Hacı İslam Efendi, Kırım’dan Türkiye’ye gelebilmek için 10 yıl uğraştı. Bolşevik yönetimden gerekli izni aldıktan sonra malı mülkü elden çıkarıp, tüm yastık altı tasarrufunu “altın”a dönüştürdü. Servetini, bir yorgan ve eteğin içine diktirdi. Ailesiyle birlikte Odesa’dan hareket ederken, “Sibirya’ya sürgün” tehdidi alınca, bu yorgan ve eteği sokağa bıraktı.
Türkçede, “göç” konusunda birbirinden anlamlı atasözleri var. Bunlardan biri, adeta Devletler Ailesi’nin durumunu anlatmak için kurgulanmış gibi:
“Yurdun otlusundan, kutlusu (uğurlusu) yeğdir (tercih edilir).”
Yani, üzerinde yaşadığımız topraklarda mutlu ve güven içinde değilsek, bu topraklar güzel ve verimli olsa bile, bir anlam taşımaz.
Devletler Ailesi, Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşarken, 1912’de başlayan Balkan Savaşı nedeniyle o toprakları terk edip, ata yurdu Kırım’a döner. Ancak aile, göç ettikleri ülkede de özgürlüğü bulamaz. Çünkü onları, sürekli şekilde “Bolşevik yönetim terörü” tehdit eder. Korku ve tehlike, günlük yaşamlarının bir parçası haline gelir. Zaten korku ve tehlike, daima ayrılmaz iki dosttur.
Hacı İslam Efendi, eşi ve dört çocuğuyla birlikte daima sabreder. Önemli olan, her şartta o sabrı koruyabilmektir.
20. yüzyılın başında Lübnan’da yaşamış ünlü şair ve yazar Halil Cibran’ın, adeta Hacı İslam Efendi’nin hem iç dünyasını, hem de çektiklerini tek cümleye sığdıran güzel bir özdeyişi var:
“Büyük adamın iki kalbi vardır; birisi acı çeker, birisi ümit eder.”
Hacı İslam Efendi Ailesi, işte böylesine zorlu bir hayat mücadelesinin içindedir. Ancak, yaşadıkları ortamda hayat hakları da, sadece mücadele güçlerine bağlıdır. Hal böyle olunca, şimdi ailenin yaşadığı o koskoca Rusya İmparatorluğu, bakalım nereden nereye gelmiş...
1917’de Rusya İmparatorluğu’nu deviren Bolşevikler, 1920’den itibaren de Kırım’a hükmetmeye başladılar. Aslında ihtilalciler, kendi içlerinde de öldüresiye bir iktidar mücadelesine düşmüşlerdi.
Rusya topraklarının diğer bölgelerine olduğu gibi, bu yarımadaya da kan ve gözyaşı taşıyan Bolşevikler, etrafa sürekli korku saçiyordu. O korku, bir süre sonra dalga dalga yayılacak, can derdine düşen insanlar her çareye başvuracaktı.
Kırım’da yaşayan Müslüman halktan bir kısmı “hukuksuz” ilan edildiği için vatandaşlık hakları ellerinden alınmış, bir kısmı da yeni rejime uyum sağlama mecburiyetinde bırakılmıştı.
Yönetimin baskısına boyun eğenler, Türkçe isimlerini dahi değiştiriyorlardı. Yeni isimleri seçerken, Bolşevik İhtilali’nin fikir babası Marx ile eylemin liderleri Lenin ve Stalin’in isimlerini çağrıştıran, anlamsız kelimeler üretiyorlardı.
Kırım’da yaptığımız inceleme sırasında, tespit edebildiğimiz bu isimlerden birkaçı şöyle:
Türk asıllı Devletler Ailesi mensupları ise, milli ve kültürel değerlerini korumak için direniyordu. Onlar; Hacı Hasan, Kurt Seyit, Dilaver, Rifat (Refat) ve Gülizar gibi isimlerini hiçbir şart ve şekilde değiştirmeyeceklerdi.
Bu arada, Bolşevik yönetim, bugünkü St. Petersburg’un adını “Leningrad”, Volgograd’ın adını da “Stalingrad” olarak değiştirmişti. Zaten “devrim” olarak nitelenen bu büyük değişim, o koskoca Rusya İmparatorluğu’nun her köşesinde kendisini şiddetle hissettiriyordu.
Bolşeviklerin, Kırım halkı üzerindeki baskıları her geçen gün artıyor, bu arada insanlar da yeni sınıflara ayrıştırılıyordu. Yönetimin, “kulak” adını verdiği ve kentlerde yaşayan eski zenginlerle köy ağaları sistemden dışlanıyor, komünist militanlardan oluşan yeni ve imtiyazlı bir sınıf ortaya çıkıyordu.
Özellikle aydınlar ve öğretmenlere karşı acımasız bir sindirme hareketine girişilmişti. Bunlardan bir kısmı Urallar’a sürgüne gönderiliyor, karşı koyanlar ise kurşuna diziliyordu.
18 Ekim 1921’de Sovyetler Birliği’ne bağlı olarak “Kırım Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti” kuruldu. Bu cumhuriyetin kurucusu da aslında Moskova’daki fiili ve siyasi iradeydi. Ancak, göreve, göstermelik bir Türk başkan getirilmişti. Veli İbrahim adındaki bu başkan, 1928 yılında Türk milliyetçiliği yaptığı iddiasıyla kurşuna dizilecekti.
İbrahim’in ardından göreve getirilen ve “Sapojnik Memet” diye anılan ayakkabı tamircisi Memet Kubayev ise, 1931’e kadar Kırım’ı yönetti. Onun akıbeti de Veli İbrahim gibi oldu. Kubayev, Bolşevikler tarafından, 1937’de öldürüldü.
1920’lerin başında Kırım’da hayat şartları iyice ağırlaşmıştı. Kurt Seyit Çalı’nın ifade ettiği gibi, Hacı İslam Efendi Ailesi’nin kalmak ile gitmek arasında bir tercih yapması gerekiyordu.
Aile, tercihini kısa sürede yaptı ve 1919’dan itibaren tekrar Anadolu’ya dönebilmenin çarelerini araştırmaya başladı.
Asım Ülker, ailenin hayat hikâyesini oğlu Selçuk Berksan’a anlatırken, özellikle Kırım’da yaşananlar konusunda ayrıntılı bilgiler vermiş. Şimdi, Berksan’dan, o bilgileri dinlemeye koyulalım:
Dedemler, 1919 yılında tekrar Türkiye’ye dönmek için teşebbüste bulunmuş. Ama resmi makamlardan, bu talepleri için olumlu veya olumsuz herhangi bir cevap alamamışlar.
Efendi Babamız, 1919’dan, 1927’ye kadar tam sekiz yıl boyunca hayatının bir kısmını dağlarda, bir kısmını da hapislerde geçirmiş.
1927 yılına gelindiğinde, Türkiye’ye dönüş için ikinci başvuruyu yapmışlar. Ancak, ellerindeki Osmanlı’ya ait nüfus cüzdanlarına daha önceden el konulduğu için, Hacı İslam Efendi’nin tüm aile fertleri, hem vatansız hem de belgesiz duruma düşmüş. Dolayısıyla aile, Kırım’da, resmi makamlara hiçbir konuda hak talebinde bulunamaz olmuş.
“Hukuksuz”luk, ailenin tüm fertlerini etkilemiş. Babam Asım Bey ile amcam Sabri Bey de devlet okulundan çıkarılmış. Yani, her iki çocuğun kaydı silinerek, öğrenim hakları ellerinden alınmış.
Ailenin büyük evladı Sıdıka da, kapsamlı bir eğitim aldıktan sonra, bir süre Rus okulunda öğretmenliğe başlamış. Ancak, daha sonra o da “hukuksuz” olduğu gerekçesiyle, görevine son verilmiş.
Hukuksuzluğun kol gezdiği Kırım’da, Hacı İslam Efendi’yi çok seven bir papaz varmış. Bu papazın kızı, özel bir okul açmış. Babam ve amcam, bu özel okula kaydedilmiş ve öğrenimlerini orada sürdürmeleri sağlanmış. Ancak, “hukuksuz” oldukları için, kendilerine herhangi bir belge verilmemiş.
1929 yılında, Türkiye’ye dönmek için yeni bir teşebbüste bulunan Efendi Babamın bu isteği de reddedilmiş. Çaresizlik içinde kalan aile, her kapıyı çalmaya başlamış. Önce, haklarını Moskova’da aramak istemişler. Dedeme itibar eden papazın Moskova’da, önemli bir görevde bulunan Türk asıllı bir damadı varmış. Babam, papazın damadına Rusça bir mektup yazarak, durumlarını anlatmış. Damattan da, “Konuyu, Türkiye Büyükelçiliği’nden araştırdım. Olumlu cevap aldım. Belgelerinizle birlikte hemen Moskova’ya bekliyorum” cevabı gelmiş.
Hacı İslam Efendi, Kırım’dan Türkiye’ye dönebilmek için adeta bir mucizenin peşine düştü. Onu, yerde ve gökte aramaya başladı. Bu arada, papazın Türk damadından gelen mektup üzerine, Moskova’ya gitmeye karar verdi.
O dönemin şartlarında, Kırım’ın başkenti Akmescit ile Rusya’nın başkenti Moskova arasındaki yolculuk sadece trenle yapılabiliyor ve tam bir hafta sürüyordu. (Bu süre, 2000’li yıllarda 26 saate indi.) Tren, Kırım’ın yeşilliklerinden yola çıkar, bir süre sonra Rusya’nın o uçsuz bucaksız steplerinin içinde adeta kaybolurdu.
Hacı İslam Efendi, yolculuğunun yedinci gününde Moskova’ya ulaştı. Hiç vakit kaybetmeden, başkentte Türkiye’nin Moskova Büyükelçiliği’ni aramaya başladı. Rusçası kıt olduğu için adresi bulmakta zorlandı, ama neticede, çatısında Türk bayrağı dalgalanan bir binaya ulaştı.
Moskova’daki Türkiye Büyükelçiliği’nin çevresi, Rusya İmparatorluğu’nda yaşayan, ancak Bolşevik baskısından kurtulmak için Türkiye’ye göç etmek isteyen Türk asıllı insanlarla adeta kuşatılmış haldeydi. Büyükelçilik görevlileri, ellerinde “Türk vatandaşı belgesi” olmayan başvuru sahiplerini hiçbir şekilde binaya sokmuyorlardı. Dolayısıyla, taa Kırım’dan gelen öğretmen Hacı İslam Efendi de büyükelçiliğe giremedi.
Bir haftalık yol yorgunluğu içindeki Hacı İslam Efendi, büyükelçiliğin merdivenlerine oturdu ve ne yapacağını düşünmeye başladı. O sırada bir Türk memur, Hacı İslam’ın haline acıyarak yanına yaklaştı ve ne istediğini sordu. Hacı İslam da, “Türkiye’ye, vatanıma gitmek istiyorum” cevabını verdi.
Kırımlı öğretmenin cebinde, Osmanlı’dan kalma, tarihi geçmiş aile pasaportları ile Türkiye’den getirtmiş olduğu nüfus kayıt örnekleri vardı. Hacı İslam Efendi, eski Osmanlı pasaportlarını, seyahate çıkarken, eşi Şakire Hanım’ın ısrarı üzerine yanına almıştı.
Büyükelçilik görevlisi, “Efendi, sende, Türklüğünü ispat edecek herhangi bir belge yok mu?” diye sordu. O da, cebindeki eski pasaportları ile İstanbul’dan gönderilen belgeleri gösterdi. Aslında, Osmanlı İmparatorluğu tarihe karışmış, 1923’te de Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmuştu. Ancak, yeni Türkiye Devleti’nin görevli diplomatları, başvuru sahiplerinin eski Osmanlı pasaportlarını da kabul ediyordu.
Moskova’daki Türk görevli, Hacı İslam’daki pasaport ve belgeleri inceledikten sonra, onu büyükelçilik binasına aldı. İşlemler başladı, hiçbir tereddüde gerek kalmadan, Hacı İslam Devlet Ailesi’nin, Türk vatandaşı olduğuna hükmedildi.
10 yıl boyunca bitmek tükenmek bilmeyen sabır, Moskova’daki Türkiye Büyükelçiliği’nde, ailenin selamete ulaşmasını sağladı.
Artık, Hacı İslam Efendi ile eşi ve çocuklarına “Türkiye Cumhuriyeti Pasaportu” verilecekti. Ancak, işlemlerin tamamlanması için zamana ihtiyaç vardı. Bu durum karşısında Hacı İslam Devlet de, Kırımlı papazın Türk damadına vekâlet vererek evine döndü.
Devletler Ailesi’nin adresine, bir süre sonra, hem yeni Türkiye Cumhuriyeti pasaportları, hem de Rusya yönetimi tarafından tanzim edilmiş bulunan “Kırım’dan, yurtdışına çıkabilirler” ifadelerinin yer aldığı belge ulaştırıldı.
Aile, sevinç içindeydi. Türkiye’ye göç hazırlıkları başladı. Bu arada çok katı Rus bürokratik işlemlerinin halledilmesi için Kırım’daki Komünist Parti yöneticisine başvuruldu. Yönetici, ailenin elindeki pasaport ve belgeye rağmen, onlara Kırım’dan yurtdışına çıkış izni vermedi. Hacı İslam Efendi, bu keyfi engelleme üzerine yeni hal çareleri ararken, Komünist Parti Kırım yetkilisinin, görevli olarak Moskova’ya gittiğini öğrendi. Hiç vakit kaybetmeden, yetkili kişiye vekâlet eden şahsın kapısını çaldı.
Vekil, asilin daha önce incelediği, ancak Devletler Ailesi’nin yurtdışına çıkışına izin vermediği pasaportları ve belgeyi görünce, tereddüt etmeden olumlu bir kararla, onların yurtdışına çıkışlarının yolunu açtı.
Hacı İslam Efendi Ailesi için Türkiye’ye gidiş izninin çıkması, Sabri Ülker’in arkadaşı Kurt Seyit Çalı ile annesinde buruk bir sevinç yarattı.
Anne-oğul, ellerinde fotoğraflarıyla, Türkiye’ye gitme hazırlığı içinde olan aileyi ziyaret etti. Kurt Seyit Çalı, 1929 yılının Haziran ayı başında gerçekleşen bu ziyareti, 2011 yılının 2 Ağustos günü, çok ayrıntılı bir şekilde anlatıyordu:
Ben, Sabri Bey’den bir yaş büyüğüm. İkimiz de Kırım’ın o zamanlarını hatırlayacak yaşlardaydık. Hacı Baba [Hacı İslam Efendi], hoca olduğu ve Bolşevikler de dini hayat istemedikleri için, onlara eziyet ederlerdi. Bu nedenle Hacı Baba ailesi, Kırım’ı terk ederek Türkiye’ye gitmek zorunda kaldı.
Anam, Hacı Babaların Türkiye’ye gideceklerini duymuş; beni de yanına alarak, Küçük Lambat köyüne götürdü. Giderken de, “Hadi oğlum, Hacı Baba sana babanı anlatsın” dedi. Annemin bu teklifine çok sevindim. Çünkü, yüzünü hiç görmediğim babamı, hayalimde resmetmek istiyordum.
Hacı Babaların evinde iki gece kaldık. Bana, babamı anlattı. Bu arada annem, babama götürmeleri için, bizim fotoğraflarımızı Hacı Baba’ya teslim etti.
O son ziyaretimiz sırasında, her iki aile fertlerinin ağlaştıklarını daha dün gibi hatırlıyorum. Bu, iç içe geçmiş sevinç ve hüznün akıttığı gözyaşlarıydı.
Kırımlı Devletler Ailesi’nin ilk evladı Sıdıka Hanım, Sabri Ülker’den
15 yaş büyüktü. Aile, Kırım’dan Türkiye’ye göç ederken
24 yaşında olan Sıdıka Hanım, yaşanan tüm trajik olayları yıllar
sonra yeğeni Ahsen Özokur’a ayrıntılı bir şekilde anlatmış.Sabriler yol heyecanı yaşarken, ben de Hacı Baba’dan dinlediğim babamın hayalini kurmaya çalışıyordum.
Onlar gitti, biz kaldık... Eğer gitmeselerdi, Hacı Baba’yı ya sürgüne göndereceklerdi ya da ölüme...
Geceler, artık Devletler Ailesi için sonsuz değildi. Her gecenin bir de sabahı vardı. Aile, yıllardır peşinden koştuğu o “sabah”a kavuşmuş olmanın mutluluğunu yaşıyordu. Kim bilir, belki de hiçbir zaman unutulmayacak sevinç gözyaşları döküyordu.
Aslında Kırım, Devletler Ailesi’nin “ata toprağı” idi. Dedeleri, babaları orada doğmuş, orada büyümüştü. Evlatlarının bir kısmı dünyaya gözlerini Osmanlı topraklarında, bir kısmı da Kırım’da açmıştı.
Acaba, onların gönlündeki “vatan” neresiydi?
Vatan ve toprak sevgisi, anne baba sevgisi kadar doğaldı. Aile, Kırım’ı, “vatan” olarak benimsemişse, herhalde bu toprakları terk ederken üzüntü duyacaktı. Üzerinde yaşadıkları topraklarda, işte Kırımlı Devletler Ailesi’nin ilk evladı Sıdıka Hanım, Sabri Ülker’den 15 yaş büyüktü. Aile, Kırım’dan Türkiye’ye göç ederken 24 yaşında olan Sıdıka Hanım, yaşanan tüm trajik olayları yıllar sonra yeğeni Ahsen Özokur’a ayrıntılı bir şekilde anlatmış bu duyguyu anlatan güzel bir özdeyiş vardı. Ruslar “Vatanı olmayan kişi, ötmeyen bülbüle benzer” diyordu.
Hacı İslam Efendi, zamana karşı yarışıyor, bağını bahçesini, malını mülkünü elden çıkarıp, Kırım’ı terke hazırlanıyordu.
Önce, Küçük Lambat’tan Akmescit’e, oradan da trenle liman kenti Odesa’ya (Hacıbey) gidilecekti. 20. yüzyılın ilk yarısında, Sovyetler Birliği’nde en güvenli ve kolay yolculuk, trenlerle yapılıyordu. Zaten karayolu da yok denecek kadar azdı.
Akmescit’in yakınında Akyar (Sivastopol) Limanı vardı, ama orası, Rusya’nın büyük askeri deniz üssüydü.
Hacı İslam Efendi, eşini, çocuklarını toparladı, akraba ve komşularıyla vedalaştı, büyük bir randevu için yola koyuldu. O randevunun adresi belliydi: İstanbul...
1917 Bolşevik İhtilali, beraberinde o koskoca Rusya İmparatorluğu’na yeni bir ekonomik düzen getiriyordu. Artık, ferdi mülkiyete veda ediliyor, tüm üretim araçları devletin malı oluyordu. Bu durumdan çok tedirgin olan halkta, gelecek endişesi başlamıştı.
İhtilalin ilk dört yılında, Rus ekonomisi, kelimenin tam anlamıyla çöktü. Devlet Başkanı Lenin, ekonomiyi yeniden canlandırmak amacıyla eskiye dönüş yapmak zorunda kaldı ve “NEP” (Novaya Ekonomic heskaya Politika) adını verdiği ekonomi politikasını yürürlüğe koydu. Bu, Sovyet ekonomisini düzeltebilmek için başvurulan geçici bir yöntemdi.
Ülkeyi terk etme çareleri arayan halk ise, NEP politikasına asla güvenmiyor, çiftini çubuğunu, bağını bahçesini, hatta bir göz evini elden çıkarıp, “altın”a dönüştürmenin çarelerini arıyordu.
Bazı insanlar da, tasarruf ettiği altınları eritip, bakırla karıştırdıktan sonra elde ettiği yeni alaşımla semaver imal ettiriyor, ülkeyi resmi veya kaçak yollardan terk ederken, bu servet değerindeki semaverleri zati eşya olarak beraberinde götürüyordu.
Altından imal edilen Rus semaverlerine “misvar” adı verilmişti. Rusya’dan ve Kafkaslar’dan Türkiye’ye göç eden pek çok ailenin evinde, kalayla kamufle edilmiş altın misvarları görmek mümkündü. Zaten, semaverin anavatanı da Rusya’ydı. Bu arada altınla karıştırılıp, semaver yapılan bakıra da Kafkasya bölgesinde “mis” adı verilmişti.
Devletler Ailesi, 1929 yılının 7 Haziran günü Rusya’yı terke hazırlanırken, ailenin en küçük ferdi 9 yaşındaki Sabri, yaşananları dehşetle izliyordu. Yaşı küçüktü, ama her şeye aklı eriyordu. Adeta olayların fotoğrafını çeker gibiydi. Odesa Limanı’ndan, kendilerini İstanbul’a götürecek şilebe binmeden önceki gözlemlerini, 74 yaşındayken, iş hayatına atılışının 50. yıldönümü münasebetiyle Asomedya dergisinin kendisiyle yaptığı söyleşide şöyle anlatacaktı:
Kırım’da durumun dayanılmaz hale gelmesiyle, rahmetli babam Türk pasaportlarını alarak Moskova’ya gitti ve oradaki bazı Ruslar ve elçiliğin yardımıyla anavatana dönüşü hallederek sevinçle geldi.
Altı nüfuslu bir aile idik. Şahıs başına 3 bin ruble [Rusya’nın para birimi] götürebileceğimiz bildirilmişti. O tarihlerde, 1 ruble, 1 Türk Lirası; 8 ruble de 1 sarı lira idi.
Çıkış kontrolünü G.P.U. [Rus Gizli Polisi] yapıyordu. Komiser, bütün paramızı alarak, çekmecesine soktu. G.P.U.’ya itiraz edilemezdi; G.P.U.’nun götürdüğü kimse, aranıp sorulamazdı. Tabancalarını, masanın üzerine koymuşlardı.
Ağabeyimin, “Yolda yiyecek bir şeyimiz yok. Yol da bir hafta sürecek. Şileple gidiyoruz” demesi üzerine, bizim paramızdan 10 ruble iade ettiler.
İstanbul’a geldiğimizde, şamandıraya bağlanan gemiden çıkmak için sandal paramız yoktu. Ne var ki, anne tarafından akrabalarımız bizi karşılamaya çıkmışlardı.
Hacı İslam Efendi, yıllardan beri “yastık altı”nda biriken güvencesini, o dönemin şartlarında acaba Türkiye’ye götürebilecek miydi? Bu sorunun cevabıyla birlikte, ailenin özgürlüğe yolculuğunun tüm ayrıntılarını Ahsen Özokur, halası Sıdıka Hanım’dan öğrenmiş.
Şimdi, kâh düşündürecek, kâh gülümsetecek detaylarla dolu, adeta kurgulanmış film senaryosunu andıran göç öyküsünü Ahsen Özokur’dan dinleyelim:
Aile, 1929 yılında Kırım’dan Türkiye’ye göç etmeden önce, Sıdıka Halam nişanlanmış. Hatta o kadar ki, çeyizi dahi hazırmış. Ama doğrusu, kiminle nişanlandı, bilmiyorum. Zaten ailede, bu gibi konular pek konuşulmazdı. Halam, hem nişanlısını hem de çeyizini Kırım’da bırakıp, ailesiyle birlikte İstanbul’a gelmiş. Dedem de bu şartlar altında herhalde kızını oralarda bırakamazdı.
(Grafik: Süleyman Perol)
Sıdıka Halam, ailenin Kırım’dan göç hikâyesini anlatırken, çok ilginç bilgiler vermişti.
Aile, yurtdışına çıkış izni alınca, sanırım yılların birikimini “altın”a dönüştürmüşler. Bu altınların bir kısmını kapalı bir kaba yerleştirip, evlerinin bahçesindeki tavuk kümesinin içine gömmüşler, bir kısmını da Türkiye’ye götürmek istemişler. Onun için halam, Türkiye’ye götürülecek olan altınların bir miktarını yorganın içine, bir miktarını da düğmeli eteğinin kıvrımlarına yerleştirip, etrafını dikmiş.
Aile, Odesa Limanı’nda gümrüğe girmek üzereyken, orada bulunan bazı kişiler, dedeme şu uyarıda bulunmuş:
“Üzerinizden para, altın gibi kıymetli eşya çıkarsa, sizi sorgusuz sualsiz hemen Sibirya’ya, sürgüne yollarlar.”
Dedem, limanda bu uyarıyı aldıktan sonra, aile fertlerine aynen şunları söylemiş:
“Yorganı da, eteği de bir duvar dibine bırakın. Çocuklarımın İstanbul’a ulaşıp, Galata Köprüsü’ne çıktıklarını görsem, o bana yeter. Çocuklarım, isterlerse dilensinler...”
Dedem, çok vakur bir insanmış. Her şeyden önce aile fertlerinin canını kurtarmak istemiş. Evet, çaresizlik karşısında, “Dilenci olsunlar, ama yeter ki canları kurtulsun” demiş.
Halamdan bu sahneleri çok ayrıntılı bir şekilde dinlemiştim. Dedemin, eşi ve çocuklarına yaptığı bu uyarıdan sonra, Sıdıka Halam, içine altın gizledikleri yorganı da, eteği de bir sokağın köşesine atmış.
Halam, bunları anlatırken, aynen şu değerlendirmeyi yapmıştı: “Evet kızım, altınlı yorganı da, eteği de bıraktık. Onları kimseye veremezdik. Çünkü içindeki altınlar, herkesin başına iş açabilirdi. ”
Ailemiz, kendilerini tehlikeye sokacak eşyalarını bıraktıktan sonra gümrüğe girmişler. Rus gümrük memurları, babaannem ve halama, “Üzerinizde takı olarak ne varsa, çıkarın” demiş. Gümrük memuru, çıplak silahını da masanın üstünde tutuyormuş. Yani ailemiz, silah tehdidi altında yolculuğa çıkmak üzereymiş.
Babaannem ve halam, Rus memurun uyarısı üzerine küpe ve yüzüklerini çıkarıp, masaya koymuşlar, dedem de saatini... Memur, bu defa “Paranızı çıkarın!” demiş. Dedem, cebini masaya boşaltmış.
O sırada, Rusça bilen Asım Amcam, memura, “E, paramızı da aldınız. Bir hafta yol gideceğiz, biz gemide ne yiyip içeceğiz?”demiş. Memur da, sanki bağışlar gibi, dedemin masaya koyduğu paradan bir miktarını uzatarak, “Alın, bu size yeter” diyerek iade etmiş.
Babamlar, kendilerini İstanbul’a götürecek şilebe binerken, trajik bir başka sahneye tanık olmuşlar. Gemide bulunan bir erkek, limandaki bir kadın ile yanında bulunan çocuklara sürekli el sallıyor, onlara yüksek sesle bir şeyler duyurmaya çalışıyormuş. Karadakiler ise, hıçkıra hıçkıra ağlamaktaymış. Bizim aile fertleri, bu sahneyi seyrederken, dedem merak etmiş ve ilgililere sormuş; ortaya, çok acıklı bir ayrılık hikâyesi çıkmış...
Gemiden el sallayan kişi, karada hıçkırığa boğulan kadının kocası, çocukların da babasıymış. Baba, 1917 Bolşevik İhtilali sırasında yurtdışındaymış. Yıllardır yaşadığı gurbetten şilebe binmiş ve Odesa’ya gelmiş. Ancak, onun gemiden karaya inmesine izin vermiyorlarmış. Kadın ve çocukların hasret gidermek için gemiye binmelerine de izin yokmuş. O sırada bizimkiler gemiye binmiş. Yürek parçalayıcı bu sahne, geminin demir almasıyla sona ermek üzereyken, şilepte feryat eden adam, bir anda denize atlamaya kalkışmış. Dedem, tehlikeyi fark etmiş, hemen adamı sakinleştirerek, yanlış bir harekette bulunmasını önlemiş.
Bizimkiler çok heyecanlıymış. Geminin hareket düdüğünü bekliyorlarmış. Ama bir de bakmışlar ki, tekrar halatlar atılmış. Doğrusu çok merak etmişler. Çünkü bir an evvel oralardan uzaklaşmak isterken tekrar geminin iskeleye yanaşması, onların zihinlerine yeni “acabalar” getirmiş. Kim bilir; belki de, sokağa attıkları yorgan ve etekten kaynaklanan bir problemin çıktığını düşünmüş olabilirler.
Kısa süre sonra, mesele anlaşılmış: Kaptan, gece denizde fırtına uyarısı aldığı için, sabaha kadar yola çıkmamaya karar vermiş. Gece, beklenen fırtına patlamış, sabah ise deniz sakinleşmiş.
Öfkesi dinen Karadeniz’de, ailemizin “özgürlüğe kavuşma” yolculuğu başlamış.
Sıdıka Hanım, yeğeni Ahsen Özokur’a Rusya’daki Bolşevik İhtilali’nin nedenlerini anlatırken, “Kızım, bu ihtilal, boşuna olmadı” demiş. Yine, Ahsen Özokur, dünyayı sarsan o ihtilalin nedenlerini halasından öğrendiği kadarıyla naklediyor:
Aile büyüklerim, zaman zaman Kırım’daki yaşantılarını anlatırken, Bolşevik İhtilali’nden söz ederlerdi. Tabii, ihtilalden önce Kırım’da ve Rusya’da yaşanan ihtişamı anlatırlardı.
Sıdıka Halam, Rus hanımların kürkler, mücevherler içinde, sabahlara kadar çılgınca eğlendiklerini, yediklerini, içtiklerinin aklederdi.
Çarlık döneminde, ölçüsüz safahat varmış. Halam, o dönemde yaşadıklarını anlatırken, “Kızım, Bolşevik İhtilali boşuna olmadı” demişti. Bu vesileyle, şunu da ifade etmek istiyorum; ihtilal öncesi bizim ailemiz varlıklıymış. O dönemde, ailelerin at arabası sahibi olması bir ayrıcalıkmış. Ailemizin at arabası da varmış.
Ahsen Özokur’un, ailenin göçü sırasında 24 yaşında olan halası Sıdıka Hanım’dan dinlediği bilgiler bunlar... Aynı konuda bir başka bilgi kaynağı ise Selçuk Berksan.
Berksan’ın babası Asım Bey, bu tarihi şilep yolculuğu sırasında18 yaşındaymış. Olayları, dolu dolu yaşamış. Yıllar geçtikten sonra, ailenin başından geçenleri, çocuklarıyla paylaşmış.
Şimdi, Selçuk Berksan’ı dinleyelim:
Babamlar, kendilerini Odesa’dan İstanbul’a getirecek İtalyan bandıralı şilebi, tam bir hafta boyunca Karadeniz’deki bu liman kentinde beklemişler. Gemi gelmiş; yolcular, gümrükten geçerken üstleri başları didik didik aranmış. Hatta ayakkabılarının ökçeleri dahi sökülerek, pençe arasında altın veya kıymetli bir taş var mı diye bakılmış.
Efendi Babamın Kırım tebaasında Sovyet vatandaşı olan kardeşleri Seyit Ömer, Osman ve Mehmet ise, mecburen ata topraklarında kalmış. Türkiye Cumhuriyeti pasaportuna Moskova’da kavuşan Efendi Babam, kardeşlerini o kargaşa ortamında bırakmanın ıstırabı içinde yola çıkmış.
Aileyi Odesa’dan İstanbul’a getirmekte olan şilep, muhtemelen Karadeniz sahilindeki Romanya ve Bulgaristan limanlarına uğrayıp, taşımakta olduğu yükleri o ülkelere indirmiş ve yeni yükler almış.
Takvim yaprakları 15 Haziran 1929 Perşembe gününü gösteriyordu. İtalyan bandıralı bir şilep, Rusya’nın Odesa Limanı’ndan İstanbul’a yolcu ve yük getiriyor, Karaköy’deki Salıpazarı İskelesi açıklarında demir atarak bir dubaya bağlanıyordu.
Şilep, taşıdığı yüklerin yanı sıra sınırlı sayıdaki kamaralarınada yolcu almıştı. Yolcular arasında, Kırım’dan Türkiye’ye muhacir (göçmen) olarak gelen altı kişilik Devletler Ailesi de vardı.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında, İstanbul’da yeterli rıhtım olmadığı için, gemiler Marmara Denizi ve Boğaz’da açığa demirler, yolcularda sahile sandallarla taşınırdı.
Devletler Ailesi’nin karaya çıkabilmesi için ceplerinde sandalcıya verecek tek rubleleri dahi kalmamıştı. Çünkü son rublelerini de bir haftalık deniz yolculuğunda ekmek parası yapmışlardı.
Aile, parasızlık ve çaresizlik içinde, karaya çıkabilme imkânlarını düşünürken, rıhtımdan şilebe doğru yaklaşan bir sandal, onları özgürlüğe kavuşturmakla görevli kişileri taşıyordu.
Sandal yaklaşınca, içindeki kişiler net olarak seçilmeye başlandı. Evet, şilebe doğru gelmekte olan sandalda, anne Şakire Hanım’ın kardeşleri Ahmet Ziya Bey ile Hafız Rıza Bey vardı.
Akrabaları tarafından deniz ortasında karşılanan Devletler Ailesi, Salıpazarı’ndan Türkiye’ye adım atarken hayata “sıfır”dan başlayacaktı. Çünkü mazi, onlar için bir ders, ati ise hedefti...
Aile, bir anda evsiz barksız hale düşmüştü. Ancak, akrabalarına güvenerek yola çıkmış, koskoca Karadeniz’i aşmıştı.
Anayurt Türkiye, Devletler Ailesi için güvenli bir sığınak olacaktı. Geldikleri ülkede harp darp çok gerilerde kalmış, Kurtuluş Savaşı yaşanmış, Cumhuriyet’le birlikte, geleceğe umut ve güvenle bakan bir millet oluşmuştu.
Devletler Ailesi’nin Kırım’dan Türkiye’ye getirdiği eşyalar arasında, kılık kıyafetin yanı sıra bir de kutu varmış. Odesa Limanı’ndaki Rus gümrük memurları, her şeyi didik didik aramalarına rağmen, o kutuya dokunmamışlar.
Ailenin tek kız evladı Sıdıka Hanım, yanından hiç ayırmadığı bu kutunun esrarını, aradan yıllar geçtikten sonra yeğeni Ahsen Özokur’a anlatmış.
Rusların el sürmediği o kutuda acaba ne vardı?.. Ahsen Özokur, hem o kutuyu görmüş, hem de hikâyesini halasından dinlemiş:
Dedem ve büyükannem, Kırım’dan gelirken, sanırım taşıyabildikleri giyim kuşam gibi zati eşyalarını yanlarına almışlar.
Bu eşyalar arasında, bir kutu ile kahve değirmeni ve şekerlik de varmış. Değirmeni ve şekerliği görmüştüm.
Tabii, bizim yetişme çağımıza kadar çok zaman geçmiş. Belki ufak tefek eski eşyalar da vardı, ama onları görmedim.
Gelen bu eşyalar arasında, halamın özenle koruduğu bir kutu bulunuyordu. Halam, o kutunun içinde muhtelif dualar ve İsm-iA’zam [en büyük isim – Allah’ın bütün isimlerini kendinde toplayan isim] olduğunu söyledi.
Kutuyu gösterirken de, “Bak kızım, gümrükte her nedense bu kutunun kapağını açıp bakma ihtiyacı hissetmediler. Diğer eşyaları ise, inceden inceye araştırmış, didiklemişlerdi. Belki bu kutumuzu, içindeki İsm-i A’zam korumuştur” dedi.
Ailenin Odesa Limanı’nda başlayıp İstanbul’a uzanan gemi yolculuğunun ayrıntılarını, Ali Ülker de dedesinden dinlemiş.
Aslında Sabri Ülker, pek de iyi hatıralarla ayrılmadığını sık sık ifade ettiği Kırım’ı anmak ve anlatmak istemezmiş. Ancak, yeri ve zamanı gelince, orada yaşadıklarını; çocukları, torunları ve dostlarıyla paylaştığı olurmuş.
Sabri Ülker, torununa anlattığı hatıralarında, Rusya’dan yurt dışına çıkarabildikleri sınırlı miktardaki parayı gemide harcadıkları için İstanbul’a beş parasız ulaştıklarını, dolayısıyla ceplerinde, kendilerini karaya çıkaracak sandal paraları dahi olmadığını anlatmış.
Ali Ülker ise dedesinden dinlediği bir haftalık Karadeniz yolculuğunu şöyle naklediyor:
Dedem, “Kırım” ismini işitince, adeta kaskatı olur, orada yaşananları bizlerle paylaşmaktan kaçınırdı. Aile Kırım’ı terk ederken, dedem henüz 9 yaşındaymış. Ama her şeye aklı eriyormuş.
Dedemin sakin olduğu dönemlerde kendisinden, Kırım’ı terk ediş hikâyelerinin Karadeniz bölümünü dinlediğimde, bana şunları söylemişti:
“Bizi, Allah kurtardı. Deniz yoluyla İstanbul’a geldik. Gemiden karaya çıkmak için, sandala verecek paramız yoktu. Aslında bir miktar para saklamıştık, ama Kırım’dan ayrılırken gümrükten geçirmeye korktuk. Eğer Rus gümrükçüler bizi o halde yakalayacak olsa, akıbetimiz ya sürgün ya da ölüm cezası olacaktı. Bütün bunlara rağmen, rejimin müsaade ettiği çok az bir parayla yola çıktık. O paranın büyük bir kısmına, bu defa gümrük memurları el koydu. Sadece tayın [asker azığı, asker ekmeği] alabilecek kadar bir paramız kalmıştı. Onunla da 7-8 günlük Karadeniz yolculuğunda gemiden kuru ekmek aldık.
İstanbul’a geldiğimiz zaman, sandala verecek paramız olmadığı için karaya çıkamıyorduk. Ancak, akrabalarımız sandalla gelerek, bizi gemiden alıp memleketimize kavuşturdu. Salıpazarı İskelesi’nde vatan topraklarına adım attığımız zaman, hürriyetin kıymetini iyice anladık.”
Dışişleri Bakanı Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu, Ülker Grubu Başkanı Murat Ülker’in çocukluk ve okul arkadaşı. Davutoğlu, Ülker Ailesi’yle ilkokulu bitirdiği yıl tanışmış. Daha sonra, Ülker Ailesi ile Davutoğlu Ailesi dost olmuş; bu dostluk, hısımlığa kadar gitmiş; Ahsen-Orhan Özokur çiftinin evlatları Ahmet Özokur, Sare-Ahmet Davutoğlu çiftinin kızları Sefure ile hayatını birleştirmiş.
Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu, ortaokul yıllarından başlayarak, günümüze kadar yaşamının tüm safhalarında Sabri Ülker Ailesi’yle adeta kader birliği yapmış.
Davutoğlu, bu arada Sabri Ülker’i bir akademisyen titizliği içinde gözlemlemiş.
Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Sabri Ülker’den bahsederken, “Sabri Amca” diye hitap ediyor.
Ahmet Davutoğlu’nun, Sabri Ülker’le ilgili anılarında çok önemli kilometre taşlarının yanı sıra, bir bilim insanının tespit edebileceği gözlemler de bulunuyor. Bu gözlemler arasında, ailenin Kırım’da yaşadığı travmanın Sabri Ülker’in hayatındaki etkileri de yer alıyor.
Şimdi, Kırım’da, Bolşevik Devrimi’yle birlikte yaşanan trajik olayların, Sabri Ülker’e yansımalarını Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’ndan dinleyelim:
Sabri Amca ile sohbet etme imkânı bulduğum zaman, birkaç şeyi merak edip, hep onları deşmeye çalışırdım. Bir tanesi, aile geçmişi itibariyle hep dikkatimi çekerdi; bir muhaceretin her zaman bir hikâyesi vardır, yani yerleşik olanın hikâyesi daha azdır, bulunduğu çevreyle alakalıdır, ama öyle veya böyle bir yerden bir yere göçmüş ve yeni bir hayata başlamışsa, hele geldiği yerde saygın bir aile geçmişi, konumu varken, başka bir mekâna gitmiş ve orada benzer bir saygınlık kurma çabası içine girmişse, bu hikâyenin kendisi bizatihi ilginçtir.
Dışişleri Bakanı Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu, “Sabri Amca” diye bahsettiği
Sabri Ülker’in, Kırım’da yaşadığı travmalardan dolayı, radikal kırılmalardan
tedirgin olduğunu söylüyor.O zaman, Sabri Amca’nın hayatının o kısmını kendisinden dinlemekten büyük haz duyardık. Ancak, Kırım’dan çok fazla bir şey anlatmadı. Bilemiyorum, belki bu, muhaceretle ilgili bir şeydir. Özlemle, hasretle ve mecbur kalarak zorla bir toprağı terk edenlerin çoğunda görülen bir hususiyet...
Sabri Amca, muhaceretle ilgili anılarını hep mahfuz [saklı] tutmak isterdi. Bazen biz sorduğumuzda da sanki bütün o hatıraları bize taşıyarak, o dönemi uyandırmak gibi olacağını düşünürdü belki... Dolayısıyla ben, bu hatıraları hep kaçırılmış bir fırsat olarak görürdüm. Belki Kırım’la ilgili daha fazla hatıralar dinleyebilseydik, o muhaceretin etkisini hissedebilirdik. Ama yine de bazı ipuçlarını Sabri Amca’nın sohbetlerinden çıkarırdık.
Ailenin Kırım’da bulunuşlarının geçici olmadığı aşikârdı. Ancak, Rus Devrimi sonrasında ailenin o dönemle ilgili ciddi acılar yaşadığını hissederdik. Bunun, Sabri Amca’ya bir şekilde devredildiğini, orada büyük bir kültürel kıyım yaşandığını, birazda ailenin ilmiye ekolünden gelmesi bakımından, o kaybedilen şeylerle ilgili bir ıstırap yaşadığını hissederdik. Ama bunu, olaylara döküp anlatmazdı. Belki de, bu sebepten Sabri Amca radikal değişiklik ve devrim vari şeylere biraz, eski söyleyişle, teenniyle [ilerisini düşünerek acele etmeme] dururdu. Olumlu ya da olumsuz olmasına bakmazdı. Belki orada yaşanan tecrübelerden dolayı, radikal kırılmalardan Sabri Amca tedirgin olurdu.
Sabri Amca’nın Kırım’da yaşadıkları, belki iş hayatına da yansıdı. Çok radikal kararlarla bir şeyden bir şeye geçivermek değil de, yeni bir alana girecekse, deneye deneye, yavaş yavaş, hissede hissede, benimseye benimseye, o alana girerdi. Bunların bir kısmı, sanki yaşanan aile tecrübeleriyle alakalı. Çok radikal bir değişimin, yapıcı olmaktan çok, yıkıcı unsurlar taşıyabileceği, bunun da hani o Rus Devrimi’ni müteakiben orada yaşananların, kök salmış bir ağacın yerinden sökülmesi gibi bir hissi, bu konulara çok girmemesine rağmen, her halinden hissederdik. Onun yaşadığı Kırım’ı dinleyebilseydik, bir tarihi vesika olurdu. Ama hep kendi hayatına, karakterine taşıyabilecek şekilde, bu tarz izler hissettik.
Hacı İslam Efendi’nin ailesi Kırım’da vatan özlemi çekerken, sığınmak zorunda kaldıkları Rusya İmparatorluğu’nda ise, bir ihtilalin ayak sesleri duyuluyordu. Ama, gidebilecekleri yeni bir yurt yoktu. Zaten, “vatan” bildikleri toprakları da düşman işgal etmişti. 1917-1923 yılları arasında her iki imparatorluk da tarih olacaktı...
Sabri Ülker’in Hayat Hikâyesi
Kırımlı Devletler Ailesi, 60 yılda dört savaş ve bir ihtilal yaşadı.
“Ülker Fırtınası” romanından dev bir marka ve soyadı doğuyor.
1944’ün “Türkiye markası” Ülker, 1994’te “dünya markası” oluyor.
Altı torundan ortak söylem: “Sabri Ülker’in torunu olmak, çok büyük sorumluluk istiyor.”
Ülker Fırtınası ile özgürlüğe kavuştu Ülker Fırtınası ile ebedi yolculuğa çıktı.
Sabri Ülker, 92 yıllık yaşamının ardında “Hoş bir sadâ” bıraktı...
16 Eylül 1920 Sabri Ülker, Kırım’ın Aluşta şehri Küçük Lambat köyünde dünyaya geldi.
15 Haziran 1929 Annesi Şakire Hanım, babası Hacı İslam Efendi, ablası Sıdıka, ağabeyleri Asım ve Hakkı’yla birlikte Kırım’dan İstanbul’a göç ettiler. Sabri, annesi ve babasıyla beraber Tekirdağ’ın Saray ilçesi Büyükmanika (Büyükyoncalı) köyüne gitti. Aile, bu köye yerleşti. Diğer çocuklar ise, yaşamlarını İstanbul’da sürdüreceklerdi.
Eylül 1929 Sabri, Kırım’da üç yıl eğitim görmüştü. Ancak, Türkiye’ye gelince, ilkokula 1. sınıftan başlamak zorunda kaldı.
1932 Sabri’nin ağabeyi Hakkı hastalanıp, İstanbul’da hastaneye kaldırıldı. Bunun üzerine aile, Bü- yükmanika köyünden İstanbul’a taşındı. Sabri’nin okul kaydı, aynı yıl Büyükmanika İlkokUlu’ndan Kadırga 3. İlkokulu’na alındı.
1934 Kırımlı Devletler Ailesi, Türkiye’de, Soyadı Kanunu ile birlikte “Berksan” soyadını aldı.
Eylül 1934 İlkokuldan mezun olan Sabri, aynı yılın sonbaharında İstanbul Erkek Lisesi’nde ortaöğreni- me başladı.
15 Aralık 1934 Ağabeyi Hakkı, Büyükmanika’da vefat etti.
Eylül 1935 Parasız Yatılı Sınavını kazanması üzerine, İstanbul Erkek Lisesi’ndeki kaydı, Bilecik Ortaokulu’na nakledildi.
20 Temmuz 1937 Bilecik Ortaokulu’ndan “pekiyi” dereceyle mezun oldu. Aynı yılın sonbaharında, lise öğrenimi için Kütahya’ya gönderilecekti.
22 Temmuz 1940 Kütahya Lisesi’nden “pekiyi” dereceyle mezun oldu. İkinci Dünya Savaşı nedeniyle, ailesi İstanbul’dan Ankara’ya taşındığı için yükseköğrenime gidemedi, ağabeyi Asım Berksan’ın Ankara’nın Anafartalar Caddesi’nde açtığı şekerci dükkânında çalışmaya başladı.
25 Eylül 1941 İstanbul’daki Sultanahmet Yüksek Ticaret Okulu’nda yükseköğrenime başladı.
16 Eylül 1944 Asım ve Sabri Berksan kardeşler, “Ülker” markalı bisküvi imalatına başladılar.
1 Ekim 1944 Sultanahmet Yüksek Ticaret Okulu’nu “pekiyi” dereceyle bitirdi. Ardından da ağabeyi Asım Berksan’ın İstanbul-Sirkeci’deki şekerci dükkânına ortak oldu.
1 Kasım 1947 Yedek subay adayı olarak, Ankara’da silah altına alındı. Kıta hizmetini ise Diyarbakır’da sürdürecekti.
20 Mayıs 1949 Güzide İman’la İstanbul’da evlendi.
14 Ağustos 1950 İlk evlatları Ahsen dünyaya geldi.
1953 Babası Hacı İslam Efendi İstanbul’da vefat etti.
26 Ağustos 1954 Aile, “Berksan” olan soyadını, mahkeme kararıyla “Ülker” olarak değiştirdi.
28 Ekim 1954 İlk erkek evlatları Ali dünyaya geldi.
1957 Ülker’in, Topkapı semtinde kurulan ilk bisküvi fabrikasının temeli atıldı. Şirket merkezi, bir süre sonra Eminönü’nden Topkapı’ya taşınacaktı.
21 Mart 1959 İkinci erkek evlatları Murat dünyaya geldi.
20 Ocak 1963 Evlatları Ali, bir doktor hatası sonucu İstanbul’da vefat etti.
10 Ocak 1969 Annesi Şakire Hanım, İstanbul’da vefat etti.
1 Mart 1987 Asım ve Sabri Ülker kardeşlerin 1944’te başlayan iş ortaklığı sona erdi.
13 Kasım 1989 Ülker Grubu Şirketleri, Yıldız Holding çatısı altında toplandı.
31 Ocak 1994 Ablası Sıdıka Hanım vefat etti.
5 Nisan 2000 Ülker Şirketi’nin İcra Kurulu Başkanlığı görevini oğlu Murat Ülker’e devretti.
6 Temmuz 2001 Ağabeyi Asım Ülker vefat etti. Cenazesi, Edirnekapı Mehmet Akif Şehitliği’ne defnedildi.
13 Eylül 2010 Hayat arkadaşı Güzide Ülker İstanbul’da vefat etti. Merhumenin cenazesi, 14 Eylül 2010 Salı günü Fatih Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazından sonra Eski Kozlu Mezarlığı’nda ebedi istirahatgâhına tevdi edildi.
12 Haziran 2012 92 yıllık hayatının ardından, İstanbul Çamlıca’daki ikametgâhında vefat etti. Merhumun cenazesi, 13 Haziran 2012 Çarşamba günü Fatih Camii’nde, öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından, Eski Kozlu Mezarlığı’nda, eşi Güzide Ülker’in yanı başındaki kabrine defnedildi.
Söyleşi ve Yazışmalar
Söyleşi ve yazışmalar; 3 Ağustos 2006 - 18 Ocak 2014 tarihleri arasında yazar Hulûsi Turgut ile araştırmacı Ali Osman Mola tarafından Adana, Ankara, Antalya, Bilecik, Bolu, Edirne (Keşan), Eskişehir, Hatay, İstanbul, İzmir, Kayseri, Kütahya, Manisa, Samsun, Sivas, Şanlıurfa, Tekirdağ (Büyükyoncalı ve Karamehmet köyleri) ile Kırım ve Brüksel’de yapıldı. Yaklaşık 400 saatte 166 kişi ile gerçekleştirilen 195 söyleşi ve yazışma için, yurtiçi ve yurtdışında 55 bin km yol kat edildi.
Abdul Wahab Al Bunnia (Yazışma)
Abdullah Ali Balsharaf (Söyleşi: 20 Ekim 2007, İstanbul)
Abdullah Gül (Yazışma: 23 Kasım 2013, Ankara)
Abdullah Şişmanoğlu (Söyleşi: 10 Kasım 2007, İstanbul)
Abdurrahman Çinbaşı (Söyleşi: 8 Eylül 2006 17 Kasım 2006, İstanbul)
Abdülkadir İman (Söyleşi: 2 Şubat 2007, İstanbul)
Adem Sezer (Söyleşi: 8 Eylül 2006 - 17 Kasım 2006, İstanbul)
Adnan Büyüksoy (Söyleşi: 23 Mayıs 2007, İstanbul)
Agâh Kafkas (Söyleşi: 30 Mart 2007, Ankara)
Ahmet Edip Uğur (Söyleşi: 7 Aralık 2006, Ankara)
Ahmet Mahir Dindar (Söyleşi: 16 Nisan 2007, İstanbul)
Ahmet Davutoğlu, Prof. Dr. (Söyleşi: 30 Mayıs 2007, Ankara)
Ahmet Özokur (Söyleşi: 2 Nisan 2007, İstanbul)
Ahmet Selvi (Yazışma)
Ahsen Özokur (Söyleşi: 19 Ocak 2008 - 8 Kasım 2012 14 Şubat 2013, İstanbul)
Ali Doğan (Söyleşi: 28 Şubat 2007, İstanbul)
Ali Ülker (Söyleşi: 19 Mart 2007, İstanbul)
Asım Kocabıyık (Söyleşi: 8 Şubat 2007, İstanbul)
Asım Taşer, Dr. (Söyleşi: 28 Şubat 2007, İstanbul)
Ataman Yıldız (Söyleşi: 4 Mayıs 2007 - 18 Eylül 2007 26 Ekim 2007, İstanbul)
Atıf Biliközen (Söyleşi: 8 Eylül 2006, İstanbul)
Avni İman (Söyleşi: 13 Aralık 2006 - 26 Ekim 2007, İstanbul)
Aziz Refiğ (Söyleşi : 7 Şubat 2007, İstanbul)
Bayram Babacan (Söyleşi: 11 Temmuz 2007, İstanbul)
Betül Ülker (Söyleşi: 19 Ocak 2008, İstanbul)
Bülent Çorapçı (Söyleşi: 19 Şubat 2007, İstanbul)
Celal Adan (Söyleşi: 22 Ocak 2007, Ankara)
Cemil Çiçek (Yazışma: 25 Ekim 2013, Ankara)
Claus Müller (Yazışma)
Deniz Baykal (Söyleşi: 4 Aralık 2013, Ankara)
Devlet Bahçeli (Yazışma: 11 Aralık 2013, Ankara)
Deyvi Florentin (Söyleşi: 26 Aralık 2006, İstanbul)
Dilaver Devlet (Söyleşi: 9 Ocak 2007, İstanbul 21-23 Haziran 2007 - 27 Eylül 2007, Kırım)
Dirk Koedijk (Yazışma)
Doğan Besler (Söyleşi: 10 Ağustos 2006, İstanbul)
Ekrem Şevket Yücesoy (Söyleşi: 31 Ocak 2007, Ankara)
Elmas Akkuş (Söyleşi: 18 Eylül 2007, İstanbul)
Erhan Kurtulmuş (Söyleşi: 8 Şubat 2007, İstanbul)
Erol Erbaş (Söyleşi: 18 Kasım 2006, İstanbul)
Fahri Öksüz (Söyleşi: 12 Ocak 2007, Hatay)
Faik Evirgen (Söyleşi : 18 Eylül 2007, İstanbul)
Faruk Berksan (Söyleşi: 3 Mayıs 2007, İstanbul)
Faruk Dağyar (Söyleşi: 30 Kasım 2007, Antalya)
Fatih Ülker (Söyleşi: 23 Nisan 2013, İstanbul)
Fikret Evyap (Söyleşi: 4 Mayıs 2007, İstanbul)
Firuz Kanatlı (Söyleşi: 1 Şubat 2007, Eskişehir)
Fuat Çanakçı (Söyleşi: 16 Eylül 2006, Samsun)
George Wiederkehr, Dr. (Söyleşi: 10 Kasım 2006, Manisa)
Gülizar Bayraktar (Söyleşi: 2 Nisan 2011, İstanbul)
Hakan Kırımlı, Doç. Dr. (Yazışma: 28 Şubat 2013, 10 Mayıs 2013)
Haluk Mesci (Söyleşi: 7 Şubat 2007, İstanbul)
Haluk Yavuzer, Prof. Dr. (Söyleşi: 30 Aralık 2010, İstanbul)
Hasan Uğur (Söyleşi: 13 Aralık 2006, İstanbul)
Hasan Yozgat Söyleşi: (17 Mayıs 2007, İstanbul)
Hayati Kuru (Söyleşi: 8 Eylül 2006 - 5 Aralık 2006, İstanbul)
Hayri Dinçsoy (Söyleşi: 14 Mart 2007, İstanbul)
Hilmi Durmaz (Söyleşi: 9 Ağustos 2006, Ankara)
Hüseyin Güneş (Söyleşi: 5 Ağustos 2011, İstanbul)
İbrahim Avcu (Yazışma)
İbrahim Bodur (Söyleşi: 16 Haziran 2009, İstanbul)
İdris Erbaş (Söyleşi: 8 Eylül 2006, İstanbul)
İsmail Bacacı (Söyleşi: 4 Mart 2013, İstanbul)
İsmet Eldener (Söyleşi: 6 Aralık 2007, Eskişehir)
İsmet Sezgin (Söyleşi: 27 Mayıs 2013, Ankara 24 Ekim 2013, İstanbul-Yazışma: 30 Ekim 2013, Ankara)
İsmet Yüksel (Söyleşi: 27 Eylül 2007 - 6 Ağustos 2012, Kırım)
İzmir Tolga (Söyleşi: 24 Ocak 2007, İstanbul)
Kadir Çeliktürk (Söyleşi: 30 Kasım 2007, Antalya)
Kadir Güler (Söyleşi: 31 Temmuz 2007, İstanbul)
Kâmil Yazıcı (Söyleşi: 14 Ağustos 2007, İstanbul)
Kemal Şentürk (Söyleşi: 3 Kasım 2006, İzmir)
Kemal Unakıtan (Söyleşi: 9 Şubat 2008, Ankara)
Kerami Mercan (Söyleşi: 2 Temmuz 2007, Edirne / Keşan)
Korhan Tegül (Söyleşi: 3 Mayıs 2007, İstanbul)
Kurt Seyit Çalı (Söyleşi: 2 Ağustos 2011 - 6 Temmuz 2012, İstanbul)
M. Kemal Cabıoğlu (Söyleşi: 6 Aralık 2006, İstanbul)
Macit Akın Özoflu (Söyleşi: 8 Kasım 2013, İstanbul)
Mahir Şenbabaoğlu (Söyleşi: 3 Temmuz 2007, İstanbul)
Mahmut Mahir Kuşçulu (Söyleşi: 24 Ağustos 2006, İstanbul)
Mehmet Ağar (Söyleşi: 22 Ocak 2007, Ankara)
Mehmet Ali Eroğlu (Söyleşi: 25 Aralık 2006, İstanbul)
Mehmet İman (Söyleşi: 12 Aralık 2006, İstanbul)
Mehmet Kösdağ (Söyleşi: 25 Ekim 2007, İstanbul)
Mehmet Kurtuluş (Söyleşi: 1 Mart 2007, İstanbul)
Mesut Erez (Söyleşi: 18 Haziran 2007, Kütahya)
Metin Emiroğlu (Söyleşi: 18 Eylül 2007, İstanbul)
Metin Yurdagül (Söyleşi: 7 Aralık 2006, Ankara)
Mevlüt Onat (Söyleşi: 5 Aralık 2006, İstanbul)
Mike Acemyan (Söyleşi: 23 Ağustos 2006, İstanbul)
Muallâ Öner (Söyleşi: 13 Mart 2011, İstanbul)
Murat Aluç (Söyleşi: 8 Eylül 2006, İstanbul)
Murat Ülker (Söyleşi: 19 Ocak 2008 - 23 Nisan 2013 28 Eylül 2013 - 23 Ekim 2013, İstanbul)
Mustafa Acar (Söyleşi: 19 Ekim 2007, Bolu)
Mustafa Albayrak (Söyleşi: 10 Temmuz 2007, İstanbul)
Mustafa Kalaycıoğlu (Söyleşi: 4 Temmuz 2007, İstanbul)
Mustafa (Cemiloğlu) Kırımoğlu (Söyleşi: 29 Eylül 2007 6 Ağustos 2012, Kırım)
Mustafa Özel, Dr. (Söyleşi: 6 Şubat 2007 - 2 Temmuz 2007, İstanbul)
Mustafa Ülker (Söyleşi: 23 Nisan 2013, İstanbul)
Mustafa Topbaş (Söyleşi: 2 Nisan 2007, İstanbul)
Muzaffer Kösdağ (Söyleşi: 25 Ekim 2007, İstanbul)
Mümin Erkunt (Söyleşi: 16 Temmuz 2007, Ankara)
Nahit Küçük (Söyleşi: 9 Ocak 2007, İstanbul)
Nâzım Düzenli (Söyleşi: 25 Aralık 2006, İstanbul)
Necati Can (Söyleşi: 16 Nisan 2007, İstanbul)
Necati Çelik (Söyleşi: 29 Mart 2007, Ankara)
Necdet Buzbaş (Söyleşi: 20 Şubat 2007, İstanbul)
Nevzat Yalçıntaş, Prof. Dr. (Söyleşi: 25 Ekim 2007, İstanbul)
Nihat Gökyiğit (Söyleşi: 25 Aralık 2006, İstanbul)
Nihat Öner (Söyleşi: 17 Nisan 2007, İstanbul)
Orâl Turanoğlu (Söyleşi: 3 Kasım 2006, İzmir)
Orhan Ateş (Söyleşi: 3 Şubat 2007, İstanbul)
Orhan Çakırlar (Söyleşi: 9 Temmuz 2007, İstanbul)
Orhan Göker (Söyleşi: 14 Mart 2007, İstanbul)
Orhan Kayım (Söyleşi: 25 Nisan 2007, İstanbul)
Orhan Karabulut (Söyleşi: 30 Ocak 2010, İstanbul)
Orhan Özokur (Söyleşi: 23 Ağustos 2006 - 3 Mayıs 2007, İstanbul)
Osman Kartal (Söyleşi: 26 Aralık 2006, İstanbul)
Ömer Çetiner (Söyleşi: 27 - 28 Kasım 2007, Şanlıurfa)
Ömer Özokur (Söyleşi: 2 Nisan 2007, İstanbul)
Patrick Baird (Söyleşi: 14 Kasım 2006, Ankara)
Raşit Köken (Söyleşi: 28 Kasım 2006, Tekirdağ-B.Yoncalı)
Recep Tayyip Erdoğan (Yazışma: Temmuz 2013, Ankara)
Recep Toktemir (Söyleşi: 28 Kasım 2006, Tekirdağ / B.Yoncalı)
Remzi Önal (Söyleşi: 14 Mart 2007, İstanbul)
Reşat Sözen (Söyleşi: 25 Haziran 2013, İstanbul)
Rıfat Hassan (Söyleşi: 26 Aralık 2006, İstanbul)
Rıza Sepet (Söyleşi: 10 Mayıs 2007, İstanbul)
Sabahattin Zaim, Prof. Dr. (Söyleşi: 7 Mart 2007, İstanbul)
Sadettin Korkut (Söyleşi: 4 Mayıs 2007, İstanbul)
Salih Özcan (Söyleşi: 2 Şubat 2007 - 20 Şubat 2007, İstanbul)
Salih Tuğ, Prof. Dr. (Söyleşi: 25 Ocak 2007, İstanbul)
Salim Uslu (Söyleşi: 18 Ağustos 2006, Ankara)
Sami Bakanoğlu (Söyleşi: 24 Nisan 2007, İstanbul)
Sebahattin Kahyaoğlu, Dr. (Söyleşi: 18 Kasım 2006, İstanbul)
Selçuk Berksan (Söyleşi: 27 Kasım 2006 - 15 Mart 2007 19 Mart 2007 - 3 Nisan 2007 - 2 Temmuz 2012, İstanbul)
Sezgin Elmas (Söyleşi: 10 Temmuz 2007, İstanbul)
Silvio Kluzer (Söyleşi: 31 Ağustos 2009, Brüksel)
Süleyman Çelebi (Söyleşi: 17 Mayıs 2013, Ankara)
Süleyman Demirel (Söyleşi: 3 Ağustos 2006 - 23 Ekim 2013 Yazışma: 18 Ocak 2014, Ankara)
Süleyman Yalçın, Prof. Dr. (Söyleşi: 3 Şubat 2007, İstanbul)
Şaban Gülbahar (Söyleşi: 23 Ağustos 2006 25 Nisan 2007, İstanbul)
Şemsi Kopuz (Söyleşi: 25 Ekim 2007, İstanbul)
Ş̧̧ener Astan (Söyleşi: 20 Ağustos 2013, İstanbul)
Talât Özgün (Söyleşi: 1 Mayıs 2008, İzmir)
Tanıl Küçük (Söyleşi: 5 Eylül 2006, İstanbul)
Tekin Kantarcı (Söyleşi: 16 Mayıs 2007, Kayseri)
Tekin Küçükali (Söyleşi: 26 Nisan 2007, Ankara)
Tevfik Arıkan (Söyleşi: 3 Mayıs 2007, İstanbul)
Turgay Demirel (Yazışma)
Tuncay Özilhan (Söyleşi: 19 Şubat 2007, İstanbul)
Turgut Ayla (Söyleşi: 17 Nisan 2007, İstanbul)
Ümit Çelebi (Söyleşi: 11 Temmuz 2007, İstanbul)
Vitali Hakko (Söyleşi: 1 Mart 2007, İstanbul)
Vural Baylan (Söyleşi: 9 Temmuz 2007, Ankara)
Vural Bulut (Söyleşi: 3 Mayıs 2007, İstanbul)
Yahya Ülker (Söyleşi: 23 Nisan 2013, İstanbul)
Yakup Tahincioğlu (Söyleşi: 2 Nisan 2007, İstanbul)
Yılmaz Akar (Söyleşi: 7 Mart 2007, İstanbul)
Yılmaz Karadeniz (Söyleşi: 16 Aralık 2006, İstanbul)
Yurdakul Gözde (Söyleşi: 18 Mayıs 2013, Bodrum)
Yusuf Oda (Söyleşi: 8 Eylül 2006, İstanbul)
Yüksel Ertan (Söyleşi: 21 Haziran 2007, İstanbul)
Yüksel Günay (Söyleşi: 24 Ocak 2007, İstanbul)
Zeki Sözen (Yazışma)
Zeki Yıldız (Söyleşi: 18 Haziran 2007, Kütahya)
Zihni Uğurses (Söyleşi: 7 Ağustos 2006, Adana)
Ziya Yıldız (Söyleşi: 18 Haziran 2007, Kütahya)
Yayınlar
A. M. Şamsutdinov Mondros’tan Lozan’a Türkiye Ulusal Kurtuluş Savaşı Tarihi 1918-1923, Çeviren: Ataol Behramoğlu, Doğan Kitap, İstanbul, 1999
Agâh Oktay Güner, Dr., Türkiye’nin Kalkınması ve İktisadî Devlet Teşekkülleri, Damla Yayınları, İstanbul, 1978
Ahmet Davutoğlu, Prof. Dr., Stratejik Derinlik - Türkiye’nin Uluslararası Konumu, 68. Baskı, Küre Yayınları, İstanbul, 2011
Alan Fisher, Kırım Tatarları, Çeviren: Eşref B. Özbilen, Selenge Yayınları, İstanbul, 2009
Alan Parmer, 1853-1856 Kırım Savaşı ve Modern Avrupa’nın Doğuşu, Türkçesi: Meral Gaspıralı, Sabah Kitapları İstanbul, 1999.
Aleksandr Keresnki, Kerenski ve Rus İhtilâli, Çeviren: Rasih Güran, Ağaoğlu Yayınevi, İstanbul, 1967.
Ali Polat, Üç Bin Yıllık Birikim, Enes Matbaacılık, İstanbul, 2006.
Aram Andonyan, Balkan Savaşı, Çeviren: Zaven Biberyan, Aras Yayıncılık, İstanbul, 1999. Atlas Tarih Dergisi Özel Sayısı, “100. Yılında Balkan Savaşları”, Sayı: 16, 2012.
Aziz Kaylan, “Tarihimizin Unutulan Olayı Kırım Savaşı (1853-1856)”, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1975.
Boris Pasternak, Doktor Jivago, Cem Yayınevi, İstanbul, 2011.
Burhan Belge, İkinci Dünya Savaşı - Radyo Konferansları, Başnur Matbaası, Ankara, 1970.
E. H. Carr, Sovyet Rusya Tarihi, Bolşevik Devrimi 1917 - 1923, 3 Cilt, Ceviren: Orhan Suda, Metis Yayınları, İstanbul, 1979.
Emel Akal, Milli Mücadelenin Başlangıcında Mustafa Kemal, İttihat Terakki ve Bolşevizm, İletişim Yayınları, İstanbul, 2012.
Erdal Güven, “Stalin-Troçki Mücadelesi”, Atlas Tarih Dergisi, Sayı: 18, Şubat-Mart 2013.
Ernest Hemingway, İşgal İstanbul’u ve İki Dünya Savaşı’ndan Mektuplar, Türkçesi: M. Ali Kayabal, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1970.
Fahir Armaoğlu, Prof. Dr., 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1983.
Ferénc Feher - Helles Ágnes, Doğu Avrupa Devrimleri, Derleyip Çeviren: Tarık Demirkan, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1995.
Fevzi Çakmak, Batı Rumeli’yi Nasıl Kaybettik?, Yayına Hazırlayan: Ahmet Tetik, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2012.
Hayrettin Bey, Kırım Harbi, Yayına Hazırlayan: Şemsettin Kutlu, Tercüman 1001 Temel Eser, İstanbul.
Henrik Eberle-Matthias Uhl, Hitler Kitabı, Çeviren: Mustafa Tüzel, NTV Yayınları, İstanbul, 2009.
Hulûsi Turgut, Adriyatik’ten Çin Seddi’ne Avrasya ve Demirel, II. Cilt, ABC Yayınları, İstanbul, 2002. Demirel’in Dünyası, ABC Yayınları, İstanbul, 1992.
İlhan Ayverdi, Misalli Büyük Türkçe Sözlük, 3 Cilt, Kubbealtı Yayınları, İstanbul, 2006.
İlhan Bardakçı, Bir İmparatorluk Yağması - Balkan Bozgunu ve I. Dünya Harbi, 3. Baskı, Ajans-Türk Yayınları, Ankara.
İlhan Tekeli-Selim İlkin, 1929 Dünya Buhranında Türkiye’nin İktisadi Politika Arayışları, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Ankara, 1977.
İsmail Soysal, Soğuk Savaş Dönemi ve Türkiye - Olaylar Kronolojisi (1945-1975), İsis Yayımcılık, İstanbul, 1997.
İsmet İnönü, Hatıralar, 2. Kitap, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1987.
Jak Deleon, Beyoğlu’nda Beyaz Ruslar, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2003.
Kâmuran Gürün, Türk-Sovyet İlişkileri (1920-1953), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1991.
Kâzım Karabekir, Ankara’da Savaş Rüzgarları, II. Dünya Savaşı - CHP Grup Tartışmaları, Emre Yayınları, İstanbul, 1994.
Kemal Çapraz, Sürgünde Yeşeren Vatan Kırım, Turan Yayıncılık, İstanbul, 1995.
Kerem Çalışkan, 100 Yılın Rövanşı, Caretta Yayınları, İstanbul, 2012. Kütahya Lisesi 100. Yıl Albümü (1890-1990), Ekspres Matbaası, Kütahya, 1990.
Leon Troçki, Balkan Savaşları, Çeviren: Tansel Güney, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2012.
Lev Tolstoy, Sivastopol 1855, Türkçesi: E. Nermi, Gün Yayınları, İstanbul, 1966.
Liddell Hart, II. Dünya Savaşı Tarihi, 1. ve 2. Cilt, Çeviren: Kerim Bağrıaçık, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1999.
Mehmet Arif Demirer, Demokrat Parti ve Tarım, Demokrat Parti 60.Yıl Kitapları No:5, Ankara, 2006. Demokrat Parti’nin Yatırımları, Demokratlar Kulübü Yayınları, Ankara, 2006. 6 Eylül 1955 Olaylarına 50.Yılda Yeni Bakış, Demokratlar Kulübü Yayınları, Ankara, 2006.
Mehmet Maksudoğlu, Prof. Dr., Kırım Türkleri, Ensar Neşriyat, İstanbul, 2009.
Mert Toker-Ceyhun Arca, Alman’ın Mehmetçikleri, Cinius Yayınları, İstanbul, 2012.
Nadir Devlet, Prof. Dr., İsmail Gaspıralı, Başlık Yayın Grubu, İstanbul, 2011.
Necip Fazıl Kısakürek, Çile, Yapı Kredi Kültür Yayınları, İstanbul, 2005.
Olaf Caroe, Sir, Sovyet İmparatorluğu, 2 Cilt, Tercüme: Zerhan Yüksel, Tercüman 1001 Eser, İstanbul.
Onur Öymen, Silahsız Savaş, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2002.
Orlando Figes, Kırım - Son Haçlı Seferi, Çeviren: Nurettin Elhüseyni, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2012.
Ömer Sami Coşar, Troçki İstanbul’da, Kitaş Yayınları, İstanbul, 1969.
Özcan Pehlivanoğlu, Yeniden Merhaba Rumeli, Ufuk Ötesi Yayınları, İstanbul, 2008.
Philip S. Jowett, Balkan Harpleri’nde Ordular 1912-13, Çeviren: Emir Yener, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2012.
Safiye Erol, Ülker Fırtınası, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul, 2010.
Şevket Rado, Hayat Böyledir, Doğan Kardeş Yayınları, İstanbul, 1966.
Sâmiha Ayverdi, Türk-Rus Münasebetleri ve Muharebeleri, Turan Neşriyat Yurdu, İstanbul, 1970.
Serge A. Zenkovsky, Prof. Dr., Rusya’da Pan-Türkizm ve Müslümanlık, Çeviren: Prof. Dr. İzzet Kantemir, Üçdal Neşriyatı, İstanbul, 1983.
Süheyl Gürbaşkan, Bir Reklâmcı Aranıyor, İstanbul Reklâm Yayınları, İstanbul, 1980
Süleyman Demirel, Bir Ömür Suyun Peşinde, 2 Cilt, (2. Baskı) ABC Medya Ajansı Yayınları, İstanbul, 2006.
Stefan Zweig, Yıldızın Parladığı Anlar, Çeviren: Burhan Arpad, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 1997.
Stefanos Yerasimos, Türk-Sovyet İlişkileri, Ekim Devrimi’nden Milli Mücadeleye, Gözlem Yayınları, İstanbul, 1979.
Stephane Lauzanne, Balkan Acıları, Kastaş Yayınları, İstanbul, 1990.
Taha Akyol, Rumeli’ye Elveda, Doğan Kitap, İstanbul, 2013.
Yahya Sezai Tezel, Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi 1923-1950, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1994.
Yaşar Kalafat, Dr., Kırım-Kuzey Kafkasya Sosyal Antropoloji Araştırmaları, ASAM Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Yayınları, Ankara, 1999.
Yılmaz Öztuna, Rumeli Kaybımız - 93 ve Balkan Savaşları, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1990. Osmanlı Devleti Tarihi, Faisal Finans Kurumu Yayını, İstanbul, 1986.
A
Abdurrahman (Sabri Ülker’in ağabeyi) 68, 317
Abdülhamid II., Padişah 51, 56, 58-60, 107, 565, 566
Abdülmecid, Padişah 51
Ablum, Mahir 163, 641, 642
Acar, Mustafa 613, 614, 633, 717
Acıman, Eli 525
Ağca, Mehmet Ali 426
Ahmet Ziya Bey (Sabri Ülker’in dayısı) 59, 102, 125-128, 131
Akbulut, Ziyaeddin 616-617
Akın, Kenan 514, 515
Aksoy, Temel 253
Aktin, Edip 679
Akyol, Taha 683, 691, 693, 722
Akzambak, Mehmet 376
Al-Bunnia, Haj Abdul ahab 480, 715
Aleko Usta 204
Allen, Melvin C. 310, 311
Ali Haydar Efendi 222-223
Altıntak, Hüseyin 204, 595
Arın, Suat 628
Arıkan, Tevfik 633, 634, 719
Arısan, Mehmet 162
Aslan, Yusuf 377
Astan, Şener 585, 628, 629
Ataseven, Asaf 465, 466, 530, 661
Ataseven, Gülsen 465, 466
Ateş, Orhan 559, 560
Atatür, Pervin 172
Atatürk, Mustafa Kemal 107, 108, 113, 114, 123, 146, 147, 154, 158, 168, 172, 267, 314, 365, 378, 554
Avcu, İbrahim 209
Aydemir, Talat 332
Aydıner, Atilla 620
Ayvazovski, İvan 51
B
Bacacı, İsmail 418
Balcı, Şükrü 370, 394, 395, 548
Balzac, Honor± de 55
Bahçeli, Devlet 32
Barnes, Harry 301
Başar, Şükûfe Nihal 154, 223
Başaran, Mustafa 360, 361
Bayar, Celal 167, 211, 268, 332, 347
Baykal, Deniz 30
Bayraktar, Gülizar 249-251
Bayram, Mahmut 667
Benekay, Yahya 226, 228
Berker, Şinasi Nahit 349
Berkman, Münir Müeyyed 154, 158
Berksan, Betül (Asım Ülker’in kızı) 240, 290, 465-467, 669
Berksan, Faruk 116, 240, 259, 349, 351, 352, 354, 355, 357- 360, 362, 368, 369, 371, 387, 400, 405, 415, 460, 486, 487, 533, 534, 592, 602, 636, 707
Berksan, Selçuk 58, 79-81, 91, 101, 109, 116, 118, 119, 127, 139, 142, 173, 181, 200, 201, 203, 205, 240, 257-260, 262, 263, 285, 311, 314, 315, 336, 337, 350-352, 354, 359, 369, 370, 373, 376, 382, 383, 385, 387, 399, 401, 405, 415, 434, 448, 449, 484, 494, 702
Besler, Doğan 143
Besler, Fehmi 143
Besler, Sami 141, 170
Beyatlı, Yahya Kemal 122, 172, 555
Beykont, Zeki 159, 160, 162
Biliközen, tıf 362
Bodur, İbrahim 321, 323, 325
Bolak, Aydın 325
Bonaparte, Napolyon 156, 213, 301
Boran, Behice 426
Bölükbaşı, Rıza Tevfik 157
Budak, Rıdvan 418, 419, 424
Buzbaş, Necdet 403, 404, 430, 536, 538, 539
Büyük, Gürol 445
Büyükanıt, Yaşar 550
C
Cansen, Ege 463
Cengiz Han 40, 41
Ceyhun, Ekrem 689
Churchill, Winston 43, 44, 193, 301
Cibran, Halil 89, 137, 701
Cilasun, Zafer 346
Clay, Muhammed Ali 646
Commer, Robert 346
Coşkun, Ali 564
Ç
Çağlayangil, İhsan Sabri 519
Çalı, Kurt Seyit 84-86, 90, 91, 94, 110, 114, 119, 120, 185, 226-228, 231, 232
Çalı, Nuriye 231
Çakır, Erden 636
Çamlıbel, Faruk Nafiz 153
Çanakçı, Fuat 340, 341, 585, 592, 594, 679
Çanakçı, Suat 594
Çar Nikolay 107, 120
Çehov, Anton 51
Çelebi, Bünyamin 531
Çelebi, Süleyman 418-421
Çelebi, Ümit 513, 514, 521, 522, 530, 542
Çeliktürk, Kadir 601
Çetiner, Ömer 614, 615, 617
Çiçek, Cemil 19
Çiller, Tansu 554
Çizmecioğlu, Abdullah 172
Çizmecioğlu, Mustafa 172
Çorapçı, Bülent 320-322, 325, 548
D
Dağcı, Cengiz 51
Dağyar, Faruk 590, 591, 634
Damat Ferit Paşa 108
Davis, William Hersey 319
Davutoğlu, Ahmet 104, 105, 350, 412, 413, 443, 451, 661
Davutoğlu, Sare 104
Demirel, Süleyman 24, 45, 46, 175, 304, 333-335, 345, 364, 378, 417, 424-426, 428, 519, 520, 548, 554, 580, 626
Demirel, Turgay 580, 581
Denizci, Süheyl 265, 695, 697
Denktaş, Rauf 425
Devletof Süleymanoğlu, Dilaver 116, 117
Dinçsoy, Ahmet 207, 208
Dinçsoy, Hamdi 141, 353
Dinçsoy, Hayri 208
Dinçsoy, İsmet 207
Dinçerler, Vehbi 165
Doğan, Ali 571, 572, 576
Durmaz, Hilmi 539, 585, 596, 597
Duruel, Hasan 617
Düzenli, Samime 179
E
Ecevit, Bülent 346, 376-378, 384, 392, 425, 428, 519, 520, 551
Ecevit, Rahşan 520
Eczacıbaşı, Nejat 609
Ecirzade, Mustafa Avni 171
Edison, Thomas 301
Eflatun (Platon) 146, 151
El Mutavva, Abdullah 305
Elrom, Efraim 365
Emiroğlu, Metin 409, 410
Engin, Kemal 153
Erbakan, Necmettin 175, 347, 364, 365, 376, 378, 424, 519, 549, 551, 554, 618
Erbuğ, Orhan 384, 385
Erdem, Ercan 384, 385
Erdoğan, Recep Tayyip 22, 618, 619, 622, 623, 690
Erez, Mesut 163, 641
Erkunt, Mümin 338, 339
Eroğlu, Mehmet Ali 609, 611
Erim, Nihat 364, 365, 377, 519
Erol, Safiye 199, 200
Erozan, Celal Sahir 154
Ersoy, Mehmet Akif 66
Ertan, Yüksel 521-524
Esen, Fikret 214, 215
Esener, Ali Fethi 520
Eşref Sabit 154
Evren, Kenan 425, 426, 519, 520
Eyüboğlu, Bedri Rahmi 122
F
Fahreddin (Türkkan) Paşa 106
Fatih Sultan Mehmed, Padişah 41, 197
Feyzioğlu, Turhan 424, 426
G
Gamsız, Nuri 265, 695, 697
Gaspıralı, İsmail Bey 42, 43, 45
Gates, Bill 691
Gazioğlu, Şaban 321
General Wrangel 120, 124
Genç, Faruk 265
Gezmiş, Deniz 377
Goethe, Johann Wolfgang von 71, 169
Goldenberg, Emil 679
Gomez, Heinz 264
Gök, Adem 178
Gök, Süleyman 178
Gökçen, Sabiha 114
Gökbörü Kançal, Fikri 110
Gökyiğit, Nihat 313, 567
Gövsa, İbrahim Alâaddin 154, 158
Gözde, Yurdakul 422
Gül, Abdullah 15
Gülen, Fethullah 550
Gümüşpala, Ragıp 332
Günay, Yüksel 583, 584
Güneş, Hüseyin 566, 600
Güney, Eflatun Cem 151
Gürbaşkan, Süheyl 521
Gürcan, Tarık 265
Gürel, Halit 139, 144, 450
Gürsel, Cemal 332, 345
Güzelses, Celal 217
H
Hacı Bekirzade Ali Muhiddin 171
Hacı Geray Han 41
Hacı İslam Efendi (Sabri Ülker’in babası) 17, 39, 52, 53, 57-62, 64-69, 71, 73, 76, 79-81, 83, 86, 87, 89, 91-94, 96, 97, 106, 110, 113, 114- 116, 118, 119, 122, 125- 128, 131, 134, 135, 138-140, 141, 171, 185, 207, 208, 223, 230, 235-237, 239-241, 248, 255, 316, 317, 681, 711, 712
Hacı Sayid 171
Hafız Numan Efendi (Sabri Ülker’in dedesi) 61, 64, 67, 68
Hafız Rıza Bey (Sabri Ülker’in dayısı) 102
Hanife Hanım 223
Hasan Efendi (Sabri Ülker’in dedesi) 52, 55, 58, 59, 62, 681
Hassan, Rıfat 308, 309
Hatemi, Nadir 273
Hatice Gülsüm Hanım (Sabri Ülker’in babaannesi) 52, 55, 62
Haşim, Ahmet 153, 156
Hitler, Adolf 159, 184, 185, 189, 210, 214, 225, 229
Hugo, Victor 555
Humeyni, Ayetullah 426
Hz. Ali 393, 394
Hz. Muhammed 106, 137
I
Ilıcak, Kemal 514
Işık, Murat 110
İ
İbrahim, Veli 90, 91
İman, Ahmet 417
İman, Avni 220, 277, 401, 402
İman, Mehmet 238
İman, Muharrem 222, 275, 639
İman, Sabiha 116, 190, 236, 273, 275
İnam, Orhan 359
İnan, Hüseyin 377
İnönü, Erdal 554
İnönü, İsmet 114, 167, 168, 193, 194, 211, 332, 333, 347, 364, 377, 378
İnönü, Mevhibe 114
İpekçi, Abdi 426
İsmail Hakkı (Sabri Ülker’in ağabeyi) 68, 91, 317, 557
İzzet Melih 159
J
Jankoviç, Jean Paul 679
Jobs, Steve 691
Johnson, Lyndon B. 310, 345
K
Kâmil Paşa 565
Kamu, Kemalettin 154
Kanatlı, Firuz 349, 350, 683, 685, 688
Kantarcı, Hayrullah 630
Kantarcı, Tekin 630, 631
Kantarcızade Hacı Ömer 172
Karaağaçlı, Hacı Mustafaoğlu Süleyman 172
Karabulut, Orhan 179, 180, 181
Karaca, Kadri 263
Karaca, Yunis 568
Karadayı, İsmail Hakkı 557
Karadeniz, Yılmaz 224
Karataş, Ayfer 299
Karpat, Kemal 692
Kasım, Ahmet 167
Katerina (Çariçe) 45
Kaufman, Aleander 302
Keçeci, Karpiç (Juri Georges Karpovitch) 172
Kent, Muhtar 697
Kerenski, Aleksandr 107
Kırımlı, Ahmet İhsan 324
Kırımoğlu (CemiloğluԜ) Mustafa 46-48
Kısakürek, Necip Fazıl 154, 155, 677
Kibritçioğlu, Ahmet 597
Kocabıyık, Asım 533
Koç, Vehbi 172, 254, 305, 321, 603, 605, 687
Koçu, Reşat Ekrem 179
Kohen, Hayim 219, 220, 222, 224, 225, 255
Konfüçyüs 169
Koraltan, Refik 211
Koru, Naci 566
Korutürk, Fahri 376, 378, 425, 426, 519
Koryürek, Enis Behiç 154
Köprülü, Fuat 211
Kösdağ, Mehmet 130, 319
Kubayev, Memet 86, 91
Kumak, Mehmet Gafur 172
Kurt Mehmet (Sabri Ülker’in amcası) 55
Kuşçulu, Mahmut Mahir 330, 476, 477
Kuşçulu, Nuh 320, 321, 324, 327, 330, 331, 475, 476, 478
Küçükali, Tekin 406, 407, 569
L
La Bruy°re, Jean de 555
Lamartine, Alphonse de 109
Le Bon, Gustave 109
Lenin (Ulyanov), Vladimir İlyiç 79, 90, 96, 107, 122
M
Mahire (Sabri Ülker’in ablası) 61, 139, 317
Mardin, Yusuf 154
Mareşal Fevzi Çakmak 210
Marko Usta 170
Mar, Karl 90, 123
Mavituna, Abdurrahman 151, 167
Mehmet Turhan Bey 171
Melen, Ferit 378
Menderes, Adnan 211, 257, 265-268, 296, 332, 377, 522, 554
Menderes, Yüksel 377
Mercan, Kerami 607, 608
Mercan, Nedim 607
Mercan, Sami 607
Meriç, Cemil 240
Mesci, Haluk 521, 522, 525, 526
Morçay, Şükrü 496
N
Nahum, Hayim 203, 303
Nebioğlu, Kemal 380-382, 396, 417, 424
Neriman Teyze (apartman komşuları) 244
Nurettin Hoca 667
O
Oluç, Mehmet 585, 596, 598
Onnik Usta 208, 258
Orhon, Orhan Seyfi 154, 158
Ortaylı, İlber 45, 213
Osman Nuri Bey 171
Osmanoğlu, Abid 565
Ö
Öksüz, Fahri 588, 589, 679
Öner, Mualla 59, 72, 131, 199
Öner, Nihat 82, 102, 130, 132, 207
Ömer, Öner 679
Önsel, Vedat 425
Öz, Sebahattin 153
Özal, Turgut 165, 175, 327, 343, 346, 409-411, 520, 554, 689, 692
Özbek, Necip 615
Özcan, Gazanfer 447, 448
Özcan, Gönül Ülkü 447, 448
Özcan, Salih 304-307, 565, 566
Özdemir, Sadi 516, 517, 692
Özdemir, Nâzım 363
Özden, Yekta Güngör 561
Özdil, Yılmaz 683, 695, 697
Özdöner, Fazıl 615
Özel, Mustafa 144, 145, 176, 475, 522, 535
Özgü, Cemal 181
Özgü, Cemile 181
Özgün, Talât 215, 216, 218
Özhun, Kayhan 475
Özilhan, Tuncay 471-473, 475, 477, 577
Özokur, Ahmet 104, 617, 643, 660, 661, 669
Özokur (Ülker) Ahsen 36, 38, 76, 95, 97, 100-104, 118, 133, 145, 162, 166, 200, 222, 235, 237, 240-243, 246, 249- 251, 270, 275, 280, 281, 283- 285-292, 316, 354, 372, 387, 388, 462, 468, 484, 542, 645, 649, 678, 679, 681, 712
Özokur, Alanur 660
Özokur, Ayşe Senem 660
Özokur, Beyhan 660
Özokur, Kerem 660
Özokur, Nur Vera 669
Özokur, Orhan 104, 354-356, 363, 380, 381, 441, 475, 489, 491, 492, 536, 540, 575, 578, 661
Özokur, Ömer 643, 652, 653, 660
Özokur, (Davutoğlu) Sefure 104, 661, 669
Özokur, Yusuf İhsan 669
P
Page, Larry 691
Pandeli Usta 201
Pasternak, Boris 52, 77
Peker, Alptekin 680
Polatkan, Hasan 332, 554
Puşkin, Aleksandr Sergeyeviç 51
R
Rado, Şevket 269, 270, 281, 555
Rakiros, Parasko 183, 203, 205
Rasputin, Grigori 107
Recaizâde Ekrem 153
Richepin, Jean 154
Roosevelt, Franklin 43, 44
S
Sabancı, Hacı Ömer 685, 688
Sabancı, Sakıp 562, 685, 688
Sadık Rifat Paşa 692
Saharov, Andrey 47
Said Şamil 565
Sancar, Semih 426
Saracoğlu, Şükrü 177, 193, 194, 205
Sazak, Gün 519
Selışık, Selahattin 214, 215
Sepet, Rıza 594, 625, 626, 679
Seyit Ömer, (Sabri Ülker’in amcası) 55, 101
Sezer, Adem 167, 504
Sezgin, İsmet 26, 557, 558
Sıdıka Hanım (Sabri Ülker’in ablası)
Simavi, Sedat 233
Socrates 69, 316
Songar, Ayhan 564
Sökmen, Tayfur 519
Sözen, Reşat 618, 619
Sözer, Vural 521
Sultan Aziz, Padişah 692
Sultan Reşad, Padişah 87
Sunay, Cevdet 345, 364, 365, 377
Sükan, Faruk 426
Stalin, Jozef 43-45, 47, 50-52, 80, 90, 114, 122, 123, 185, 240, 288
Ş
Şahabettin, Cenap 156
Şakire Hanım, (Sabri Ülker’in annesi) 55, 61, 65, 67, 68, 76, 78, 81, 82, 91, 93, 102, 114, 125, 126, 136, 138, 171, 205, 237, 239, 240, 241, 291, 316, 317, 711, 713
Şapolyo, Enver Behnan 172
Şendal, Yusuf 172
Şentürk, Aziz 167
Şentürk, Kemal 585, 603, 605, 628
Şentürk, Namık Kemal 376
Şerif Hüseyin Paşa 106
Şeyh Şamil 565
Şişmanoğlu, Abdullah 278
T
Tağmaç, Memduh 346, 364
Tamer, Zekirriya 162
Taviloğlu, Mustafa 244
Tecer, Ahmet Kutsi 154
Tolga, İzmir 521, 522, 526-528
Topbaş, Mustafa 120
Topbaş, Sabahattin 321, 327, 328
Tosunzade, Abdurrahman 172
Troçki, Leon 66, 122-124
Tunagür, Yaşar 304
Tuncer, Kenan 170, 178
Turanoğlu, M. Uluğ 154
Turhan, Mediha 172
Tuğ, Salih 533, 534, 568
Tural, Cemal 346
Türkeş, Alparslan 210, 406, 407, 424, 519, 520, 551, 554, 592, 594
Türel, Yusuf 321
U
Uğur, Hasan 327, 328
Uğurses, Zihni 594, 596, 636, 637, 679
Ulaş, Fahrettin 321
Unakıtan, Kemal 110
Uras, Güngör 683, 689, 690, 692
Uşaklı, Ömer Bedrettin 154
Ü
Ülken, Aydın 526
Ülker, Ahmet Asım 58, 64, 68, 76, 79-82, 85, 91, 92, 99, 101, 115, 116, 118, 126-128, 131- 133, 135, 139, 141-143, 169- 179, 181-185, 197-199, 201- 205, 207, 208, 214, 221, 230, 231, 239-241, 247-249, 252- 255, 256, 258, 259, 261, 272, 303, 307, 316, 319, 320, 326, 335, 351, 352, 354, 357, 387, 397, 405, 414, 415, 417, 437, 444, 483-485, 487-489, 491, 500, 505, 522, 587, 590, 591, 593, 594, 601, 607-609, 631, 640, 662, 681, 685, 686, 699, 701, 710-713
Ülker, Ali (Ahsen Özokur’un oğlu) 83, 103, 274, 277, 293, 396, 397, 484, 533, 534, 536, 538, 539, 568, 576, 643, 646, 647, 652
Ülker, Ali (Sabri Ülker’in oğlu) 35, 36, 235, 237-239, 241, 242, 246, 269, 270-279, 292
Ülker (Ataseven), Betül 240, 290, 465-467, 669
Ülker, Fatih 643, 669, 674
Ülker, Fatma 117, 190, 652
Ülker, Güzide (İman) 76, 130, 220, 222, 235-237, 248-251, 258, 259, 269, 270, 280, 292, 316, 319, 387, 388, 401, 465- 467, 469, 551, 591, 617, 645, 670, 675, 677, 678, 682, 712, 713
Ülker, İbrahim 652
Ülker, Meryem 652
Ülker, Murat 36, 38, 59, 60, 62, 69, 109, 111, 113, 115, 118, 165, 213, 219, 240, 245-248, 253, 255, 271, 276, 280, 292, 300, 344, 373, 375, 387, 395, 398, 418-420, 424, 437, 440, 442-444, 456, 462, 466, 469, 489, 491, 492, 503, 532, 535, 536, 539-544, 547, 556, 557, 559, 570, 575, 605, 645, 669, 673, 692, 699, 701, 704, 707, 710, 713
Ülker, Mustafa 643, 669, 670, 673
Ülker, Rahmi 217
Ülker, Yahya 618, 643, 669, 670, 677
Ülker, Zehra 174, 230
Ülker, Zeynep 652
Ülkücü, Aydın 437
Ürgüplü, Suat Hayri 333, 377
V
Vahideddin, Padişah 107
W
Wiederkehr, George 475, 479
Y
Yalçın, Süleyman 564
Yalçıntaş, Nevzat 120, 129, 130, 142, 555, 562, 563
Yaramanoğlu, Hüdai 447, 661
Yavuzer, Haluk 270, 433-435, 441, 443
Yazıcı, Kâmil 327-329, 472
Yazıcı, Osman 475
Yelmen, Hasan 326
Yener, Faruk 265
Yıldız, Ziya 164, 166, 341, 342, 639
Yılmaz, Mesut 554
Yozgat, Hasan 343, 595, 679
Yöntem, Ali Canip 154
Yusuf Ziya 153, 171
Yusuf Ziya Bey (şekerci) 171
Yurdagül, Metin 38, 499, 500, 501, 509, 510, 512, 514, 567
Yurdakul, Mehmet Emin 210
Yurdoğlu, Lebit Fehmi 154
Yüceses, Fethi 192
Yüceses, Hamiyet 178, 192
Yücesoy, Ekrem Şevket 560, 561
Yüksel, İsmet 51
Z
Zaim, Sabahattin 321
Zorlu, Fatin Rüştü 332, 554
Zweig, Stefan 197