Lise müdürü, Ahmet Davutoğlu ile beni okuldan uzaklaştırmak istedi
Prof. Dr. Haluk Yavuzer’in anlatımıyla, “etrafına daima pozitif enerji yayan” Sabri Ülker’in, acaba oğlu Murat Ülker’le ilişkileri nasıldı? Bu ve benzer soruların cevabını Murat Ülker’den aldık. Oğul Ülker, babasını anlatmaya başlarken, ilk sözü ne oldu biliyor musunuz?
“Babamı üzersem, dünya adeta başıma yıkılırdı.” Sonra, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Babam, hem annemin, hem de bizim üstümüze titrerdi.”
“Her şart ve ortamda nezaketini korurdu.”
“Önemli konularda karar alırken, ailesine danışırdı...”
Murat Ülker’e, çocukluk ve gençlik yıllarından itibaren ailesiyle birlikte yaşadığı günleri sorduk. Anılar dağarcığında bazen gülümseten, bazen düşündüren anekdotlarla karşılaştık.
Lise yıllarında, delikanlılık çağını dolu dolu yaşarken, arkadaşı Ahmet Davutoğlu’yla birlikte okul yönetiminin nasıl hedefi haline geldiğini öğrendik. Çalışma hayatında ise, ilk işinin fotokopicilik olduğu bilgisine ulaştık. Şimdi, buyurunuz söyleşimize:
Hulusi Turgut - Çocukluk yıllarınızda babanızla güreş tuttuğunuzu, ama her seerinde yenildiğinizi öğrenmiştik. Ayrıca, amcanız Asım Beylerin evindeki avizeyi sallamak için üst kattaki evinizin salonunda zıpladığınızı da işitmiştik. Çocukluk dönemindeki o hareketliliğiniz, daha sonraki yıllarda da sürdü mü?
Murat Ülker - Öğrenciliğimin ilk yıllarını yaşarken, babamın dönemi ile benim dönemim mukayese edilirdi. Yani, hep onları dinleyerek okula gidip gelmeye başladım.
Babam, ortaokul ve liseyi parasız yatılı okumuş. Bütün notları da, “aliyy-ül âlâ...” Yani, adeta yıldızlı pekiyi. Babam, bu öğrencilik döneminde sadece bir defa kırık not almış. Bu notu veren hoca, okula yeni atanmış, babam gibi tüm öğrenciler de kırık not almış. Duruma çok üzülen babam, bu anısını bize her vesileyle sürekli anlatırdı.
Babamın öğrenciliği sırasında hazırladığı haritalarını ve ödev defterlerini gördüm. Her biri adeta matbaa baskısından çıkmış gibiydi. Hiçbir hata yoktu. Silinti, kazıntı, leke asla söz konusu değildi.
Babam ilkokula giderken, malum, harp yılları, yokluk yılları... Bir yıl boyunca notlarını deftere kurşunkalemle yazar, yaz tatilinde o defteri silgiyle temizleyip, ertesi yıl tekrar kullanırlarmış. O yılları anlatırken, “Oğlum, biz, kıtlık ve yokluk içinde okuduk. Bir güvencemiz de yoktu. Çalışmaya, başarmaya mecburduk. Sana tavsiyem, derslerini öğrenmendir. Bu dersler, boşuna değil, ileride lazım olacak” derdi.
Tabii, babamın anlattıklarından ders çıkarmam gerekirdi. Fakat, buna rağmen, “Ben, coğrafyayı sevmiyorum, çalışmayaca- ğım, bu dersten kötü not alacağım” dedim.
Babam, bu ani tavrımı sükûnetle karşıladı. Oturdu, bana coğrafyayı anlattı. Coğrafyaya bir bakış açısı getirdi. Yani, coğrafya dersine nasıl kolay çalışılabilir, nasıl kolay cevap verilebilir, bunların yöntemini öğretti.
Babam, bizi zaman zaman ailece seyahatlere götürürken, çevrenin arazi yapısını, coğrafi şartlarını anlatırdı.
İzmir’e giderken, tarlalardaki ürünleri izah eder, “Ege Bölgesi’nde bunlar yetişiyor” derdi.
Babamın anlatımından sonra, coğrafya dersini çok sevmeye başladım.
“Yabancılarla Kıbrıs’ı tartışırken Almanca öğrendim”
Yurtdışına ilk defa 1968’de, henüz ilkokul öğrencisiyken ailemle birlikte çıktım. Bu, büyük bir Avrupa turuydu. Mayıs ayının sonunda başlayan bu seyahatimiz sırasında, okullar henüz tatile girmemişti. Onun için okul idaresinden bir hafta, on günlük bir izin aldık. Hatırladığım kadarıyla dördüncü sınıftaydım. Hocam, bir şartla izin vermişti: “Gördüklerini her gün bir deftere yazacaksın. Önümüzdeki yıl getirip, arkadaşlarına okuyacaksın.”
O yıllarda dünyanın en büyük havayolu şirketlerinden biri Pan-American’dı. Seyahate, bu şirketin uçağıyla başladık. Uçağa, Beyti’den şiş kebap geldi, onu yedik. Pek çok Avrupa şehrini gezdik. İsviçre, İtalya ve İngiltere’ye gittik. Roma’da, Opera Oteli’nde kaldık. O yıl, tüm Avrupa’da işçi ve öğrenci olayları çok yaygındı. Otelin penceresinden, Roma’daki olayları canlı olarak seyrettik.
Ailemle gittiğim bu yurtdışı seyahatinden sonra bir defa da İsviçre’deki yaz okuluna gönderdiler. Henüz 14 yaşındaydım. Kırım’daki bir komşularının oğlu veya torunu olan Gürol Büyük’ü bulduk. Kendisi, İsviçre’de doktor olmuş. Beni, Dr. Gürol Bey’e emanet ettiler. Gürol Bey de Davos’taki yaz okuluna gönderdi.
İlk defa tek başına evimizden başka bir diyara gidiyordum. Bu, aynı zamanda bir yurtdışıydı. Sanki askerlik yapıyordum.
Orada, Ermeni ve Rum öğrenciler vardı. Onlarla, Kıbrıs davasını konuşur ve tartışırdık. Tartışmalarımız yarım gün sürerdi. Bir ay kaldım. Bu süre içinde herkesle rahat bir şekilde Almanca konuşmaya başladım. Türkçe konuşmayı adeta unuttum.
Yaz okulundaki hocalar da “Bunların, derse ihtiyacı yok. Zaten öğrenmeye geldikleri dili çok iyi konuşuyorlar” derdi. Kısacası, Kıbrıs meselesi, bana ikinci bir yabancı dil kazandırdı.
“Camlı kapıyı yumruklayınca elim kesildi”
Henüz 14 yaşındayken tek başınıza Avrupa’ya gitmekten korkmadınız mı? Ne dersiniz, bunun bir macera olabileceğini de düşündünüz mü?
Babamın beni İsviçre’ye yalnız başıma göndermesi, büyük bir cesaret işiydi. Çünkü benim ve ablamın üstüne titriyordu. Anlıyorum ki, bizi hayata alıştırmak istemiş. Toplum içine çıkmadan önce, birisi bana yan baksa veya bir şey söylese, hani “muhallebi çocuğu” derler ya, öyle küsen, kırılan bir çocuktum. İsviçre’deki yaz okulundan sonra, o tabiatımdan hiç eser kalmadı.
Davos’a gittiğim yıl, ablam Orhan Bey’le (Özokur) evlenmişti. Onlar da balayına Davos’a gittiler. Herhalde hem benim okulum, hem de ablamların balayı, bir plan dahilinde programlanmıştı.
Ben Davos’a gitmeden önce, onlar gidip döndüler. Seyahat dönüşü, gideceğim yaz okulu için gerekli olan kıyafetlerin listesini getirmişlerdi. Ayrıca, hediye olarak bir de İsviçre dağcı ayakkabısı...
Yine o yeniyetme dönemimde bir pazar günü Göztepe’deki evimizin bahçesinde oturuyorduk. Yağmur yağmaya başladı. Babam bana, “Şapka al” dedi. Eve gittim, şapkayı alacağım. Delikanlılık psikolojisi içinde evin kapısına bir yumruk attım; yumruğum, kapının camından içeri girdi. Elim kesildi, her taraf kan revan oldu. Beni, hemen arabayla önce yakınımızdaki nöbetçi bir eczaneye, oradan da hastaneye götürdüler. Hastanede, yarama dikiş attılar. Her nedense, bu operasyon sırasında uyuşturucu bir ilaç kullanmadılar. Yani bağırta bağırta yaramı diktiler. Babam buna, kendisi sebep olmuş gibi çok üzüldü. Oysa, müsebbibi (sebep olan) bendim.
“Babamın teşvikiyle ‘Tarzanca konuşmaya’ başladım”
Küçük yaşta, tek başınıza yurtdışına çıkınca, dil sorunu yaşamadınız mı?
Yurtdışına dil bakımından çekinmeden gittim. Çünkü babam, bana ilk yurtdışı seyahatinde, “Oğlum, çekinme konuş” demişti. Babamın bu uyarısı karşısında, “Baba, yanlış bir tavsiyede bulunuyorsun, yabancı kelimeleri yerli yerinde konuşmazsam, ayıp olmaz mı?” deyince, “Bu adamlara bir daha nerede rastlayacaksın? Sen konuş, dilin çözülsün” tavsiyesinde bulunmuştu. Ben de ondan cesaret aldım. “Tarzanca” konuşmaya başladım. Nereden nereye, Tarzanca konuştuğum o yabancılarla daha sonra iş yapmaya başlayacaktık. İleriki yıllarda babam seyahatlere giderken, beni de yanına aldı. Bu sırada görevim, tercümanlıktı.
Bir başka çocukluk anımı daha anlatmak istiyorum. Babam, iş için gittiği Ankara seyahatlerinden dönerken, beraberinde sürekli antepfıstığı getirirdi. O yıllarda antepfıstığının halk arasında adı “şamfıstığı” idi.
Okullar bitti, iş hayatına atıldık. Ankara’ya gidip gelmeye başladık. O zaman baktım, Ankara’nın şamfıstığıyla bir ortak yanı yok. Babama, “Niçin Ankara’dan her seferinde şamfıstığı getirirdiniz?” diye sormuştum. Babam da bana şu cevabı vermişti: “Oğlum, havaalanında bunu satıyorlardı. Ben de elim boş gelmeyeyim diye size şamfıstığı getirirdim.”
Öğrencilik yıllarımda resim yapma becerim de yoktu. “Bana resim lazım değil” derdim. Bunun üzerine babam, Yüksel Bey adında bir resim hocası tuttu. Hoca, işyerinde, babamın toplantı odasına haftada birkaç defa gelip gitmeye başladı. Resim hocamız, aynı zamanda Ülker’in grafiklerini de yapıyordu. Aldığım bu ders sayesinde, cisimlerin resimlerini başarıyla yapmaya başladım.
Şimdi hatırlıyorum; hoca, kapalı bir kapının arkasına gelişigüzel ceket asmıştı, o ceketin resmini bütün kıvrımlarıyla yaptım. Sonuçta, ortaya çıkan çalışmaya, kendim de şaştım.
Ressam Yüksel Bey sayesinde, mühendis olmadığım halde, makine parçası çizme becerisi de kazandım. İşte o gün bugün, kalemi elime almaktan hiç çekinmem.
“Babam, sosyalleşmem için beni tiyatroya gönderirdi”
Öğrencilik yıllarınızda, sinema veya tiyatro merakınız yok muydu?
Babam, sosyalleşmem için her şeyi düşünür ve planlardı. Bu sosyalleşme kapsamında tiyatroya gitmemi de gerekli gören babam, Hüdai Yaramanoğlu isimli bir sınıf arkadaşından yardım istemişti. Hüdai Bey, Ülker Grubu’nun satıcılarındandı. Astım hastasıydı. Bir zamanlar tiyatro senaryoları da yazmış olan Hüdai Yaramanoğlu, sahnelerde de rol almış.
Babam, tiyatroya gitmem konusunda Hüdai Bey’den yardım istedi. Olumlu cevap alınca, beni bu arkadaşının refakatinde tiyatroya göndermeye başladı. Hüdai Bey’le tiyatroya gittiğim zaman kendisiyle kulislere de girme fırsatı bulur, bu sayede sahne sanatçılarını yakinen görebilirdim.
Bilindiği gibi, tiyatro sanatçıları, oyunlar sırasında zaman zaman doğaçlama roller de sergilerler. İşte böyle bir sahneyi, Gazanfer Özcan-Gönül Ülkü Tiyatrosu’nda yaşadım. Bu çift, sahnede oyunlarını sergilerken, bir anda Gazanfer Özcan, senaryo dışına çıkarak, şunları söylemişti:
“Hanım, akşam Hüdai’ler yemeğe geleceklermiş.”
Gönül Ülkü, eşinin vermiş olduğu bu mesajı hemen alıp, salondaki izleyicilere bakmaya başladı. İşte tam o anda Hüdai Bey’i görür görmez ona selam verdi.
“Dış seyahatlerde yiyeceklerimizi de yanımıza alırdık”
Yabancı dil öğrendikten sonra, babanızın dış seyahatlerine zaman zaman tercüman olarak katıldığınızı söylediniz. Bu seyahatlerinizin ilginç yönleri nelerdi? Ülkemizde döviz darboğazının yaşandığı bir dönemde gerçekleşen bu seyahatlerde gönlünüzce alışveriş yapabilir miydiniz?
Hayır, yapamazdık. Hatta yiyecek erzakımızı dahi beraberimizde götürürdük. Bildiğiniz gibi, o yıllarda döviz darboğazı olduğundan her yolcu yurtdışına çıkarken, beraberinde sınırlı bir miktarda döviz götürebiliyordu. Dolayısıyla, yurtdışına çıkan her Türk vatandaşı dövizini ölçülü harcamak mecburiyetindeydi.
Bu arada, beraberinde yasadışı şekilde fazladan döviz götüren de yok değildi. Ayrıca, bazı insanlar yurtdışındaki dostlarından borç döviz alır, karşılığını Türkiye’de belirli bir adrese Türk Lirası olarak öderdi. Ama babam, bu gibi yollara hiç başvurmazdı.
Babamla birlikte sınırlı dövizle yola çıkarken, rahmetli halam Sıdıka Hanım, bize kavurmadan böreğe kadar çeşit çeşit yemek hazırlardı.
Bu yemekleri, Alman gümrükçüler elimizden almasın diye özel şekilde ambalajlar, hediye paketi süsü verir, üzerine de hayali isimler yazardık. İşte bu paketlerin içinde kavurma ve böreğin yanı sıra, sucuk ve konserve kutuları da olurdu.
Yurtdışı seyahatlerimiz sırasında dövizimizi tasarruflu bir şekilde harcama kapsamında titiz davranır, şehir içi ulaşımları sırasında taksi yerine, otobüs ve tramvayları tercih ederdik.
Avrupa’da bir şehre gidince ilk işimiz tramvay tarifesini öğrenmek olurdu. Velhasıl, Avrupa’da toplu taşıma araçlarının kullanılışı ve hatlarını bilirim. Ama Türkiye’deki tramvay ve otobüs hatlarını doğrusu bilmem.
Akşam olunca, babam ve Selçuk Ağabeyim’le birlikte yiyecek paketlerini açar, karnımızı doyururduk. Yemek biter, sıra bulaşık yıkamaya gelirdi. Ancak, yaşım küçük olduğu için o işten hiç anlamazdım. Sonra “Bulaşığı kim yıkayacak?” muhabbeti, çöp çekmeyle sonuçlanır, Selçuk Ağabey, hep yanlış çöp çekerdi. Çöp, doğru da, yanlış da çekilse, Selçuk Ağabey, babamın bulaşık yıkamasına meydan vermezdi.
“Babam, arabalı seyahatlerde çok güzel şarkı söylerdi”
Anlaşılan, yurtdışı seyahatlerinde epey sıkıntı çekmişsiniz. Herhalde bunun acısını, yine babanızla yaptığınız yurtiçi seyahatlerinde çıkarmışsınızdır? Babanızın arabalı seyahatlerde söylediği güzel şarkıları da anlatır mısınız?
Evet, yurtdışı seyahatlerimizde, sınırlı paralarla kısıtlı hareket ederdik. Ancak, ülkemizdeki bolluk ve rahatlık sayesinde, seyahatler daha bir güzel geçerdi.
Babamın yurtiçi seyahatlerinden bir örnek vermek istiyorum. İzmir’in havası mutedil olduğu için, babam bu güzel kentimize her gidişinde huzur duyar, Ege seyahatleri sırasında çoğu zaman beni de yanına alırdı.
Yaz aylarında ailece tatile giderken, babam arabayı 140 kilometre hızla kullanırdı. İfade ettiğiniz gibi, sesi de çok güzeldi; yolda giderken güzel şarkılar, türküler söylerdi. Biz de dinlerdik.
Bu gibi seyahatlerde yalnız kalmamam için kimi zaman akrabalarımızdan bir erkek çocuğunu da beraberimizde götürürdük. Seyahatler, adeta bir kültür gezisi gibiydi. Babam, hem çevreyi hem gittiğimiz memleketleri anlatır, konuşmalarını çok güzel hikâyelerle süslerdi.
Babanızla yurtiçi ve yurtdışı seyahatlerinin dışında, müştereken neler yapardınız? Baba-oğul, Istanbul’da nerelere giderdiniz? Mesela, terzisi veya berberine sizi de müşteri yaptı mı?
Babam, giyimi, kuşamı ve tıraşı ile çok bakımlıydı. Belli bir yaşa geldikten sonra, berberine beni de götürmeye başladı. Genelde tarifesi ucuz, ama usta berberleri vardı. Dedikodu yapmayan, fazla konuşmayan berberleri tercih ederdi. Çünkü bazı berberlerden, “Çok konuşuyorlar” diye şikâyetçi olurdu. Bunun yanı sıra, berberler için şu tespitleri de vardı:
“Berberlerin işi çok zor. Elleriyle çalışıyorlar. Bunların bir güvencesi de yok. Adam hasta oluverse, ne olacak?”
Babam, zengin ve güzel giyinirdi. Yani zenginlikten kastım, 450 elbisesi üzerine yapışmaz, rahat, dökümlü dururdu. Kravat ve gömlek seçiminde de çok titizdi. Saçları kıvırcık olduğu için, onları sabah erkenden ıslatıp tarar, yatışsın diye evden çıkmadan bir de takke giyerdi. Ben çocukluğumda ve ilkgençlik çağımda saçımı taramazdım. Babam, o konuda da dikkatimi çekerdi.
“Babamı üzünce, dünya adeta başıma yıkılırdı”
Erkek evlatlar, yetişme çağında zaman zaman babalarıyla çatışırlar. Siz, böyle bir dönem yaşadınız mı?
Öncelikle şunu belirtmek istiyorum; babam çok nazikti. Bana bir defa olsun kızdığını hatırlamıyorum.
Delikanlılık dönemimin başlarında, astığım astık, kestiğim kestik havası içindeydim biraz. Annem, bu durumum karşısında bana, “Oğlum, söz dinle, şöyle yap, böyle yapma!” şeklinde nasihatte bulunurdu. Taleplerim karşısında da, “Akşam babana söylersin” derdi. Benim, anneme cevabım ise, “Hayır, bunu babama söylemem” şeklinde olurdu. Çünkü babamın, beni ikna edeceğini bilirdim.
Bu halimin, bir başka ifadeyle “asi tavrımın” iki gün sürmesini isterdim. Hal böyleyken, babamın kaşı kalksa veya annem, “Baban, bu tavrına üzüldü” dese, işte o zaman dünya adeta başıma yıkılırdı.
Rahmetli dedem de, “Çocuk, çocukluğunu yapacak, ama dur deyince duracak” dermiş. Biz, işte öyle yetiştik. “Dur” denilince, dururduk.
Babamın fevkalade bir ikna kabiliyeti vardı. Bunu, çok nazik bir şekilde yapardı.
“Bana öyle yüksek notlar getirmene gerek yok. Senin bunları öğrenmen yeterli, ama öğrenince zaten iyi not alırsın” derdi. “Öğrenmeyeceğim” dediğimde de, niçin yüksek notlar getirmem gerektiğini izah ederdi.
Ortaokul ve lise yıllarım çok hareketli geçti. İstanbul Erkek Lisesi’nde ortaöğretimimi sürdürdüm. Babamın Bilecik Ortaokulu’ndaki müdürü Halit Gürel benim velimdi.
Babam, ortaokul ve liseyi parasız yatılı olarak okumuş. Halit Bey de, babamın öğrenim gördüğü 1934-1938 yılları arasında Bilecik Ortaokulu’nun müdürüymüş.
Gel zaman git zaman, Halit Bey emekli olmuş ve İstanbul’a yerleşmiş. Babamın, eski müdürü ile münasebetleri ise hiç kesilmemiş. Ortaokula giderken, babam Halit Bey’den benim velim olmasını rica etmiş. O da seve seve kabul etmiş.
Halit Bey, zaman zaman okula gelir, benimle ilgilenirdi. Öyle zannediyorum ki, okul idaresinden de benim durumumu izlerdi...
“Ahmet Bey’le beni, okuldan uzaklaştırmak istediler”
Doğrusu, şimdi ortaokul yıllarınızı merak etmeye başladım. Sayın Ahmet Davutoğlu ile çocukluk ve gençlik arkadaşı olduğunuzu da biliyorum. Kendisi ile aynı sınıfta mı okudunuz?
Evet, Ahmet Bey’le aynı sınıftaydık. Okulumuzda, zaman zaman olaylar çıkıyordu. Olayları çıkaranlar da iki ayrı grup oluşturmuştu. Ahmet Bey’le biz, aynı grupta yer alırdık. Boykota benzer olaylar olurdu. Okul idaresi bu durumdan çok tedirgindi.
Öğrenciler arasındaki bu gruplaşma, okul yönetiminde tedirginlik yarattı. Yöneticilerimiz, öğrenciler arasındaki olayları önlemek için çareler aramış, daha sonra “Gruplardan birini bertaraf edelim” kararı alınmış. İşte bu nedenle, velim olan Halit Hoca’yı da okula çağırıp, beni şikâyet etmişler.
Okul yönetimi, olayların elebaşı olarak Ahmet Bey ile beni görmüş. Hatta o kadar ki, “Bu iki öğrenciyi okuldan atarsak, olaylar yatışır” demişler. Bu anlattığım olaylar, İstanbul Erkek Lisesi’nin son sınıfında meydana geliyordu.
Velim Halit Hoca, aynı zamanda İstanbul Erkek Lisesi Okul Aile Birliği yönetiminde de görev almıştı. Okul idaresinin bizi suçlaması üzerine, deneyimli eğitimci Halit Hoca, “Peki, bu öğrencilerin ders durumuna ve notlarına bir bakalım” demiş. Öyle ya, olay çıkaran, derse devam etmez, dolayısıyla notları da kötüdür
Halit Hoca’nın bu teklifi üzerine, okul idaresi notlarımıza bakmış, Ahmet Bey’in her dönemde “takdir”i, benim de bazen “takdir”im, ama sürekli “teşekkür”üm var. Tabii bu manzara karşısında iş değişmiş. Bizleri, okuldan uzaklaştıracak halleri de yok. Ne yapalım, ne edelim demişler, Ahmet Bey’in babası ile babamı okula çağırmaya karar vermişler
Babam ile Ahmet Davutoğlu’nun babası da okula gelmiş. Lise müdürü, kendilerine aynen şunları söylemiş:
“Biz, çocuklarınızı bu okuldan mezun edeceğiz. Diplomalarını vereceğiz. Derslerinde çok başarılılar. Onların mutlaka iyi bir üniversiteye girmeleri lazım. Ama lütfen, çocuklarınızı okuldan alın, evde oturup, çalışsınlar, kursa gitsinler, üniversiteye hazırlansınlar. Ben, bu çocukları her şart altında mezun edeceğim.”
Demek ki, lise müdürü size zorunlu izin veriyor? “Okula gelmesinler, buralarda görünmesinler, zaten ben kendilerini mezun edeceğim” diyor. Okula devam mecburiyetiniz kalmadığına göre, siz, bu karara sevindiniz mi?
Hayır, sevinmedik. Okul müdürünün, babalarımıza yapmış olduğu bu teklife rağmen, Ahmet Bey de, ben de okula devam etme konusunda ısrarlı olduk. Her gün muntazaman okula gittik. Bu arada, babalarımız da, “Nasıl bilirseniz, öyle yapın” dediler. Bir bakıma, bize destek oldular. Biz, haksız durumda değildik. Çünkü olayları çıkaran bazı gruplara karşı tavır alıyorduk.
O dönem, öğrenciler arasında hem “Kürtçülük” hem de “solculuk” cereyanları vardı. Bu cereyanların içinde olan çocuklarla çatışıyorduk, ama hepsi bizim arkadaşımızdı. O grupların içinde bugün hâlâ görüştüğümüz kişiler var. Bunlardan biri, Peyami’dir. Aradan yıllar geçtikten sonra, Peyami bana, “O gün seni görseydim, vuracaktım” demişti. Çünkü o günün atmosferi öyleydi. Bu olaylar sırasında, bir arkadaşımızı da maalesef kaybettik.
Karşıt grup, sürekli dersleri boykot eder, forum düzenlerdi. Onların yapmış olduğu forum, bakınız nasıl bir şeydi?
Karşıt gruptakiler, “Biz konuşalım, herkes bizi dinlesin” derlerdi. Anlattıkları bir şey de yoktu. Yanlışlarını görür, “Yapmayın” derdik, onun üzerine patırtı çıkardı. Aslında kimse kimseyi dövmezdi, ama dersler de kaynardı. Tabii bu olaylar karşısında, okul müdürünün başı ağrıyordu. Müdür bey, ısrarla bizim okuldan uzaklaşmamızı istiyor, “Onlar giderse, ben forum düzenleyenleri idare ederim” diyordu.
“Okuldan kaçıp, bilardo salonuna gidince ceza aldık”
Öyle anlaşılıyor ki, okulda sürekli ders çalışı, bir de ideoloik kutulaşmanın içine girmişsiniz. Hiç okuldan kaçtığınız olmadı mı?
Olmaz mı... Lisedeki olaylar anlatmakla bitmez. Bir gün, birbirimize uyduk, okulu terk ettik. Hocalardan birinin derse gelmeyeceği şayiası üzerine arka duvardan atlayarak kaçtık. Hoca gelmiş, sınıfta hiç kimseyi bulamamış. Biz, doğruca Beyazıt Beyaz Saray’daki bilardo salonuna gittik. Okul idaresi, dersten firar eden öğrencilere ceza vermeye kalktı, fakat bütün öğrenciler firardaydı. Sonra hepimize, “dikkat çekme” cezası verdiler. O, ne demek bilmiyoruz.
Birkaç gün sonra okuldan eve bir kâğıt geldi, babam “Oğlum, bu nedir?” diye sordu. Baktım, “Baba, herhalde dikkatimi çekiyorlar. Kötü bir şey olsa, ceza verirlerdi” dedim. Babam da işin üstüne gitmedi, öyle geçiştirdik.
Dedim ya, öğrencilik yıllarımda olaylar bitmiyor. Bir gün gençlik hevesiyle sigara içtim, sonra eve geldim. Annem, “Oğlum, arkadaşların galiba çok sigara içiyor” dedi. Ben de bunun üzerine, “Anne, ben de bir tane içtim” diyecek oldum, o sırada içerden babamın sesi geldi. “Hanım, hanım, benim oğlum salak mı ki sigara içsin?” dedi. Babamın sesini işitince şaşırdım, çünkü fabrikadan gelinecek saat değildi. Ne vesileyle bilmiyorum, eve erken gelmişti.
Okulumuzda, Muazzez Hanım isminde bir de müdür yardımcısı vardı. Kendisi, hatırladığım kadarıyla tarih öğretmeniydi. İstanbul Erkek Lisesi’nden mezun olurken, Muazzez Hanım benden yeni çekilmiş vesikalık bir fotoğraf istedi. Çünkü dosyamda, yıllar önce okula kaydolurken çekilmiş fotoğrafım varmış. “Bu fotoğrafla, diploma tanzim edemem” dedi. Ben ise fotoğraf çektirmekten hoşlanmıyordum.
Muazzez Hanım’ın ikinci isteği ise, babamın okula gelip, kendileriyle görüşmesiydi. Daha önce de ifade ettiğim gibi, Halit Bey velim olduğu için, babam okula gelmiyordu.
Yeni fotoğrafı çektirip verdim, ama doğrusu Muazzez Hanım’ın isteği üzerine babamın okula gelip gelmediğini hatırlamıyorum.
“Babam bana, uygulamalı hayat dersi vermiş”
Öğrencilik yıllarınızda babanızdan hiç hayat dersi almadınız mı? Seyahatler sırasında sadece gezdiğiniz yörelerle ilgili coğrafi bilgilerle mi yetindiniz?
Babamın bana hiç hayat dersi vermediğini sanıyordum. Yaşadıkça gördüm ki, anlattığı şeylerin her biri hayat dersiymiş. Bir başka ifadeyle, uygulamalı ders almışım.
Gençlik yıllarımda babam, ufaktan ufaktan beni bazı işlere yönlendirmişti. Hiç unutmuyorum, bazen “Şu özellikleri olan bir ev veya arsa bak, alalım” derdi. Ben de o işler üzerinde yoğunlaşırdım. Bir gün, “Bana, bir araba al” dedi. Bunu söylediği sırada, kullanmakta olduğu Mercedes bir arabası vardı. Aslında onu da benim vasıtamla almıştı.
O yıllarda Mercedes arabalar, 3-3,5 milyon TL civarındaydı. Ama kullanmakta olduğu arabayı 2 küsur milyona almıştı. Bu arabayı Sabri Bey’e danışmadan, kendisinin bir tanıdığına sattım. Arabayı alan kişi, fabrikaya geldi, direksiyona geçti ve yol almaya başladı. O sırada, babam da başka bir yerden fabrikaya gelmiş. Bu durumu gördü, “Benim arabam nereye gidiyor?” dedi. “Çok iyi bir fiyata sattım” dedim. Tavır koydu, “Olur mu böyle şey? Çabuk al gel arabamı” dedi. Hemen arabanın peşinden gittim, alıcıya durumu izah ettim; anlayışla karşıladı ve arabayı geri aldık.
İşte bu da, benim için uygulamalı bir ders oldu. Şunu ifade etmek istiyorum; babamın bu arabasını niçin sattım? Çünkü çok eskimişti. Yenisini alabilmem için, eskisini elden çıkarmam gerekiyordu.
“Babam, önce doktorluk, sonra mühendislik önerdi”
Öğrencilik yıllarınızda geleceğe yönelik ne gibi hayalleriniz vardı? Bir dönem doktorluk ve mühendislik çok revaçtaydı. Çocuklar gelecek hayali kurarken, bu mesleklerden birini seçerlerdi. Belki de babanızın işine heves etmişsinizdir.
Babama çocukken, “Neden bisküvici oldun?” diye sormuştum. “Perşembe Pazarı’nda hırdavatçı olacak paramız yoktu da ondan” cevabını vermişti. Tabii, babamların işe başladığı dönemlerde Karaköy, Perşembe Pazarı’nda dükkân sahibi olmak, bir ayrıcalıkmış. Yani fabrika sahibi olmaktan iyiymiş.
Annemin babası, yani dedem Muharrem Efendi ise, Tahtakale’de hırdavatçıydı. Orayı hatırlıyorum. Dedemin dükkânına gittim, gördüm. Kısa bir süre Tahtakaleliğim de oldu. Babam, “Git, gör” demişti. Aslında babam, bana hiç doğrudan doğruya “İşe gel, çalış” demedi. Kendim gittim.
Merak ettiğim her konuyla öğrencilik yıllarımda da ilgilenmiştim. Mesela, ortaöğretimde iken laboratuvara girer, kimya deneyleri yapardım. Aynı şekilde, fizik alanında manyetik deneylere de kafa yordum. Con Ahmet makinesini ben de icat etmiştim.
Yaz tatillerinde fabrikaya gider, bütün şirketlerin muhasebe 455 analizlerini yapardım. Bunlar, finansal analizlerdi. İlerleyen yıllarda bilgisayarla uğraşmaya başladım. RPG ve Fortran kurslarına gittim. “IBM Programcısı” unvanı aldım, program yazdım, şirkette uyguladım. Bütün bu anlattıklarımı hobi olarak yaptım. Sabri Bey, hiçbirisine “Git, yap” demedi. “İlla gel fabrikaya...” şeklinde ısrarı da olmadı.
Meslek seçimi konusuna gelince... Babam bana devamlı doktor olmamı söylerdi. “Oğlum, doktor ol. Görüyorsun, memleketin ne olacağı belli değil. Dünyanın bin türlü hali var. Mal-mülkle uğ- raşmak, bu kadar insanı çalıştırmak, fevkalade zor bir iş. Bu gibi işlerle uğraşıp kendini heba edeceğine, doktor olursan, altın bilezik gibi mesleğin de olur. Nereye gitsen, dünyanın neresinde olsan, doktorluk mesleği geçerlidir” tavsiyesinde bulunurdu.
Babamın bu önerisi üzerine epeyce düşünüp taşındım. Kendime göre incelemeler de yaptım. Ama sonra kararımı verdim: “Ben, doktor olmayacağım.”
Doktor olmama nedenini de kafamda şöyle çözdüm: “Ben, babamın işyerinde çalışırken, ürettiğimiz bisküvi ıskartaya da çıkabiliyor. Bu ıskarta bisküvileri, ya yeniden kullanıyorsun, ya satıyorsun, ya da hayvan yemi olarak veriyorsun. Ben doktor olsam, tedavi ettiğim bir hastam hayatını kaybetse, ömür boyu bunun manevi ıstırabını çekerim. Ben, bu mesuliyeti alamam.”
Doktor olmak istemediğime dair gerekçelerimi babamla da paylaşmıştım. Her şeyi anlayışla karşıladığı için, “Sen bilirsin. O zaman mühendis ol” dedi. Ben de, “İşletme olmaz mı?” deyince, “Mühendis ol, işletme master’ı yap” önerisinde bulundu.
Üniversite tercihi yaparken, babamla karşı karşıya oturduk, tercih sıralamasında 1,3,5,... gibi tekli sayıların karşılarına Sabri Bey’in istediği mühendislik okullarını; 2,4,6,... gibi çiftli sayıların karşılarına da benim istediğim işletme fakültelerini yazdık.
Bu arada, üniversite arayışı sırasında hem Almanya’ya hem de İsviçre’ye gittim. Oralardan “kabul”lerim, yani aplikasyonlarım (application) geldi. Gönderdikleri evrakları imzalayıp, iade etmem gerekiyordu. Ama bir türlü elim varmadı.
Bir süre sonra “ÖSS” diye tanımlanan üniversite sınav sonuçları açıklandı. Boğaziçi mühendisliği üç puanla kaybetmişim, ama aynı üniversitenin İşletme Fakültesi’ni kazanmışım. Elde ettiğim sonuç, beni çok sevindirdi, ama bunu Sabri Bey’le paylaşmadım. Yani, mühendislik okumadığıma çok sevindim. Çünkü bana zor geliyordu.
“Boğaziçi Üniversitesi’nde ilk yıllar dersleri sermiştim”
Istanbul Erkek Lisesi’ndeki kavgalı gürültülü öğrenim hayatınızdan sonra, Boğaziçi Üniversitesi’nde, boğaza nazır herhalde rahat bir öğrencilik yapmışsınızdır?
Öğrencilik anıları bitmez, tükenmez... Boğaziçi Üniversitesi’ni kazanmış, rahatlamıştım. Ama her nedense, derslerle pek ilgilenmiyordum. Notlarım, 1,82 idi. Bunun ne anlama geldiğini bilmiyordum. Meğerse 1,82, geçmek için yeterli notmuş, ancak bu not diploma verdirmiyormuş. Boğaziçi Üniversitesi’nde böyle bir sistem varmış.
İstanbul Erkek Lisesi’nde velim olan Halit (Gürel) Hoca, Boğaziçi’nde de velimdi. Üniversite idaresi, Halit Hoca’yı bulup davet etmiş, “Velisi olduğunuz öğrencinin durumuna dikkat edin” demiş. Halit Hoca da, bizim İşletme Fakültesi idaresine “O, koskoca adam, ben ne söyleyeyim. Kendiniz söyleyin” cevabını vermiş.
Halit Hoca’dan sonra beni çağırdılar. Aynen şunu söylediler: “Murat Ülker, bu üniversite, aşk yeri değildir. İşine bak, dersine bak!..” Aslında avarelik yapmıyordum, dışarıda iş peşindeydim veya arada bir Boğaz’a inip kahve içiyordum. Sonradan işin farkına varınca, ders çalışmaya başladım. Notlarım kademeli olarak yükseldi. Son dönemde, meslek dersleri görmeye başlayınca 4 üzerinden 3,60 aldım.
Mesela, o derslerden Maliyet Muhasebesi çok zor bir dersti. Oysa, hiç derse gitmiyordum. Sınavdan tam not almıştım. Sebebi basit: Sabri Bey, bana, Maliyet Muhasebesinin nasıl yapıldığını göstermişti. Financial Control Techniues (Mali Kontrol Teknikleri) dersi var, bundan da tam not alıyordum. Onun da sırrı, yine Sabri Bey’den kaynaklanıyor.
Bir gün Amerika’dan uzmanlar gelmiş, Sanayi Odası’nda konferans vermişler. İçlerinden bir uzman, konuşması sırasında, bir şirket analizi yapmış, bu örneklemede işlerin personelden dolayı kötüye gittiğini söylemiş, ardından da, “Böyle bir durumda ne yaparsınız?” diye sormuş. İzleyiciler, cevap verememiş. Amerikalı demiş ki: “O şirketi kötü duruma sokan kişileri işten atarsınız, yerine doğru insanlar koyarsınız.” Ben de, Financial Control Techniques dersinde buna benzer sorular olunca, aynı cevabı vermiştim.
Düşünebiliyor musunuz, yıllar önce babamın karşılaştığı soru, yıllar sonra Boğaziçi Üniversitesi’nde benim karşıma çıkıyordu. Babamın anlattıklarını hatırladım, Amerikalı uzmanın söylediklerini uyguladım, tam not aldım.
Liseyi bitirirken babam, “Mühendis ol” demişti. Bunun üzerine mühendis bir arkadaşımdan rica ettim, bana bütün bir yaz, temel mühendislik dersleri verdi. Bunu, haftada iki gün sürdürdük. Bu arkadaşımız, halen bir mühendislik firmasının başında. Ciddi bir şekilde mühendislik dersi almış olacağım ki, şimdi mühendislerin lisanından biraz olsun anlıyorum.
“İlk iş hayatına, fotokopicilik yaparak başladım”
Sanırım, iş hayatına Ülker Fabrikası’nda başladınız?..
Hayır, ilk iş hayatım, bir kitapçı dükkânı açmakla başladı. Bu dükkânı açabilmek için büyükçe bir deniz motorum vardı, onu sattım. Parasıyla, iş güç sahibi oldum. Şehzadebaşı’nda açtığım bu kitap ve kırtasiye dükkânı, bir pasajın içindeydi. Dükkânda kitap satışları zayıftı, ama fotokopi işinden güzel para kazanı- yordum. Yanımda, bir de ortağım vardı. Üniversite yıllarındaki bu ilk iş hayatımda, ticaretin tadını aldım.
“Amerika’da ‘hamurcu ustası’ kursunu yarım bıraktım”
Yabancı dille eğitim veren üniversitelerin mezunları genellikle hemen yurtdışına gidip, çalışmaya heves ederler Boğaziçi Üniversitesi’ni bitirdikten sonra, sizde de böyle bir heves oluştu mu?
Üniversiteyi bitirdikten sonra iş hayatım başlamıştı. Ama sürekli bir arayış içindeydim. Belli konularda yurtdışı okullarına ve kurslarına gittim. Sempozyum ve seminerlere katıldım. Doğrusu, babam hiçbirisine “Gitme” demedi, aksine, “İyi olur, git” diye teşvik etti.
Kendi iş alanımızla ilgili bir seminere katılmak amacıyla Amerika’ya gittim. Bu seyahatim sırasında Amerika’da uzun sü- re kalmayı planlamıştım. Kurslara da yazılacaktım. Nitekim bir kursa yazıldım, orada hamurcu ustası yetiştirdiklerini gördüm. Babama telefon açtım, kurs hakkında bilgi verirken, “Ben, imalat müdürü mü olacağım?” dedim. Babam, “Niçin sordun?” deyince, “Burada o işi öğretiyorlar. Ben, bundan sıkıldım” dedim. Babam beni daima serbest bıraktığı için, “Sen bilirsin” diyerek meseleyi geçiştirdi.
Hamurcu ustası kursundan ayrıldıktan sonra, Amerika’yı dolaşmaya başladım. Çeşitli fabrikalar ve tesisler gezdim. İşte o turdan sonra da tekrar babamı arayarak, “Benim çok canım sıkıldı” diyerek kapris yaptım. Çünkü tekdüze hayattan sıkılmış- tım. Her gün aynı şeyi yapıyordum. Bu defa babamdan “İstersen, gel oğlum” daveti aldım. Aynı gün uçak biletini yaptırdım ve Türkiye’ye döndüm.
Sabri Bey’in beni işe ısındırma ve hazırlama gayretleri hep sürmüştür. Üniversite bittikten sonra İmalat Toplantılarına katılırdım. Bazı toplantılar öncesinde ‘sunum’u sen hazırla. Nasıl bir yönetim gerekir? Bunları da belirle” demişti. Hazırlığımı yaptım, kendisine gösterdim. Üzerinde konuştuk, tartıştık. Bu ilk egzersizlerimin neredeyse hepsini kabul etmişti.
“Fabrikadan adam çıkardım, sonra karizmayı çizdirdik”
Fabrikada hiç “patron oğlu” gibi davrandığınız olur muydu? Yani, babanızın bilgisi dışında kararlar alır ve uygular mıydınız?
Evet, öyle bir tasarrufum oldu, Sabri Bey’den de unutamayacağım bir hayat dersi aldım.
Fabrika binamız yanmıştı. Epey uğraştık, yeniden yaptık. Çalışan personelden biri, olmadık şeyler yapıyordu. Tedbir almasak, fabrika yeniden yanacak duruma düşecekti. O görevlinin yaptıklarına çok sinirlendim, uyardım, ama onunla da yetinmedim, kendisini işten çıkardım. Daha sonra fabrika alanını terk etmesi için kendisine yolu gösterdim.
Sabri Bey, bu olayı odasında camdan seyrediyormuş. Beni çağırdı. Olayı sordu. Anlattım. “Adamı attım” dedim. Babam, her zamanki sakin tavrıyla, “Oğlum, sen adam atamazsın!” uyarısı yaptı. Bu, babamdan hiç beklemediğim bir tavırdı. Kendisine, “Niçin atamam? Ben, genel müdürlük yapıyorum ya...” dedim. “Yoo, olmaz. O adamı al gel, işe başlasın” uyarısında bulundu. Babam, şaşırtmaya devam ediyordu. “Peki, sonra ne olacak?” deyince, bana unutamayacağım bir ders verdi:
“Murat, sen artık patron oldun. Patron, adam atmaz! Patron, böyle bir tavrın içine girmez! Patron böyle çalışmaz!” dedi. İşte o gün bugün, ne adam attım, ne de kimseye kırılacağı, güceneceği laf söyledim.
Babam o gün bir de şu öğütte bulunmuştu:
“Sen artık beni temsil ediyorsun. Yani burada patronluk yapıyorsun. O yapmış olduğun işi, müdürken yapabilirdin. Bundan sonra o işlere karışma. İşten birinin çıkarılması gerekirse, onu müdürler yapsın.”
Babamın talimatını yerine getirdim, ama bu olayla birlikte bizim karizmamız da çizildi.
Sabri Bey, çok soğukkanlıydı. Hiç telaş etmezdi. “Yüzünde kıl kıpırdamaz” derler ya, işte öyleydi. Fabrikadaki yangın sırasında bana “Durum nasıl?” diye sormuştu. Ben de, “Hepsi yanacak” dedim. Sabri Bey’in ağzından tek kelime çıktı: “Peki...”
Hepsi yandı hakikaten, ne yazık ki...
“İşten istifa edince, beni hiç arayan soran olmamıştı”
Fabrikada çalışırken, rahatsız olup, sinirlendiğiniz durumlarda “Keşke babamın bu işine hiç bulaşmasaydım. Nasıl olsa, babam beni serbest bırakmıştı. Dil biliyorum, yol biliyorum, kendime bağımsız bir iş kuru, özgürce hareket etseydim” dediğiniz oldu mu?
Şimdi nedenini hatırlamıyorum, ama fabrikada bana uymayan bir tavra bozulmuş ve istifa etmiştim. İşe gitmiyordum, evdeydim. Annem, “Oğlum, niçin işe gitmiyorsun?” dedi. Bu arada babamın da dikkatini çekmiş. “İki üç günden beri işe gelmiyor. Ne oluyor?” diye annemden bilgi almaya çalışmıştı. Annemin sorusu üzerine, “Artık, babamın işyerine gitmeyeceğim” dedim. Sonra baktım, arayan da yok, çağıran da... Mecbur oldum, işe döndüm. Dönünce, “Neredesin?” diye sitem eden de görmedim. Çünkü iş yürüyordu.
Hayata hazırlanmam konusunda bir başka örneği anlatmak istiyorum. NASAŞ Alüminyum Sanayii’nin kurucu hissedarlarındandık. Bu şirketin hisse senedi kuponları vardı. O kuponları kesme görevi bana verilmişti. Bu kupon işini yaparken, yaşım daha çok küçüktü. Kuponları kesmiş, ardından da tek tek saymıştım.
Muhasebede “Küçük kasa yapmak” diye bir yöntem vardır. Yani, kasanın mevcudunu belirleyip kayıt altına almak... Babam beni, arada bir, bu işe de yönlendirirdi. Kasa yapmak için kasa odasına girer, paraları ve senetleri saydıktan sonra deftere kaydederdim.
Fabrikadaki küçük kasayı, amcazadem Faruk (Berksan) tutardı. Bu, dertli bir işti. Kasiyer, ne kadar titiz davranırsa davransın, zaman zaman açık verir, mecburen açık miktarını cebinden tamamlardı.
Bir gün küçük kasa tutma görevi yine bendeydi. Faruk, bu durum karşısında, bana “Hah, şimdi cebinden koyarsın” demişti. Kasa yaparken, bunaldığım olurdu. Bir defasında kasa hesabını tutturamayınca, tepkimi dillendirmeye başladım ve “Bıktım bu ortaklıktan!..” dedim. Sabri Bey de yanı başımdaydı. Bu sözlerimi duyunca, kızdı ve “O da ne demek? Ortakların, kötü insanlar mı ki, böyle söylüyorsun? Biri baban, biri de amcan...” diyerek tepkisini dile getirdi.
Babamın bu uyarısından sonra tavrımın yanlış olduğunu anladım. Zaten, ileriki yıllarda da kendi başıma hiç işim olmadı. Pek çok ortakla iş yapmaya başladım. Nitekim bugün de 72,5 milletten ortağımız var.
“Babam; davetlere gitmez, ama cenazelere giderdi”
Iş hayatınız başlayınca, herhalde sosyal aktiviteleriniz de artmıştır, davetler de....
Evet, işe başladıktan bir süre sonra, her taraftan davetler gelmeye başlamıştı. Bu durum karşısında, ne yapmam gerektiğini babama sordum. Kendisi bana şu öğüdü vermişti: “Oğlum, istediğin davete gidersin, istemediğine gitmezsin. Davet edenlerin çoğu arkadaşların. Ancak, birisine gidip, diğerine gitmezsen, bu duyulabilir, sonuçta da davetine gitmediğin arkadaşın gönül koyar. Bu işlerle başa çıkamazsın. Benim sana tavsiyem, hiçbirine gitme...”
Babamın bu tavsiyesini aldıktan sonra, o gün bugündür mecbur kalmadıkça davetlere gitmiyorum. Aslında, bizim aile fertlerinin, istemediği bir şeyi yapmak gibi tabiatı da yok.
Burada, şu hususu belirtmek istiyorum; babam, biraz önce ifade ettiğim gibi, mecburiyet olursa düğüne giderdi. Hatırladığım kadarıyla yeğeni Faruk’un düğününe gitmişti. Ama cenazeye gitmeyi hiç ihmal etmez, burada da, din ve inanç farkı gözetmezdi.
Babam, bir Süryani dostunun cenazesine gitmiş, dönüşte bize aynen şunları söylemişti:
“Hayret!.. Süryanilerin cenaze merasiminde, makamlı olarak Yunus Emre’den ilahiler okudular. Ayrıca, hep bildiğimiz duaları da okudular. Ne kadar güzel yaptılar.”
“Sabri Bey, her şart ve ortamda nezaketini korurdu”
Babanız teorik hayat dersleri verirken, risk yönetimini anlattığı da oldu mu?
Babamın tabiatıyla ilgili bazı tespitler yapmak istiyorum. Kendisinin mutlu anı ile üzüntülü anı hiç anlaşılmazdı. Çünkü çok ciddiydi. Riskleri daima bertaraf etmeyi severdi. Biz, babamın yönetiminden beri firma olarak, risklerimizi sürekli bertaraf ederiz.
Sabri Bey, çok nazikti. Hoşgörüsüz olması gerektiği yerde bile, çok nazikti. Bu tabiatıyla ilgili bir olayı anlatmak istiyorum.
Annemin memleketi Balıkesir’e gidip dönmüştük. Bu seyahatimiz sırasında, devamlı taşkın yaşanan Susurluk Çayı üzerindeki köprünün de sel sularına kapılmış olduğunu görmüştük.
İstanbul’a döndükten sonra, zannediyorum, Balıkesir’e kamyonla bir mal sevkıyatı yapılacaktı. Babam, kamyon şoförünü odasına çağırdı. Üstü camlı masasındaki haritadan anlatmaya başladı. Şoförü çok iyi hatırlıyorum, ağzında sadece tek dişi vardı. Babam, kendisine tembihatta bulunurken, “Bak, Balıkesir’e şu yoldan gideceksin, ama Susurluk Çayı’na gelince, köprüye yönelmeyeceksin. Tek dişli şoför, kamyonla gitmiş, babamın tembihatına rağmen köprüden nehre uçmuş. Kamyon, büyük olduğu için bir şey olmamış. Nehrin orta yerine oturmuş kalmış. Yani, kamyon, adeta köprü gibi olmuş. Çünkü sel köprüyü götürmüş” dedi.
Tek dişli şoför, kamyonla gitmiş, babamın tembihatına rağmen köprüden nehre uçmuş. Kamyon, büyük olduğu için bir şey olmamış. Nehrin orta yerine oturmuş kalmış. Yani, kamyon, adeta köprü gibi olmuş.
Bu olaydan sonra bize köprünün fotoğrafı geldi. Olayı baştan beri bildiğim için deli oldum. Babama, “Bu adama onca uyarıda bulundunuz. Balıkesir’den dönünce, tekrar fabrikada çalışacak mı?” diye sordum. Babamdan da şöyle bir hayat dersi aldım:
“Oğlum, niçin kızıyorsun? Bak, şu taksi dolmuşlara... Desoto’lar, Dodge’lar... Bu arabaları uygun şartlarda, taksitle satıyorlar. Pek çok şoför, bu arabalara sahip oldu. Sahip olamayanlar da, bu fırsattan istifade edemeyenler de, gelip bizde çalışıyor. Evet, bu adama anlattım. Ama bu kadar. Anlamıyor ki...”
Babamdan almış olduğum bu dersten sonra, ben de zaman içinde, bir şeyi bir kişiye anlatmama rağmen, o kişi yanlış yapıyorsa kendi kendime “Anlatamadım” derim.
Sabri Bey, bana hep şunu söylerdi:
“1- Anlamadan, dinlemeden itiraz ediyorsun. 2- Bir şey söylediğin zaman, tam anlatmıyorsun. Karşındakinin ne anladığını anlamıyorsun. Sen anlatmıyorsun. Dolayısıyla adam yanlış yapıyor.”
“Sabri Bey, önemli kararları alırken ailesine danışırdı”
Sabri Bey, ailevi meselelerde karar alırken, konuyu anneniz ve sizlerle müzakere eder miydi?
Sabri Bey, fikir danışmayı çok severdi. Bunu, hem evde, hem de işyerinde uygulardı. Evimiz ve geleceğimizle ilgili hayati kararlar alırken, mutlaka ablamla bana da danışırdı.
Babamız, hayattayken biz iki kardeş arasında mal taksimatını yaptı. Yakın çevremiz, “Murat erkek, Ahsen kız; onun için dinen bu taksimatın iki hisse Murat, bir hisse Ahsen şeklinde olması lazım” dediler. Buna itiraz ettim. “Taksimatı eşit yapalım, başka türlüsü yakışık almaz” dedim. Babam da “Çok iyi düşünmüşsün evladım” diyerek, bu düşüncemi onayladı.
Aslında, Ahsen Hanım’la bizim dün de ayrı bir hesabımız yoktu, bugün de yok. Karşılıklı olarak birbirimize hiç hesap sormayız. İki kardeş de özellikle israfa karşı titizleniriz.
Babam, uzun vadeli düşünür, uzun vadeli davranırdı. Bir de fazla ısrarcı değildi. “Gayretinin bittiği yerde kaderin başlar. Oğlum, sen uğraştın, didindin, artık bundan sonrası olursa olur, olmazsa olmaz” derdi.
Sabri Bey’in hiç hayıflandığını duymadım, “Tüh” kelimesini de... “Tüh, bu da olmadı”, “Tüh, şu işi kaçırdık”, “Tüh, para kaybettik” dediğini hiç duymadım. İşini yapardı, ondan sonrasını kadere bırakırdı.
Sabri Bey, çok kanaatkârdı. Bunu bir örnekle anlatmak istiyorum.
Bir gün rakiplerimizden biri telefon ediyor, ürünlerimizin fiyatı düşük olduğu için şikâyette bulunuyordu. Telefondaki muhatabımız Sabri Bey’e “Çeşme akarken küp doldurulur. Siz yanlış yapıyorsunuz” deyince, babam da kendisine şu cevabı vermişti: “Ben pahalıya bisküvi satmam, kusura bakmayın.”
Sabri Bey’in çantasını başkasına taşıttığını hiç görmedim. Şoförü dahil hiç kimseye taşıtmadı. Ancak, yaşlanıp da elinde herhangi bir şey taşıyamaz duruma gelince taşıttı. Sabri Bey, işe gidip gelirken, çevresindeki bazı kişiler çantasını veya elindeki bir paketi taşımak istediklerinde onlara nezaketen tek kelimeyle mâni olurdu: “Unuturum...”
“Silah kullanmayı ve bakımını, babamdan öğrendim”
Babanız, işi icabı silah taşır ve kullanırmış. Sizde de o merak var mı?
Sabri Bey’in silah merakı vardı. Severdi ve kullanırdı. Silah kullanmayı bana da öğretmişti. “Silah şöyle doldurulur, bakımı böyle yapılır” deyip, “Oğlum, bunu da öğren, çünkü bir gün lazım olur” nasihatinde bulunmuştu. Diyebilirim ki, bana silah sevgisini babam aşıladı.
Ava giderdim, işitirdi, ama hiçbir şey söylemezdi. “Git” de demezdi, “Gitme” de... Ama kendisinin avcılığı yoktu.
“Sabri Bey, gazetecilik için ‘zor meslek’ derdi”
Az konuşan, kamuoyuna çıkmayı pek sevmeyen, gazetelerde demeçleri ve fotoğrafı görünmeyen Sabri Bey’in, gazetecilik ve yazarlık mesleği hakkındaki düşünceleri acaba neydi?
Az konuşurdu, ama sohbetleri yerli yerinde olurdu. Mesela, gazetede okuduklarını anlatırdı. Köşe yazarlarından bilhassa Ege Cansen’in yazılarını takip ederdi.
İş hayatı sırasında okumaya pek fırsatı olmazdı. Ama bildiğim kadarıyla gençlik yıllarında çok kitap okurmuş. Evde, eski kitapların da bulunduğu bir kütüphanemiz vardı. Onlar bana göre değildi. Mesela, Emile kitabı vardı. Onu, çocuk yetiştirirken okumuş. Ben, yeniyetme dönemimde Emile’in ne işe yaradığını bilmezdim.
TÜSİAD’ın, Sanayi Odası’nın tüm yayınlarını takip ederdi. Kendi işiyle ilgili yayınları okur, onlardan istifade ederdi.
Babamla gazeteciler konusunda durum değerlendirmesi yapardık, zaman zaman bazı köşe yazarlarını eleştirir ve “Dün şöyleydi, bugün şöyle yazıyor” derdim. Bunun üzerine babam, “Oğlum, yazarlık çok zor bir meslektir. Hele hele gazete yazarlığı... Her sabah kalkacaksın, o köşeyi, herkesin dikkatini çekecek şekilde bir yazıyla dolduracaksın. Adamın bu kadar yaptığına şükret” derdi. Yani, gazeteciliğin zor bir iş olduğunu takdir ederdi.
Ayrıca, muntazam gazeteleri okur, radyodan ajans haberlerini dinler, bu arada hava ve yol durumunu da takip ederdi. Ben de babamla birlikte hep onları takip etmiştim. Bilmiyorum, bana bıkkınlık mı verdi, daha sonra dinlememeye başladım.
İleriki yıllarda televizyon devreye girdi. Bir seferinde hiç unutmuyorum, annemle babam, “Dallas” dizisini seyretmeye başlamışlar. Ben de televizyon sesini işitince, ne oluyor, diye yanlarına gittim. Bunun üzerine onlar benim aklım kalabilir diye bu gibi dizileri seyretmekten vazgeçtiler.
Evde ders çalışırken, masamı, pencerenin önüne koymuştum. Babamdan bu konuda şöyle bir uyarı aldım: “Oğlum, pencereye arkanı döneceksin. Işık arkadan gelecek” Bunları anlatırken, Fatih Medresesi’nin konumunu ve durumunu örnek gösterir, orada öğrencilerin hücrelerde ders çalıştığını söylerdi.
Sabri Ülker’in Hayat Hikâyesi
Kırımlı Devletler Ailesi, 60 yılda dört savaş ve bir ihtilal yaşadı.
“Ülker Fırtınası” romanından dev bir marka ve soyadı doğuyor.
1944’ün “Türkiye markası” Ülker, 1994’te “dünya markası” oluyor.
Altı torundan ortak söylem: “Sabri Ülker’in torunu olmak, çok büyük sorumluluk istiyor.”
Ülker Fırtınası ile özgürlüğe kavuştu Ülker Fırtınası ile ebedi yolculuğa çıktı.
Sabri Ülker, 92 yıllık yaşamının ardında “Hoş bir sadâ” bıraktı...
16 Eylül 1920 Sabri Ülker, Kırım’ın Aluşta şehri Küçük Lambat köyünde dünyaya geldi.
15 Haziran 1929 Annesi Şakire Hanım, babası Hacı İslam Efendi, ablası Sıdıka, ağabeyleri Asım ve Hakkı’yla birlikte Kırım’dan İstanbul’a göç ettiler. Sabri, annesi ve babasıyla beraber Tekirdağ’ın Saray ilçesi Büyükmanika (Büyükyoncalı) köyüne gitti. Aile, bu köye yerleşti. Diğer çocuklar ise, yaşamlarını İstanbul’da sürdüreceklerdi.
Eylül 1929 Sabri, Kırım’da üç yıl eğitim görmüştü. Ancak, Türkiye’ye gelince, ilkokula 1. sınıftan başlamak zorunda kaldı.
1932 Sabri’nin ağabeyi Hakkı hastalanıp, İstanbul’da hastaneye kaldırıldı. Bunun üzerine aile, Bü- yükmanika köyünden İstanbul’a taşındı. Sabri’nin okul kaydı, aynı yıl Büyükmanika İlkokUlu’ndan Kadırga 3. İlkokulu’na alındı.
1934 Kırımlı Devletler Ailesi, Türkiye’de, Soyadı Kanunu ile birlikte “Berksan” soyadını aldı.
Eylül 1934 İlkokuldan mezun olan Sabri, aynı yılın sonbaharında İstanbul Erkek Lisesi’nde ortaöğreni- me başladı.
15 Aralık 1934 Ağabeyi Hakkı, Büyükmanika’da vefat etti.
Eylül 1935 Parasız Yatılı Sınavını kazanması üzerine, İstanbul Erkek Lisesi’ndeki kaydı, Bilecik Ortaokulu’na nakledildi.
20 Temmuz 1937 Bilecik Ortaokulu’ndan “pekiyi” dereceyle mezun oldu. Aynı yılın sonbaharında, lise öğrenimi için Kütahya’ya gönderilecekti.
22 Temmuz 1940 Kütahya Lisesi’nden “pekiyi” dereceyle mezun oldu. İkinci Dünya Savaşı nedeniyle, ailesi İstanbul’dan Ankara’ya taşındığı için yükseköğrenime gidemedi, ağabeyi Asım Berksan’ın Ankara’nın Anafartalar Caddesi’nde açtığı şekerci dükkânında çalışmaya başladı.
25 Eylül 1941 İstanbul’daki Sultanahmet Yüksek Ticaret Okulu’nda yükseköğrenime başladı.
16 Eylül 1944 Asım ve Sabri Berksan kardeşler, “Ülker” markalı bisküvi imalatına başladılar.
1 Ekim 1944 Sultanahmet Yüksek Ticaret Okulu’nu “pekiyi” dereceyle bitirdi. Ardından da ağabeyi Asım Berksan’ın İstanbul-Sirkeci’deki şekerci dükkânına ortak oldu.
1 Kasım 1947 Yedek subay adayı olarak, Ankara’da silah altına alındı. Kıta hizmetini ise Diyarbakır’da sürdürecekti.
20 Mayıs 1949 Güzide İman’la İstanbul’da evlendi.
14 Ağustos 1950 İlk evlatları Ahsen dünyaya geldi.
1953 Babası Hacı İslam Efendi İstanbul’da vefat etti.
26 Ağustos 1954 Aile, “Berksan” olan soyadını, mahkeme kararıyla “Ülker” olarak değiştirdi.
28 Ekim 1954 İlk erkek evlatları Ali dünyaya geldi.
1957 Ülker’in, Topkapı semtinde kurulan ilk bisküvi fabrikasının temeli atıldı. Şirket merkezi, bir süre sonra Eminönü’nden Topkapı’ya taşınacaktı.
21 Mart 1959 İkinci erkek evlatları Murat dünyaya geldi.
20 Ocak 1963 Evlatları Ali, bir doktor hatası sonucu İstanbul’da vefat etti.
10 Ocak 1969 Annesi Şakire Hanım, İstanbul’da vefat etti.
1 Mart 1987 Asım ve Sabri Ülker kardeşlerin 1944’te başlayan iş ortaklığı sona erdi.
13 Kasım 1989 Ülker Grubu Şirketleri, Yıldız Holding çatısı altında toplandı.
31 Ocak 1994 Ablası Sıdıka Hanım vefat etti.
5 Nisan 2000 Ülker Şirketi’nin İcra Kurulu Başkanlığı görevini oğlu Murat Ülker’e devretti.
6 Temmuz 2001 Ağabeyi Asım Ülker vefat etti. Cenazesi, Edirnekapı Mehmet Akif Şehitliği’ne defnedildi.
13 Eylül 2010 Hayat arkadaşı Güzide Ülker İstanbul’da vefat etti. Merhumenin cenazesi, 14 Eylül 2010 Salı günü Fatih Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazından sonra Eski Kozlu Mezarlığı’nda ebedi istirahatgâhına tevdi edildi.
12 Haziran 2012 92 yıllık hayatının ardından, İstanbul Çamlıca’daki ikametgâhında vefat etti. Merhumun cenazesi, 13 Haziran 2012 Çarşamba günü Fatih Camii’nde, öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından, Eski Kozlu Mezarlığı’nda, eşi Güzide Ülker’in yanı başındaki kabrine defnedildi.
Söyleşi ve Yazışmalar
Söyleşi ve yazışmalar; 3 Ağustos 2006 - 18 Ocak 2014 tarihleri arasında yazar Hulûsi Turgut ile araştırmacı Ali Osman Mola tarafından Adana, Ankara, Antalya, Bilecik, Bolu, Edirne (Keşan), Eskişehir, Hatay, İstanbul, İzmir, Kayseri, Kütahya, Manisa, Samsun, Sivas, Şanlıurfa, Tekirdağ (Büyükyoncalı ve Karamehmet köyleri) ile Kırım ve Brüksel’de yapıldı. Yaklaşık 400 saatte 166 kişi ile gerçekleştirilen 195 söyleşi ve yazışma için, yurtiçi ve yurtdışında 55 bin km yol kat edildi.
Abdul Wahab Al Bunnia (Yazışma)
Abdullah Ali Balsharaf (Söyleşi: 20 Ekim 2007, İstanbul)
Abdullah Gül (Yazışma: 23 Kasım 2013, Ankara)
Abdullah Şişmanoğlu (Söyleşi: 10 Kasım 2007, İstanbul)
Abdurrahman Çinbaşı (Söyleşi: 8 Eylül 2006 17 Kasım 2006, İstanbul)
Abdülkadir İman (Söyleşi: 2 Şubat 2007, İstanbul)
Adem Sezer (Söyleşi: 8 Eylül 2006 - 17 Kasım 2006, İstanbul)
Adnan Büyüksoy (Söyleşi: 23 Mayıs 2007, İstanbul)
Agâh Kafkas (Söyleşi: 30 Mart 2007, Ankara)
Ahmet Edip Uğur (Söyleşi: 7 Aralık 2006, Ankara)
Ahmet Mahir Dindar (Söyleşi: 16 Nisan 2007, İstanbul)
Ahmet Davutoğlu, Prof. Dr. (Söyleşi: 30 Mayıs 2007, Ankara)
Ahmet Özokur (Söyleşi: 2 Nisan 2007, İstanbul)
Ahmet Selvi (Yazışma)
Ahsen Özokur (Söyleşi: 19 Ocak 2008 - 8 Kasım 2012 14 Şubat 2013, İstanbul)
Ali Doğan (Söyleşi: 28 Şubat 2007, İstanbul)
Ali Ülker (Söyleşi: 19 Mart 2007, İstanbul)
Asım Kocabıyık (Söyleşi: 8 Şubat 2007, İstanbul)
Asım Taşer, Dr. (Söyleşi: 28 Şubat 2007, İstanbul)
Ataman Yıldız (Söyleşi: 4 Mayıs 2007 - 18 Eylül 2007 26 Ekim 2007, İstanbul)
Atıf Biliközen (Söyleşi: 8 Eylül 2006, İstanbul)
Avni İman (Söyleşi: 13 Aralık 2006 - 26 Ekim 2007, İstanbul)
Aziz Refiğ (Söyleşi : 7 Şubat 2007, İstanbul)
Bayram Babacan (Söyleşi: 11 Temmuz 2007, İstanbul)
Betül Ülker (Söyleşi: 19 Ocak 2008, İstanbul)
Bülent Çorapçı (Söyleşi: 19 Şubat 2007, İstanbul)
Celal Adan (Söyleşi: 22 Ocak 2007, Ankara)
Cemil Çiçek (Yazışma: 25 Ekim 2013, Ankara)
Claus Müller (Yazışma)
Deniz Baykal (Söyleşi: 4 Aralık 2013, Ankara)
Devlet Bahçeli (Yazışma: 11 Aralık 2013, Ankara)
Deyvi Florentin (Söyleşi: 26 Aralık 2006, İstanbul)
Dilaver Devlet (Söyleşi: 9 Ocak 2007, İstanbul 21-23 Haziran 2007 - 27 Eylül 2007, Kırım)
Dirk Koedijk (Yazışma)
Doğan Besler (Söyleşi: 10 Ağustos 2006, İstanbul)
Ekrem Şevket Yücesoy (Söyleşi: 31 Ocak 2007, Ankara)
Elmas Akkuş (Söyleşi: 18 Eylül 2007, İstanbul)
Erhan Kurtulmuş (Söyleşi: 8 Şubat 2007, İstanbul)
Erol Erbaş (Söyleşi: 18 Kasım 2006, İstanbul)
Fahri Öksüz (Söyleşi: 12 Ocak 2007, Hatay)
Faik Evirgen (Söyleşi : 18 Eylül 2007, İstanbul)
Faruk Berksan (Söyleşi: 3 Mayıs 2007, İstanbul)
Faruk Dağyar (Söyleşi: 30 Kasım 2007, Antalya)
Fatih Ülker (Söyleşi: 23 Nisan 2013, İstanbul)
Fikret Evyap (Söyleşi: 4 Mayıs 2007, İstanbul)
Firuz Kanatlı (Söyleşi: 1 Şubat 2007, Eskişehir)
Fuat Çanakçı (Söyleşi: 16 Eylül 2006, Samsun)
George Wiederkehr, Dr. (Söyleşi: 10 Kasım 2006, Manisa)
Gülizar Bayraktar (Söyleşi: 2 Nisan 2011, İstanbul)
Hakan Kırımlı, Doç. Dr. (Yazışma: 28 Şubat 2013, 10 Mayıs 2013)
Haluk Mesci (Söyleşi: 7 Şubat 2007, İstanbul)
Haluk Yavuzer, Prof. Dr. (Söyleşi: 30 Aralık 2010, İstanbul)
Hasan Uğur (Söyleşi: 13 Aralık 2006, İstanbul)
Hasan Yozgat Söyleşi: (17 Mayıs 2007, İstanbul)
Hayati Kuru (Söyleşi: 8 Eylül 2006 - 5 Aralık 2006, İstanbul)
Hayri Dinçsoy (Söyleşi: 14 Mart 2007, İstanbul)
Hilmi Durmaz (Söyleşi: 9 Ağustos 2006, Ankara)
Hüseyin Güneş (Söyleşi: 5 Ağustos 2011, İstanbul)
İbrahim Avcu (Yazışma)
İbrahim Bodur (Söyleşi: 16 Haziran 2009, İstanbul)
İdris Erbaş (Söyleşi: 8 Eylül 2006, İstanbul)
İsmail Bacacı (Söyleşi: 4 Mart 2013, İstanbul)
İsmet Eldener (Söyleşi: 6 Aralık 2007, Eskişehir)
İsmet Sezgin (Söyleşi: 27 Mayıs 2013, Ankara 24 Ekim 2013, İstanbul-Yazışma: 30 Ekim 2013, Ankara)
İsmet Yüksel (Söyleşi: 27 Eylül 2007 - 6 Ağustos 2012, Kırım)
İzmir Tolga (Söyleşi: 24 Ocak 2007, İstanbul)
Kadir Çeliktürk (Söyleşi: 30 Kasım 2007, Antalya)
Kadir Güler (Söyleşi: 31 Temmuz 2007, İstanbul)
Kâmil Yazıcı (Söyleşi: 14 Ağustos 2007, İstanbul)
Kemal Şentürk (Söyleşi: 3 Kasım 2006, İzmir)
Kemal Unakıtan (Söyleşi: 9 Şubat 2008, Ankara)
Kerami Mercan (Söyleşi: 2 Temmuz 2007, Edirne / Keşan)
Korhan Tegül (Söyleşi: 3 Mayıs 2007, İstanbul)
Kurt Seyit Çalı (Söyleşi: 2 Ağustos 2011 - 6 Temmuz 2012, İstanbul)
M. Kemal Cabıoğlu (Söyleşi: 6 Aralık 2006, İstanbul)
Macit Akın Özoflu (Söyleşi: 8 Kasım 2013, İstanbul)
Mahir Şenbabaoğlu (Söyleşi: 3 Temmuz 2007, İstanbul)
Mahmut Mahir Kuşçulu (Söyleşi: 24 Ağustos 2006, İstanbul)
Mehmet Ağar (Söyleşi: 22 Ocak 2007, Ankara)
Mehmet Ali Eroğlu (Söyleşi: 25 Aralık 2006, İstanbul)
Mehmet İman (Söyleşi: 12 Aralık 2006, İstanbul)
Mehmet Kösdağ (Söyleşi: 25 Ekim 2007, İstanbul)
Mehmet Kurtuluş (Söyleşi: 1 Mart 2007, İstanbul)
Mesut Erez (Söyleşi: 18 Haziran 2007, Kütahya)
Metin Emiroğlu (Söyleşi: 18 Eylül 2007, İstanbul)
Metin Yurdagül (Söyleşi: 7 Aralık 2006, Ankara)
Mevlüt Onat (Söyleşi: 5 Aralık 2006, İstanbul)
Mike Acemyan (Söyleşi: 23 Ağustos 2006, İstanbul)
Muallâ Öner (Söyleşi: 13 Mart 2011, İstanbul)
Murat Aluç (Söyleşi: 8 Eylül 2006, İstanbul)
Murat Ülker (Söyleşi: 19 Ocak 2008 - 23 Nisan 2013 28 Eylül 2013 - 23 Ekim 2013, İstanbul)
Mustafa Acar (Söyleşi: 19 Ekim 2007, Bolu)
Mustafa Albayrak (Söyleşi: 10 Temmuz 2007, İstanbul)
Mustafa Kalaycıoğlu (Söyleşi: 4 Temmuz 2007, İstanbul)
Mustafa (Cemiloğlu) Kırımoğlu (Söyleşi: 29 Eylül 2007 6 Ağustos 2012, Kırım)
Mustafa Özel, Dr. (Söyleşi: 6 Şubat 2007 - 2 Temmuz 2007, İstanbul)
Mustafa Ülker (Söyleşi: 23 Nisan 2013, İstanbul)
Mustafa Topbaş (Söyleşi: 2 Nisan 2007, İstanbul)
Muzaffer Kösdağ (Söyleşi: 25 Ekim 2007, İstanbul)
Mümin Erkunt (Söyleşi: 16 Temmuz 2007, Ankara)
Nahit Küçük (Söyleşi: 9 Ocak 2007, İstanbul)
Nâzım Düzenli (Söyleşi: 25 Aralık 2006, İstanbul)
Necati Can (Söyleşi: 16 Nisan 2007, İstanbul)
Necati Çelik (Söyleşi: 29 Mart 2007, Ankara)
Necdet Buzbaş (Söyleşi: 20 Şubat 2007, İstanbul)
Nevzat Yalçıntaş, Prof. Dr. (Söyleşi: 25 Ekim 2007, İstanbul)
Nihat Gökyiğit (Söyleşi: 25 Aralık 2006, İstanbul)
Nihat Öner (Söyleşi: 17 Nisan 2007, İstanbul)
Orâl Turanoğlu (Söyleşi: 3 Kasım 2006, İzmir)
Orhan Ateş (Söyleşi: 3 Şubat 2007, İstanbul)
Orhan Çakırlar (Söyleşi: 9 Temmuz 2007, İstanbul)
Orhan Göker (Söyleşi: 14 Mart 2007, İstanbul)
Orhan Kayım (Söyleşi: 25 Nisan 2007, İstanbul)
Orhan Karabulut (Söyleşi: 30 Ocak 2010, İstanbul)
Orhan Özokur (Söyleşi: 23 Ağustos 2006 - 3 Mayıs 2007, İstanbul)
Osman Kartal (Söyleşi: 26 Aralık 2006, İstanbul)
Ömer Çetiner (Söyleşi: 27 - 28 Kasım 2007, Şanlıurfa)
Ömer Özokur (Söyleşi: 2 Nisan 2007, İstanbul)
Patrick Baird (Söyleşi: 14 Kasım 2006, Ankara)
Raşit Köken (Söyleşi: 28 Kasım 2006, Tekirdağ-B.Yoncalı)
Recep Tayyip Erdoğan (Yazışma: Temmuz 2013, Ankara)
Recep Toktemir (Söyleşi: 28 Kasım 2006, Tekirdağ / B.Yoncalı)
Remzi Önal (Söyleşi: 14 Mart 2007, İstanbul)
Reşat Sözen (Söyleşi: 25 Haziran 2013, İstanbul)
Rıfat Hassan (Söyleşi: 26 Aralık 2006, İstanbul)
Rıza Sepet (Söyleşi: 10 Mayıs 2007, İstanbul)
Sabahattin Zaim, Prof. Dr. (Söyleşi: 7 Mart 2007, İstanbul)
Sadettin Korkut (Söyleşi: 4 Mayıs 2007, İstanbul)
Salih Özcan (Söyleşi: 2 Şubat 2007 - 20 Şubat 2007, İstanbul)
Salih Tuğ, Prof. Dr. (Söyleşi: 25 Ocak 2007, İstanbul)
Salim Uslu (Söyleşi: 18 Ağustos 2006, Ankara)
Sami Bakanoğlu (Söyleşi: 24 Nisan 2007, İstanbul)
Sebahattin Kahyaoğlu, Dr. (Söyleşi: 18 Kasım 2006, İstanbul)
Selçuk Berksan (Söyleşi: 27 Kasım 2006 - 15 Mart 2007 19 Mart 2007 - 3 Nisan 2007 - 2 Temmuz 2012, İstanbul)
Sezgin Elmas (Söyleşi: 10 Temmuz 2007, İstanbul)
Silvio Kluzer (Söyleşi: 31 Ağustos 2009, Brüksel)
Süleyman Çelebi (Söyleşi: 17 Mayıs 2013, Ankara)
Süleyman Demirel (Söyleşi: 3 Ağustos 2006 - 23 Ekim 2013 Yazışma: 18 Ocak 2014, Ankara)
Süleyman Yalçın, Prof. Dr. (Söyleşi: 3 Şubat 2007, İstanbul)
Şaban Gülbahar (Söyleşi: 23 Ağustos 2006 25 Nisan 2007, İstanbul)
Şemsi Kopuz (Söyleşi: 25 Ekim 2007, İstanbul)
Ş̧̧ener Astan (Söyleşi: 20 Ağustos 2013, İstanbul)
Talât Özgün (Söyleşi: 1 Mayıs 2008, İzmir)
Tanıl Küçük (Söyleşi: 5 Eylül 2006, İstanbul)
Tekin Kantarcı (Söyleşi: 16 Mayıs 2007, Kayseri)
Tekin Küçükali (Söyleşi: 26 Nisan 2007, Ankara)
Tevfik Arıkan (Söyleşi: 3 Mayıs 2007, İstanbul)
Turgay Demirel (Yazışma)
Tuncay Özilhan (Söyleşi: 19 Şubat 2007, İstanbul)
Turgut Ayla (Söyleşi: 17 Nisan 2007, İstanbul)
Ümit Çelebi (Söyleşi: 11 Temmuz 2007, İstanbul)
Vitali Hakko (Söyleşi: 1 Mart 2007, İstanbul)
Vural Baylan (Söyleşi: 9 Temmuz 2007, Ankara)
Vural Bulut (Söyleşi: 3 Mayıs 2007, İstanbul)
Yahya Ülker (Söyleşi: 23 Nisan 2013, İstanbul)
Yakup Tahincioğlu (Söyleşi: 2 Nisan 2007, İstanbul)
Yılmaz Akar (Söyleşi: 7 Mart 2007, İstanbul)
Yılmaz Karadeniz (Söyleşi: 16 Aralık 2006, İstanbul)
Yurdakul Gözde (Söyleşi: 18 Mayıs 2013, Bodrum)
Yusuf Oda (Söyleşi: 8 Eylül 2006, İstanbul)
Yüksel Ertan (Söyleşi: 21 Haziran 2007, İstanbul)
Yüksel Günay (Söyleşi: 24 Ocak 2007, İstanbul)
Zeki Sözen (Yazışma)
Zeki Yıldız (Söyleşi: 18 Haziran 2007, Kütahya)
Zihni Uğurses (Söyleşi: 7 Ağustos 2006, Adana)
Ziya Yıldız (Söyleşi: 18 Haziran 2007, Kütahya)
Yayınlar
A. M. Şamsutdinov Mondros’tan Lozan’a Türkiye Ulusal Kurtuluş Savaşı Tarihi 1918-1923, Çeviren: Ataol Behramoğlu, Doğan Kitap, İstanbul, 1999
Agâh Oktay Güner, Dr., Türkiye’nin Kalkınması ve İktisadî Devlet Teşekkülleri, Damla Yayınları, İstanbul, 1978
Ahmet Davutoğlu, Prof. Dr., Stratejik Derinlik - Türkiye’nin Uluslararası Konumu, 68. Baskı, Küre Yayınları, İstanbul, 2011
Alan Fisher, Kırım Tatarları, Çeviren: Eşref B. Özbilen, Selenge Yayınları, İstanbul, 2009
Alan Parmer, 1853-1856 Kırım Savaşı ve Modern Avrupa’nın Doğuşu, Türkçesi: Meral Gaspıralı, Sabah Kitapları İstanbul, 1999.
Aleksandr Keresnki, Kerenski ve Rus İhtilâli, Çeviren: Rasih Güran, Ağaoğlu Yayınevi, İstanbul, 1967.
Ali Polat, Üç Bin Yıllık Birikim, Enes Matbaacılık, İstanbul, 2006.
Aram Andonyan, Balkan Savaşı, Çeviren: Zaven Biberyan, Aras Yayıncılık, İstanbul, 1999. Atlas Tarih Dergisi Özel Sayısı, “100. Yılında Balkan Savaşları”, Sayı: 16, 2012.
Aziz Kaylan, “Tarihimizin Unutulan Olayı Kırım Savaşı (1853-1856)”, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1975.
Boris Pasternak, Doktor Jivago, Cem Yayınevi, İstanbul, 2011.
Burhan Belge, İkinci Dünya Savaşı - Radyo Konferansları, Başnur Matbaası, Ankara, 1970.
E. H. Carr, Sovyet Rusya Tarihi, Bolşevik Devrimi 1917 - 1923, 3 Cilt, Ceviren: Orhan Suda, Metis Yayınları, İstanbul, 1979.
Emel Akal, Milli Mücadelenin Başlangıcında Mustafa Kemal, İttihat Terakki ve Bolşevizm, İletişim Yayınları, İstanbul, 2012.
Erdal Güven, “Stalin-Troçki Mücadelesi”, Atlas Tarih Dergisi, Sayı: 18, Şubat-Mart 2013.
Ernest Hemingway, İşgal İstanbul’u ve İki Dünya Savaşı’ndan Mektuplar, Türkçesi: M. Ali Kayabal, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1970.
Fahir Armaoğlu, Prof. Dr., 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1983.
Ferénc Feher - Helles Ágnes, Doğu Avrupa Devrimleri, Derleyip Çeviren: Tarık Demirkan, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1995.
Fevzi Çakmak, Batı Rumeli’yi Nasıl Kaybettik?, Yayına Hazırlayan: Ahmet Tetik, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2012.
Hayrettin Bey, Kırım Harbi, Yayına Hazırlayan: Şemsettin Kutlu, Tercüman 1001 Temel Eser, İstanbul.
Henrik Eberle-Matthias Uhl, Hitler Kitabı, Çeviren: Mustafa Tüzel, NTV Yayınları, İstanbul, 2009.
Hulûsi Turgut, Adriyatik’ten Çin Seddi’ne Avrasya ve Demirel, II. Cilt, ABC Yayınları, İstanbul, 2002. Demirel’in Dünyası, ABC Yayınları, İstanbul, 1992.
İlhan Ayverdi, Misalli Büyük Türkçe Sözlük, 3 Cilt, Kubbealtı Yayınları, İstanbul, 2006.
İlhan Bardakçı, Bir İmparatorluk Yağması - Balkan Bozgunu ve I. Dünya Harbi, 3. Baskı, Ajans-Türk Yayınları, Ankara.
İlhan Tekeli-Selim İlkin, 1929 Dünya Buhranında Türkiye’nin İktisadi Politika Arayışları, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Ankara, 1977.
İsmail Soysal, Soğuk Savaş Dönemi ve Türkiye - Olaylar Kronolojisi (1945-1975), İsis Yayımcılık, İstanbul, 1997.
İsmet İnönü, Hatıralar, 2. Kitap, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1987.
Jak Deleon, Beyoğlu’nda Beyaz Ruslar, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2003.
Kâmuran Gürün, Türk-Sovyet İlişkileri (1920-1953), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1991.
Kâzım Karabekir, Ankara’da Savaş Rüzgarları, II. Dünya Savaşı - CHP Grup Tartışmaları, Emre Yayınları, İstanbul, 1994.
Kemal Çapraz, Sürgünde Yeşeren Vatan Kırım, Turan Yayıncılık, İstanbul, 1995.
Kerem Çalışkan, 100 Yılın Rövanşı, Caretta Yayınları, İstanbul, 2012. Kütahya Lisesi 100. Yıl Albümü (1890-1990), Ekspres Matbaası, Kütahya, 1990.
Leon Troçki, Balkan Savaşları, Çeviren: Tansel Güney, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2012.
Lev Tolstoy, Sivastopol 1855, Türkçesi: E. Nermi, Gün Yayınları, İstanbul, 1966.
Liddell Hart, II. Dünya Savaşı Tarihi, 1. ve 2. Cilt, Çeviren: Kerim Bağrıaçık, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1999.
Mehmet Arif Demirer, Demokrat Parti ve Tarım, Demokrat Parti 60.Yıl Kitapları No:5, Ankara, 2006. Demokrat Parti’nin Yatırımları, Demokratlar Kulübü Yayınları, Ankara, 2006. 6 Eylül 1955 Olaylarına 50.Yılda Yeni Bakış, Demokratlar Kulübü Yayınları, Ankara, 2006.
Mehmet Maksudoğlu, Prof. Dr., Kırım Türkleri, Ensar Neşriyat, İstanbul, 2009.
Mert Toker-Ceyhun Arca, Alman’ın Mehmetçikleri, Cinius Yayınları, İstanbul, 2012.
Nadir Devlet, Prof. Dr., İsmail Gaspıralı, Başlık Yayın Grubu, İstanbul, 2011.
Necip Fazıl Kısakürek, Çile, Yapı Kredi Kültür Yayınları, İstanbul, 2005.
Olaf Caroe, Sir, Sovyet İmparatorluğu, 2 Cilt, Tercüme: Zerhan Yüksel, Tercüman 1001 Eser, İstanbul.
Onur Öymen, Silahsız Savaş, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2002.
Orlando Figes, Kırım - Son Haçlı Seferi, Çeviren: Nurettin Elhüseyni, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2012.
Ömer Sami Coşar, Troçki İstanbul’da, Kitaş Yayınları, İstanbul, 1969.
Özcan Pehlivanoğlu, Yeniden Merhaba Rumeli, Ufuk Ötesi Yayınları, İstanbul, 2008.
Philip S. Jowett, Balkan Harpleri’nde Ordular 1912-13, Çeviren: Emir Yener, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2012.
Safiye Erol, Ülker Fırtınası, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul, 2010.
Şevket Rado, Hayat Böyledir, Doğan Kardeş Yayınları, İstanbul, 1966.
Sâmiha Ayverdi, Türk-Rus Münasebetleri ve Muharebeleri, Turan Neşriyat Yurdu, İstanbul, 1970.
Serge A. Zenkovsky, Prof. Dr., Rusya’da Pan-Türkizm ve Müslümanlık, Çeviren: Prof. Dr. İzzet Kantemir, Üçdal Neşriyatı, İstanbul, 1983.
Süheyl Gürbaşkan, Bir Reklâmcı Aranıyor, İstanbul Reklâm Yayınları, İstanbul, 1980
Süleyman Demirel, Bir Ömür Suyun Peşinde, 2 Cilt, (2. Baskı) ABC Medya Ajansı Yayınları, İstanbul, 2006.
Stefan Zweig, Yıldızın Parladığı Anlar, Çeviren: Burhan Arpad, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 1997.
Stefanos Yerasimos, Türk-Sovyet İlişkileri, Ekim Devrimi’nden Milli Mücadeleye, Gözlem Yayınları, İstanbul, 1979.
Stephane Lauzanne, Balkan Acıları, Kastaş Yayınları, İstanbul, 1990.
Taha Akyol, Rumeli’ye Elveda, Doğan Kitap, İstanbul, 2013.
Yahya Sezai Tezel, Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi 1923-1950, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1994.
Yaşar Kalafat, Dr., Kırım-Kuzey Kafkasya Sosyal Antropoloji Araştırmaları, ASAM Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Yayınları, Ankara, 1999.
Yılmaz Öztuna, Rumeli Kaybımız - 93 ve Balkan Savaşları, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1990. Osmanlı Devleti Tarihi, Faisal Finans Kurumu Yayını, İstanbul, 1986.
A
Abdurrahman (Sabri Ülker’in ağabeyi) 68, 317
Abdülhamid II., Padişah 51, 56, 58-60, 107, 565, 566
Abdülmecid, Padişah 51
Ablum, Mahir 163, 641, 642
Acar, Mustafa 613, 614, 633, 717
Acıman, Eli 525
Ağca, Mehmet Ali 426
Ahmet Ziya Bey (Sabri Ülker’in dayısı) 59, 102, 125-128, 131
Akbulut, Ziyaeddin 616-617
Akın, Kenan 514, 515
Aksoy, Temel 253
Aktin, Edip 679
Akyol, Taha 683, 691, 693, 722
Akzambak, Mehmet 376
Al-Bunnia, Haj Abdul ahab 480, 715
Aleko Usta 204
Allen, Melvin C. 310, 311
Ali Haydar Efendi 222-223
Altıntak, Hüseyin 204, 595
Arın, Suat 628
Arıkan, Tevfik 633, 634, 719
Arısan, Mehmet 162
Aslan, Yusuf 377
Astan, Şener 585, 628, 629
Ataseven, Asaf 465, 466, 530, 661
Ataseven, Gülsen 465, 466
Ateş, Orhan 559, 560
Atatür, Pervin 172
Atatürk, Mustafa Kemal 107, 108, 113, 114, 123, 146, 147, 154, 158, 168, 172, 267, 314, 365, 378, 554
Avcu, İbrahim 209
Aydemir, Talat 332
Aydıner, Atilla 620
Ayvazovski, İvan 51
B
Bacacı, İsmail 418
Balcı, Şükrü 370, 394, 395, 548
Balzac, Honor± de 55
Bahçeli, Devlet 32
Barnes, Harry 301
Başar, Şükûfe Nihal 154, 223
Başaran, Mustafa 360, 361
Bayar, Celal 167, 211, 268, 332, 347
Baykal, Deniz 30
Bayraktar, Gülizar 249-251
Bayram, Mahmut 667
Benekay, Yahya 226, 228
Berker, Şinasi Nahit 349
Berkman, Münir Müeyyed 154, 158
Berksan, Betül (Asım Ülker’in kızı) 240, 290, 465-467, 669
Berksan, Faruk 116, 240, 259, 349, 351, 352, 354, 355, 357- 360, 362, 368, 369, 371, 387, 400, 405, 415, 460, 486, 487, 533, 534, 592, 602, 636, 707
Berksan, Selçuk 58, 79-81, 91, 101, 109, 116, 118, 119, 127, 139, 142, 173, 181, 200, 201, 203, 205, 240, 257-260, 262, 263, 285, 311, 314, 315, 336, 337, 350-352, 354, 359, 369, 370, 373, 376, 382, 383, 385, 387, 399, 401, 405, 415, 434, 448, 449, 484, 494, 702
Besler, Doğan 143
Besler, Fehmi 143
Besler, Sami 141, 170
Beyatlı, Yahya Kemal 122, 172, 555
Beykont, Zeki 159, 160, 162
Biliközen, tıf 362
Bodur, İbrahim 321, 323, 325
Bolak, Aydın 325
Bonaparte, Napolyon 156, 213, 301
Boran, Behice 426
Bölükbaşı, Rıza Tevfik 157
Budak, Rıdvan 418, 419, 424
Buzbaş, Necdet 403, 404, 430, 536, 538, 539
Büyük, Gürol 445
Büyükanıt, Yaşar 550
C
Cansen, Ege 463
Cengiz Han 40, 41
Ceyhun, Ekrem 689
Churchill, Winston 43, 44, 193, 301
Cibran, Halil 89, 137, 701
Cilasun, Zafer 346
Clay, Muhammed Ali 646
Commer, Robert 346
Coşkun, Ali 564
Ç
Çağlayangil, İhsan Sabri 519
Çalı, Kurt Seyit 84-86, 90, 91, 94, 110, 114, 119, 120, 185, 226-228, 231, 232
Çalı, Nuriye 231
Çakır, Erden 636
Çamlıbel, Faruk Nafiz 153
Çanakçı, Fuat 340, 341, 585, 592, 594, 679
Çanakçı, Suat 594
Çar Nikolay 107, 120
Çehov, Anton 51
Çelebi, Bünyamin 531
Çelebi, Süleyman 418-421
Çelebi, Ümit 513, 514, 521, 522, 530, 542
Çeliktürk, Kadir 601
Çetiner, Ömer 614, 615, 617
Çiçek, Cemil 19
Çiller, Tansu 554
Çizmecioğlu, Abdullah 172
Çizmecioğlu, Mustafa 172
Çorapçı, Bülent 320-322, 325, 548
D
Dağcı, Cengiz 51
Dağyar, Faruk 590, 591, 634
Damat Ferit Paşa 108
Davis, William Hersey 319
Davutoğlu, Ahmet 104, 105, 350, 412, 413, 443, 451, 661
Davutoğlu, Sare 104
Demirel, Süleyman 24, 45, 46, 175, 304, 333-335, 345, 364, 378, 417, 424-426, 428, 519, 520, 548, 554, 580, 626
Demirel, Turgay 580, 581
Denizci, Süheyl 265, 695, 697
Denktaş, Rauf 425
Devletof Süleymanoğlu, Dilaver 116, 117
Dinçsoy, Ahmet 207, 208
Dinçsoy, Hamdi 141, 353
Dinçsoy, Hayri 208
Dinçsoy, İsmet 207
Dinçerler, Vehbi 165
Doğan, Ali 571, 572, 576
Durmaz, Hilmi 539, 585, 596, 597
Duruel, Hasan 617
Düzenli, Samime 179
E
Ecevit, Bülent 346, 376-378, 384, 392, 425, 428, 519, 520, 551
Ecevit, Rahşan 520
Eczacıbaşı, Nejat 609
Ecirzade, Mustafa Avni 171
Edison, Thomas 301
Eflatun (Platon) 146, 151
El Mutavva, Abdullah 305
Elrom, Efraim 365
Emiroğlu, Metin 409, 410
Engin, Kemal 153
Erbakan, Necmettin 175, 347, 364, 365, 376, 378, 424, 519, 549, 551, 554, 618
Erbuğ, Orhan 384, 385
Erdem, Ercan 384, 385
Erdoğan, Recep Tayyip 22, 618, 619, 622, 623, 690
Erez, Mesut 163, 641
Erkunt, Mümin 338, 339
Eroğlu, Mehmet Ali 609, 611
Erim, Nihat 364, 365, 377, 519
Erol, Safiye 199, 200
Erozan, Celal Sahir 154
Ersoy, Mehmet Akif 66
Ertan, Yüksel 521-524
Esen, Fikret 214, 215
Esener, Ali Fethi 520
Eşref Sabit 154
Evren, Kenan 425, 426, 519, 520
Eyüboğlu, Bedri Rahmi 122
F
Fahreddin (Türkkan) Paşa 106
Fatih Sultan Mehmed, Padişah 41, 197
Feyzioğlu, Turhan 424, 426
G
Gamsız, Nuri 265, 695, 697
Gaspıralı, İsmail Bey 42, 43, 45
Gates, Bill 691
Gazioğlu, Şaban 321
General Wrangel 120, 124
Genç, Faruk 265
Gezmiş, Deniz 377
Goethe, Johann Wolfgang von 71, 169
Goldenberg, Emil 679
Gomez, Heinz 264
Gök, Adem 178
Gök, Süleyman 178
Gökçen, Sabiha 114
Gökbörü Kançal, Fikri 110
Gökyiğit, Nihat 313, 567
Gövsa, İbrahim Alâaddin 154, 158
Gözde, Yurdakul 422
Gül, Abdullah 15
Gülen, Fethullah 550
Gümüşpala, Ragıp 332
Günay, Yüksel 583, 584
Güneş, Hüseyin 566, 600
Güney, Eflatun Cem 151
Gürbaşkan, Süheyl 521
Gürcan, Tarık 265
Gürel, Halit 139, 144, 450
Gürsel, Cemal 332, 345
Güzelses, Celal 217
H
Hacı Bekirzade Ali Muhiddin 171
Hacı Geray Han 41
Hacı İslam Efendi (Sabri Ülker’in babası) 17, 39, 52, 53, 57-62, 64-69, 71, 73, 76, 79-81, 83, 86, 87, 89, 91-94, 96, 97, 106, 110, 113, 114- 116, 118, 119, 122, 125- 128, 131, 134, 135, 138-140, 141, 171, 185, 207, 208, 223, 230, 235-237, 239-241, 248, 255, 316, 317, 681, 711, 712
Hacı Sayid 171
Hafız Numan Efendi (Sabri Ülker’in dedesi) 61, 64, 67, 68
Hafız Rıza Bey (Sabri Ülker’in dayısı) 102
Hanife Hanım 223
Hasan Efendi (Sabri Ülker’in dedesi) 52, 55, 58, 59, 62, 681
Hassan, Rıfat 308, 309
Hatemi, Nadir 273
Hatice Gülsüm Hanım (Sabri Ülker’in babaannesi) 52, 55, 62
Haşim, Ahmet 153, 156
Hitler, Adolf 159, 184, 185, 189, 210, 214, 225, 229
Hugo, Victor 555
Humeyni, Ayetullah 426
Hz. Ali 393, 394
Hz. Muhammed 106, 137
I
Ilıcak, Kemal 514
Işık, Murat 110
İ
İbrahim, Veli 90, 91
İman, Ahmet 417
İman, Avni 220, 277, 401, 402
İman, Mehmet 238
İman, Muharrem 222, 275, 639
İman, Sabiha 116, 190, 236, 273, 275
İnam, Orhan 359
İnan, Hüseyin 377
İnönü, Erdal 554
İnönü, İsmet 114, 167, 168, 193, 194, 211, 332, 333, 347, 364, 377, 378
İnönü, Mevhibe 114
İpekçi, Abdi 426
İsmail Hakkı (Sabri Ülker’in ağabeyi) 68, 91, 317, 557
İzzet Melih 159
J
Jankoviç, Jean Paul 679
Jobs, Steve 691
Johnson, Lyndon B. 310, 345
K
Kâmil Paşa 565
Kamu, Kemalettin 154
Kanatlı, Firuz 349, 350, 683, 685, 688
Kantarcı, Hayrullah 630
Kantarcı, Tekin 630, 631
Kantarcızade Hacı Ömer 172
Karaağaçlı, Hacı Mustafaoğlu Süleyman 172
Karabulut, Orhan 179, 180, 181
Karaca, Kadri 263
Karaca, Yunis 568
Karadayı, İsmail Hakkı 557
Karadeniz, Yılmaz 224
Karataş, Ayfer 299
Karpat, Kemal 692
Kasım, Ahmet 167
Katerina (Çariçe) 45
Kaufman, Aleander 302
Keçeci, Karpiç (Juri Georges Karpovitch) 172
Kent, Muhtar 697
Kerenski, Aleksandr 107
Kırımlı, Ahmet İhsan 324
Kırımoğlu (CemiloğluԜ) Mustafa 46-48
Kısakürek, Necip Fazıl 154, 155, 677
Kibritçioğlu, Ahmet 597
Kocabıyık, Asım 533
Koç, Vehbi 172, 254, 305, 321, 603, 605, 687
Koçu, Reşat Ekrem 179
Kohen, Hayim 219, 220, 222, 224, 225, 255
Konfüçyüs 169
Koraltan, Refik 211
Koru, Naci 566
Korutürk, Fahri 376, 378, 425, 426, 519
Koryürek, Enis Behiç 154
Köprülü, Fuat 211
Kösdağ, Mehmet 130, 319
Kubayev, Memet 86, 91
Kumak, Mehmet Gafur 172
Kurt Mehmet (Sabri Ülker’in amcası) 55
Kuşçulu, Mahmut Mahir 330, 476, 477
Kuşçulu, Nuh 320, 321, 324, 327, 330, 331, 475, 476, 478
Küçükali, Tekin 406, 407, 569
L
La Bruy°re, Jean de 555
Lamartine, Alphonse de 109
Le Bon, Gustave 109
Lenin (Ulyanov), Vladimir İlyiç 79, 90, 96, 107, 122
M
Mahire (Sabri Ülker’in ablası) 61, 139, 317
Mardin, Yusuf 154
Mareşal Fevzi Çakmak 210
Marko Usta 170
Mar, Karl 90, 123
Mavituna, Abdurrahman 151, 167
Mehmet Turhan Bey 171
Melen, Ferit 378
Menderes, Adnan 211, 257, 265-268, 296, 332, 377, 522, 554
Menderes, Yüksel 377
Mercan, Kerami 607, 608
Mercan, Nedim 607
Mercan, Sami 607
Meriç, Cemil 240
Mesci, Haluk 521, 522, 525, 526
Morçay, Şükrü 496
N
Nahum, Hayim 203, 303
Nebioğlu, Kemal 380-382, 396, 417, 424
Neriman Teyze (apartman komşuları) 244
Nurettin Hoca 667
O
Oluç, Mehmet 585, 596, 598
Onnik Usta 208, 258
Orhon, Orhan Seyfi 154, 158
Ortaylı, İlber 45, 213
Osman Nuri Bey 171
Osmanoğlu, Abid 565
Ö
Öksüz, Fahri 588, 589, 679
Öner, Mualla 59, 72, 131, 199
Öner, Nihat 82, 102, 130, 132, 207
Ömer, Öner 679
Önsel, Vedat 425
Öz, Sebahattin 153
Özal, Turgut 165, 175, 327, 343, 346, 409-411, 520, 554, 689, 692
Özbek, Necip 615
Özcan, Gazanfer 447, 448
Özcan, Gönül Ülkü 447, 448
Özcan, Salih 304-307, 565, 566
Özdemir, Sadi 516, 517, 692
Özdemir, Nâzım 363
Özden, Yekta Güngör 561
Özdil, Yılmaz 683, 695, 697
Özdöner, Fazıl 615
Özel, Mustafa 144, 145, 176, 475, 522, 535
Özgü, Cemal 181
Özgü, Cemile 181
Özgün, Talât 215, 216, 218
Özhun, Kayhan 475
Özilhan, Tuncay 471-473, 475, 477, 577
Özokur, Ahmet 104, 617, 643, 660, 661, 669
Özokur (Ülker) Ahsen 36, 38, 76, 95, 97, 100-104, 118, 133, 145, 162, 166, 200, 222, 235, 237, 240-243, 246, 249- 251, 270, 275, 280, 281, 283- 285-292, 316, 354, 372, 387, 388, 462, 468, 484, 542, 645, 649, 678, 679, 681, 712
Özokur, Alanur 660
Özokur, Ayşe Senem 660
Özokur, Beyhan 660
Özokur, Kerem 660
Özokur, Nur Vera 669
Özokur, Orhan 104, 354-356, 363, 380, 381, 441, 475, 489, 491, 492, 536, 540, 575, 578, 661
Özokur, Ömer 643, 652, 653, 660
Özokur, (Davutoğlu) Sefure 104, 661, 669
Özokur, Yusuf İhsan 669
P
Page, Larry 691
Pandeli Usta 201
Pasternak, Boris 52, 77
Peker, Alptekin 680
Polatkan, Hasan 332, 554
Puşkin, Aleksandr Sergeyeviç 51
R
Rado, Şevket 269, 270, 281, 555
Rakiros, Parasko 183, 203, 205
Rasputin, Grigori 107
Recaizâde Ekrem 153
Richepin, Jean 154
Roosevelt, Franklin 43, 44
S
Sabancı, Hacı Ömer 685, 688
Sabancı, Sakıp 562, 685, 688
Sadık Rifat Paşa 692
Saharov, Andrey 47
Said Şamil 565
Sancar, Semih 426
Saracoğlu, Şükrü 177, 193, 194, 205
Sazak, Gün 519
Selışık, Selahattin 214, 215
Sepet, Rıza 594, 625, 626, 679
Seyit Ömer, (Sabri Ülker’in amcası) 55, 101
Sezer, Adem 167, 504
Sezgin, İsmet 26, 557, 558
Sıdıka Hanım (Sabri Ülker’in ablası)
Simavi, Sedat 233
Socrates 69, 316
Songar, Ayhan 564
Sökmen, Tayfur 519
Sözen, Reşat 618, 619
Sözer, Vural 521
Sultan Aziz, Padişah 692
Sultan Reşad, Padişah 87
Sunay, Cevdet 345, 364, 365, 377
Sükan, Faruk 426
Stalin, Jozef 43-45, 47, 50-52, 80, 90, 114, 122, 123, 185, 240, 288
Ş
Şahabettin, Cenap 156
Şakire Hanım, (Sabri Ülker’in annesi) 55, 61, 65, 67, 68, 76, 78, 81, 82, 91, 93, 102, 114, 125, 126, 136, 138, 171, 205, 237, 239, 240, 241, 291, 316, 317, 711, 713
Şapolyo, Enver Behnan 172
Şendal, Yusuf 172
Şentürk, Aziz 167
Şentürk, Kemal 585, 603, 605, 628
Şentürk, Namık Kemal 376
Şerif Hüseyin Paşa 106
Şeyh Şamil 565
Şişmanoğlu, Abdullah 278
T
Tağmaç, Memduh 346, 364
Tamer, Zekirriya 162
Taviloğlu, Mustafa 244
Tecer, Ahmet Kutsi 154
Tolga, İzmir 521, 522, 526-528
Topbaş, Mustafa 120
Topbaş, Sabahattin 321, 327, 328
Tosunzade, Abdurrahman 172
Troçki, Leon 66, 122-124
Tunagür, Yaşar 304
Tuncer, Kenan 170, 178
Turanoğlu, M. Uluğ 154
Turhan, Mediha 172
Tuğ, Salih 533, 534, 568
Tural, Cemal 346
Türkeş, Alparslan 210, 406, 407, 424, 519, 520, 551, 554, 592, 594
Türel, Yusuf 321
U
Uğur, Hasan 327, 328
Uğurses, Zihni 594, 596, 636, 637, 679
Ulaş, Fahrettin 321
Unakıtan, Kemal 110
Uras, Güngör 683, 689, 690, 692
Uşaklı, Ömer Bedrettin 154
Ü
Ülken, Aydın 526
Ülker, Ahmet Asım 58, 64, 68, 76, 79-82, 85, 91, 92, 99, 101, 115, 116, 118, 126-128, 131- 133, 135, 139, 141-143, 169- 179, 181-185, 197-199, 201- 205, 207, 208, 214, 221, 230, 231, 239-241, 247-249, 252- 255, 256, 258, 259, 261, 272, 303, 307, 316, 319, 320, 326, 335, 351, 352, 354, 357, 387, 397, 405, 414, 415, 417, 437, 444, 483-485, 487-489, 491, 500, 505, 522, 587, 590, 591, 593, 594, 601, 607-609, 631, 640, 662, 681, 685, 686, 699, 701, 710-713
Ülker, Ali (Ahsen Özokur’un oğlu) 83, 103, 274, 277, 293, 396, 397, 484, 533, 534, 536, 538, 539, 568, 576, 643, 646, 647, 652
Ülker, Ali (Sabri Ülker’in oğlu) 35, 36, 235, 237-239, 241, 242, 246, 269, 270-279, 292
Ülker (Ataseven), Betül 240, 290, 465-467, 669
Ülker, Fatih 643, 669, 674
Ülker, Fatma 117, 190, 652
Ülker, Güzide (İman) 76, 130, 220, 222, 235-237, 248-251, 258, 259, 269, 270, 280, 292, 316, 319, 387, 388, 401, 465- 467, 469, 551, 591, 617, 645, 670, 675, 677, 678, 682, 712, 713
Ülker, İbrahim 652
Ülker, Meryem 652
Ülker, Murat 36, 38, 59, 60, 62, 69, 109, 111, 113, 115, 118, 165, 213, 219, 240, 245-248, 253, 255, 271, 276, 280, 292, 300, 344, 373, 375, 387, 395, 398, 418-420, 424, 437, 440, 442-444, 456, 462, 466, 469, 489, 491, 492, 503, 532, 535, 536, 539-544, 547, 556, 557, 559, 570, 575, 605, 645, 669, 673, 692, 699, 701, 704, 707, 710, 713
Ülker, Mustafa 643, 669, 670, 673
Ülker, Rahmi 217
Ülker, Yahya 618, 643, 669, 670, 677
Ülker, Zehra 174, 230
Ülker, Zeynep 652
Ülkücü, Aydın 437
Ürgüplü, Suat Hayri 333, 377
V
Vahideddin, Padişah 107
W
Wiederkehr, George 475, 479
Y
Yalçın, Süleyman 564
Yalçıntaş, Nevzat 120, 129, 130, 142, 555, 562, 563
Yaramanoğlu, Hüdai 447, 661
Yavuzer, Haluk 270, 433-435, 441, 443
Yazıcı, Kâmil 327-329, 472
Yazıcı, Osman 475
Yelmen, Hasan 326
Yener, Faruk 265
Yıldız, Ziya 164, 166, 341, 342, 639
Yılmaz, Mesut 554
Yozgat, Hasan 343, 595, 679
Yöntem, Ali Canip 154
Yusuf Ziya 153, 171
Yusuf Ziya Bey (şekerci) 171
Yurdagül, Metin 38, 499, 500, 501, 509, 510, 512, 514, 567
Yurdakul, Mehmet Emin 210
Yurdoğlu, Lebit Fehmi 154
Yüceses, Fethi 192
Yüceses, Hamiyet 178, 192
Yücesoy, Ekrem Şevket 560, 561
Yüksel, İsmet 51
Z
Zaim, Sabahattin 321
Zorlu, Fatin Rüştü 332, 554
Zweig, Stefan 197