söyleşi: 12 Aralık 2006, İstanbul)
Mehmet Kösdağ (Söyleşi: 25 Ekim 2007, İstanbul)
Mehmet Kurtuluş (Söyleşi: 1 Mart 2007, İstanbul)
Mesut Erez (Söyleşi: 18 Haziran 2007, Kütahya)
Metin Emiroğlu (Söyleşi: 18 Eylül 2007, İstanbul)
Metin Yurdagül (Söyleşi: 7 Aralık 2006, Ankara)
Mevlüt Onat (Söyleşi: 5 Aralık 2006, İstanbul)
Mike Acemyan (Söyleşi: 23 Ağustos 2006, İstanbul)
Muallâ Öner (Söyleşi: 13 Mart 2011, İstanbul)
Murat Aluç (Söyleşi: 8 Eylül 2006, İstanbul)
Murat Ülker (Söyleşi: 19 Ocak 2008 - 23 Nisan 2013 28 Eylül 2013 - 23 Ekim 2013, İstanbul)
Mustafa Acar (Söyleşi: 19 Ekim 2007, Bolu)
Mustafa Albayrak (Söyleşi: 10 Temmuz 2007, İstanbul)
Mustafa Kalaycıoğlu (Söyleşi: 4 Temmuz 2007, İstanbul)
Mustafa (Cemiloğlu) Kırımoğlu (Söyleşi: 29 Eylül 2007 6 Ağustos 2012, Kırım)
Mustafa Özel, Dr. (Söyleşi: 6 Şubat 2007 - 2 Temmuz 2007, İstanbul)
Mustafa Ülker (Söyleşi: 23 Nisan 2013, İstanbul)
Mustafa Topbaş (Söyleşi: 2 Nisan 2007, İstanbul)
Muzaffer Kösdağ (Söyleşi: 25 Ekim 2007, İstanbul)
Mümin Erkunt (Söyleşi: 16 Temmuz 2007, Ankara)
Nahit Küçük (Söyleşi: 9 Ocak 2007, İstanbul)
Nâzım Düzenli (Söyleşi: 25 Aralık 2006, İstanbul)
Necati Can (Söyleşi: 16 Nisan 2007, İstanbul)
Necati Çelik (Söyleşi: 29 Mart 2007, Ankara)
Necdet Buzbaş (Söyleşi: 20 Şubat 2007, İstanbul)
Nevzat Yalçıntaş, Prof. Dr. (Söyleşi: 25 Ekim 2007, İstanbul)
Nihat Gökyiğit (Söyleşi: 25 Aralık 2006, İstanbul)
Nihat Öner (Söyleşi: 17 Nisan 2007, İstanbul)
Orâl Turanoğlu (Söyleşi: 3 Kasım 2006, İzmir)
Orhan Ateş (Söyleşi: 3 Şubat 2007, İstanbul)
Orhan Çakırlar (Söyleşi: 9 Temmuz 2007, İstanbul)
Orhan Göker (Söyleşi: 14 Mart 2007, İstanbul)
Orhan Kayım (Söyleşi: 25 Nisan 2007, İstanbul)
Orhan Karabulut (Söyleşi: 30 Ocak 2010, İstanbul)
Orhan Özokur (Söyleşi: 23 Ağustos 2006 - 3 Mayıs 2007, İstanbul)
Osman Kartal (Söyleşi: 26 Aralık 2006, İstanbul)
Ömer Çetiner (Söyleşi: 27 - 28 Kasım 2007, Şanlıurfa)
Ömer Özokur (Söyleşi: 2 Nisan 2007, İstanbul)
Patrick Baird (Söyleşi: 14 Kasım 2006, Ankara)
Raşit Köken (Söyleşi: 28 Kasım 2006, Tekirdağ-B.Yoncalı)
Recep Tayyip Erdoğan (Yazışma: Temmuz 2013, Ankara)
Recep Toktemir (Söyleşi: 28 Kasım 2006, Tekirdağ / B.Yoncalı)
Remzi Önal (Söyleşi: 14 Mart 2007, İstanbul)
Reşat Sözen (Söyleşi: 25 Haziran 2013, İstanbul)
Rıfat Hassan (Söyleşi: 26 Aralık 2006, İstanbul)
Rıza Sepet (Söyleşi: 10 Mayıs 2007, İstanbul)
Sabahattin Zaim, Prof. Dr. (Söyleşi: 7 Mart 2007, İstanbul)
Sadettin Korkut (Söyleşi: 4 Mayıs 2007, İstanbul)
Salih Özcan (Söyleşi: 2 Şubat 2007 - 20 Şubat 2007, İstanbul)
Salih Tuğ, Prof. Dr. (Söyleşi: 25 Ocak 2007, İstanbul)
Salim Uslu (Söyleşi: 18 Ağustos 2006, Ankara)
Sami Bakanoğlu (Söyleşi: 24 Nisan 2007, İstanbul)
Sebahattin Kahyaoğlu, Dr. (Söyleşi: 18 Kasım 2006, İstanbul)
Selçuk Berksan (Söyleşi: 27 Kasım 2006 - 15 Mart 2007 19 Mart 2007 - 3 Nisan 2007 - 2 Temmuz 2012, İstanbul)
Sezgin Elmas (Söyleşi: 10 Temmuz 2007, İstanbul)
Silvio Kluzer (Söyleşi: 31 Ağustos 2009, Brüksel)
Süleyman Çelebi (Söyleşi: 17 Mayıs 2013, Ankara)
Süleyman Demirel (Söyleşi: 3 Ağustos 2006 - 23 Ekim 2013 Yazışma: 18 Ocak 2014, Ankara)
Süleyman Yalçın, Prof. Dr. (Söyleşi: 3 Şubat 2007, İstanbul)
Şaban Gülbahar (Söyleşi: 23 Ağustos 2006 25 Nisan 2007, İstanbul)
Şemsi Kopuz (Söyleşi: 25 Ekim 2007, İstanbul)
Ş̧̧ener Astan (Söyleşi: 20 Ağustos 2013, İstanbul)
Talât Özgün (Söyleşi: 1 Mayıs 2008, İzmir)
Tanıl Küçük (Söyleşi: 5 Eylül 2006, İstanbul)
Tekin Kantarcı (Söyleşi: 16 Mayıs 2007, Kayseri)
Tekin Küçükali (Söyleşi: 26 Nisan 2007, Ankara)
Tevfik Arıkan (Söyleşi: 3 Mayıs 2007, İstanbul)
Turgay Demirel (Yazışma)
Tuncay Özilhan (Söyleşi: 19 Şubat 2007, İstanbul)
Turgut Ayla (Söyleşi: 17 Nisan 2007, İstanbul)
Ümit Çelebi (Söyleşi: 11 Temmuz 2007, İstanbul)
Vitali Hakko (Söyleşi: 1 Mart 2007, İstanbul)
Vural Baylan (Söyleşi: 9 Temmuz 2007, Ankara)
Vural Bulut (Söyleşi: 3 Mayıs 2007, İstanbul)
Yahya Ülker (Söyleşi: 23 Nisan 2013, İstanbul)
Yakup Tahincioğlu (Söyleşi: 2 Nisan 2007, İstanbul)
Yılmaz Akar (Söyleşi: 7 Mart 2007, İstanbul)
Yılmaz Karadeniz (Söyleşi: 16 Aralık 2006, İstanbul)
Yurdakul Gözde (Söyleşi: 18 Mayıs 2013, Bodrum)
Yusuf Oda (Söyleşi: 8 Eylül 2006, İstanbul)
Yüksel Ertan (Söyleşi: 21 Haziran 2007, İstanbul)
Yüksel Günay (Söyleşi: 24 Ocak 2007, İstanbul)
Zeki Sözen (Yazışma)
Zeki Yıldız (Söyleşi: 18 Haziran 2007, Kütahya)
Zihni Uğurses (Söyleşi: 7 Ağustos 2006, Adana)
Ziya Yıldız (Söyleşi: 18 Haziran 2007, Kütahya)
Yayınlar
A. M. Şamsutdinov Mondros’tan Lozan’a Türkiye Ulusal Kurtuluş Savaşı Tarihi 1918-1923, Çeviren: Ataol Behramoğlu, Doğan Kitap, İstanbul, 1999
Agâh Oktay Güner, Dr., Türkiye’nin Kalkınması ve İktisadî Devlet Teşekkülleri, Damla Yayınları, İstanbul, 1978
Ahmet Davutoğlu, Prof. Dr., Stratejik Derinlik - Türkiye’nin Uluslararası Konumu, 68. Baskı, Küre Yayınları, İstanbul, 2011
Alan Fisher, Kırım Tatarları, Çeviren: Eşref B. Özbilen, Selenge Yayınları, İstanbul, 2009
Alan Parmer, 1853-1856 Kırım Savaşı ve Modern Avrupa’nın Doğuşu, Türkçesi: Meral Gaspıralı, Sabah Kitapları İstanbul, 1999.
Aleksandr Keresnki, Kerenski ve Rus İhtilâli, Çeviren: Rasih Güran, Ağaoğlu Yayınevi, İstanbul, 1967.
Ali Polat, Üç Bin Yıllık Birikim, Enes Matbaacılık, İstanbul, 2006.
Aram Andonyan, Balkan Savaşı, Çeviren: Zaven Biberyan, Aras Yayıncılık, İstanbul, 1999. Atlas Tarih Dergisi Özel Sayısı, “100. Yılında Balkan Savaşları”, Sayı: 16, 2012.
Aziz Kaylan, “Tarihimizin Unutulan Olayı Kırım Savaşı (1853-1856)”, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1975.
Boris Pasternak, Doktor Jivago, Cem Yayınevi, İstanbul, 2011.
Burhan Belge, İkinci Dünya Savaşı - Radyo Konferansları, Başnur Matbaası, Ankara, 1970.
E. H. Carr, Sovyet Rusya Tarihi, Bolşevik Devrimi 1917 - 1923, 3 Cilt, Ceviren: Orhan Suda, Metis Yayınları, İstanbul, 1979.
Emel Akal, Milli Mücadelenin Başlangıcında Mustafa Kemal, İttihat Terakki ve Bolşevizm, İletişim Yayınları, İstanbul, 2012.
Erdal Güven, “Stalin-Troçki Mücadelesi”, Atlas Tarih Dergisi, Sayı: 18, Şubat-Mart 2013.
Ernest Hemingway, İşgal İstanbul’u ve İki Dünya Savaşı’ndan Mektuplar, Türkçesi: M. Ali Kayabal, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1970.
Fahir Armaoğlu, Prof. Dr., 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1983.
Ferénc Feher - Helles Ágnes, Doğu Avrupa Devrimleri, Derleyip Çeviren: Tarık Demirkan, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1995.
Fevzi Çakmak, Batı Rumeli’yi Nasıl Kaybettik?, Yayına Hazırlayan: Ahmet Tetik, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2012.
Hayrettin Bey, Kırım Harbi, Yayına Hazırlayan: Şemsettin Kutlu, Tercüman 1001 Temel Eser, İstanbul.
Henrik Eberle-Matthias Uhl, Hitler Kitabı, Çeviren: Mustafa Tüzel, NTV Yayınları, İstanbul, 2009.
Hulûsi Turgut, Adriyatik’ten Çin Seddi’ne Avrasya ve Demirel, II. Cilt, ABC Yayınları, İstanbul, 2002. Demirel’in Dünyası, ABC Yayınları, İstanbul, 1992.
İlhan Ayverdi, Misalli Büyük Türkçe Sözlük, 3 Cilt, Kubbealtı Yayınları, İstanbul, 2006.
İlhan Bardakçı, Bir İmparatorluk Yağması - Balkan Bozgunu ve I. Dünya Harbi, 3. Baskı, Ajans-Türk Yayınları, Ankara.
İlhan Tekeli-Selim İlkin, 1929 Dünya Buhranında Türkiye’nin İktisadi Politika Arayışları, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Ankara, 1977.
İsmail Soysal, Soğuk Savaş Dönemi ve Türkiye - Olaylar Kronolojisi (1945-1975), İsis Yayımcılık, İstanbul, 1997.
İsmet İnönü, Hatıralar, 2. Kitap, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1987.
Jak Deleon, Beyoğlu’nda Beyaz Ruslar, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2003.
Kâmuran Gürün, Türk-Sovyet İlişkileri (1920-1953), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1991.
Kâzım Karabekir, Ankara’da Savaş Rüzgarları, II. Dünya Savaşı - CHP Grup Tartışmaları, Emre Yayınları, İstanbul, 1994.
Kemal Çapraz, Sürgünde Yeşeren Vatan Kırım, Turan Yayıncılık, İstanbul, 1995.
Kerem Çalışkan, 100 Yılın Rövanşı, Caretta Yayınları, İstanbul, 2012. Kütahya Lisesi 100. Yıl Albümü (1890-1990), Ekspres Matbaası, Kütahya, 1990.
Leon Troçki, Balkan Savaşları, Çeviren: Tansel Güney, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2012.
Lev Tolstoy, Sivastopol 1855, Türkçesi: E. Nermi, Gün Yayınları, İstanbul, 1966.
Liddell Hart, II. Dünya Savaşı Tarihi, 1. ve 2. Cilt, Çeviren: Kerim Bağrıaçık, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1999.
Mehmet Arif Demirer, Demokrat Parti ve Tarım, Demokrat Parti 60.Yıl Kitapları No:5, Ankara, 2006. Demokrat Parti’nin Yatırımları, Demokratlar Kulübü Yayınları, Ankara, 2006. 6 Eylül 1955 Olaylarına 50.Yılda Yeni Bakış, Demokratlar Kulübü Yayınları, Ankara, 2006.
Mehmet Maksudoğlu, Prof. Dr., Kırım Türkleri, Ensar Neşriyat, İstanbul, 2009.
Mert Toker-Ceyhun Arca, Alman’ın Mehmetçikleri, Cinius Yayınları, İstanbul, 2012.
Nadir Devlet, Prof. Dr., İsmail Gaspıralı, Başlık Yayın Grubu, İstanbul, 2011.
Necip Fazıl Kısakürek, Çile, Yapı Kredi Kültür Yayınları, İstanbul, 2005.
Olaf Caroe, Sir, Sovyet İmparatorluğu, 2 Cilt, Tercüme: Zerhan Yüksel, Tercüman 1001 Eser, İstanbul.
Onur Öymen, Silahsız Savaş, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2002.
Orlando Figes, Kırım - Son Haçlı Seferi, Çeviren: Nurettin Elhüseyni, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2012.
Ömer Sami Coşar, Troçki İstanbul’da, Kitaş Yayınları, İstanbul, 1969.
Özcan Pehlivanoğlu, Yeniden Merhaba Rumeli, Ufuk Ötesi Yayınları, İstanbul, 2008.
Philip S. Jowett, Balkan Harpleri’nde Ordular 1912-13, Çeviren: Emir Yener, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2012.
Safiye Erol, Ülker Fırtınası, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul, 2010.
Şevket Rado, Hayat Böyledir, Doğan Kardeş Yayınları, İstanbul, 1966.
Sâmiha Ayverdi, Türk-Rus Münasebetleri ve Muharebeleri, Turan Neşriyat Yurdu, İstanbul, 1970.
Serge A. Zenkovsky, Prof. Dr., Rusya’da Pan-Türkizm ve Müslümanlık, Çeviren: Prof. Dr. İzzet Kantemir, Üçdal Neşriyatı, İstanbul, 1983.
Süheyl Gürbaşkan, Bir Reklâmcı Aranıyor, İstanbul Reklâm Yayınları, İstanbul, 1980
Süleyman Demirel, Bir Ömür Suyun Peşinde, 2 Cilt, (2. Baskı) ABC Medya Ajansı Yayınları, İstanbul, 2006.
Stefan Zweig, Yıldızın Parladığı Anlar, Çeviren: Burhan Arpad, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 1997.
Stefanos Yerasimos, Türk-Sovyet İlişkileri, Ekim Devrimi’nden Milli Mücadeleye, Gözlem Yayınları, İstanbul, 1979.
Stephane Lauzanne, Balkan Acıları, Kastaş Yayınları, İstanbul, 1990.
Taha Akyol, Rumeli’ye Elveda, Doğan Kitap, İstanbul, 2013.
Yahya Sezai Tezel, Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi 1923-1950, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1994.
Yaşar Kalafat, Dr., Kırım-Kuzey Kafkasya Sosyal Antropoloji Araştırmaları, ASAM Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Yayınları, Ankara, 1999.
Yılmaz Öztuna, Rumeli Kaybımız - 93 ve Balkan Savaşları, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1990. Osmanlı Devleti Tarihi, Faisal Finans Kurumu Yayını, İstanbul, 1986.
A
Abdurrahman (Sabri Ülker’in ağabeyi) 68, 317
Abdülhamid II., Padişah 51, 56, 58-60, 107, 565, 566
Abdülmecid, Padişah 51
Ablum, Mahir 163, 641, 642
Acar, Mustafa 613, 614, 633, 717
Acıman, Eli 525
Ağca, Mehmet Ali 426
Ahmet Ziya Bey (Sabri Ülker’in dayısı) 59, 102, 125-128, 131
Akbulut, Ziyaeddin 616-617
Akın, Kenan 514, 515
Aksoy, Temel 253
Aktin, Edip 679
Akyol, Taha 683, 691, 693, 722
Akzambak, Mehmet 376
Al-Bunnia, Haj Abdul ahab 480, 715
Aleko Usta 204
Allen, Melvin C. 310, 311
Ali Haydar Efendi 222-223
Altıntak, Hüseyin 204, 595
Arın, Suat 628
Arıkan, Tevfik 633, 634, 719
Arısan, Mehmet 162
Aslan, Yusuf 377
Astan, Şener 585, 628, 629
Ataseven, Asaf 465, 466, 530, 661
Ataseven, Gülsen 465, 466
Ateş, Orhan 559, 560
Atatür, Pervin 172
Atatürk, Mustafa Kemal 107, 108, 113, 114, 123, 146, 147, 154, 158, 168, 172, 267, 314, 365, 378, 554
Avcu, İbrahim 209
Aydemir, Talat 332
Aydıner, Atilla 620
Ayvazovski, İvan 51
B
Bacacı, İsmail 418
Balcı, Şükrü 370, 394, 395, 548
Balzac, Honor± de 55
Bahçeli, Devlet 32
Barnes, Harry 301
Başar, Şükûfe Nihal 154, 223
Başaran, Mustafa 360, 361
Bayar, Celal 167, 211, 268, 332, 347
Baykal, Deniz 30
Bayraktar, Gülizar 249-251
Bayram, Mahmut 667
Benekay, Yahya 226, 228
Berker, Şinasi Nahit 349
Berkman, Münir Müeyyed 154, 158
Berksan, Betül (Asım Ülker’in kızı) 240, 290, 465-467, 669
Berksan, Faruk 116, 240, 259, 349, 351, 352, 354, 355, 357- 360, 362, 368, 369, 371, 387, 400, 405, 415, 460, 486, 487, 533, 534, 592, 602, 636, 707
Berksan, Selçuk 58, 79-81, 91, 101, 109, 116, 118, 119, 127, 139, 142, 173, 181, 200, 201, 203, 205, 240, 257-260, 262, 263, 285, 311, 314, 315, 336, 337, 350-352, 354, 359, 369, 370, 373, 376, 382, 383, 385, 387, 399, 401, 405, 415, 434, 448, 449, 484, 494, 702
Besler, Doğan 143
Besler, Fehmi 143
Besler, Sami 141, 170
Beyatlı, Yahya Kemal 122, 172, 555
Beykont, Zeki 159, 160, 162
Biliközen, tıf 362
Bodur, İbrahim 321, 323, 325
Bolak, Aydın 325
Bonaparte, Napolyon 156, 213, 301
Boran, Behice 426
Bölükbaşı, Rıza Tevfik 157
Budak, Rıdvan 418, 419, 424
Buzbaş, Necdet 403, 404, 430, 536, 538, 539
Büyük, Gürol 445
Büyükanıt, Yaşar 550
C
Cansen, Ege 463
Cengiz Han 40, 41
Ceyhun, Ekrem 689
Churchill, Winston 43, 44, 193, 301
Cibran, Halil 89, 137, 701
Cilasun, Zafer 346
Clay, Muhammed Ali 646
Commer, Robert 346
Coşkun, Ali 564
Ç
Çağlayangil, İhsan Sabri 519
Çalı, Kurt Seyit 84-86, 90, 91, 94, 110, 114, 119, 120, 185, 226-228, 231, 232
Çalı, Nuriye 231
Çakır, Erden 636
Çamlıbel, Faruk Nafiz 153
Çanakçı, Fuat 340, 341, 585, 592, 594, 679
Çanakçı, Suat 594
Çar Nikolay 107, 120
Çehov, Anton 51
Çelebi, Bünyamin 531
Çelebi, Süleyman 418-421
Çelebi, Ümit 513, 514, 521, 522, 530, 542
Çeliktürk, Kadir 601
Çetiner, Ömer 614, 615, 617
Çiçek, Cemil 19
Çiller, Tansu 554
Çizmecioğlu, Abdullah 172
Çizmecioğlu, Mustafa 172
Çorapçı, Bülent 320-322, 325, 548
D
Dağcı, Cengiz 51
Dağyar, Faruk 590, 591, 634
Damat Ferit Paşa 108
Davis, William Hersey 319
Davutoğlu, Ahmet 104, 105, 350, 412, 413, 443, 451, 661
Davutoğlu, Sare 104
Demirel, Süleyman 24, 45, 46, 175, 304, 333-335, 345, 364, 378, 417, 424-426, 428, 519, 520, 548, 554, 580, 626
Demirel, Turgay 580, 581
Denizci, Süheyl 265, 695, 697
Denktaş, Rauf 425
Devletof Süleymanoğlu, Dilaver 116, 117
Dinçsoy, Ahmet 207, 208
Dinçsoy, Hamdi 141, 353
Dinçsoy, Hayri 208
Dinçsoy, İsmet 207
Dinçerler, Vehbi 165
Doğan, Ali 571, 572, 576
Durmaz, Hilmi 539, 585, 596, 597
Duruel, Hasan 617
Düzenli, Samime 179
E
Ecevit, Bülent 346, 376-378, 384, 392, 425, 428, 519, 520, 551
Ecevit, Rahşan 520
Eczacıbaşı, Nejat 609
Ecirzade, Mustafa Avni 171
Edison, Thomas 301
Eflatun (Platon) 146, 151
El Mutavva, Abdullah 305
Elrom, Efraim 365
Emiroğlu, Metin 409, 410
Engin, Kemal 153
Erbakan, Necmettin 175, 347, 364, 365, 376, 378, 424, 519, 549, 551, 554, 618
Erbuğ, Orhan 384, 385
Erdem, Ercan 384, 385
Erdoğan, Recep Tayyip 22, 618, 619, 622, 623, 690
Erez, Mesut 163, 641
Erkunt, Mümin 338, 339
Eroğlu, Mehmet Ali 609, 611
Erim, Nihat 364, 365, 377, 519
Erol, Safiye 199, 200
Erozan, Celal Sahir 154
Ersoy, Mehmet Akif 66
Ertan, Yüksel 521-524
Esen, Fikret 214, 215
Esener, Ali Fethi 520
Eşref Sabit 154
Evren, Kenan 425, 426, 519, 520
Eyüboğlu, Bedri Rahmi 122
F
Fahreddin (Türkkan) Paşa 106
Fatih Sultan Mehmed, Padişah 41, 197
Feyzioğlu, Turhan 424, 426
G
Gamsız, Nuri 265, 695, 697
Gaspıralı, İsmail Bey 42, 43, 45
Gates, Bill 691
Gazioğlu, Şaban 321
General Wrangel 120, 124
Genç, Faruk 265
Gezmiş, Deniz 377
Goethe, Johann Wolfgang von 71, 169
Goldenberg, Emil 679
Gomez, Heinz 264
Gök, Adem 178
Gök, Süleyman 178
Gökçen, Sabiha 114
Gökbörü Kançal, Fikri 110
Gökyiğit, Nihat 313, 567
Gövsa, İbrahim Alâaddin 154, 158
Gözde, Yurdakul 422
Gül, Abdullah 15
Gülen, Fethullah 550
Gümüşpala, Ragıp 332
Günay, Yüksel 583, 584
Güneş, Hüseyin 566, 600
Güney, Eflatun Cem 151
Gürbaşkan, Süheyl 521
Gürcan, Tarık 265
Gürel, Halit 139, 144, 450
Gürsel, Cemal 332, 345
Güzelses, Celal 217
H
Hacı Bekirzade Ali Muhiddin 171
Hacı Geray Han 41
Hacı İslam Efendi (Sabri Ülker’in babası) 17, 39, 52, 53, 57-62, 64-69, 71, 73, 76, 79-81, 83, 86, 87, 89, 91-94, 96, 97, 106, 110, 113, 114- 116, 118, 119, 122, 125- 128, 131, 134, 135, 138-140, 141, 171, 185, 207, 208, 223, 230, 235-237, 239-241, 248, 255, 316, 317, 681, 711, 712
Hacı Sayid 171
Hafız Numan Efendi (Sabri Ülker’in dedesi) 61, 64, 67, 68
Hafız Rıza Bey (Sabri Ülker’in dayısı) 102
Hanife Hanım 223
Hasan Efendi (Sabri Ülker’in dedesi) 52, 55, 58, 59, 62, 681
Hassan, Rıfat 308, 309
Hatemi, Nadir 273
Hatice Gülsüm Hanım (Sabri Ülker’in babaannesi) 52, 55, 62
Haşim, Ahmet 153, 156
Hitler, Adolf 159, 184, 185, 189, 210, 214, 225, 229
Hugo, Victor 555
Humeyni, Ayetullah 426
Hz. Ali 393, 394
Hz. Muhammed 106, 137
I
Ilıcak, Kemal 514
Işık, Murat 110
İ
İbrahim, Veli 90, 91
İman, Ahmet 417
İman, Avni 220, 277, 401, 402
İman, Mehmet 238
İman, Muharrem 222, 275, 639
İman, Sabiha 116, 190, 236, 273, 275
İnam, Orhan 359
İnan, Hüseyin 377
İnönü, Erdal 554
İnönü, İsmet 114, 167, 168, 193, 194, 211, 332, 333, 347, 364, 377, 378
İnönü, Mevhibe 114
İpekçi, Abdi 426
İsmail Hakkı (Sabri Ülker’in ağabeyi) 68, 91, 317, 557
İzzet Melih 159
J
Jankoviç, Jean Paul 679
Jobs, Steve 691
Johnson, Lyndon B. 310, 345
K
Kâmil Paşa 565
Kamu, Kemalettin 154
Kanatlı, Firuz 349, 350, 683, 685, 688
Kantarcı, Hayrullah 630
Kantarcı, Tekin 630, 631
Kantarcızade Hacı Ömer 172
Karaağaçlı, Hacı Mustafaoğlu Süleyman 172
Karabulut, Orhan 179, 180, 181
Karaca, Kadri 263
Karaca, Yunis 568
Karadayı, İsmail Hakkı 557
Karadeniz, Yılmaz 224
Karataş, Ayfer 299
Karpat, Kemal 692
Kasım, Ahmet 167
Katerina (Çariçe) 45
Kaufman, Aleander 302
Keçeci, Karpiç (Juri Georges Karpovitch) 172
Kent, Muhtar 697
Kerenski, Aleksandr 107
Kırımlı, Ahmet İhsan 324
Kırımoğlu (CemiloğluԜ) Mustafa 46-48
Kısakürek, Necip Fazıl 154, 155, 677
Kibritçioğlu, Ahmet 597
Kocabıyık, Asım 533
Koç, Vehbi 172, 254, 305, 321, 603, 605, 687
Koçu, Reşat Ekrem 179
Kohen, Hayim 219, 220, 222, 224, 225, 255
Konfüçyüs 169
Koraltan, Refik 211
Koru, Naci 566
Korutürk, Fahri 376, 378, 425, 426, 519
Koryürek, Enis Behiç 154
Köprülü, Fuat 211
Kösdağ, Mehmet 130, 319
Kubayev, Memet 86, 91
Kumak, Mehmet Gafur 172
Kurt Mehmet (Sabri Ülker’in amcası) 55
Kuşçulu, Mahmut Mahir 330, 476, 477
Kuşçulu, Nuh 320, 321, 324, 327, 330, 331, 475, 476, 478
Küçükali, Tekin 406, 407, 569
L
La Bruy°re, Jean de 555
Lamartine, Alphonse de 109
Le Bon, Gustave 109
Lenin (Ulyanov), Vladimir İlyiç 79, 90, 96, 107, 122
M
Mahire (Sabri Ülker’in ablası) 61, 139, 317
Mardin, Yusuf 154
Mareşal Fevzi Çakmak 210
Marko Usta 170
Mar, Karl 90, 123
Mavituna, Abdurrahman 151, 167
Mehmet Turhan Bey 171
Melen, Ferit 378
Menderes, Adnan 211, 257, 265-268, 296, 332, 377, 522, 554
Menderes, Yüksel 377
Mercan, Kerami 607, 608
Mercan, Nedim 607
Mercan, Sami 607
Meriç, Cemil 240
Mesci, Haluk 521, 522, 525, 526
Morçay, Şükrü 496
N
Nahum, Hayim 203, 303
Nebioğlu, Kemal 380-382, 396, 417, 424
Neriman Teyze (apartman komşuları) 244
Nurettin Hoca 667
O
Oluç, Mehmet 585, 596, 598
Onnik Usta 208, 258
Orhon, Orhan Seyfi 154, 158
Ortaylı, İlber 45, 213
Osman Nuri Bey 171
Osmanoğlu, Abid 565
Ö
Öksüz, Fahri 588, 589, 679
Öner, Mualla 59, 72, 131, 199
Öner, Nihat 82, 102, 130, 132, 207
Ömer, Öner 679
Önsel, Vedat 425
Öz, Sebahattin 153
Özal, Turgut 165, 175, 327, 343, 346, 409-411, 520, 554, 689, 692
Özbek, Necip 615
Özcan, Gazanfer 447, 448
Özcan, Gönül Ülkü 447, 448
Özcan, Salih 304-307, 565, 566
Özdemir, Sadi 516, 517, 692
Özdemir, Nâzım 363
Özden, Yekta Güngör 561
Özdil, Yılmaz 683, 695, 697
Özdöner, Fazıl 615
Özel, Mustafa 144, 145, 176, 475, 522, 535
Özgü, Cemal 181
Özgü, Cemile 181
Özgün, Talât 215, 216, 218
Özhun, Kayhan 475
Özilhan, Tuncay 471-473, 475, 477, 577
Özokur, Ahmet 104, 617, 643, 660, 661, 669
Özokur (Ülker) Ahsen 36, 38, 76, 95, 97, 100-104, 118, 133, 145, 162, 166, 200, 222, 235, 237, 240-243, 246, 249- 251, 270, 275, 280, 281, 283- 285-292, 316, 354, 372, 387, 388, 462, 468, 484, 542, 645, 649, 678, 679, 681, 712
Özokur, Alanur 660
Özokur, Ayşe Senem 660
Özokur, Beyhan 660
Özokur, Kerem 660
Özokur, Nur Vera 669
Özokur, Orhan 104, 354-356, 363, 380, 381, 441, 475, 489, 491, 492, 536, 540, 575, 578, 661
Özokur, Ömer 643, 652, 653, 660
Özokur, (Davutoğlu) Sefure 104, 661, 669
Özokur, Yusuf İhsan 669
P
Page, Larry 691
Pandeli Usta 201
Pasternak, Boris 52, 77
Peker, Alptekin 680
Polatkan, Hasan 332, 554
Puşkin, Aleksandr Sergeyeviç 51
R
Rado, Şevket 269, 270, 281, 555
Rakiros, Parasko 183, 203, 205
Rasputin, Grigori 107
Recaizâde Ekrem 153
Richepin, Jean 154
Roosevelt, Franklin 43, 44
S
Sabancı, Hacı Ömer 685, 688
Sabancı, Sakıp 562, 685, 688
Sadık Rifat Paşa 692
Saharov, Andrey 47
Said Şamil 565
Sancar, Semih 426
Saracoğlu, Şükrü 177, 193, 194, 205
Sazak, Gün 519
Selışık, Selahattin 214, 215
Sepet, Rıza 594, 625, 626, 679
Seyit Ömer, (Sabri Ülker’in amcası) 55, 101
Sezer, Adem 167, 504
Sezgin, İsmet 26, 557, 558
Sıdıka Hanım (Sabri Ülker’in ablası)
Simavi, Sedat 233
Socrates 69, 316
Songar, Ayhan 564
Sökmen, Tayfur 519
Sözen, Reşat 618, 619
Sözer, Vural 521
Sultan Aziz, Padişah 692
Sultan Reşad, Padişah 87
Sunay, Cevdet 345, 364, 365, 377
Sükan, Faruk 426
Stalin, Jozef 43-45, 47, 50-52, 80, 90, 114, 122, 123, 185, 240, 288
Ş
Şahabettin, Cenap 156
Şakire Hanım, (Sabri Ülker’in annesi) 55, 61, 65, 67, 68, 76, 78, 81, 82, 91, 93, 102, 114, 125, 126, 136, 138, 171, 205, 237, 239, 240, 241, 291, 316, 317, 711, 713
Şapolyo, Enver Behnan 172
Şendal, Yusuf 172
Şentürk, Aziz 167
Şentürk, Kemal 585, 603, 605, 628
Şentürk, Namık Kemal 376
Şerif Hüseyin Paşa 106
Şeyh Şamil 565
Şişmanoğlu, Abdullah 278
T
Tağmaç, Memduh 346, 364
Tamer, Zekirriya 162
Taviloğlu, Mustafa 244
Tecer, Ahmet Kutsi 154
Tolga, İzmir 521, 522, 526-528
Topbaş, Mustafa 120
Topbaş, Sabahattin 321, 327, 328
Tosunzade, Abdurrahman 172
Troçki, Leon 66, 122-124
Tunagür, Yaşar 304
Tuncer, Kenan 170, 178
Turanoğlu, M. Uluğ 154
Turhan, Mediha 172
Tuğ, Salih 533, 534, 568
Tural, Cemal 346
Türkeş, Alparslan 210, 406, 407, 424, 519, 520, 551, 554, 592, 594
Türel, Yusuf 321
U
Uğur, Hasan 327, 328
Uğurses, Zihni 594, 596, 636, 637, 679
Ulaş, Fahrettin 321
Unakıtan, Kemal 110
Uras, Güngör 683, 689, 690, 692
Uşaklı, Ömer Bedrettin 154
Ü
Ülken, Aydın 526
Ülker, Ahmet Asım 58, 64, 68, 76, 79-82, 85, 91, 92, 99, 101, 115, 116, 118, 126-128, 131- 133, 135, 139, 141-143, 169- 179, 181-185, 197-199, 201- 205, 207, 208, 214, 221, 230, 231, 239-241, 247-249, 252- 255, 256, 258, 259, 261, 272, 303, 307, 316, 319, 320, 326, 335, 351, 352, 354, 357, 387, 397, 405, 414, 415, 417, 437, 444, 483-485, 487-489, 491, 500, 505, 522, 587, 590, 591, 593, 594, 601, 607-609, 631, 640, 662, 681, 685, 686, 699, 701, 710-713
Ülker, Ali (Ahsen Özokur’un oğlu) 83, 103, 274, 277, 293, 396, 397, 484, 533, 534, 536, 538, 539, 568, 576, 643, 646, 647, 652
Ülker, Ali (Sabri Ülker’in oğlu) 35, 36, 235, 237-239, 241, 242, 246, 269, 270-279, 292
Ülker (Ataseven), Betül 240, 290, 465-467, 669
Ülker, Fatih 643, 669, 674
Ülker, Fatma 117, 190, 652
Ülker, Güzide (İman) 76, 130, 220, 222, 235-237, 248-251, 258, 259, 269, 270, 280, 292, 316, 319, 387, 388, 401, 465- 467, 469, 551, 591, 617, 645, 670, 675, 677, 678, 682, 712, 713
Ülker, İbrahim 652
Ülker, Meryem 652
Ülker, Murat 36, 38, 59, 60, 62, 69, 109, 111, 113, 115, 118, 165, 213, 219, 240, 245-248, 253, 255, 271, 276, 280, 292, 300, 344, 373, 375, 387, 395, 398, 418-420, 424, 437, 440, 442-444, 456, 462, 466, 469, 489, 491, 492, 503, 532, 535, 536, 539-544, 547, 556, 557, 559, 570, 575, 605, 645, 669, 673, 692, 699, 701, 704, 707, 710, 713
Ülker, Mustafa 643, 669, 670, 673
Ülker, Rahmi 217
Ülker, Yahya 618, 643, 669, 670, 677
Ülker, Zehra 174, 230
Ülker, Zeynep 652
Ülkücü, Aydın 437
Ürgüplü, Suat Hayri 333, 377
V
Vahideddin, Padişah 107
W
Wiederkehr, George 475, 479
Y
Yalçın, Süleyman 564
Yalçıntaş, Nevzat 120, 129, 130, 142, 555, 562, 563
Yaramanoğlu, Hüdai 447, 661
Yavuzer, Haluk 270, 433-435, 441, 443
Yazıcı, Kâmil 327-329, 472
Yazıcı, Osman 475
Yelmen, Hasan 326
Yener, Faruk 265
Yıldız, Ziya 164, 166, 341, 342, 639
Yılmaz, Mesut 554
Yozgat, Hasan 343, 595, 679
Yöntem, Ali Canip 154
Yusuf Ziya 153, 171
Yusuf Ziya Bey (şekerci) 171
Yurdagül, Metin 38, 499, 500, 501, 509, 510, 512, 514, 567
Yurdakul, Mehmet Emin 210
Yurdoğlu, Lebit Fehmi 154
Yüceses, Fethi 192
Yüceses, Hamiyet 178, 192
Yücesoy, Ekrem Şevket 560, 561
Yüksel, İsmet 51
Z
Zaim, Sabahattin 321
Zorlu, Fatin Rüştü 332, 554
Zweig, Stefan 197