Tüm okullarını “pekiyi” dereceyle bitiren Sabri’nin gönlünden, “mühendis olmak” geçiyordu. Şartlar elverirse, İstanbul Teknik Üniversitesi’nde okuyacaktı. Ancak, İkinci Dünya Savaşı çıkınca, ağabeyi Asım askere alındı; Sabri de Ankara’daki dükkânın başına geçti.
MÖ 551-479 yılları arasında yaşadığı sanılan Çinli filozof Konfüçyüs, “Eğer ağaca çıkmak istiyorsanız, yıldızları hedef alın” demiş. Konfüçyüs’ten 23 yüzyıl sonra yaşamış olan Almanların ünlü edebiyatçısı Goethe ise, “Hedefe yaklaştıkça, zorluklar artacaktır” tespitinde bulunmuş.
Genellikle insanlar, “hedef” yolculuğuna “umut”la birlikte koyulurlar. Aslında umut, bir serap gibidir; bizi aldatsa da o duyguyu hayatımızdan hiç çıkarmak istemeyiz. Zaten ümit etmek, geçici de olsa mesut olma halidir.
1940 yılında Kütahya Lisesi’ni “üstün başarı” ile bitiren Sabri Ülker, iş hayatına atılışının 50. yıl dönümünde, mazide bıraktığı bir ümidini aynen şöyle anlatacaktı:
Mühendis olacaktım, başkasını hiç düşünmüyordum. Liseyi bitirdiğim sene, ağabeyim yedek askerliğe alındı, onun işlerine bakmak için bir sene kaybettim. İkinci sene kayıtlar kapandıktan sonra döndü; bir sene daha kaybetmemek için Sultanahmet İktisadi ve Ticari İlimler Mekteb-i Âli’sine [Yüksek İktisat ve Ticaret Okulu] kayıt olabildim. Mühendislikten, çaresiz vazgeçtim.35
Sabri Ülker, 74 yaşındayken, 20 yaşında karşılaşmış olduğu bir imkânsızlığı anlatıyor ve “çaresizdim” diyor.
Evet, çaresiz olmak... Ümit ettiği hedefe ulaşamamak...
“Ümit etmek” üzerine çok şeyler yazılmış, söylenmiş. O duygunun bir ilaç olduğu, ağrıyı dindirdiği, ama tedavi etmediği yorumu yapılır; hatta kuşlardaki kanada dahi benzetilir...
Sabri Ülker, liseyi bitirince önce hedef belirleyerek ümit etti, ardından da o ümide kavuşamayınca, sabretmesini bildi. Zaten, sabretmekten başka bir seçeneği de yoktu. Çünkü ailevi şartlar, onu, askerdeki ağabeyinin işyerlerinde sorumluluk almaya mecbur etmişti. İhtiyaç duyulduğu an, insanların yanında olma duyarlılığına sahip bulunduğu için öğrenimine ara vererek, ağabeyinin işyerleri arasında koşuşturmaya başlayacaktı.
Şimdi, hayallerini erteleyen Sabri’den önce, ağabeyinin iş hayatındaki gelişmelere bakalım...
Ağabey Asım Berksan, Eminönü’ndeki Besler Mamulleri Satış Mağazası’nın işletmesine önce ortak olmuş, daha sonra fabrikanın sahibi Fehmi ve Sami Besler kardeşlerin teklifi üzerine bu işyerinin tamamını devralmıştı.
Besler kardeşlerin her ikisi de Mülkiye (Siyasal Bilgiler Fakültesi) mezunuydu. İş hayatına ticaretle atılmışlar, Besler ürünlerinin imalatına ise, Marko Usta’nın teşvikiyle girmişlerdi. Satış mağazalarının önce yarısını, daha sonra tamamını Asım Berksan’a devrederlerken, adeta bu işten kurtulmak ister gibiydiler.
Asım Berksan, Besler kardeşlerin teklifini tereddütsüz kabul etti. Bu arada, badem ezmesi imalatı yapan arkadaşı Kenan Tuncer’le de ortak oldu. Yeni işyerini, “Asım Berksan Müessesesi” adıyla Ticaret Sicili’ne kaydettirdi.
1 Eylül 1939’da başlayan İkinci Dünya Savaşı, ülke olarak katılmamamıza rağmen Türkiye’nin düzenini altüst etti. Eminönü’nde bir şekerleme dükkânının sahibi olunca sorumluluğu daha da artan Asım Berksan ise çıkan savaş üzerine, “bedelli ihtiyat askeri” (yedek asker) olarak silah altına alındı ve Çorlu’ya gönderildi. Asım, savaş şartlarına rağmen fırsat buldukça zaman zaman görev yaptığı askeri birliğinden İstanbul’a gelip, işyeriyle ilgilenebiliyordu.
Savaş, bütün şiddetiyle devam ederken, İstanbul bir hava saldırısına uğrama tehdidiyle karşı karşıya kaldı. Bunun üzerine, sivil halkın büyük bir kısmı şehri terk etti. Ailenin, 28 yılda dördüncü defa savaş şartlarından etkilenmesi üzerine, Asım Berksan Ankara’ya gitti ve Anafartalar Caddesi’nde bir şekerci dükkânına önce ortak oldu, daha sonra dükkânın tamamını devraldı. Bu dükkânda bisküvi, çikolata ve şekerleme ürünleri satıyordu.
Savaş, kısa bir süre sonra adeta kapımıza dayandı. Hitler’in Nazi orduları Bulgaristan’ı işgal edince, Trakya boşaltıldı. Halk, panik halindeydi. Hükümet, İstanbullulara, şehri terk etme çağrısı yaparken, yurdun iç ve doğu bölgelerine gitmek isteyenlerin de trenlerde ücretsiz seyahat edebileceklerini duyurdu.
Bir oğlu kısa dönem askerlik yapan, bir oğlu da Ankara’da bulunan Hacı İslam Efendi de, İstanbul’da yaşamanın risk altına girmesi üzerine, Köprülü Kütüphanesi’ndeki görevinden ayrılarak, eşi Şakire Hanım’la birlikte başkente taşındı.
Asım Berksan’ın, ikinci askerliği sırasında, vakit bulup İstanbul’dan sonra başkent Ankara’da da dükkân açması, İkinci Dünya Savaşı şartlarının mecburiyeti gibi görünüyordu, ama bu teşebbüste yeni pazar arayışlarının ipuçları da vardı.
Ankara, henüz 17 yıllık başkentti. Aslında, 23 Nisan 1920’de açılan Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin başkenti olmuştu. Anadolu’nun orta yerindeki bu tarihi kent, Cumhuriyet’le birlikte yeniden şekillendi. Ulus Meydanı ve Anafartalar Caddesi, kısa sürede şehrin yönetim, iş, ticaret ve sanat merkezi halini aldı. Meclis’in yanı sıra, Başbakanlık binası da buradaydı. Ankara Adliyesi ile Ankara Belediyesi, bu ünlü caddenin dikkat çeken kamu binalarıydı.
Ulus Meydanı’ndan Samanpazarı’na kadar devam eden Anafartalar Caddesi, 1930’lu yıllardan itibaren sağlı sollu yeni işyerleriyle doldu. İstanbul’un Bahçekapı semtindeki ünlü Hacı Bekirzade Ali Muhiddin ile Şehzadebaşı’nın tarihi şekercisi Osman Nuri de ailesiyle birlikte Ankara’ya taşınıp, Ulus’ta yeni işyeri açtı.
O dönemde Türk insanının ayakkabı ve giyim kuşamını üreten Sümerbank mağazası da başkentin bu caddesinde yerini alacaktı.
Asım Berksan da, dükkânını Anafartalar Caddesi’nde açmayı tercih etmişti. Çünkü o yıllarda, İstanbul kökenli Hacı Bekir ve Osman Nuri’nin yanı sıra, Mehmet Turhan ve Yusuf Ziya Beyler de Anafartalar’da şekerci dükkânı işletiyordu.
Savaş yıllarında, Ankara’da, özellikle şekerleme ürünleri piyasasında rekabet iyice kızıştı. Asım Berksan’ın İstanbul’dan gelerek, büyük bir ümitle devraldığı dükkân, kısa sürede böylesine bir rekabet ortamında kaldı.
Anafartalar ve çevresinde, şekerci dükkânlarının sayısı her geçen gün artmaya başladı. Atpazarı’ndaki Pilavcıoğlu Han’da Ecirzade Mustafa Avni, Çukurhan’da Hacı Sayid ve Mahdumları, Semerciler’de Kantarcızade Hacı Ömer, Uzun Çarşı’da Karaağaçlı Hacı Mustafaoğlu Süleyman ile Çankırı Caddesi’nde Tosunzade Abdurrahman, yine Anafartalar’da Mediha Turhan ve Pervin Atatür, Çıkrıkçılar Yokuşu’nda Mehmet Gafur Kumak ile Ulucanlar’da Yusuf Şendal da Asım Berksan’ın rakipleri arasındaydı.
Ulus Meydanı ve Anafartalar Caddesi, ünlü lokantalarıyla da şehrin önde gelen şahsiyetlerinin uğrak yerlerindendi. Meşhur Cumhuriyet Yıldız Lokantası, tarihi Zincirli Cami’nin hemen yanı başındaydı. Bu lokantanın müdavimleri arasında şair, edip, siyasetçi ve diplomat Yahya Kemal Beyatlı da vardı.
Ankara kökenli işadamı Vehbi Koç’un ilk işyeri de, Asım Berksan’ın şekerci dükkânının bulunduğu bölgedeydi. Vehbi Bey, öğle yemeklerinde, genellikle Abdullah ve Mustafa Çizmecioğlu kardeşlerin işlettiği lokantada “ev yemeği” yiyordu.
1917 Bolşevik İhtilali’nden sonra aynen Asım ve Sabri Berksan’ın ailesi gibi Rusya’dan kaçıp, Anadolu’ya sığınan Juri Georges Karpovitch, Ankara’daki Taşhan’ın altında lokanta açmıştı. Bu lokantanın müşterileri, başta Cumhurbaşkanı Atatürk olmak üzere, tüm devlet ve hükümet erkânı ile şair ve ediplerdi. Atatürk, Rus asıllı Karpovitch’e “Karpiç” adını verdi. Daha sonra “Baba Karpiç” lakabıyla anılan ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına kabul edilen Karpiç Keçeci’nin işlettiği lokantanın ünü, kısa sürede ülke sınırlarını aşacaktı.
Henüz 20 yaşındayken, ağabeyinin işyerini çekip çeviren Sabri Berksan, sürekli bir koşuşturma içindeydi. Kütahya Lisesi’nde öğrenim görürken, özenle hazırladığı “Seçme Yazılar” isimli defterinde şiirlerine yer verdiği pek çok ünlü şair ve edip, Ankara’daki işyerlerine yürüme mesafesinde bulunan İstanbul Pastanesi’nin müdavimiydi. Sabri Berksan, o ünlü kişilerle Anafartalar Caddesi’nde belki de hemen her gün karşılaşıyordu.
Başkentte yaşayan gazeteciler, sanatçılar, aydınlar ve yazarların buluştukları İstanbul Pastanesi’ne şair Necip Fazıl, “Efkâr-ı Umumiye Merkezi” adını vermişti. Ünlü gazeteci ve tarihçi Enver Behnan Şapolyo ise, İstanbul Pastanesi’ni “Münevverler Kulübü” olarak adlandırıyordu.
Asım ve Sabri Berksan kardeşler, iş hayatında adeta kurtlar sofrasında mücadele veriyordu. O yıllarda, tüm ilçeleriyle birlikte başkent Ankara’da, 157 bin kişi yaşıyordu. Ulus Meydanı ve çevresinde birbiri ardına açılan şekerleme dükkânları, zaman içinde müşteri bulmakta sıkıntı çekmeye başladı.36
Selçuk Berksan da, babası Asım Bey’in 1940 yılında Ankara’da açmış olduğu işyerinin yanı sıra, sosyal yaşamında oluşan gelişmeleri ayrıntılı bir şekilde anlatıyor:
Babam Asım Bey, Çorlu’da askerlik yaparken, hem İstanbul hem de Ankara’daki işyerleri çalışıyormuş. Doğrusu, babamın Ankara’da niçin dükkân açmayı gerekli gördüğünü bilmiyorum. Ancak, İkinci Dünya Savaşı nedeniyle İstanbul tehdit altındaymış. Belki o yüzden Ankara’ya gitme ihtiyacı hissetmiş olabilir.
Bu arada babam, 1942 yılının 29 Ocak Perşembe günü, Besler’de çalışırken tanıştığı annem Zehra Hanım’la Ankara’da evlenmiş. Aile, Ankara’daki Öztürk Mahallesi, Hükümet Caddesi,84 numaralı evde oturuyormuş.
Babam, Ankara’daki dükkânı için, o zaman CHP’nin yayın organı olan Ulus gazetesine, sattığı ürünlerle ilgili tanıtım ilanı verirmiş. Ancak, ürünlerin markası yokmuş.
Babam, zamanla Ankara’daki işyerini yürütmekte zorlanmaya başlamış. Bu arada, amcam da “Ağabey, benim hem okula gidip, hem de bu işlere bakmam imkânsız hale geldi” demiş. Asım Bey de, mühendis olmak isteyen kardeşine şu tavsiyede bulunmuş: “Bak Sabri, Yüksek Ticaret Mektebi üç sene... Burası, çok iyi bir okul. Sen bu okula git, bir an önce mezun olursun.”
Kütahya’da lise öğrenimini başarıyla tamamlayan Sabri Berksan’ın gönlünden mühendis olmak geçiyordu. Hatta o yıllarda çok revaçta olan İstanbul’daki Yüksek Mühendis Mektebi’nin (İstanbul Teknik Üniversitesi) giriş sınavına girmeye dahi karar vermiş-ti. Ancak, ağabeyi Asım Bey’in askere gidişiyle birlikte, işyerlerinin sorumluluğunu üstlenmek zorunda kalınca, Mühendis Mektebi sınavına girme şansını kaçırdı.
Sabri’nin yoğun iş temposu, 1941 yılının sonbaharına kadar kesintisiz devam etti. Ağabeyinin Çorlu’daki ihtiyat askerliği ise hâlâ bitmemişti.
Sabri Berksan, 1941-1942 öğrenim döneminde de İstanbul’daki Yüksek Mühendis Mektebi’ne başvuru imkânı bulamadı. Çünkü, Ankara’daki işyerlerini emanet edebileceği kimse yoktu. Bu nedenle ikinci yılını da kaybetmek üzereydi.
Sabri Berksan’ın önünde, Ankara’da kaybettiği zamanı telafi edecek sadece bir fırsat kalmıştı. O da, İstanbul’daki Sultanahmet Yüksek İktisat ve Ticaret Mektebi’ne kaydolmaktı. Zaten, ağabeyi de o okulu işaret etmişti.
Bugünkü Marmara Üniversitesi’nin temelini oluşturan okulda, kısa yoldan hayata atılmak isteyen öğrenciler okuyordu. Yüksek Mühendis Mektebi’nin giriş sınavları geçmişti, ama Yüksek Ticaret Okulu’nun kayıtları kapanmamıştı.
Adı, daha sonra “İstanbul Teknik Üniversitesi”ne dönüşecek olan Yüksek Mühendis Mektebi’nde öğrenim süresi beş yıldı. Sabri Berksan, 1941 yılında bu yüksekokula girme imkânını elde etmiş olsaydı, belki de Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’le sınıf arkadaşı olacaktı. Aslında Berksan, Demirel’den dört yaş büyüktü. Ancak, üç yıl Kırım’da, bir yıl da Ankara’da sene kaybettiği için 1941’de İstanbul Teknik Üniversitesi’ne giren Demirel’le aynı çatı, altında öğrenim görme ihtimali vardı.
Daha sonraki yıllarda, Süleyman Demirel’in yanı sıra, Necmettin Erbakan ve Turgut Özal da Yüksek Mühendis Mektebi’nin öğrencileri arasına dahil olacaktı. Kaderin cilvesine bakın ki, Türk siyasi tarihinin bu üç önemli devlet adamıyla okul arkadaşlığı kısmet olmayan Sabri Berksan’ın yolu, hayatın akışı içinde bu ünlü şahsiyetlerle kesişecek ve kendileriyle dostluk ilişkisi kuracaktı.
Sabri Ülker, Yüksek İktisat ve Ticaret Mektebi’nden mezun olduktan 50 yıl sonra, danışmanı Mustafa Özel’le sohbet ederken, konu dönüp dolaşıp üniversite yıllarına gelmişti. Özel, bu sohbet sırasında Ülker’e, çalışanların sormaya pek cesaret edemeyeceği sorularda yöneltiyordu. Bakalım Özel, danışmanı olduğu ünlü işadamına hangi “özel” soruyu sormuş:
Sabri Bey’e, “Efedim, hiç âşık oldunuz mu?” dedim. Aslında, kendilerine aşk konusunda soru sorarken bana kızabileceğini düşündüm, ama kızmaktan ziyade, yüzü kızardı. “Mektebe giderken...”dedi. Sonra devam etti: “Sultanahmet’teki Yüksek Ticaret Mektebi’ne giderken, Çemberlitaş Kız Yurdu vardı, onun önünden geçerdik.”
Sabri Bey’in bu sözlerini dinledikten sonra, “Efendim, yurdun önünden geçerken, kızlara laf atardınız herhalde?” dedim.
Cevabı, “Yok, yok, onlar bana laf atıyordu” oldu.
Bu da, Sabri Bey’in aşkı...
1942 yılının başlarında İkinci Dünya Savaşı’nın Türkiye’ye yönelik tehditleri azaldı, Asım Berksan’ın ihtiyat askerliği de sona erdi.1941’de yükseköğrenime gitme imkânı bulamayan Sabri gecikerek de olsa, İstanbul’daki Yüksek İktisat ve Ticaret Mektebi’ne başladığı için, ailenin Ankara’da yaşamını sürdürme mecburiyeti de kalmadı.
Asım Berksan, Ankara Anafartalar Caddesi’ndeki işyerini kapatma kararı aldı. Dükkânda bulunan tüm ürünleri kolilere doldurarak, İstanbul’a yolladı. İki yıl boyunca Ankaralılara hizmet veren Asım Berksan, müşterilerini de unutmayarak, Ulus gazetesinin 8 Ocak 1942 Perşembe nüshasında bir veda ilanı yayımlattı. Ulus’un 7. sayfasında yer alan ilanda şöyle deniliyordu:
Besler, bisküvit, çikolata ve şekerleme mağazası, Ankara şubesini şimdilik İstanbul’a nakledeceğinden sayın müşterilerinden özür diler.
Söz konusu gazetenin birinci sayfasında ise, iki ayrı Kırım haberi yayımlanmıştı. Gazetedeki haber ile iç sayfadaki ilan, “Tesadüfün böylesi...” dedirtecek bir tablo oluşturuyordu. Haberde; Alman-Nazi ordularının Kırım’daki Bolşeviklerle savaşı anlatılıyor, ilanda ise,1917’den beri iç ve dış savaşların hüküm sürdüğü Kırım’dan kaçan Türk asıllı Devletler Ailesi’nin özgürlüğüne kavuştuktan sonra Türkiye’nin başkenti Ankara’da bir işyeri açarak, özgür ortamda neler yapabildiğini gösteriyordu. Yine aynı ilanda, ailenin açmış bulunduğu “Besler” şekerleme dükkânının, İstanbul’a nakledilmek üzere olduğu bilgisi yer alıyordu.
O dönemde, İstanbul’da un ve şeker sıkıntısı dayanılmaz bir hal almış, Hükümet de pasta, çörek ve benzeri yiyecek maddelerinin imalat ve satışını yasaklamıştı.
Asım Berksan, yıllardan beri şekerleme ürünleri imal eden işte çalışıyor, ancak savaşla birlikte şeker, stratejik madde oluyordu.
Başbakan Şükrü Saracoğlu Hükümeti, 11 Kasım 1942’de, TBMM’-den Varlık Vergisi Kanunu çıkartmış, bu yeni yasayla birlikte, şeker üretimi devlet tekeline alınmıştı. Piyasada şeker bulunmadığı için halk, çayını, kuru üzüm ve incir gibi kuruyemiş türevleriyle içiyordu. Zaten, Asım Berksan’ın dükkânlarında da şeker yerine, kuru üzüm ve incir satılıyordu.
Kuru üzümün, şekerin yerini alması üzerine, Asım Berksan’ın işyerine ait Ticaret Sicili kaydında, şu şekilde bir düzeltme yapılmıştı:
Asım Berksan Toptan ve Perakende Kuruyemiş Sair Emtia Üzerine Dahili Ticaret ve Taahhüt
Sabri Berksan, yüksek öğrenim için döndüğü İstanbul’da, hem Sultanahmet’teki okuluna gidiyor, hem de ağabeyinin işyerinde çalışıyordu. Aile, 1940’ta Ankara’ya taşınırken, Köprülü Kütüphanesi lojmanını boşaltmış, eşyalarından bir kısmını da, Nuruosmaniye Caddesi’ndeki 42 numaralı Gündoğdu Apartmanı’nda kiraladıkları daireye taşımıştı. Asım Berksan, bu binanın çatı katında, aynı zamanda badem ezmesi imalatı ve dini bayramlarda da şeker paketleme işleri yapıyordu.
Asım Berksan, Ankara’daki dükkânını kapatıp, bütün iş yoğunluğunu İstanbul’a verdi. 7 Haziran 1943’te de Bahçekapı’daki işyerini ortağı Kenan Tuncer’e devretti. Bu arada, Sirkeci’de Ankara Caddesi üzerindeki 173, 175, 177 no’lu dükkânları kiraladı. Bu binanın üst katlarında da Süleyman ve Adem Gök kardeşlere ait Musul Palas Oteli vardı.
Asım Berksan’ın yeni işyerinin arkasında bir de saz salonu bulunuyor, dönemin ünlü ses sanatçılarından Hamiyet Yüceses, cumartesi ve pazar günleri o salonda sahne alıyordu.
1940’lı yıllarda Sirkeci, Türkiye ticaretinin merkezi gibiydi. Anadolu tüccarı, yılda birkaç defa İstanbul’a gelir, alışverişini Sirkeci’den yapardı.
O dönemde, üreticilerin Anadolu’yu dolaşarak, müşteriyi ziyaret etmesi usulü henüz başlamamıştı. Anadolu esnafı, Sirkeci’deki otellerde konaklar, bu arada Eminönü ve Karaköy’ü de dolaşarak, imalatçılar ve ithalatçılara mal siparişleri verirdi. İkinci Dünya Savaşı’nın hüküm sürdüğü yıllarda, toptan alışveriş sırasında çekle ödeme sistemi de yoktu. Sadece, senetle alışveriş yapılırdı.
Yine o yıllarda, İstanbul’da, bugün “nostaljik tramvay” adıyla anılan toplu taşıma araçları çalışırdı. Tramvayların son durağı, Asım Berksan’ın ilk işyerinin bulunduğu Sirkeci ile Eminönü arasındaki Bahçekapı semtiydi.
Bugünkü Eminönü’nü Unkapanı’na bağlayan bulvar ise henüz açılmamıştı. Bölge, yoğun bir şekilde imalathane ve ticaret mahalliydi. İstanbul şehrinin Büyük Postanesi ile Adliyesi aynı binada hizmet veriyordu. Asım Berksan’ın ikinci işyeri de, bu kamu binasının hemen yakınındaydı.
Ünlü yazar ve tarihçi Reşat Ekrem Koçu da, İstanbul Ansiklopedisi’ni hazırlarken, Berksan kardeşlerin Sirkeci’deki Ülker Bisküvi ve Şekerleme Evi’ne ait bilgilere de yer vermiş.
Koçu, ansiklopedinin “Ankara Caddesi” maddesinde Ülker firmasını şöyle anlatıyor:
173, 175, 177 numaralar, Asım Berksan’ın Ülker Bisküvi ve Şekerleme Evi’dir. Müessesenin kuruluşu 1940’tır; buraya nakli, bu satırların yazıldığı sırada [Ekim 1946] altı ay oluyordu.
Vaktiyle bu numaralarda bir berber ve Yeni Valde Lokanta ve Gazinosu bulunmakta idi. Mülk sahibi, Bayan Samime Düzenli ve kız kardeşidir.37
Türk Deniz Kuvvetleri’nin 13. komutanı ve Milli Güvenlik Kurulu’nun eski Genel Sekreteri emekli Oramiral Orhan Karabulut, 1944 yılında Deniz Lisesi öğrencisiyken, İstanbul’un Sirkeci semtinde girdiği bir şekerci dükkânının, diğer şekercilerden çok farklı bir düzen içinde olduğunu görmüş. O şekercinin sahipleri, Asım ve Sabri Berksan kardeşlermiş.
Oramiral Karabulut, 1944’ten beri müşterisi olduğunu söylediği söz konusu şekercinin, İkinci Dünya Savaşı’nın yaşandığı yıllardaki genel görünümünü şöyle anlatıyor:
1940’lı yıllar, hem ülkemiz, hem de tüm dünya için kasvetli yıllardı. 1 Eylül 1939’da, İkinci Dünya Savaşı’nın çıktığı dönemde Türk insanı, onun dehşetini yaşamaya başlamıştı.
Evlerimizde karartma uygulanıyor, pencerelere, dışarıya ışık geçirtmeyecek siyah muşamba perdeler takılıyordu. Herkes yokluk, çaresizlik ve korku içerisindeydi. Ailece hiç kimseye muhtaç olmamamıza rağmen, çocukluk dönemimde ekonomik krizi herkes gibi bizlerin de bütün şiddetiyle yaşadığını hissedebiliyordum.
Bilindiği gibi, Türkiye savaşa girmemişti, ama savaşan taraflardan zaman zaman tehdit alıyordu. Bu arada, yabancı savaş uçakları İstanbul’un hava sahasının çevresinde dolaşıyor, muhtemel saldırılara karşı askeri önlemler alınıyordu. Şehrin çeşitli hâkim noktalarına uçaksavar topları yerleştirilmişti. Bunlardan birisi de Süleymaniye Camii’nin hemen yanı başındaydı. Biz de o uçaksavar topunu, yanına kadar giderek, çok yakından seyretme imkânını bulmuştuk. Yine o günlerde, üç yabancı askeri uçağın İstanbul semalarında görüldüğü haberleri geldi. Bu uçaklardan birisi Elmadağ yakınlarına düşmüş, ikisi ise kaybolmuştu.
Türk Deniz Kuvvetleri Komutanlarından, Milli Güvenlik Kurulu’nun eski
Genel Sekreteri emekli Oramiral Orhan Karabulut, Ülker ürünleriyle henüz
Deniz Lisesi öğrencisiyken tanışmış. Karabulut, “Ülker ürünlerine
1944’ten beri güvenirim” diyor.
Savaş, her Türk genci gibi benim de milli duygularımı kamçılamıştı. Ailemizin tek erkek evladıydım. Asker olmak istiyordum. Fakat sevgili anacığım, benim daima yanında bulunmamı arzu ediyordu. Her şeyi göze aldım, ailemden habersiz Deniz Lisesi’ne başvurdum. Başvurum kabul edildi.
Ancak, tüm askeri okullarla birlikte Deniz Lisesi de savaş nedeniyle İstanbul dışına nakledilmişti. Hayallerimi gerçekleştirecek olan okulum da Heybeliada’dan Mersin’e taşınmıştı. Deniz Lisesi’ne başvurumu, kabulümün açıklanmasına kadar ailemden saklamıştım.
Benim için sevindirici olan bu haberi duyurduğum an, sevgili anacığım bir anda şok olup, bayılmıştı. Zaman içerisinde onlarda kabullendiler, ben de Mersin’e gittim.
Savaşın beşinci yılında, yani 1944’te, bir sıra arkadaşımla birlikte okulumuzun yaz tatiline girmesi münasebetiyle Mersin’den İstanbul’a geldik. Bu can arkadaşımla şehirde gezintiye çıktığımız bir sırada, Beyazıt’tan Sirkeci’ye doğru yürümeye başladık. Çiçeği burnunda birer delikanlıydık. Tüm gözlerin, üzerimizde olduğunu zannediyorduk. Çünkü bembeyaz bahriyeli kıyafetiyle dolaşıyorduk.
Babıâli yokuşunu indik, Sirkeci meydanına gelmeden önce, sol tarafta büyükçe bir şekerci dükkânına girdik. Büyükçe diyorum, çünkü İstanbul’un belli başlı şekerci dükkânlarını bilirim; bu dükkân, onlardan çok farklıydı.
Sirkeci’deki dükkânda, arkadaşımın ablası da38 şef olarak çalışıyordu. Dükkândaki görevlileri görünce, çok alışık olmadığım bir manzarayla karşılaştım. Personel, bembeyaz önlükler içerisindeydi. Çalışanların, “Asım Ağabey” diye hitap ettiği, bu arada patron olduğunu anladığım kişi de aynı kıyafeti giyinmişti. Asım Bey’in portresi hâlâ gözümün önünde... Temiz yüzlü, yakışıklı bir beyefendiydi. Tezgâhtar bayanların başlarında da, saçlarını kısmen kapatmış beyaz tülbentler vardı. O genç yaşımda, bu beyaz kıyafetleri merak edip öğrenmek istedim. Çünkü o güne kadar İstanbul’da, sadece Vefa Bozacısı’nda beyaz önlüklü personel görmüştüm. Bir büyüğüm, şekerci dükkânında karşılaştığım manzarayı bana şöyle izah etmişti:
“O sözünü ettiğin beyaz kıyafetler, gıda maddesi satan işyeri sahibinin titizliğinden kaynaklanıyor. Bu, bir sağlık kuralıdır. Doğrusunu yapmışlar. Avrupai bir düzen.”
Personelin, “Asım Ağabey” diye hitap ettikleri patron, medeni tavırlar içerisindeydi. Personel de müşterilere karşı saygılıydı. O işyerinde Asım Bey’den daha genç olan bir başka yetkili de görev başındaydı. O kişi de, gelen müşterilerle çok nazik bir şekilde ilgileniyordu. Aradan yıllar geçtikten sonra, o kişinin de bugünkü dev Ülker firmasının sahibi Sabri Ülker olduğunu öğrenecektim. Hayal meyal hatırlıyorum, ama Sabri Bey de ağabeyi Asım Bey gibi çok temiz yüzlü ve kibardı.
Sirkeci’deki şekerci dükkânında unlu mamullerin yanı sıra, şekerleme ve çikolata da satılıyordu. O yıllarda Türk esnafı özellikle gıda maddelerinin paketlenmesine fazla bir titizlik göstermezdi. O kadar ki, kese kâğıdı dediğimiz ambalaj kâğıtlarıda, kullanılmış gazete kâğıtlarından üretilirdi. Sirkeci’deki şekerci de ise, göze batacak hiçbir görüntü yoktu. Ambalajlar, tertemiz beyaz kâğıtlardan oluşuyordu. Yine o dükkânda, ilk defa çikolataların tek tek, bugün de kullanılan özel kâğıtlara sarılı olduğunu görmüştüm. Bu dükkân, bana güven vermişti.
Asım Berksan, 1943’te Sirkeci’nin Ankara Caddesi üzerindeki 173, 175 ve 177 no’lu
(sol baştaki) dükkânları kiralayarak, şekerli ve unlu mamuller satmaya başladı. Yüksek
Ticaret Okulu’nda öğrenim gören Sabri Berksan da dersten çıkınca, ağabeyinin
işyerine gelerek çalışıyordu. Şekerci dükkânının üstü ise, tarihi Musul Palas Oteli’ydi.
(Fotoğraf: Garbis Özatay)
Deniz Lisesi’ni ve Deniz Harp Okulu’nu bitirdikten sonra İstanbul’da evlendim ve bir süre orada görev yaptım. Sirkeci’deki şekerci dükkânına karşı beslediğim güven, aradan yıllar geçse de kaybolmamıştı. Eşimle birlikte alışveriş sırasında yine o dükkâna uğruyor, leziz şekerli ürünleri hiç tereddütsüz alıyorduk.
Aradan 66 yıl geçmesine rağmen, bugünkü Ülker firmasının ilk çekirdeğini oluşturan Sirkeci’deki dükkânda ikram edilen şekerin tadını hâlâ unutmuş değilim. Bugün, ikinci neslin yönetimine geçen ve bir dünya markası olan Ülker’in başarısını da taa 1940’larda keşfetmiş gibiyim.
Sabri Berksan, 1944 yılının sonbaharında, İstanbul’daki Yüksek İktisat ve Ticaret Mektebi’nin “İç Ticaret ve Maliye” bölümünden “Pekiyi” dereceyle mezun oldu. Artık, ağabeyinin Sirkeci’deki işyerinde tam gün çalışabilecekti.
Asım Berksan, hayata atılmak üzere olan yüksekokul diplomalı kardeşi Sabri’ye ortaklık teklifinde bulunuyor; bu yeni gelişmeyle birlikte, iki kardeş, 75 bin lira sermayeyle, eşit hisseli, ortak bir firma kuruyordu.
Asım Berksan, Sirkeci’de kurduğu bu işyerinde, bir yıldan beri şekerleme ticareti yapıyor, Besler mamullerinin yanı sıra başka firmalardan temin ettiği kuru pasta da satıyordu. İki kardeşin ortaklığıyla birlikte imalata geçilmiş, bu arada “Parasko Rakiros” isminde şekerci ustası bir Rum vatandaş da işyerine ortak edilmişti.
İkinci Dünya Savaşı’nın bütün şiddetiyle devam ettiği yıllarda, bir de Amerikalıların sattığı “McIntyre Konçu” adıyla anılan, her tür çikolatayı imal eden çok marifetli bir makine satın alınmıştı. 19. yüzyılda icat edilmiş olan bu süper makine, Sirkeci’deki dükkânın arka kısmından bodruma indirilerek, orada çikolata üretimine başlanacaktı.
Asım ve Sabri Berksan kardeşler, ilk çikolata makinesiyle yeni ürünlerini imal ederken, aynı işyerinde akide başta olmak üzere, çeşitli şekerleme imalatını da sürdürüyorlardı. Kalifiye ustalık gerektiren bu ürünler, işçilik masraflarının yüksek olması nedeniyle, diğer şekerleme ürünlerine göre daha pahalıya satılıyordu.
Akide şekeri üretimi, çok meşakkatli bir işti. Şekerlerin imalatı kazanlarda yapılıyor, ardından da mermerin üzerine dökülerek, donma noktasına gelmeden önce, makasla kesiliyordu. Bu tür ürünler, o devrin en gözde şekerleriydi. Akide şekerleri, kavanozların içine konulur, dükkânların vitrinlerinde sergilenirdi. Söz konusu şekerler, Anadolu’da bugün de varlığını sürdürüyor.
Berksan kardeşler, şekerleme imalatının yanı sıra bisküvi imalatına da geçmeye karar verdi. Ama, bu işe başlanmadan önce, Tahtakale’deki Nohutçu Han’da bir bisküvi imalathanesi devraldılar.
23 Şubat 1945 tarihinde devralınan imalathane, “Bisküvi Üretim Ruhsatı” bulunduğu için tercih edildi. Bu imalathane için, zamanın parasıyla 25 bin lira ödendi. İmalathanenin devralındığı gün, Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’nın baş aktörü Hitler Almanya'sına, formalite icabı savaş ilan etmişti.
Asım ve Sabri Berksan kardeşler, bisküvi imalathaneleri hazır olunca, ürün için marka aramaya başladılar. İmalathanenin sahibi olan Rum asıllı vatandaş, kendi üzerinde tescilli bulunan “Üç Yıldız”markasını önce vereceğini söyledi, ancak daha sonra markayı vermekten vazgeçti. Tabii, bu arada satış mukavelesi de yapılmıştı. “Üç Yıldız”ın sahibi, satış bedelini alıncaya kadar Berksan kardeşlere taviz vermiş, 25 bin lirayı aldıktan sonra, sözünü yerine getirmemişti.
Türkiye, savaş tehdidiyle karşı karşıya kalmış olsa da insanlar, özgür bir ülkede yaşamanın huzuru içindeydi. İstanbul’un şartlarından rahatsız olanlar, hiç kimseye danışmadan bir başka kente gidebiliyordu. Asım ve Sabri Berksan’ın kritik dönemlerde dahi seçenekleri vardı. Ama Kırım’da kalan akrabaları, hâlâ ölüm-kalım savaşı veriyordu.
Hacı İslam Efendi, Rusya’daki Stalin yönetimi döneminde “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduğunu” ispat edince, eşi ve çocuklarını alarak, Kırım’dan Türkiye’ye göç etmiş, geride, kardeşleri ve akrabaları kalmıştı. Onların bu şansları yoktu. Çünkü Türk vatandaşı olmadıkları gibi, nüfusları da çok fazlaydı.
1917 yılının Kasım ayında Rusya’da yönetimi ele geçiren Bolşevikler,1939’da başlayan İkinci Dünya Savaşı’nda Almanlara karşı çarpışmaya başladı. Hitler orduları, savaştan iki yıl sonra Kasım 1942’de Kırım’a girdi. Askerlik çağı gelmiş olan Rusya vatandaşı erkekler, silah altına alındı.
Hacı İslam Efendi ailesi, 1929 yılında Türkiye’ye göç etme imkânına kavuşmasaydı, erkek çocukları ya Kızıl Ordu’da Hitler ordusuna karşı savaşacak ya da Almanların tarafına geçecekti.
Sabri Ülker’in çocukluk arkadaşı Kurt Seyit Çalı, bu savaş sırasında, Kızıl Ordu’da görev almayıp, Kırım’ı işgal etmiş olan Hitler’in Nazi ordusuna iltihak etti. Kurt Seyit, artık, Almanların safında, kendi ülkesine karşı savaşacaktı.
Sabri Ülker’in sözünü ettiği Dr. Jivago filminin bir başka sahnesinde, bu defa Kurt Seyit Çalı rol alıyordu:
Gençlik yıllarımda Kırım’da çeşitli işlere girip çıktıktan sonra, Tiyatro Mektebi’ne yazıldım. Bu okuldan 1937 senesinde mezun oldum. Hatta aynı okulda öğrenci olan bir kızla da evlendim. İkimiz de bu sanatı yaparız derken, İkinci Dünya Harbi patladı. Sovyet ordusu, asker toplamaya başladı. Öyle bir şey ki; ya asker olup savaşacaksın, ya da sürgüne yollayacaklar...
İkinci Dünya Savaşı yıllarında Naziler, Sovyetler Birliği’nde yaşayan Türk asıllılara
yönelik yoğun bir propaganda kampanyasına giriştiler. Kırım’ın her köşesi bu
kampanya afişleriyle doldu. Ardından da, askerlik çağındaki Türk asıllı gençlerin
bir kısmı Nazi ordusuna iltihak etti (üstte). Gönüllü Alman askeri olan
Türk gençleri, cepheye giderken eşleriyle vedalaştılar (altta).
(Fotoğraflar: Alman’ın Askerleri, Cinius Yayınları)
Savaş sürerken, Almanlar Kırım’ı işgal etti. Köyden gelen haberler, artık Müslümanlara özgürlük verildiği şeklindeydi. Bende karımı alıp, köye gittim. Gördüm ki, camiler açık. Ruslar, camileri yıkmamışlardı, ama ya depo yapmışlar ya da tamirhaneye çevirmişlerdi...
Tabii Almanlar izin verince, hepimiz camilere koştuk. Ama 1944 senesinde, bir cuma namazı sonrasında camiden çıktık ki, ne görelim... Almanlar diyor ki; “Ya Alman ordusuna asker olursunuz, ya da çalışma kampına gidersiniz...”
Rusların yaptığını, Almanlar da yapıyordu. Ama bu sefer, kaçacak başka bir yer yoktu. Bu arada iki oğlum dünyaya geldi.Başka çarem kalmadığı için, güya gönüllü olarak Alman ordusuna yazıldım. Benim gibi bir sürü genç de aynı yolu seçmek zorunda kaldı.
Önceleri pek bir sorun yoktu. Üstümüze, Alman üniformalarını giydik. Zaten, köyün kenarında kalıyorduk. Bu arada, benim el becerilerim çok gelişmişti. Çünkü her şeyi kolay öğrenirim. Bir Alman doktor, beni yanına sıhhiyeci olarak aldı. Yara sarmayı, pansumanı öğrendim. Henüz savaş görmemişiz, ufak tefek yaralanmalara filan bakıyorum. Ta ki 18 Nisan 1944 tarihine kadar...
Biz, gönüllü askerler de olsak, hepimize silah vermişlerdi. Ufak tefek talimler yaptırıyorlardı.
18 Nisan günü dediler ki; “Ruslar buraya geliyor. Eğer yerinizde kalırsanız, sizi katlederler. İsteyen burada kalsın, isteyen bizimle gelsin...”
Biz, “Almanlar kazanıyor, ilerliyor” filan derken, meğer Ruslar üstün geliyormuş...
Ne yapacaksın; hem Rus ordusuna asker olmamışsın, hem de Alman ordusuna istemeden, zorla gönüllü yazılmışsın. Yani bu durumda Ruslar bizi kesin kurşuna dizerler.
Almanlara, “Sizinle geliyoruz” dedik... Silahlarımızı aldılar, bizi bir geminin ambarına kilitlediler.
Romanya’nın Köstence Limanı’nda karaya çıktık. Romanya’da hâlâ Almanların askeri gücü vardı. Bizi, yürüte yürüte Macar hududunda bir yere getirdiler, ama silahlarımızı geri vermediler. Önce bir tarlada hasatta çalıştırdılar, sonra Rusların ilerlediği haberini almış olacaklar ki, Romanya’dan Macaristan’a doğru yola çıkardılar. İşte bu sefer, silahlarımızı geri verdiler. “Ruslarla karşılaşırsak, muharebe yapacaksınız” dediler... Fakat hava soğumuş, yağmur, kar, boran içinde yürüyoruz. Yerler, nasıl balçık olmuş...
Tam bir trajedi yaşandı. Bizim çocukların postalları çamura batıyor... Halleri yok... Yorgunluktan ayaklarını çekemiyorlar... Almanlar, yürüyüşü yavaşlatmasınlar diye yardım etmemize izin vermiyorlar. Çekip vuruyorlar... Düşünün, daha 17-18 yaşında çocuklarız...
Orada çok kırım oldu. Bu yürüyüşte, muharebelerimiz de oldu. Artık, önümüze kim gelirse... Ben hâlâ sıhhiyeciyim; elimde, arkadaşlarım ölüyor. Sonra Çekoslovakya’ya yürüdük. Ardından da Avusturya’ya; oradan İtalya derken, 5 Mayıs 1945’te “Harp bitti” dediler. Almanlar dağılıp kaçtı, bize de “Kendi başınızın çaresine bakın” nasihati yapıldı.
Bizim gönüllü birliğimizden Kırımlılar, İtalya’nın kuzeyine dağıldık. Zaten, az kişi kalmıştık. Bu yollarda, pek çok gönüllü genç ölmüştü. Biz üç kişi, İtalya’nın kuzeyindeki bir köye sığındık. Ama, nasıl korku içindeyiz... Alman askerleri aranıyor... Alman ordusu içinde, eğer Rusya doğumlular varsa, Ruslara teslim ediliyor. Yani, tam bir felaket içindeyiz. Rusların eline geçersek, kurşuna dizileceğiz.
Ama hiç ummadığımız bir gelişme oldu. İtalya’da sığındığımız köydeki aileler, bizlere sahip çıktı. Aileler derken, her ailenin babası-oğlu askerde. Kadınlar, onların ya yasını tutuyor, yada hasretini çekiyor... Beni, çocukları yerine koydular. Hem sakladılar hem de hiç aç bırakmadılar. Ama, çember de daralıyordu. Zaman geçince, İtalyan askerler köylerine döndüler. Biri, bizim halimizi anladı ve bir yol gösterdi.
Biz, İtalya’nın kuzeyindeydik. Bize yol gösteren kişi, İtalya’nın ortasında bir kamp olduğunu, vatanını kaybedenlerin, bu kampta toplandığını, eğer bir savaşa karışmamış olduğumuzu ispat edersek, kurtulacağımızı söyledi. Ama biz, Kırım’da doğduğumuz için, Sovyet vatandaşı kabul ediliyorduk. Bu durumumuz en ufak şekilde açığa çıkarsa, Ruslara teslim edilme tehlikemiz vardı.
Bunun için bir hikâye uydurdum. “Türk’üm” diyecektim. Daha çocukluğumda babamın, ezberlediğim adresini, adres olarak verecektim. Bu arada üzerimdeki bütün kâğıtları da yırtıp atacaktım...
Sabri Ülker’in arkadaşı Kızıl Ordu’da savaşmak istemediği için Nazi askerlerinin safına geçmiş, Almanların savaşı kaybetmesi üzerine, kendisini bir anda Avrupa’nın orta yerinde bulmuştu. Geride, gözü yaşlı eşi ve iki erkek evladı vardı. Bir meçhule doğru gidiyordu. Almanlar yenilmiş, Ruslar ise savaşın galipleri arasına girmişti.
Ruslar, bu büyük galibiyetin sarhoşluğunu yaşarken, Kırım’daki Türklerden intikam almaya yöneldiler. 18 Mayıs 1944 Perşembe günü, ortalık cehennem yerine döndü. Sürgünler başladı. Hemde taa Sibirya’ya kadar...
Kırım’dan sürgüne gönderilenler arasında Sabri Ülker’in akrabaları da vardı. İşte, akrabalardan Dilaver Devlet, o kâbusu aradan 63 yıl geçtikten sonra daha dün yaşamış gibi anlatmaya başladı. Sürgün sahnelerinde; yük trenleri, eşek arabaları, kolhozlar,39 kapısız ve penceresiz evler vardı.
Şimdi, Dilaver Devlet’ten sürgün hatıralarını dinleyelim:
1944 yılında, henüz 8 yaşında Kırım’daki Tatar okulunun birinci sınıf öğrencisiydim. O yıllarda Kırım’da Rus okulları yoktu. Bolşevikler, Kırım’daki Türklerin ve Tatarların, Alman işgali sırasında Nazi askerlerine yardımcı olduklarını söylüyorlardı. Bu nedenle, bizi sürgüne göndermeye karar vermişler. Babam Devlet Süleyman ve annem Sabiha Hanım’la birlikte biz beş kardeş, ailece Özbekistan’a sürgüne gönderiliyorduk. Ancak, babamında aralarında bulunduğu erkekleri, son anda trenden indirip, cepheye gönderdiler.
Çok iyi hatırlıyorum; trenle giderken, çok sıkıntı çektik. Bizi, Sibirya’ya kadar gitmekte olan trenden Semerkand’da indirdiler. Önce, şehir merkezindeki kolhozlara dağıttılar. Türk ve Tatarların yaşlıları, eşek arabalarıyla, gençler ise yürüyerek kilometrelerce yol katettiler.
Tabii, çocuk yaşta işin farkında değildim, ama yaşım ilerledikten sonra, ailelerimiz aynen şunu söylüyordu:
“Bizi, Türklerin anavatanına, yani Orta Asya’ya, Müslümanların arasına sürgüne gönderdiler. O bakımdan, biraz şanslıyız.”
Bizim, Özbekistan’a ulaştığımız dönemde, Özbek erkeklerinin askere gitmemek için dağlara kaçtığını öğrendik. Zaten, dağa kaçanların evleri, bizlere tahsis edildi. Evlerin kapısı ve penceresi yoktu. Söz konusu evleri, zaman içinde mamur hale getirdik.
Özbekler, çok fakirdi. Evlerinin orta yerinde ateş yakarak ısınıyorlardı. Özbekleri sobayla, Kırım’dan giden Tatarlar tanıştırdı. Özbekistan’a ilk gittiğimiz sıralarda yemek bulmakta sıkıntı çekiyorduk. Ama zamanla, Kırım’dan gelen ve el becerisi olan büyüklerimiz, Özbeklerin evini tamir edince, onlar da bize yemek vermeye başladılar.
Bu arada, bir konuyu açıklamakta fayda görüyorum. Sürgünün ilk dönemlerinde geçim sıkıntısı çekmemize rağmen, daha sonraki yıllarda, silah altında olup cephede savaşan Rus askerlerinin maaşları, sürgündeki ailelerine ödenmeye başlandı. Hatta, cephede yaralanan bir asker, “Ben ölüyorum, paramı aileme gönderin” demiş. O yaralının ailesi de, bizim bulunduğumuz bölgedeydi. Söz konusu para, aileye ulaştı.
Özbekistan’da yıllarca kaldık. Türkiye’den, dolaylı haberler alıyorduk. Bolşevik İhtilali çıkınca, Kırım’dan Türkiye’ye kaçmayı başaran Tatarların çok rahat bir hayat sürdüklerine dair haberler aldıkça gıpta ediyorduk.
Özbekistan’a, annemizle birlikte beş kardeş gitmiştik. Devletler Ailesi’ne mensup biz beş kardeşin ismi şöyleydi: Fevzi, Fatma, Dilaver, Leman ve Zarima.
Altıncı kardeşimiz Mustafa da Semerkand’da doğdu.
Sabri Ülker’in Kütahya Lisesi’nden mezun oluşu sırasında, Türkiye’de ve dünyada olaylar tırmanmaya başladı. Ülkemiz, İkinci Dünya Savaşı’na girmemişti, ama halk, savaşa girmiş kadar perişandı. Bir lokma ekmek dahi, karneyle veriliyordu.
İngiltere’de bastırılan banknotlarımızı Türkiye’ye getiren gemi, Yunanistan’ın Pire Limanı’nda Hitler’in uçakları tarafından bombalanmış ve yağma edilmişti. Yine aynı dönemde Hükümet, Milli Savunma’ya kaynak oluşturmak için tütün ve içkiye zam yapma yoluna gitmişti. Bunun gibi daha neler neler vardı.
Şimdi, o kasvetli üç yılın, insanı kahreden olaylarından bir kısmını hayret ve dehşet içinde izleyelim...
4 Şubat 1941 – Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’na katılmadığı halde, savaşın uluslararası ekonomik koşullarından büyük ölçüde etkilendi. Gıda maddelerine olan talep artarken, üretim azaldı, ithalat ise adeta kesildi. Halk, savaş tehdidi nedeniyle gıda stoku yapmaya başladı. Bu durum karşısında devlet, özellikle karaborsacılığa karşı önlemler almak zorunda kaldı. Bu önlemler kapsamında “Ticaret Ofisi” kuruldu. Bu ofis, her türlü yiyecek maddelerinin satın alınması veya ithaliyle görevlendirildi. Ticaret Ofisi’ne fiyat belirleme yetkisi de verildi.
17 Nisan 1941 – İngiltere’deki Thomas De La Rue firmasına bastırılan, Cumhuriyet tarihinin ilk 50 kuruşluk ve 100 liralık paraları, deniz yoluyla Türkiye’ye getirilirken, banknotları taşıyan İngiliz gemisi, Yunanistan’ın Pire Limanı’nda, Alman savaş uçakları tarafından bombalandı. Bu sırada, paralar denize saçıldı, gözü açık Yunanlılar da suda yüzen Türk banknotlarını topladı. Olay, Türkiye’ye yansıyınca, hükümet, söz konusu paraların geçersiz olduğunu ilan etti. Ancak, hükümetin bu kararına rağmen denizden toplanmış paralar, kısa bir süre sonra Türkiye’ye getirildi ve piyasada dolaşmaya başladı.
1 Mayıs 1941 – İkinci Dünya Savaşı’nın Türkiye’ye sıçrama ihtimali karşısında, İstanbul kentinin tahliyesine başlandı.
29 Mayıs 1941 – Hükümet; Milli Müdafaa (milli savunma), İstihlak(tüketim), Bina ve Hayvan vergilerini artırdı.
15 Temmuz 1941 – Kâğıt sıkıntısı nedeniyle gazetelerin beş sayfadan fazla çıkması yasaklandı.
9 Eylül 1941 – Benzin sıkıntısı baş gösterince, taksilerin akaryakıt tüketimine sınır getirildi. Bu arada, İstanbul’da bazı otobüs seferleri iptal edildi.
23 Kasım 1941 – İstanbul’da un ve şeker sıkıntısı başlayınca, pasta, çörek ve benzeri yiyecek maddelerinin yapımı ve satışı yasaklandı.
8 Aralık 1941 – Japonların, Amerikan Pearl Harbor askeri üslerine karşı giriştiği baskın üzerine, Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’nda “tarafsız” kalacağını bir kez daha açıkladı. Bu arada, ABD de İkinci Dünya Savaşı’na fiilen katıldı.
19 Aralık 1941 – Ekmeğin tanesi 8 kuruştan, 16,5 kuruşa çıkarıldı.
26 Aralık 1941 – Devlet, İstanbul çevresinde yetiştirilen arpa, buğday ve yulafa el koydu.
19 Ocak 1942 – İstanbul’da, karneyle ekmek dağıtımına başlandı. 1946 yılına kadar sürecek olan bu uygulama, bazı temel tüketim mallarını da kapsadı.
10 Mart 1942 – Milli Savunma harcamalarını karşılamak amacıyla, tütün ve içkiye yüzde 35-55 oranlarında zam yapıldı.
6 Mayıs 1942 – Kişi başına günlük ekmek tüketim miktarı 150 grama düşürüldü.
17 Haziran 1942 – Savaş ihtimali nedeniyle, Trakya bölgesinde düşmanın kullanmaması için tahrip edilmiş bulunan demiryolu köprüleri onarıldı ve Avrupa ülkelerine yeniden tren seferleri başladı.
14 Temmuz 1942 – İkinci Dünya Savaşı’nın bütün şiddetiyle devam ettiği bir dönemde görev yapan Atılay Denizaltısı, sabah saat 8’de Çanakkale Boğazı’nın Norto Koyu’nda yeni cihaz kontrolü amacıyla yaptığı dalıştan, dönemedi. Atılay, girdiği yasak sahada, mayınların patlaması üzerine büyük yara alarak battı. Bu feci kazada 37 denizcimiz şehit oldu. Şehitler arasında ünlü ses sanatçısı Hamiyet Yüceses’in eşi Deniz Astsubay Fethi Yüceses de vardı. Hamiyet Yüceses, eşini kaybettikten sonra, ünlü “Gitti de gelmeyiverdi” şarkısını yıllar boyu okuyacaktı...
1 Ağustos 1942 – İstanbul’da, savaş tehdidi nedeniyle bir sü-re önce yasaklanmış olan pasta, çörek ve benzeri yiyeceklerin üretimi ve satışı serbest bırakıldı.
25 Ağustos 1942 – ABD’den ithal edilen 4.500 ton buğday, denizyoluyla İstanbul limanına getirildi.
1 Eylül 1942 – “Karneyle ekmek alımı” uygulamasının İstanbul, Ankara ve İzmir’de devamına, diğer illerde kaldırılmasına karar verildi.
11 Kasım 1942 – Şükrü Saracoğlu Hükümeti tarafından hazırlanan “Varlık Vergisi Kanunu” TBMM tarafından kabul edildi. Söz konusu kanun, 15 Mart 1944 tarihine kadar yürürlükte kalacaktı.
13 Kasım 1942 – Devlet memurlarına parasız elbise ve ayakkabı verilmesine ilişkin kanun, TBMM tarafından kabul edildi.
30 Ocak 1943 – Türkiye Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Adana yakınlarındaki Yenice İstasyonu’na getirilen özel bir trende, İngiltere Başbakanı Sir Winston Churchill’le, üç yıldan beri sürmekte olan İkinci Dünya Savaşı’nın seyrini ve muhtemel gelişmeleri görüştü. Tren zirvesinde, Başbakan Saracoğlu da hazır bulundu.
9 Mart 1943 – TBMM toplandı, Cumhurbaşkanlığı’na tekrar İsmet İnönü seçildi. Cumhurbaşkanı İnönü, İzmir Milletvekili Şükrü Saracoğlu’nu yeni hükümeti kurmakla görevlendirdi.1934’ten beri Fenerbahçe Spor Kulübü’nün de başkanı olan Saracoğlu, bu görevini de 1950 yılına kadar sürdürecekti.
25 Mayıs 1943 – İkinci Dünya Savaşı nedeniyle oluşan fevkalade durum üzerine, hükümet muamele vergilerine yüzde 2,5 oranında zam yaptı. Buna göre Türkiye’de üretilen maddeler ile yabancı ülkelerde üretilip, Türkiye’ye ithal edilen maddelerin muamele vergileri yüzde 2,5 zamla yüzde 15’e, banka ve bankerlerle sigorta şirketlerinden alınan muamele vergileri ise yüzde 2,5 zamla yüzde 10’a çıktı.
10 Eylül 1943 – İstanbul Kapalıçarşı’da meydana gelen büyük yangında 202 dükkân kül oldu.
Sabri Berksan, yükseköğrenimini tamamladıktan sonra, ağabeyi Asım Berksan’la birlikte, şekerli ve unlu mamuller imal etmek için ortak bir firma kurdu. Artık, ağabey-kardeş, eşit şartlarda ve her zamanki dayanışma ruhuyla çalışmalarını sürdürecekti.
35. Ankara Sanayi Odası’nın yayın organı Asomedya dergisi, sayı: Haziran 1994.
36.1940’lı yılların Ankarası’nı anlatan bilgiler, araştırmacı yazar Turan Tanyer’in “Cumhuriyet’in İlk Yıllarında Başkent Ankara’nın Sosyal ve Kültürel Yapısı” başlıklı çalışmalarından derlendi.
37. İstanbul Ansiklopedisi, Reşat Ekrem Koçu, Tarih Vakfı Yayınları, Mütefferikka, sayı: 32, Kış 2007/2, s. 99-100) İstanbul
38.Selçuk Berksan, Orhan Karabulut’un Deniz Lisesi’nden arkadaşının Cemal Özgü, Sirkeci’deki işyerlerinde çalışan bayan görevlinin de Cemile Özgü olduğunu açıkladı.
39. Kolhoz: Sovyetler’de, köylülerin ortak olarak çalıştıkları tarım işletmesi.
Sabri Ülker’in Hayat Hikâyesi
Kırımlı Devletler Ailesi, 60 yılda dört savaş ve bir ihtilal yaşadı.
“Ülker Fırtınası” romanından dev bir marka ve soyadı doğuyor.
1944’ün “Türkiye markası” Ülker, 1994’te “dünya markası” oluyor.
Altı torundan ortak söylem: “Sabri Ülker’in torunu olmak, çok büyük sorumluluk istiyor.”
Ülker Fırtınası ile özgürlüğe kavuştu Ülker Fırtınası ile ebedi yolculuğa çıktı.
Sabri Ülker, 92 yıllık yaşamının ardında “Hoş bir sadâ” bıraktı...
16 Eylül 1920 Sabri Ülker, Kırım’ın Aluşta şehri Küçük Lambat köyünde dünyaya geldi.
15 Haziran 1929 Annesi Şakire Hanım, babası Hacı İslam Efendi, ablası Sıdıka, ağabeyleri Asım ve Hakkı’yla birlikte Kırım’dan İstanbul’a göç ettiler. Sabri, annesi ve babasıyla beraber Tekirdağ’ın Saray ilçesi Büyükmanika (Büyükyoncalı) köyüne gitti. Aile, bu köye yerleşti. Diğer çocuklar ise, yaşamlarını İstanbul’da sürdüreceklerdi.
Eylül 1929 Sabri, Kırım’da üç yıl eğitim görmüştü. Ancak, Türkiye’ye gelince, ilkokula 1. sınıftan başlamak zorunda kaldı.
1932 Sabri’nin ağabeyi Hakkı hastalanıp, İstanbul’da hastaneye kaldırıldı. Bunun üzerine aile, Bü- yükmanika köyünden İstanbul’a taşındı. Sabri’nin okul kaydı, aynı yıl Büyükmanika İlkokUlu’ndan Kadırga 3. İlkokulu’na alındı.
1934 Kırımlı Devletler Ailesi, Türkiye’de, Soyadı Kanunu ile birlikte “Berksan” soyadını aldı.
Eylül 1934 İlkokuldan mezun olan Sabri, aynı yılın sonbaharında İstanbul Erkek Lisesi’nde ortaöğreni- me başladı.
15 Aralık 1934 Ağabeyi Hakkı, Büyükmanika’da vefat etti.
Eylül 1935 Parasız Yatılı Sınavını kazanması üzerine, İstanbul Erkek Lisesi’ndeki kaydı, Bilecik Ortaokulu’na nakledildi.
20 Temmuz 1937 Bilecik Ortaokulu’ndan “pekiyi” dereceyle mezun oldu. Aynı yılın sonbaharında, lise öğrenimi için Kütahya’ya gönderilecekti.
22 Temmuz 1940 Kütahya Lisesi’nden “pekiyi” dereceyle mezun oldu. İkinci Dünya Savaşı nedeniyle, ailesi İstanbul’dan Ankara’ya taşındığı için yükseköğrenime gidemedi, ağabeyi Asım Berksan’ın Ankara’nın Anafartalar Caddesi’nde açtığı şekerci dükkânında çalışmaya başladı.
25 Eylül 1941 İstanbul’daki Sultanahmet Yüksek Ticaret Okulu’nda yükseköğrenime başladı.
16 Eylül 1944 Asım ve Sabri Berksan kardeşler, “Ülker” markalı bisküvi imalatına başladılar.
1 Ekim 1944 Sultanahmet Yüksek Ticaret Okulu’nu “pekiyi” dereceyle bitirdi. Ardından da ağabeyi Asım Berksan’ın İstanbul-Sirkeci’deki şekerci dükkânına ortak oldu.
1 Kasım 1947 Yedek subay adayı olarak, Ankara’da silah altına alındı. Kıta hizmetini ise Diyarbakır’da sürdürecekti.
20 Mayıs 1949 Güzide İman’la İstanbul’da evlendi.
14 Ağustos 1950 İlk evlatları Ahsen dünyaya geldi.
1953 Babası Hacı İslam Efendi İstanbul’da vefat etti.
26 Ağustos 1954 Aile, “Berksan” olan soyadını, mahkeme kararıyla “Ülker” olarak değiştirdi.
28 Ekim 1954 İlk erkek evlatları Ali dünyaya geldi.
1957 Ülker’in, Topkapı semtinde kurulan ilk bisküvi fabrikasının temeli atıldı. Şirket merkezi, bir süre sonra Eminönü’nden Topkapı’ya taşınacaktı.
21 Mart 1959 İkinci erkek evlatları Murat dünyaya geldi.
20 Ocak 1963 Evlatları Ali, bir doktor hatası sonucu İstanbul’da vefat etti.
10 Ocak 1969 Annesi Şakire Hanım, İstanbul’da vefat etti.
1 Mart 1987 Asım ve Sabri Ülker kardeşlerin 1944’te başlayan iş ortaklığı sona erdi.
13 Kasım 1989 Ülker Grubu Şirketleri, Yıldız Holding çatısı altında toplandı.
31 Ocak 1994 Ablası Sıdıka Hanım vefat etti.
5 Nisan 2000 Ülker Şirketi’nin İcra Kurulu Başkanlığı görevini oğlu Murat Ülker’e devretti.
6 Temmuz 2001 Ağabeyi Asım Ülker vefat etti. Cenazesi, Edirnekapı Mehmet Akif Şehitliği’ne defnedildi.
13 Eylül 2010 Hayat arkadaşı Güzide Ülker İstanbul’da vefat etti. Merhumenin cenazesi, 14 Eylül 2010 Salı günü Fatih Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazından sonra Eski Kozlu Mezarlığı’nda ebedi istirahatgâhına tevdi edildi.
12 Haziran 2012 92 yıllık hayatının ardından, İstanbul Çamlıca’daki ikametgâhında vefat etti. Merhumun cenazesi, 13 Haziran 2012 Çarşamba günü Fatih Camii’nde, öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından, Eski Kozlu Mezarlığı’nda, eşi Güzide Ülker’in yanı başındaki kabrine defnedildi.
Söyleşi ve Yazışmalar
Söyleşi ve yazışmalar; 3 Ağustos 2006 - 18 Ocak 2014 tarihleri arasında yazar Hulûsi Turgut ile araştırmacı Ali Osman Mola tarafından Adana, Ankara, Antalya, Bilecik, Bolu, Edirne (Keşan), Eskişehir, Hatay, İstanbul, İzmir, Kayseri, Kütahya, Manisa, Samsun, Sivas, Şanlıurfa, Tekirdağ (Büyükyoncalı ve Karamehmet köyleri) ile Kırım ve Brüksel’de yapıldı. Yaklaşık 400 saatte 166 kişi ile gerçekleştirilen 195 söyleşi ve yazışma için, yurtiçi ve yurtdışında 55 bin km yol kat edildi.
Abdul Wahab Al Bunnia (Yazışma)
Abdullah Ali Balsharaf (Söyleşi: 20 Ekim 2007, İstanbul)
Abdullah Gül (Yazışma: 23 Kasım 2013, Ankara)
Abdullah Şişmanoğlu (Söyleşi: 10 Kasım 2007, İstanbul)
Abdurrahman Çinbaşı (Söyleşi: 8 Eylül 2006 17 Kasım 2006, İstanbul)
Abdülkadir İman (Söyleşi: 2 Şubat 2007, İstanbul)
Adem Sezer (Söyleşi: 8 Eylül 2006 - 17 Kasım 2006, İstanbul)
Adnan Büyüksoy (Söyleşi: 23 Mayıs 2007, İstanbul)
Agâh Kafkas (Söyleşi: 30 Mart 2007, Ankara)
Ahmet Edip Uğur (Söyleşi: 7 Aralık 2006, Ankara)
Ahmet Mahir Dindar (Söyleşi: 16 Nisan 2007, İstanbul)
Ahmet Davutoğlu, Prof. Dr. (Söyleşi: 30 Mayıs 2007, Ankara)
Ahmet Özokur (Söyleşi: 2 Nisan 2007, İstanbul)
Ahmet Selvi (Yazışma)
Ahsen Özokur (Söyleşi: 19 Ocak 2008 - 8 Kasım 2012 14 Şubat 2013, İstanbul)
Ali Doğan (Söyleşi: 28 Şubat 2007, İstanbul)
Ali Ülker (Söyleşi: 19 Mart 2007, İstanbul)
Asım Kocabıyık (Söyleşi: 8 Şubat 2007, İstanbul)
Asım Taşer, Dr. (Söyleşi: 28 Şubat 2007, İstanbul)
Ataman Yıldız (Söyleşi: 4 Mayıs 2007 - 18 Eylül 2007 26 Ekim 2007, İstanbul)
Atıf Biliközen (Söyleşi: 8 Eylül 2006, İstanbul)
Avni İman (Söyleşi: 13 Aralık 2006 - 26 Ekim 2007, İstanbul)
Aziz Refiğ (Söyleşi : 7 Şubat 2007, İstanbul)
Bayram Babacan (Söyleşi: 11 Temmuz 2007, İstanbul)
Betül Ülker (Söyleşi: 19 Ocak 2008, İstanbul)
Bülent Çorapçı (Söyleşi: 19 Şubat 2007, İstanbul)
Celal Adan (Söyleşi: 22 Ocak 2007, Ankara)
Cemil Çiçek (Yazışma: 25 Ekim 2013, Ankara)
Claus Müller (Yazışma)
Deniz Baykal (Söyleşi: 4 Aralık 2013, Ankara)
Devlet Bahçeli (Yazışma: 11 Aralık 2013, Ankara)
Deyvi Florentin (Söyleşi: 26 Aralık 2006, İstanbul)
Dilaver Devlet (Söyleşi: 9 Ocak 2007, İstanbul 21-23 Haziran 2007 - 27 Eylül 2007, Kırım)
Dirk Koedijk (Yazışma)
Doğan Besler (Söyleşi: 10 Ağustos 2006, İstanbul)
Ekrem Şevket Yücesoy (Söyleşi: 31 Ocak 2007, Ankara)
Elmas Akkuş (Söyleşi: 18 Eylül 2007, İstanbul)
Erhan Kurtulmuş (Söyleşi: 8 Şubat 2007, İstanbul)
Erol Erbaş (Söyleşi: 18 Kasım 2006, İstanbul)
Fahri Öksüz (Söyleşi: 12 Ocak 2007, Hatay)
Faik Evirgen (Söyleşi : 18 Eylül 2007, İstanbul)
Faruk Berksan (Söyleşi: 3 Mayıs 2007, İstanbul)
Faruk Dağyar (Söyleşi: 30 Kasım 2007, Antalya)
Fatih Ülker (Söyleşi: 23 Nisan 2013, İstanbul)
Fikret Evyap (Söyleşi: 4 Mayıs 2007, İstanbul)
Firuz Kanatlı (Söyleşi: 1 Şubat 2007, Eskişehir)
Fuat Çanakçı (Söyleşi: 16 Eylül 2006, Samsun)
George Wiederkehr, Dr. (Söyleşi: 10 Kasım 2006, Manisa)
Gülizar Bayraktar (Söyleşi: 2 Nisan 2011, İstanbul)
Hakan Kırımlı, Doç. Dr. (Yazışma: 28 Şubat 2013, 10 Mayıs 2013)
Haluk Mesci (Söyleşi: 7 Şubat 2007, İstanbul)
Haluk Yavuzer, Prof. Dr. (Söyleşi: 30 Aralık 2010, İstanbul)
Hasan Uğur (Söyleşi: 13 Aralık 2006, İstanbul)
Hasan Yozgat Söyleşi: (17 Mayıs 2007, İstanbul)
Hayati Kuru (Söyleşi: 8 Eylül 2006 - 5 Aralık 2006, İstanbul)
Hayri Dinçsoy (Söyleşi: 14 Mart 2007, İstanbul)
Hilmi Durmaz (Söyleşi: 9 Ağustos 2006, Ankara)
Hüseyin Güneş (Söyleşi: 5 Ağustos 2011, İstanbul)
İbrahim Avcu (Yazışma)
İbrahim Bodur (Söyleşi: 16 Haziran 2009, İstanbul)
İdris Erbaş (Söyleşi: 8 Eylül 2006, İstanbul)
İsmail Bacacı (Söyleşi: 4 Mart 2013, İstanbul)
İsmet Eldener (Söyleşi: 6 Aralık 2007, Eskişehir)
İsmet Sezgin (Söyleşi: 27 Mayıs 2013, Ankara 24 Ekim 2013, İstanbul-Yazışma: 30 Ekim 2013, Ankara)
İsmet Yüksel (Söyleşi: 27 Eylül 2007 - 6 Ağustos 2012, Kırım)
İzmir Tolga (Söyleşi: 24 Ocak 2007, İstanbul)
Kadir Çeliktürk (Söyleşi: 30 Kasım 2007, Antalya)
Kadir Güler (Söyleşi: 31 Temmuz 2007, İstanbul)
Kâmil Yazıcı (Söyleşi: 14 Ağustos 2007, İstanbul)
Kemal Şentürk (Söyleşi: 3 Kasım 2006, İzmir)
Kemal Unakıtan (Söyleşi: 9 Şubat 2008, Ankara)
Kerami Mercan (Söyleşi: 2 Temmuz 2007, Edirne / Keşan)
Korhan Tegül (Söyleşi: 3 Mayıs 2007, İstanbul)
Kurt Seyit Çalı (Söyleşi: 2 Ağustos 2011 - 6 Temmuz 2012, İstanbul)
M. Kemal Cabıoğlu (Söyleşi: 6 Aralık 2006, İstanbul)
Macit Akın Özoflu (Söyleşi: 8 Kasım 2013, İstanbul)
Mahir Şenbabaoğlu (Söyleşi: 3 Temmuz 2007, İstanbul)
Mahmut Mahir Kuşçulu (Söyleşi: 24 Ağustos 2006, İstanbul)
Mehmet Ağar (Söyleşi: 22 Ocak 2007, Ankara)
Mehmet Ali Eroğlu (Söyleşi: 25 Aralık 2006, İstanbul)
Mehmet İman (Söyleşi: 12 Aralık 2006, İstanbul)
Mehmet Kösdağ (Söyleşi: 25 Ekim 2007, İstanbul)
Mehmet Kurtuluş (Söyleşi: 1 Mart 2007, İstanbul)
Mesut Erez (Söyleşi: 18 Haziran 2007, Kütahya)
Metin Emiroğlu (Söyleşi: 18 Eylül 2007, İstanbul)
Metin Yurdagül (Söyleşi: 7 Aralık 2006, Ankara)
Mevlüt Onat (Söyleşi: 5 Aralık 2006, İstanbul)
Mike Acemyan (Söyleşi: 23 Ağustos 2006, İstanbul)
Muallâ Öner (Söyleşi: 13 Mart 2011, İstanbul)
Murat Aluç (Söyleşi: 8 Eylül 2006, İstanbul)
Murat Ülker (Söyleşi: 19 Ocak 2008 - 23 Nisan 2013 28 Eylül 2013 - 23 Ekim 2013, İstanbul)
Mustafa Acar (Söyleşi: 19 Ekim 2007, Bolu)
Mustafa Albayrak (Söyleşi: 10 Temmuz 2007, İstanbul)
Mustafa Kalaycıoğlu (Söyleşi: 4 Temmuz 2007, İstanbul)
Mustafa (Cemiloğlu) Kırımoğlu (Söyleşi: 29 Eylül 2007 6 Ağustos 2012, Kırım)
Mustafa Özel, Dr. (Söyleşi: 6 Şubat 2007 - 2 Temmuz 2007, İstanbul)
Mustafa Ülker (Söyleşi: 23 Nisan 2013, İstanbul)
Mustafa Topbaş (Söyleşi: 2 Nisan 2007, İstanbul)
Muzaffer Kösdağ (Söyleşi: 25 Ekim 2007, İstanbul)
Mümin Erkunt (Söyleşi: 16 Temmuz 2007, Ankara)
Nahit Küçük (Söyleşi: 9 Ocak 2007, İstanbul)
Nâzım Düzenli (Söyleşi: 25 Aralık 2006, İstanbul)
Necati Can (Söyleşi: 16 Nisan 2007, İstanbul)
Necati Çelik (Söyleşi: 29 Mart 2007, Ankara)
Necdet Buzbaş (Söyleşi: 20 Şubat 2007, İstanbul)
Nevzat Yalçıntaş, Prof. Dr. (Söyleşi: 25 Ekim 2007, İstanbul)
Nihat Gökyiğit (Söyleşi: 25 Aralık 2006, İstanbul)
Nihat Öner (Söyleşi: 17 Nisan 2007, İstanbul)
Orâl Turanoğlu (Söyleşi: 3 Kasım 2006, İzmir)
Orhan Ateş (Söyleşi: 3 Şubat 2007, İstanbul)
Orhan Çakırlar (Söyleşi: 9 Temmuz 2007, İstanbul)
Orhan Göker (Söyleşi: 14 Mart 2007, İstanbul)
Orhan Kayım (Söyleşi: 25 Nisan 2007, İstanbul)
Orhan Karabulut (Söyleşi: 30 Ocak 2010, İstanbul)
Orhan Özokur (Söyleşi: 23 Ağustos 2006 - 3 Mayıs 2007, İstanbul)
Osman Kartal (Söyleşi: 26 Aralık 2006, İstanbul)
Ömer Çetiner (Söyleşi: 27 - 28 Kasım 2007, Şanlıurfa)
Ömer Özokur (Söyleşi: 2 Nisan 2007, İstanbul)
Patrick Baird (Söyleşi: 14 Kasım 2006, Ankara)
Raşit Köken (Söyleşi: 28 Kasım 2006, Tekirdağ-B.Yoncalı)
Recep Tayyip Erdoğan (Yazışma: Temmuz 2013, Ankara)
Recep Toktemir (Söyleşi: 28 Kasım 2006, Tekirdağ / B.Yoncalı)
Remzi Önal (Söyleşi: 14 Mart 2007, İstanbul)
Reşat Sözen (Söyleşi: 25 Haziran 2013, İstanbul)
Rıfat Hassan (Söyleşi: 26 Aralık 2006, İstanbul)
Rıza Sepet (Söyleşi: 10 Mayıs 2007, İstanbul)
Sabahattin Zaim, Prof. Dr. (Söyleşi: 7 Mart 2007, İstanbul)
Sadettin Korkut (Söyleşi: 4 Mayıs 2007, İstanbul)
Salih Özcan (Söyleşi: 2 Şubat 2007 - 20 Şubat 2007, İstanbul)
Salih Tuğ, Prof. Dr. (Söyleşi: 25 Ocak 2007, İstanbul)
Salim Uslu (Söyleşi: 18 Ağustos 2006, Ankara)
Sami Bakanoğlu (Söyleşi: 24 Nisan 2007, İstanbul)
Sebahattin Kahyaoğlu, Dr. (Söyleşi: 18 Kasım 2006, İstanbul)
Selçuk Berksan (Söyleşi: 27 Kasım 2006 - 15 Mart 2007 19 Mart 2007 - 3 Nisan 2007 - 2 Temmuz 2012, İstanbul)
Sezgin Elmas (Söyleşi: 10 Temmuz 2007, İstanbul)
Silvio Kluzer (Söyleşi: 31 Ağustos 2009, Brüksel)
Süleyman Çelebi (Söyleşi: 17 Mayıs 2013, Ankara)
Süleyman Demirel (Söyleşi: 3 Ağustos 2006 - 23 Ekim 2013 Yazışma: 18 Ocak 2014, Ankara)
Süleyman Yalçın, Prof. Dr. (Söyleşi: 3 Şubat 2007, İstanbul)
Şaban Gülbahar (Söyleşi: 23 Ağustos 2006 25 Nisan 2007, İstanbul)
Şemsi Kopuz (Söyleşi: 25 Ekim 2007, İstanbul)
Ş̧̧ener Astan (Söyleşi: 20 Ağustos 2013, İstanbul)
Talât Özgün (Söyleşi: 1 Mayıs 2008, İzmir)
Tanıl Küçük (Söyleşi: 5 Eylül 2006, İstanbul)
Tekin Kantarcı (Söyleşi: 16 Mayıs 2007, Kayseri)
Tekin Küçükali (Söyleşi: 26 Nisan 2007, Ankara)
Tevfik Arıkan (Söyleşi: 3 Mayıs 2007, İstanbul)
Turgay Demirel (Yazışma)
Tuncay Özilhan (Söyleşi: 19 Şubat 2007, İstanbul)
Turgut Ayla (Söyleşi: 17 Nisan 2007, İstanbul)
Ümit Çelebi (Söyleşi: 11 Temmuz 2007, İstanbul)
Vitali Hakko (Söyleşi: 1 Mart 2007, İstanbul)
Vural Baylan (Söyleşi: 9 Temmuz 2007, Ankara)
Vural Bulut (Söyleşi: 3 Mayıs 2007, İstanbul)
Yahya Ülker (Söyleşi: 23 Nisan 2013, İstanbul)
Yakup Tahincioğlu (Söyleşi: 2 Nisan 2007, İstanbul)
Yılmaz Akar (Söyleşi: 7 Mart 2007, İstanbul)
Yılmaz Karadeniz (Söyleşi: 16 Aralık 2006, İstanbul)
Yurdakul Gözde (Söyleşi: 18 Mayıs 2013, Bodrum)
Yusuf Oda (Söyleşi: 8 Eylül 2006, İstanbul)
Yüksel Ertan (Söyleşi: 21 Haziran 2007, İstanbul)
Yüksel Günay (Söyleşi: 24 Ocak 2007, İstanbul)
Zeki Sözen (Yazışma)
Zeki Yıldız (Söyleşi: 18 Haziran 2007, Kütahya)
Zihni Uğurses (Söyleşi: 7 Ağustos 2006, Adana)
Ziya Yıldız (Söyleşi: 18 Haziran 2007, Kütahya)
Yayınlar
A. M. Şamsutdinov Mondros’tan Lozan’a Türkiye Ulusal Kurtuluş Savaşı Tarihi 1918-1923, Çeviren: Ataol Behramoğlu, Doğan Kitap, İstanbul, 1999
Agâh Oktay Güner, Dr., Türkiye’nin Kalkınması ve İktisadî Devlet Teşekkülleri, Damla Yayınları, İstanbul, 1978
Ahmet Davutoğlu, Prof. Dr., Stratejik Derinlik - Türkiye’nin Uluslararası Konumu, 68. Baskı, Küre Yayınları, İstanbul, 2011
Alan Fisher, Kırım Tatarları, Çeviren: Eşref B. Özbilen, Selenge Yayınları, İstanbul, 2009
Alan Parmer, 1853-1856 Kırım Savaşı ve Modern Avrupa’nın Doğuşu, Türkçesi: Meral Gaspıralı, Sabah Kitapları İstanbul, 1999.
Aleksandr Keresnki, Kerenski ve Rus İhtilâli, Çeviren: Rasih Güran, Ağaoğlu Yayınevi, İstanbul, 1967.
Ali Polat, Üç Bin Yıllık Birikim, Enes Matbaacılık, İstanbul, 2006.
Aram Andonyan, Balkan Savaşı, Çeviren: Zaven Biberyan, Aras Yayıncılık, İstanbul, 1999. Atlas Tarih Dergisi Özel Sayısı, “100. Yılında Balkan Savaşları”, Sayı: 16, 2012.
Aziz Kaylan, “Tarihimizin Unutulan Olayı Kırım Savaşı (1853-1856)”, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1975.
Boris Pasternak, Doktor Jivago, Cem Yayınevi, İstanbul, 2011.
Burhan Belge, İkinci Dünya Savaşı - Radyo Konferansları, Başnur Matbaası, Ankara, 1970.
E. H. Carr, Sovyet Rusya Tarihi, Bolşevik Devrimi 1917 - 1923, 3 Cilt, Ceviren: Orhan Suda, Metis Yayınları, İstanbul, 1979.
Emel Akal, Milli Mücadelenin Başlangıcında Mustafa Kemal, İttihat Terakki ve Bolşevizm, İletişim Yayınları, İstanbul, 2012.
Erdal Güven, “Stalin-Troçki Mücadelesi”, Atlas Tarih Dergisi, Sayı: 18, Şubat-Mart 2013.
Ernest Hemingway, İşgal İstanbul’u ve İki Dünya Savaşı’ndan Mektuplar, Türkçesi: M. Ali Kayabal, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1970.
Fahir Armaoğlu, Prof. Dr., 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1983.
Ferénc Feher - Helles Ágnes, Doğu Avrupa Devrimleri, Derleyip Çeviren: Tarık Demirkan, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1995.
Fevzi Çakmak, Batı Rumeli’yi Nasıl Kaybettik?, Yayına Hazırlayan: Ahmet Tetik, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2012.
Hayrettin Bey, Kırım Harbi, Yayına Hazırlayan: Şemsettin Kutlu, Tercüman 1001 Temel Eser, İstanbul.
Henrik Eberle-Matthias Uhl, Hitler Kitabı, Çeviren: Mustafa Tüzel, NTV Yayınları, İstanbul, 2009.
Hulûsi Turgut, Adriyatik’ten Çin Seddi’ne Avrasya ve Demirel, II. Cilt, ABC Yayınları, İstanbul, 2002. Demirel’in Dünyası, ABC Yayınları, İstanbul, 1992.
İlhan Ayverdi, Misalli Büyük Türkçe Sözlük, 3 Cilt, Kubbealtı Yayınları, İstanbul, 2006.
İlhan Bardakçı, Bir İmparatorluk Yağması - Balkan Bozgunu ve I. Dünya Harbi, 3. Baskı, Ajans-Türk Yayınları, Ankara.
İlhan Tekeli-Selim İlkin, 1929 Dünya Buhranında Türkiye’nin İktisadi Politika Arayışları, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Ankara, 1977.
İsmail Soysal, Soğuk Savaş Dönemi ve Türkiye - Olaylar Kronolojisi (1945-1975), İsis Yayımcılık, İstanbul, 1997.
İsmet İnönü, Hatıralar, 2. Kitap, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1987.
Jak Deleon, Beyoğlu’nda Beyaz Ruslar, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2003.
Kâmuran Gürün, Türk-Sovyet İlişkileri (1920-1953), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1991.
Kâzım Karabekir, Ankara’da Savaş Rüzgarları, II. Dünya Savaşı - CHP Grup Tartışmaları, Emre Yayınları, İstanbul, 1994.
Kemal Çapraz, Sürgünde Yeşeren Vatan Kırım, Turan Yayıncılık, İstanbul, 1995.
Kerem Çalışkan, 100 Yılın Rövanşı, Caretta Yayınları, İstanbul, 2012. Kütahya Lisesi 100. Yıl Albümü (1890-1990), Ekspres Matbaası, Kütahya, 1990.
Leon Troçki, Balkan Savaşları, Çeviren: Tansel Güney, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2012.
Lev Tolstoy, Sivastopol 1855, Türkçesi: E. Nermi, Gün Yayınları, İstanbul, 1966.
Liddell Hart, II. Dünya Savaşı Tarihi, 1. ve 2. Cilt, Çeviren: Kerim Bağrıaçık, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1999.
Mehmet Arif Demirer, Demokrat Parti ve Tarım, Demokrat Parti 60.Yıl Kitapları No:5, Ankara, 2006. Demokrat Parti’nin Yatırımları, Demokratlar Kulübü Yayınları, Ankara, 2006. 6 Eylül 1955 Olaylarına 50.Yılda Yeni Bakış, Demokratlar Kulübü Yayınları, Ankara, 2006.
Mehmet Maksudoğlu, Prof. Dr., Kırım Türkleri, Ensar Neşriyat, İstanbul, 2009.
Mert Toker-Ceyhun Arca, Alman’ın Mehmetçikleri, Cinius Yayınları, İstanbul, 2012.
Nadir Devlet, Prof. Dr., İsmail Gaspıralı, Başlık Yayın Grubu, İstanbul, 2011.
Necip Fazıl Kısakürek, Çile, Yapı Kredi Kültür Yayınları, İstanbul, 2005.
Olaf Caroe, Sir, Sovyet İmparatorluğu, 2 Cilt, Tercüme: Zerhan Yüksel, Tercüman 1001 Eser, İstanbul.
Onur Öymen, Silahsız Savaş, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2002.
Orlando Figes, Kırım - Son Haçlı Seferi, Çeviren: Nurettin Elhüseyni, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2012.
Ömer Sami Coşar, Troçki İstanbul’da, Kitaş Yayınları, İstanbul, 1969.
Özcan Pehlivanoğlu, Yeniden Merhaba Rumeli, Ufuk Ötesi Yayınları, İstanbul, 2008.
Philip S. Jowett, Balkan Harpleri’nde Ordular 1912-13, Çeviren: Emir Yener, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2012.
Safiye Erol, Ülker Fırtınası, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul, 2010.
Şevket Rado, Hayat Böyledir, Doğan Kardeş Yayınları, İstanbul, 1966.
Sâmiha Ayverdi, Türk-Rus Münasebetleri ve Muharebeleri, Turan Neşriyat Yurdu, İstanbul, 1970.
Serge A. Zenkovsky, Prof. Dr., Rusya’da Pan-Türkizm ve Müslümanlık, Çeviren: Prof. Dr. İzzet Kantemir, Üçdal Neşriyatı, İstanbul, 1983.
Süheyl Gürbaşkan, Bir Reklâmcı Aranıyor, İstanbul Reklâm Yayınları, İstanbul, 1980
Süleyman Demirel, Bir Ömür Suyun Peşinde, 2 Cilt, (2. Baskı) ABC Medya Ajansı Yayınları, İstanbul, 2006.
Stefan Zweig, Yıldızın Parladığı Anlar, Çeviren: Burhan Arpad, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 1997.
Stefanos Yerasimos, Türk-Sovyet İlişkileri, Ekim Devrimi’nden Milli Mücadeleye, Gözlem Yayınları, İstanbul, 1979.
Stephane Lauzanne, Balkan Acıları, Kastaş Yayınları, İstanbul, 1990.
Taha Akyol, Rumeli’ye Elveda, Doğan Kitap, İstanbul, 2013.
Yahya Sezai Tezel, Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi 1923-1950, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1994.
Yaşar Kalafat, Dr., Kırım-Kuzey Kafkasya Sosyal Antropoloji Araştırmaları, ASAM Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Yayınları, Ankara, 1999.
Yılmaz Öztuna, Rumeli Kaybımız - 93 ve Balkan Savaşları, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1990. Osmanlı Devleti Tarihi, Faisal Finans Kurumu Yayını, İstanbul, 1986.
A
Abdurrahman (Sabri Ülker’in ağabeyi) 68, 317
Abdülhamid II., Padişah 51, 56, 58-60, 107, 565, 566
Abdülmecid, Padişah 51
Ablum, Mahir 163, 641, 642
Acar, Mustafa 613, 614, 633, 717
Acıman, Eli 525
Ağca, Mehmet Ali 426
Ahmet Ziya Bey (Sabri Ülker’in dayısı) 59, 102, 125-128, 131
Akbulut, Ziyaeddin 616-617
Akın, Kenan 514, 515
Aksoy, Temel 253
Aktin, Edip 679
Akyol, Taha 683, 691, 693, 722
Akzambak, Mehmet 376
Al-Bunnia, Haj Abdul ahab 480, 715
Aleko Usta 204
Allen, Melvin C. 310, 311
Ali Haydar Efendi 222-223
Altıntak, Hüseyin 204, 595
Arın, Suat 628
Arıkan, Tevfik 633, 634, 719
Arısan, Mehmet 162
Aslan, Yusuf 377
Astan, Şener 585, 628, 629
Ataseven, Asaf 465, 466, 530, 661
Ataseven, Gülsen 465, 466
Ateş, Orhan 559, 560
Atatür, Pervin 172
Atatürk, Mustafa Kemal 107, 108, 113, 114, 123, 146, 147, 154, 158, 168, 172, 267, 314, 365, 378, 554
Avcu, İbrahim 209
Aydemir, Talat 332
Aydıner, Atilla 620
Ayvazovski, İvan 51
B
Bacacı, İsmail 418
Balcı, Şükrü 370, 394, 395, 548
Balzac, Honor± de 55
Bahçeli, Devlet 32
Barnes, Harry 301
Başar, Şükûfe Nihal 154, 223
Başaran, Mustafa 360, 361
Bayar, Celal 167, 211, 268, 332, 347
Baykal, Deniz 30
Bayraktar, Gülizar 249-251
Bayram, Mahmut 667
Benekay, Yahya 226, 228
Berker, Şinasi Nahit 349
Berkman, Münir Müeyyed 154, 158
Berksan, Betül (Asım Ülker’in kızı) 240, 290, 465-467, 669
Berksan, Faruk 116, 240, 259, 349, 351, 352, 354, 355, 357- 360, 362, 368, 369, 371, 387, 400, 405, 415, 460, 486, 487, 533, 534, 592, 602, 636, 707
Berksan, Selçuk 58, 79-81, 91, 101, 109, 116, 118, 119, 127, 139, 142, 173, 181, 200, 201, 203, 205, 240, 257-260, 262, 263, 285, 311, 314, 315, 336, 337, 350-352, 354, 359, 369, 370, 373, 376, 382, 383, 385, 387, 399, 401, 405, 415, 434, 448, 449, 484, 494, 702
Besler, Doğan 143
Besler, Fehmi 143
Besler, Sami 141, 170
Beyatlı, Yahya Kemal 122, 172, 555
Beykont, Zeki 159, 160, 162
Biliközen, tıf 362
Bodur, İbrahim 321, 323, 325
Bolak, Aydın 325
Bonaparte, Napolyon 156, 213, 301
Boran, Behice 426
Bölükbaşı, Rıza Tevfik 157
Budak, Rıdvan 418, 419, 424
Buzbaş, Necdet 403, 404, 430, 536, 538, 539
Büyük, Gürol 445
Büyükanıt, Yaşar 550
C
Cansen, Ege 463
Cengiz Han 40, 41
Ceyhun, Ekrem 689
Churchill, Winston 43, 44, 193, 301
Cibran, Halil 89, 137, 701
Cilasun, Zafer 346
Clay, Muhammed Ali 646
Commer, Robert 346
Coşkun, Ali 564
Ç
Çağlayangil, İhsan Sabri 519
Çalı, Kurt Seyit 84-86, 90, 91, 94, 110, 114, 119, 120, 185, 226-228, 231, 232
Çalı, Nuriye 231
Çakır, Erden 636
Çamlıbel, Faruk Nafiz 153
Çanakçı, Fuat 340, 341, 585, 592, 594, 679
Çanakçı, Suat 594
Çar Nikolay 107, 120
Çehov, Anton 51
Çelebi, Bünyamin 531
Çelebi, Süleyman 418-421
Çelebi, Ümit 513, 514, 521, 522, 530, 542
Çeliktürk, Kadir 601
Çetiner, Ömer 614, 615, 617
Çiçek, Cemil 19
Çiller, Tansu 554
Çizmecioğlu, Abdullah 172
Çizmecioğlu, Mustafa 172
Çorapçı, Bülent 320-322, 325, 548
D
Dağcı, Cengiz 51
Dağyar, Faruk 590, 591, 634
Damat Ferit Paşa 108
Davis, William Hersey 319
Davutoğlu, Ahmet 104, 105, 350, 412, 413, 443, 451, 661
Davutoğlu, Sare 104
Demirel, Süleyman 24, 45, 46, 175, 304, 333-335, 345, 364, 378, 417, 424-426, 428, 519, 520, 548, 554, 580, 626
Demirel, Turgay 580, 581
Denizci, Süheyl 265, 695, 697
Denktaş, Rauf 425
Devletof Süleymanoğlu, Dilaver 116, 117
Dinçsoy, Ahmet 207, 208
Dinçsoy, Hamdi 141, 353
Dinçsoy, Hayri 208
Dinçsoy, İsmet 207
Dinçerler, Vehbi 165
Doğan, Ali 571, 572, 576
Durmaz, Hilmi 539, 585, 596, 597
Duruel, Hasan 617
Düzenli, Samime 179
E
Ecevit, Bülent 346, 376-378, 384, 392, 425, 428, 519, 520, 551
Ecevit, Rahşan 520
Eczacıbaşı, Nejat 609
Ecirzade, Mustafa Avni 171
Edison, Thomas 301
Eflatun (Platon) 146, 151
El Mutavva, Abdullah 305
Elrom, Efraim 365
Emiroğlu, Metin 409, 410
Engin, Kemal 153
Erbakan, Necmettin 175, 347, 364, 365, 376, 378, 424, 519, 549, 551, 554, 618
Erbuğ, Orhan 384, 385
Erdem, Ercan 384, 385
Erdoğan, Recep Tayyip 22, 618, 619, 622, 623, 690
Erez, Mesut 163, 641
Erkunt, Mümin 338, 339
Eroğlu, Mehmet Ali 609, 611
Erim, Nihat 364, 365, 377, 519
Erol, Safiye 199, 200
Erozan, Celal Sahir 154
Ersoy, Mehmet Akif 66
Ertan, Yüksel 521-524
Esen, Fikret 214, 215
Esener, Ali Fethi 520
Eşref Sabit 154
Evren, Kenan 425, 426, 519, 520
Eyüboğlu, Bedri Rahmi 122
F
Fahreddin (Türkkan) Paşa 106
Fatih Sultan Mehmed, Padişah 41, 197
Feyzioğlu, Turhan 424, 426
G
Gamsız, Nuri 265, 695, 697
Gaspıralı, İsmail Bey 42, 43, 45
Gates, Bill 691
Gazioğlu, Şaban 321
General Wrangel 120, 124
Genç, Faruk 265
Gezmiş, Deniz 377
Goethe, Johann Wolfgang von 71, 169
Goldenberg, Emil 679
Gomez, Heinz 264
Gök, Adem 178
Gök, Süleyman 178
Gökçen, Sabiha 114
Gökbörü Kançal, Fikri 110
Gökyiğit, Nihat 313, 567
Gövsa, İbrahim Alâaddin 154, 158
Gözde, Yurdakul 422
Gül, Abdullah 15
Gülen, Fethullah 550
Gümüşpala, Ragıp 332
Günay, Yüksel 583, 584
Güneş, Hüseyin 566, 600
Güney, Eflatun Cem 151
Gürbaşkan, Süheyl 521
Gürcan, Tarık 265
Gürel, Halit 139, 144, 450
Gürsel, Cemal 332, 345
Güzelses, Celal 217
H
Hacı Bekirzade Ali Muhiddin 171
Hacı Geray Han 41
Hacı İslam Efendi (Sabri Ülker’in babası) 17, 39, 52, 53, 57-62, 64-69, 71, 73, 76, 79-81, 83, 86, 87, 89, 91-94, 96, 97, 106, 110, 113, 114- 116, 118, 119, 122, 125- 128, 131, 134, 135, 138-140, 141, 171, 185, 207, 208, 223, 230, 235-237, 239-241, 248, 255, 316, 317, 681, 711, 712
Hacı Sayid 171
Hafız Numan Efendi (Sabri Ülker’in dedesi) 61, 64, 67, 68
Hafız Rıza Bey (Sabri Ülker’in dayısı) 102
Hanife Hanım 223
Hasan Efendi (Sabri Ülker’in dedesi) 52, 55, 58, 59, 62, 681
Hassan, Rıfat 308, 309
Hatemi, Nadir 273
Hatice Gülsüm Hanım (Sabri Ülker’in babaannesi) 52, 55, 62
Haşim, Ahmet 153, 156
Hitler, Adolf 159, 184, 185, 189, 210, 214, 225, 229
Hugo, Victor 555
Humeyni, Ayetullah 426
Hz. Ali 393, 394
Hz. Muhammed 106, 137
I
Ilıcak, Kemal 514
Işık, Murat 110
İ
İbrahim, Veli 90, 91
İman, Ahmet 417
İman, Avni 220, 277, 401, 402
İman, Mehmet 238
İman, Muharrem 222, 275, 639
İman, Sabiha 116, 190, 236, 273, 275
İnam, Orhan 359
İnan, Hüseyin 377
İnönü, Erdal 554
İnönü, İsmet 114, 167, 168, 193, 194, 211, 332, 333, 347, 364, 377, 378
İnönü, Mevhibe 114
İpekçi, Abdi 426
İsmail Hakkı (Sabri Ülker’in ağabeyi) 68, 91, 317, 557
İzzet Melih 159
J
Jankoviç, Jean Paul 679
Jobs, Steve 691
Johnson, Lyndon B. 310, 345
K
Kâmil Paşa 565
Kamu, Kemalettin 154
Kanatlı, Firuz 349, 350, 683, 685, 688
Kantarcı, Hayrullah 630
Kantarcı, Tekin 630, 631
Kantarcızade Hacı Ömer 172
Karaağaçlı, Hacı Mustafaoğlu Süleyman 172
Karabulut, Orhan 179, 180, 181
Karaca, Kadri 263
Karaca, Yunis 568
Karadayı, İsmail Hakkı 557
Karadeniz, Yılmaz 224
Karataş, Ayfer 299
Karpat, Kemal 692
Kasım, Ahmet 167
Katerina (Çariçe) 45
Kaufman, Aleander 302
Keçeci, Karpiç (Juri Georges Karpovitch) 172
Kent, Muhtar 697
Kerenski, Aleksandr 107
Kırımlı, Ahmet İhsan 324
Kırımoğlu (CemiloğluԜ) Mustafa 46-48
Kısakürek, Necip Fazıl 154, 155, 677
Kibritçioğlu, Ahmet 597
Kocabıyık, Asım 533
Koç, Vehbi 172, 254, 305, 321, 603, 605, 687
Koçu, Reşat Ekrem 179
Kohen, Hayim 219, 220, 222, 224, 225, 255
Konfüçyüs 169
Koraltan, Refik 211
Koru, Naci 566
Korutürk, Fahri 376, 378, 425, 426, 519
Koryürek, Enis Behiç 154
Köprülü, Fuat 211
Kösdağ, Mehmet 130, 319
Kubayev, Memet 86, 91
Kumak, Mehmet Gafur 172
Kurt Mehmet (Sabri Ülker’in amcası) 55
Kuşçulu, Mahmut Mahir 330, 476, 477
Kuşçulu, Nuh 320, 321, 324, 327, 330, 331, 475, 476, 478
Küçükali, Tekin 406, 407, 569
L
La Bruy°re, Jean de 555
Lamartine, Alphonse de 109
Le Bon, Gustave 109
Lenin (Ulyanov), Vladimir İlyiç 79, 90, 96, 107, 122
M
Mahire (Sabri Ülker’in ablası) 61, 139, 317
Mardin, Yusuf 154
Mareşal Fevzi Çakmak 210
Marko Usta 170
Mar, Karl 90, 123
Mavituna, Abdurrahman 151, 167
Mehmet Turhan Bey 171
Melen, Ferit 378
Menderes, Adnan 211, 257, 265-268, 296, 332, 377, 522, 554
Menderes, Yüksel 377
Mercan, Kerami 607, 608
Mercan, Nedim 607
Mercan, Sami 607
Meriç, Cemil 240
Mesci, Haluk 521, 522, 525, 526
Morçay, Şükrü 496
N
Nahum, Hayim 203, 303
Nebioğlu, Kemal 380-382, 396, 417, 424
Neriman Teyze (apartman komşuları) 244
Nurettin Hoca 667
O
Oluç, Mehmet 585, 596, 598
Onnik Usta 208, 258
Orhon, Orhan Seyfi 154, 158
Ortaylı, İlber 45, 213
Osman Nuri Bey 171
Osmanoğlu, Abid 565
Ö
Öksüz, Fahri 588, 589, 679
Öner, Mualla 59, 72, 131, 199
Öner, Nihat 82, 102, 130, 132, 207
Ömer, Öner 679
Önsel, Vedat 425
Öz, Sebahattin 153
Özal, Turgut 165, 175, 327, 343, 346, 409-411, 520, 554, 689, 692
Özbek, Necip 615
Özcan, Gazanfer 447, 448
Özcan, Gönül Ülkü 447, 448
Özcan, Salih 304-307, 565, 566
Özdemir, Sadi 516, 517, 692
Özdemir, Nâzım 363
Özden, Yekta Güngör 561
Özdil, Yılmaz 683, 695, 697
Özdöner, Fazıl 615
Özel, Mustafa 144, 145, 176, 475, 522, 535
Özgü, Cemal 181
Özgü, Cemile 181
Özgün, Talât 215, 216, 218
Özhun, Kayhan 475
Özilhan, Tuncay 471-473, 475, 477, 577
Özokur, Ahmet 104, 617, 643, 660, 661, 669
Özokur (Ülker) Ahsen 36, 38, 76, 95, 97, 100-104, 118, 133, 145, 162, 166, 200, 222, 235, 237, 240-243, 246, 249- 251, 270, 275, 280, 281, 283- 285-292, 316, 354, 372, 387, 388, 462, 468, 484, 542, 645, 649, 678, 679, 681, 712
Özokur, Alanur 660
Özokur, Ayşe Senem 660
Özokur, Beyhan 660
Özokur, Kerem 660
Özokur, Nur Vera 669
Özokur, Orhan 104, 354-356, 363, 380, 381, 441, 475, 489, 491, 492, 536, 540, 575, 578, 661
Özokur, Ömer 643, 652, 653, 660
Özokur, (Davutoğlu) Sefure 104, 661, 669
Özokur, Yusuf İhsan 669
P
Page, Larry 691
Pandeli Usta 201
Pasternak, Boris 52, 77
Peker, Alptekin 680
Polatkan, Hasan 332, 554
Puşkin, Aleksandr Sergeyeviç 51
R
Rado, Şevket 269, 270, 281, 555
Rakiros, Parasko 183, 203, 205
Rasputin, Grigori 107
Recaizâde Ekrem 153
Richepin, Jean 154
Roosevelt, Franklin 43, 44
S
Sabancı, Hacı Ömer 685, 688
Sabancı, Sakıp 562, 685, 688
Sadık Rifat Paşa 692
Saharov, Andrey 47
Said Şamil 565
Sancar, Semih 426
Saracoğlu, Şükrü 177, 193, 194, 205
Sazak, Gün 519
Selışık, Selahattin 214, 215
Sepet, Rıza 594, 625, 626, 679
Seyit Ömer, (Sabri Ülker’in amcası) 55, 101
Sezer, Adem 167, 504
Sezgin, İsmet 26, 557, 558
Sıdıka Hanım (Sabri Ülker’in ablası)
Simavi, Sedat 233
Socrates 69, 316
Songar, Ayhan 564
Sökmen, Tayfur 519
Sözen, Reşat 618, 619
Sözer, Vural 521
Sultan Aziz, Padişah 692
Sultan Reşad, Padişah 87
Sunay, Cevdet 345, 364, 365, 377
Sükan, Faruk 426
Stalin, Jozef 43-45, 47, 50-52, 80, 90, 114, 122, 123, 185, 240, 288
Ş
Şahabettin, Cenap 156
Şakire Hanım, (Sabri Ülker’in annesi) 55, 61, 65, 67, 68, 76, 78, 81, 82, 91, 93, 102, 114, 125, 126, 136, 138, 171, 205, 237, 239, 240, 241, 291, 316, 317, 711, 713
Şapolyo, Enver Behnan 172
Şendal, Yusuf 172
Şentürk, Aziz 167
Şentürk, Kemal 585, 603, 605, 628
Şentürk, Namık Kemal 376
Şerif Hüseyin Paşa 106
Şeyh Şamil 565
Şişmanoğlu, Abdullah 278
T
Tağmaç, Memduh 346, 364
Tamer, Zekirriya 162
Taviloğlu, Mustafa 244
Tecer, Ahmet Kutsi 154
Tolga, İzmir 521, 522, 526-528
Topbaş, Mustafa 120
Topbaş, Sabahattin 321, 327, 328
Tosunzade, Abdurrahman 172
Troçki, Leon 66, 122-124
Tunagür, Yaşar 304
Tuncer, Kenan 170, 178
Turanoğlu, M. Uluğ 154
Turhan, Mediha 172
Tuğ, Salih 533, 534, 568
Tural, Cemal 346
Türkeş, Alparslan 210, 406, 407, 424, 519, 520, 551, 554, 592, 594
Türel, Yusuf 321
U
Uğur, Hasan 327, 328
Uğurses, Zihni 594, 596, 636, 637, 679
Ulaş, Fahrettin 321
Unakıtan, Kemal 110
Uras, Güngör 683, 689, 690, 692
Uşaklı, Ömer Bedrettin 154
Ü
Ülken, Aydın 526
Ülker, Ahmet Asım 58, 64, 68, 76, 79-82, 85, 91, 92, 99, 101, 115, 116, 118, 126-128, 131- 133, 135, 139, 141-143, 169- 179, 181-185, 197-199, 201- 205, 207, 208, 214, 221, 230, 231, 239-241, 247-249, 252- 255, 256, 258, 259, 261, 272, 303, 307, 316, 319, 320, 326, 335, 351, 352, 354, 357, 387, 397, 405, 414, 415, 417, 437, 444, 483-485, 487-489, 491, 500, 505, 522, 587, 590, 591, 593, 594, 601, 607-609, 631, 640, 662, 681, 685, 686, 699, 701, 710-713
Ülker, Ali (Ahsen Özokur’un oğlu) 83, 103, 274, 277, 293, 396, 397, 484, 533, 534, 536, 538, 539, 568, 576, 643, 646, 647, 652
Ülker, Ali (Sabri Ülker’in oğlu) 35, 36, 235, 237-239, 241, 242, 246, 269, 270-279, 292
Ülker (Ataseven), Betül 240, 290, 465-467, 669
Ülker, Fatih 643, 669, 674
Ülker, Fatma 117, 190, 652
Ülker, Güzide (İman) 76, 130, 220, 222, 235-237, 248-251, 258, 259, 269, 270, 280, 292, 316, 319, 387, 388, 401, 465- 467, 469, 551, 591, 617, 645, 670, 675, 677, 678, 682, 712, 713
Ülker, İbrahim 652
Ülker, Meryem 652
Ülker, Murat 36, 38, 59, 60, 62, 69, 109, 111, 113, 115, 118, 165, 213, 219, 240, 245-248, 253, 255, 271, 276, 280, 292, 300, 344, 373, 375, 387, 395, 398, 418-420, 424, 437, 440, 442-444, 456, 462, 466, 469, 489, 491, 492, 503, 532, 535, 536, 539-544, 547, 556, 557, 559, 570, 575, 605, 645, 669, 673, 692, 699, 701, 704, 707, 710, 713
Ülker, Mustafa 643, 669, 670, 673
Ülker, Rahmi 217
Ülker, Yahya 618, 643, 669, 670, 677
Ülker, Zehra 174, 230
Ülker, Zeynep 652
Ülkücü, Aydın 437
Ürgüplü, Suat Hayri 333, 377
V
Vahideddin, Padişah 107
W
Wiederkehr, George 475, 479
Y
Yalçın, Süleyman 564
Yalçıntaş, Nevzat 120, 129, 130, 142, 555, 562, 563
Yaramanoğlu, Hüdai 447, 661
Yavuzer, Haluk 270, 433-435, 441, 443
Yazıcı, Kâmil 327-329, 472
Yazıcı, Osman 475
Yelmen, Hasan 326
Yener, Faruk 265
Yıldız, Ziya 164, 166, 341, 342, 639
Yılmaz, Mesut 554
Yozgat, Hasan 343, 595, 679
Yöntem, Ali Canip 154
Yusuf Ziya 153, 171
Yusuf Ziya Bey (şekerci) 171
Yurdagül, Metin 38, 499, 500, 501, 509, 510, 512, 514, 567
Yurdakul, Mehmet Emin 210
Yurdoğlu, Lebit Fehmi 154
Yüceses, Fethi 192
Yüceses, Hamiyet 178, 192
Yücesoy, Ekrem Şevket 560, 561
Yüksel, İsmet 51
Z
Zaim, Sabahattin 321
Zorlu, Fatin Rüştü 332, 554
Zweig, Stefan 197