Sabri Berksan, 1947-1948 yıllarında hayatındaki iki önemli merhaleyi aşmak için yola çıktı. Önce vatani görevini yaptı. Ardından da aile yuvasını kurmak için teşebbüse geçti. Berksan, hayatındaki bu iki yılı, güzel ve heyecan dolu sürprizlerle yaşayarak mutlu sona ulaştı.
Kırım kökenli ünlü tarih hocalarından Prof. Dr. İlber Ortaylı, toplumları tahlil ederken, şöyle bir değerlendirmede bulunuyor:
“Bazı toplumlar ressamdır, müzisyendir; ama Türk toplumu, savaşçıdır.”
Prof. Dr. Ortaylı, bu tanımlamasıyla, Türk milletinin “asker” bir millet olduğunu vurguluyor.
Şüphesiz, Türk toplumu için askerlik, kutsal bir vatan görevidir. Onun için, asker ocağı, “peygamber ocağı” olarak da adlandırılır.
Askerlik çağına gelen gençlerimiz, işte o “peygamber ocağı”na büyük şenliklerle uğurlanırlar. Bu şenlikler sırasında, davul ve zurnalar çalınır, Türk bayraklarıyla süslenmiş otomobil konvoyları, adeta gökleri inleten korna sesiyle şehirde, kasabada, köyde, “şeref turu” atarken, yol kenarlarında onları hayranlıkla izleyen halk, Mehmetçik adaylarını coşkuyla alkışlar.
Askerlik, sosyal bakımdan da her Türk erkeği için çok önemli bir merhaledir. Çünkü, asıl yaşam, bir başka ifadeyle “hayat gailesi” o merhaleyi aştıktan sonra başlar.
Her erkek evlat, eğitimini tamamlayınca, hiç vakit kaybetmeden vatani görevine gider. Hem evlilik, hem de iş hayatı, o görevin tamamlanması üzerine gündeme gelir.
Askerlik, hata kabul etmeyen, çok önemli ve disiplin gerektiren bir görevdir. Askerlikte disiplin, eğitimle kazanılır. Napolyon’un şu sözleri, bu eğitimin önem derecesini vurgular:
“En iyi asker, çarpışmasını değil, yürümesini bilen askerdir.” Fransa imparatorunun da işaret ettiği gibi; askerlikte, barut kokusundan önce, disiplin vardır.
Hikâyemizin kahramanı, 16 Eylül 1920 Kırım doğumlu İslam oğlu Sabri Berksan, henüz 9 yaşındayken, Türkiye’nin Moskova Büyükelçiliği’nden alınan nüfus cüzdanı ve pasaportla birlikte Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına kavuşur. 1929’da, ailesiyle birlikte Rusya İmparatorluğu’ndan Türkiye’ye göçer.
Daha önce belirttiğimiz gibi Sabri’nin Kırım’daki belgesiz üç yıllık öğrenciliği, Türkiye’de kabul edilmez. Okula, sıfırdan başlar. 24 yaşına gelince, yüksekokul diplomasıyla hayata atılır.
Kırım’da yaşayan Türk asıllı diğer gençler ise, askerlik çağında İkinci Dünya Savaşı’nın girdabına kapılırlar. Onlardan bir kısmı Rusya’daki Kızıl Ordu’ya, bir kısmı ise 1941’de yarımadayı işgale gelen Hitler Almanyası’nın Nazi ordusuna katılmak zorunda kalır.
Devletler Ailesi’nin savaştan 10 yıl önce Türkiye’ye göç etmesi, evlatları Asım, Hakkı ve Sabri’yi, bölgede dehşet saçan bu iki ordunun neferi olmaktan kurtarır.
Asım Berksan, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde iki defa silah altına alınır. Er olarak ilk askerliğini 1937, ikinci askerliğini ise 1939’da yapar. Ailenin ikinci erkek evladı Hakkı ise, henüz askerlik çağında iken, genç yaşta ebedi yolculuğa çıkar.
Sabri, yüksekokul mezunu olduğu için, yedek subaylık hakkı kazanır. 1947 yılının Kasım’ında yedek subay adayı olarak vatani göreve başlar. Askeri okul, Ankara’nın Bahçelievler semtindedir. Okulun yanı başındaki bina ise, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin en önemli sağlık kurumu olan GATA, yani Gülhane Askeri Tıp Akademisi...
Bahçelievler’de, yan yana bulunan bu iki binadan ilkinde, askeri birliklerde görev alacak yedek subaylar; ikincisinde ise tıp fakültelerini bitirmiş genç askeri tabipler ihtisas için eğitilir.
Sabri Berksan, annesi, babası ve ağabeyiyle birlikte uzunca bir süre yaşadığı başkent Ankara’ya, beş yıl sonra, bu defa askeri öğrenci kimliğiyle gider. Okulun süresi, altı aydır. Askeri eğitim bitince, kura çekecek ve yurdun herhangi bir köşesindeki askeri birlikte, asteğmen rütbesiyle görev alacaktır.
Yedek Subay Okulu’nun 27. dönem öğrencisi 2989 yaka numaralı Sabri Berksan, “motorlu topçu” sınıfında eğitim görür. Okul Komutanı Tuğgeneral Selahattin Selışık, Tabur Komutanı ise Binbaşı Fikret Esen’dir.
Kurtuluş Savaşı’nda çok önemli bir görev üstlenen Tuğgeneral Selışık, 16 Eylül 1922’de İzmir’in Çeşme bölgesine Türk bayrağını çeken süvari üsteğmendir. Selahattin Selışık, 1956-1959 yılları arasında ise orgeneral rütbesiyle Milli Güvenlik Genel Sekreterliği görevini yürütecektir.
Yedek Subay Okulu Tabur Komutanı Fikret Esen ise, Sabri Berksan’a komutanlık yaptıktan 21 yıl sonra orgeneral rütbesiyle Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na getirilecektir.
Sabri Berksan’la birlikte Yedek Subay Okulu’nda vatani görevine başlayan hâkim adayı Talât Özgün, askerlik hayatlarının ilk günlerini şöyle anlatıyor:
Sabri Ülker, benim askerlik arkadaşım. Hukuk Fakültesi’ni bitirip, hâkim adayı olmuştum. Ardından vatani görevimi yapmak için Ankara’da, Kara Harp Okulu’nun yanındaki Yedek Subay Okulu’na gittim. Sabri ile orada tanıştım.
Bizim zamanımızda, üniversite mezunlarının yanı sıra, lise mezunları da yedek subay olabiliyordu, ama okulda, üniversite mezunları ile lise mezunlarını ayrı ayrı bölüklere sevk ediyorlardı.
Hiç unutmuyorum, okula teslim olunca, bizi kocaman bir sinema salonunda topladılar. Okul Komutanı Selahattin Selışık, öğrencileri tek tek bölüklere ayırdı. Yükseköğrenim görenler uçaksavar ve motorlu topçu sınıfına ayrıldı, bize de motorlu topçu bölüğü isabet etti. Bölükte, yaklaşık 150-160 yedek subay öğrencisi bulunuyordu.
Taburumuz belli olmuştu. Tabur komutanımız da Binbaşı Fikret Esen’di. Fikret Binbaşı, bizi bir dershaneye götürdü. “Sizi yalnız bırakıyorum, kendi içinizden bir öğrenci bölük komutanı, bir de yardımcı seçin” dedi.
İstanbul’dan gelen grup, çok kalabalıktı. İstanbullu arkadaşlar, beni öğrenci bölük komutanı seçtiler. Altı ay boyunca Yedek Subay Okulu’nda temel eğitim gördük. Sabri de İstanbul’da Yüksek Ticaret Okulu’nu bitirmişti; o da bizim bölüğe düştü.
Sabri Berksan, Ankara’nın çetin kış şartlarında başladığı Yedek Subay Okulu’nu, baharla birlikte tamamladı. Askeri öğrenciliği sırasında, okulun hemen yanı başındaki tepede Anıtkabir inşaatı vardı. Askeri öğrenciler, talimlerini, Bahçelievler’in ve Anıttepe’nin çevresindeki arazi ile Dikmen sırtlarında yapıyorlardı. Çocuk yaştan itibaren ağır hayat şartlarına adapte olmuş bulunan Sabri, disiplin gerektiren askeri eğitimi, hiç güçlük çekmeden başarıyla tamamladı. Yedek Subay Okulu’ndan almış olduğu 22 Nisan 1948 tarihli diplomasında, mezuniyet derecesinde şu not yer alıyordu: “Çok iyi”...
Sabri Berksan, Yedek Subay Okulu’nu başarıyla tamamlayarak, görev yapacağı birliğin belirlenmesi için kurasını çekti. Şansına, Diyarbakır’daki 107. Topçu Alayı Takım Komutanlığı çıktı.
İlk asteğmen maaşını aldıktan sonra, trenle başkent Ankara’dan İstanbul’a, ailesinin yanına giden Sabri Berksan, bir hafta hasret giderdikten sonra tekrar yola koyuldu. Haydarpaşa’dan, kendisini bu defa Diyarbakır’a götürecek kara trene bindi. Trende, İstanbullu devre arkadaşları da vardı.
Berksan’ın devre arkadaşı Talât Özgün, bu kez Diyarbakır’da başlayıp bir yıl sürecek yaşantılarını anlatıyor:
Yedek Subay Okulu’nu başarıyla tamamladıktan sonra, kurada Diyarbakır’ı çektik. Aramızda, Sabri’nin de bulunduğu yaklaşık 50 yedek subay, trenle Diyarbakır’a hareket ettik. Bir süre Diyarbakır Orduevi’nde kaldık. Daha sonra oradan çıkartılıp, önceleri hayvanların kaldığı bir tavlaya gönderildik. Tavlayı biraz düzenlemişler, içine ranzalar yerleştirmişler. Bize, “Siz burada kalacaksınız” dediler. Kalınacak gibi değildi. “Burada kalmayız, ev tutacağız” dedik.
Sabri çok becerikli olduğu için, hemen harekete geçti ve ev aramaya başladı. Kalabileceğimiz evi, kısa sürede buldu. Ev, Diyarbakır’ın klasik, avlusu havuzlu evlerinden birisiydi. Biz, birlikte hareket eden dört arkadaştık. İki odayı ikişer ikişer paylaştık. Sabri’nin yanına Şefik isimli bir arkadaşımız düştü. Benim odamda ise, Rahmi Ülker adında bir arkadaşımız kalıyordu. Tabii Sabri’nin soyadı, o tarihlerde “Berksan”dı.
Diyarbakır’daki Topçu Alayı, Dicle Nehri’nin kenarındaydı. Birliğimize sabah gider, akşam dönerdik. O yıllarda Diyarbakır’da insani ilişkiler çok güzeldi. Halk ile ordu mensupları adeta birbirine kaynaşmış vaziyetteydi. Diyarbakırlılar, bizden izin alarak Orduevi’nin bahçesine gelir, otururlardı. Bizler, akşamları Orduevi Sineması’na giderdik. Orduevi’nin bitişiğinde de Diyarbakır Halkevi vardı. Şehir, yaz günlerinde gündüzleri cehennem sıcağını yaşar, akşamları ise serinlik çökerdi. Bölgenin ünlü ses sanatçısı Celal Güzelses, akşamları Halkevi’nin balkonundan şarkılar söyler, tüm Diyarbakır halkı, Halkevi ve Orduevi’nin önünde toplanarak onu dinlerdi. Bütün Diyarbakırlı, kadınıyla erkeğiyle ordu mensuplarına çok yakındı.
Sabri, asker ocağındayken çok prensip sahibi bir arkadaştı. Az konuşurdu. Ağırbaşlıydı. Özel hayatını anlatmazdı. Disiplinli bir asker olduğu için, hiç ceza almadı. Zaman zaman ortadan kaybolurdu. Kim bilir, belki İstanbul’daki işini kontrol etmeye, belki de nişanlısını görmeye giderdi.
Sabri, arkadaşlarıyla şakalaşırdı, ama asla ölçüyü kaçırmazdı. Sadece aile yaşantısını anlatırken Kırım’dan itibaren çok sıkıntı çektiklerini bize söylerdi.
Sabri, askerliği süresince, İstanbul’daki işiyle de meşgul olurdu. Ağabeyini telefonla arar, kendisine, imalatla ilgili notlar verirdi. Bu söylediğimiz dönem, İkinci Dünya Savaşı’nı takip eden yıllar olduğu için, ülkede şeker, vesikayla verilirdi. Sabrilerin İstanbul’daki imalathaneleri, şekerli mamuller üretiyordu. Sabri, ağabeyini telefonla arayarak, “Ağabey, şekeriniz kalmadı ise, Vilayet’e müracaat edin. Mevcut şekeri ıslayın, imalata geçin” şeklinde tavsiyelerde bulunurdu.
Askerliğimizde, topçu yedek subayıydık, ama inanır mısınız hiç top atışı yapmadık. Zaman zaman görev yaptığımız askeri birliğe Amerikalı subaylar gelir, bizi de topların yanına dizerlerdi. Amerikalılar inceleme yaparken, biz, topun yanında dikilir dururduk.
Asteğmen Sabri Berksan, vatani görevini yaptıktan yaklaşık yarım asır sonra, askere gidecek olan oğlu Murat’ı karşısına alıp şu tembihatta bulunur:
“Oğlum, asker ocağında iki şeye dikkat edeceksin: Gönüllü olma, işgüzar olma... Komutanların, sana hangi işi emrederlerse, sadece onu yap. Ayrıca, komutan, adını da bilmesin...”
Babasının tembihatını pür dikkat dinleyen Murat Ülker, Sabri Bey’e konuyu biraz daha açmasını söyler. Aldığı cevap şöyledir:
“İşgüzar olursan, boyum uzun dersin, o zaman sana bayrak taşıtırlar; eziyet çekersin. Şayet komutan, senin adını bilirse, adınla küfreder; ağırına gider.”
Yıllar sonra, oğluna askerlikte davranış psikolojisi üzerine öğüt veren Sabri Berksan, oysa, görev yaptığı sırada, birliğinde kaybolmuş, firarı dahi verilmiş. Sabri Asteğmen, bir süre sonra ortaya çıkmış. Disiplinli asteğmen, acaba firarda ne yapmış? O sırrı da, oğlu Murat Ülker’den öğreniyoruz:
Babam, yedek subaylığını Diyarbakır’da yapmış. Askere gitmeden önce, sözlü veya nişanlıymış. Kız tarafı da İstanbul’da oturuyormuş.
Sabri Bey, bir gün askerden firar etmiş ve İstanbul’a gelmiş. Kısa bir süre sonra da Diyarbakır’a dönüp birliğine teslim olmuş. Tabii Sabri Bey’in firarı tespit edilince, komutanları hayretler içinde kalmış. Çünkü kendisi, çok disiplinli bir yedek subaymış.
Sabri Bey, birliğine teslim olduktan sonra kendisinden üst rütbedeki subaylar, “Sabri Asteğmen, niçin bunu yaptın? Bak, askerliğin de yandı” demiş ve üzüntülerini belirtmişler.
Tabii bu olay, askerlikten firar olduğu için, babamı askeri mahkemeye vermişler. Mahkeme hâkimliği görevinde, kendisi gibi yedek subay olan İstanbullu Avukat Hayim Kohen bulunuyormuş. Aslında Sabri Bey, Hâkim Hayim Kohen’le devre arkadaşıymış. Firardan önce hâkime danışmış, “Böyle bir iş yaparsam, başım belaya girer mi, askerliğim yanar mı?” diye... Askeri hâkim, “kara kaplı kitabı”, yani askeri mevzuatı bildiği için “Gidersen, fazla bir şey olmaz” demiş. Anladığım kadarıyla, babam, hem annesini hem de sözlüsünü görmekte sabırsızlanmış ve Hayim Kohen’den aldığı cesaretle yola düşmüş.
Şimdi gelelim, tekrar yargılanma safhasına... Sabri Bey, askeri mahkemeden “oda hapsi” cezası almış. Ancak, Diyarbakır’daki kışlada bu cezayı çekecek mekân yokmuş. Demek ki, uzun zamandan beri o askeri birlikte ceza alan olmamış ki, böyle bir binaya da ihtiyaç hissedilmemiş.
Alelacele bir baraka bulunmuş. Hemen o barakanın bakımı, onarımı ve temizliği yapılmış. Baraka, Sabri Bey’in cezaevi olmuş. Yaklaşık bir ay orada yatmış, kalkmış. Baraka, kışlanın içindeymiş, ama bağımsız bir bölüm olduğu için Sabri Bey’e kendini koruması amacıyla bir de tabanca vermişler. Askeri birlikteki tüm personel, akşamın ilerleyen saatlerinde koğuşlarda istirahate çekilince, Sabri Bey gece yarısı şehre inip dolaşırmış.
Diyarbakır’daki birliğinden, askeri hâkime danışarak firar eden Asteğmen Sabri Berksan’ın şimdi de İstanbul’da geçen günlerini izleyelim...
O günlerde yaşananları, günümüze Avni İman taşıyor. 1948’in görgü tanığı, Sabri Berksan’la karşılaştığı zaman henüz 13 yaşındaymış. İman, ablasına talip olan bu asteğmen hakkında bakalım nasıl bir hüküm vermiş:
Sabri Bey’in eşi Güzide Hanım’ın kardeşiyim. 1935 Balıkesir doğumluyum. İş hayatım, ticaretle geçti. Sabri Bey’le ilk defa babamın işyerinde karşılaştık. Sabri Bey, ablam Güzide Hanım’a talipti. O sırada yedek subay olarak askerliğini yapıyormuş. Babamı ziyarete gelerek tanışmak istemiş. Bu görüşmede aracı kimdi, onu hatırlayamıyorum.
Sabri Bey, Eminönü Hasırcılar Caddesi’nde, Kurukahveci Mehmet Efendi’nin dükkânının bulunduğu bölgedeki işyerimize gelerek babamla konuşmaya başladı. Ben de kendisini profilden gözledim. Tabii bu görüşmeyle ilgili olarak eve haber götürecektim.
Sonradan öğrendim ki, babamla görüşmek için askeri birliğinden izin almamış, kaçak olarak gelmiş.
Esmer, kara kuru biriydi. Diyarbakır’da yanmış... Sivildi. Asım Bey’le beraber geldiler. Ben, sürekli kendisini kritik ediyordum. Sabri Bey, babama dönük oturuyordu. Görüşme bittikten sonra, eve gittim; ablama, damat adayı aleyhinde konuştum. Bunlar, 13-14 yaşın verdiği duygulardı. Sabri Bey, o tarihte 30 yaşındaysa, ben de 15 yaşındayım...
Her şeyden evvel nasip, kısmet...
O zaman, Ülker yoktu zaten. Sirkeci’de, bir mağazaları vardı. Asım Bey de ağırlıklı olarak orada çalışıyordu. Sabri Bey’in daha önce ne yaptığını, ne ettiğini bilmiyordum.
Bu ilk karşılaşmadan belirli bir müddet sonra nişan ve düğün yapıldı. Bu merasimler, şimdikiler gibi çok tantanalı şeyler olmadı. Nişanlılık döneminde, aramızdaki yaş farkına rağmen Sabri Bey’le hakikaten çok iyi anlaştık. Onun bana karşı gösterdiği anlayış, benim de kendisine karşı gösterdiğim saygı gibi, müşterek duygu ve düşüncelerimiz vardı.
Sabri Bey, askerden geldikten sonra, bir gün beni Tahtakale’deki eski bir hana götürdü. Orada sadece iki odada bisküvi imal etmeye başlamış. Burası, bir hanın birinci veya ikinci katıydı. Aslında, kendilerinin Sirkeci’de koskoca bir dükkânları vardı. Şekerleme imalatı ve satışı yapıyorlardı. Kendi kendime, “Oradaki işi bırakıp da burada ne işi var?” gibilerden düşünmeye başladım. Ama temeli orada atmış. Allah, kendisine bir güç, bir sabır ve bir de ticari idrak vermiş ki, böylece sanayiciliğe geçti. Allah da istedikten sonra böyle oldu...
Zaman içinde Sabri Bey’in gayretini, hizmetini ve fevkalade insanüstü çalışmalarını takdir etmeye başladım. Çok çalıştı. Topkapı’da ilk fabrikasını kurdu. O tesisler yapılırken beraber olur, çalışır, geceler ve sabahlardık...
Bu arada, babam Muharrem Efendi’nin bir özelliğinden bahsetmek istiyorum. Babamın üç kızı, iki de yetiştirdiği kız evladı vardı. Bu beş kız evladını evlendirirken babamın prensip olarak ilk nazarda istediği şey, damat adayının dini meselede düzgün olmasıydı.
Hatırlıyorum; bir seferinde kız kardeşlerimizden birinin talibi vardı. Damat adayının babası, işyerimize geldi. Oğlunun tahsilinden, işinden gücünden övgüyle söz etti. Babam, ziyaretçisini dinledikten sonra, “Oğlunuz namaz kılar mı?” diye sordu.
Ziyaretçi de, “Cumaları kılar” cevabını verince babam, “Kusura bakma; bizde, verecek kız yok” dedi. Sabri Bey ise, bu hususta tam not aldı. Aslında, Sabri Bey’in o günkü mali durumu gıpta edilecek bir şekilde değildi. Biz de ticaretle meşgul oluyorduk. Sabri Bey’in ailesi, kendisini tanıttı, dolayısıyla taraflar tatmin oldular.
Sabri Ülker Ailesi’nin adeta hafızası durumunda olan tek kız evlatları Ahsen Özokur, annesi ile babasının evlilik hikâyelerini tüm taraflardan ayrıntılı bir şekilde dinlemiş. Özokur’a, bu ilginç hikâyeyi anlatanlar arasında, Sabri Bey ve Güzide Hanım’ın yanı sıra, Askeri Hâkim Hayim Kohen ve çocuk yaştayken bu evliliğe karşı çıkan Avni Dayısı da var.
Asteğmen Sabri, firarda çok yoğun ve heyecanlı günler yaşamış. Kayınbiraderi küçük Avni’nin olumsuz notuna rağmen, kayınpederi Muharrem İman tam not verince sınıfı geçmiş.
Sabri Berksan ile Güzide İman’ın mutlu sona doğru giden gönül hikâyelerini bir de Ahsen Özokur’dan dinleyelim:
Anne tarafım Balıkesirli. Balıkesir’e de Isparta’dan gelmişler. Sonra İstanbul’a taşınmışlar. Annem İstanbul’u 17 yaşında görmüş. 21-22 yaşlarında da babamla evlenmiş.
Annemle babamın evlilik hikâyeleri gündeme gelince, çok ilginç anılar dinlerdim. Babam, Diyarbakır’da askermiş. Ama evlilik zamanı da gelmiş. Annemle babamı büyük teyzemin kayınvalidesi tanıştırmış. Babam, annemle tanışmak için Diyarbakır’daki birliğinden firar edip İstanbul’a gelmiş. Önce Muharrem Dedemle, daha sonra da annemle tanışmış.
Evlilikle ilgili bütün bu hikâyeleri, aradan yıllar geçtikten sonra babamın asker arkadaşı Hayim Kohen’den de dinlerdik. Hayim Bey, yedek subaymış, ama aynı zamanda askeri hâkimmiş. Babama da bir ay hapis cezası vermiş.
Babamla Hayim Bey’in arkadaşlıkları, hayat boyu devam etti. Bu, askerden firar ve görücü işi nasıl başlamış, onu anlatmak istiyorum. Önce, annemle babamın evlenmelerine vesile olan bir muhterem kişiyle konuya girelim.
Ali Haydar Efendi isimli bir tekke şeyhi varmış. Aslında, kendisi bir fıkıh âlimidir. Fakat sonradan, tasavvuf ehli olmuş. Bu muhterem zat, büyük teyzemin de kayınpederi. Yani, bir eniştemiz, oradan geliyor. Babamla, bacanak olan eniştemiz...
Bilindiği gibi dedem Hacı İslam Efendi, Fatih Medresesi’nde yetişmiş. Ali Haydar Efendi de öyle... İkisi de fıkıh âlimi. Dostane münasebetler sırasında, babamın evliliği gündeme gelmiş. Ali Haydar Efendi de, “Oğlumun bir baldızı var, ona bir bakın” demiş. Tabii bu arada, Ali Haydar Efendi’nin eşi Hanife Hanım da annemi çok methetmiş.
Hanife Hanım teyze, çok hoş bir hanımefendiydi. Kendisini tanıdığımda, 90 yaşlarındaydı. Hep “Allahım, bana ibadet ömrü ver” diye dua ederdi. O kadar güzel namaz kılardı ki, hiç eğilip bükülmezdi...
Hanife Hanım, gelinine, yani teyzeme, hep “Şükûfe Hanım” diye hitap ederdi. Ben de bu gelin-kayınvalide arasındaki münasebetleri hayretle izlerdim. Düşünebiliyor musunuz, yaşını başını almış bir kayınvalide, kendisinden çok küçük olan gelinine “Şükûfe Hanım” diye hitap ediyor. Doğrusu bu tavır, bana çok hoş ve değişik gelirdi.
Ali Haydar Efendi ile eşi Hanife Hanım arasında da sevgi dolu bir muhabbet vardı. Ali Haydar Efendi, eşinin terliklerini, “Gül Hanifemin terlikleri” diye alır, muntazam şekilde bir kenara koyarmış. Biz, o yıllarda, bu muhterem kişileri ciddi ve sert mizaçlı zannederdik, öyle olmadıklarını işitince hayretler içinde kalırdık.
Aile büyükleri arasında kız isteme meselesi görüşülmüş, ama o güne kadar annem ve babam birbirlerini hiç görmemişler. Askerde olan babam, annemi görmek için Diyarbakır’dan İstanbul’a gelmiş.
Ailede, sadece dedem çok mutaassıptı. Özellikle dedemin, kardeşlerinden çok farklı bir yaşantısı vardı. Mutaassıp olduğu için, üç kızını da herkese görücüye çıkarmıyormuş.
Muharrem Efendi’nin kızları, gençlik yıllarında, örtüler içindeymiş. Dedem, kızlarına talip olan damat adayının önce ailesiyle tanışır, ardından o kişiyi dükkânında kabul edermiş. Olumlu bir kanaat sahibi olduktan sonra, iki tarafın hanımları bir araya gelirmiş. Bu arada, damat adayının eve kabul edilmesi söz konusu olunca, bu kabul sırasında kızlarının başı açık çıkmasına izin verirmiş.
Dedem, bu kadar katı bir Müslüman iken kızlarına görücü gelince, daha esnek davranması, bana çok tuhaf gelirdi. Ama annem, bu duruma şöyle bir açıklık getirmişti: “Deden, izdivacın yüzde yüz gerçekleşeceğine inandığı durumlarda, insanları eve alırdı...”
Muharrem Dedem, Osmanlı’da var olan şeyhülislam fetvasına göre hareket edermiş. O fetva da şöyleymiş: “Niyet ciddi olunca, kız, görücü karşısına başı açık çıkabilir.”
Dedemle babamın görüşmesi sırasında, Avni Dayım da oradaymış. Yaşı henüz küçükmüş. Dedemle babamın görüşmesinden sonra eve giderek anneme, yani ablasına, “Seni isteyen kişi, çok çirkin, kara bir adam; sakın beğenme!” demiş. Ama annem, babamı ilk gördüğünde çok beğenmiş, onu biliyorum. Babam annemi, annem de babamı gerçekten çok beğenmişler. Birbirlerini severek evlenmişler.
Asteğmen Sabri Berksan, müstakbel nişanlısını görmek için Diyarbakır’daki birliğinden firar edip, İstanbul’a gelişinden dolayı hatırı sayılır bir disiplin cezası almış, ama kaldığı cezaevini kendisi açıp kapatıyormuş. Cezayı veren askeri hâkimle de ömür boyu sürecek ailevi bir dostluk, arkadaşlık ve dayanışma içine girmiş.
Askeri hâkimlikten terhis olduktan sonra İstanbul’da avukatlığa başlayan Hayim Kohen’in hukuk bürosundaki meslektaşı Yılmaz Karadeniz’de de, Sabri Bey’in askerlik dönemiyle ilgili ilginç detay bilgiler var. Sabri Berksan’ın askerlik anıları, aldığı disiplin cezasıyla bitmiyor; içinde, Güneydoğu’nun kaçakçılık öyküleri de bulunuyor. Hikâyenin eksik karelerini, Avukat Karadeniz tamamlıyor:
Yükseköğrenimimi, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde bitirdikten sonra, Avukat Hayim Kohen’in yanında avukatlık stajı yaptım, ardından da bu büroda çalışmaya başladım.
Sabri Ülker Bey’le 1959 yılında, Hayim Kohen’in yazıhanesinde tanıştım. Sabri Bey ile Hayim Bey, asker arkadaşıymış. Hayim Bey’in avukatlık bürosu, Sirkeci’deki Doğubank İşhanı’nın üçüncü katında 320 numaralı daireydi.
Sabri Bey ve Hayim Bey, askerlikte kıta hizmetini Diyarbakır’da yapmışlar. Hayim Kohen, avukatlık stajını tamamladıktan sonra askere gittiği için, tümende “askeri hâkim” olmuş. Bu arada zannedersem, Sabri Bey Diyarbakır’dan İstanbul’a izinli gelmiş. Ancak, izin süresini üç-beş gün geçirince, “asker kaçağı” muamelesi görmüş. Sabri Bey’den dinlemiştim; o yıllarda ulaşım trenle olduğu için, bu yolculuk uzamış. Sabri Bey, Askeri Hâkim Hayim Kohen’in huzuruna çıkmış. O günleri anlatırken, “Beni, bu gâvur hâkim yargıladı” diyerek espri yapardı.
Sabri Bey’in anlattıklarına göre; Güneydoğu Anadolu’da kaçakçılık çok yaygın olduğu için, sınırda nöbet tutan askerler, zaman zaman silahlarını kaçakçıya kaptırırlarmış. Bu askerler, daha sonra hâkim huzuruna çıkarken, Sabri Bey’in yanına gelip, “N’olur Komutanım, söyle de, beni bu gâvur hâkim yargılasın” derlermiş.
ABD ve İngiltere’yle birlikte Hitler diktasını sona erdiren Sovyetler Birliği, savaş sonrası “yayılmacılık politikası”nı sahneye koyuyor, sıcak denizlere açılabilmek için Türkiye’den, Kars ve Ardahan’ı istiyordu. Egemenlik tehdidiyle karşı karşıya kalan Türkiye, savaşa katılmamış olmasına rağmen, büyük bir ekonomik kriz içindeydi. Bu krizi aşamaması halinde, her an yeni dış tehditlerle karşılaşması mukadderdi.
İngiltere ise, Birinci Dünya Savaşı’ndan beri kontrolü altında tuttuğu Ortadoğu’dan, İkinci Dünya Savaşı’nı takiben çekilmeye karar verdi. Sovyetler de bu fırsatı değerlendirip, Ortadoğu üzerin den Basra Körfezi’ne açılmak istiyordu. ABD, Sovyetler’in bu teşebbüsüne izin vermeyip, Türkiye ve Yunanistan’ı güçlendirmek için “Marshall Yardımı” adı altında bir yardım programı başlatma kararı aldı. Bu yardımla birlikte, Türkiye’ye öncelikle iş makineleri gelmeye başladı. Onu, ileriki yıllarda gıda maddeleri ve askeri yardımlar da izleyecekti.
Bu arada, çok partili siyasi hayata geçmiş olan Türkiye, hem uluslararası ekonomik destek sağlamak, hem de üyesi olduğu Birleşmiş Milletler Örgütü Sözleşmesi’ndeki taahhüdünü yerine getirmek için “Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi”ni imzaladı.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, dünya düzeni yeniden oluşmaya başladı. Nazi Almanyası ve Avrupa’nın büyük bir bölümü savaş sırasında yakılıp yıkılmış, milyonlarca can kaybı olmuştu. Nazilerin safındaki Kırımlı pek çok Türk genci ise Almanya’nın yenilgisi üzerine orta yerde kalakalmıştı. İşte o gençler arasında Sabri Berksan’ın çocukluk arkadaşı Kurt Seyit Çalı da vardı.
Savaş sonrası sahneye konulan yeni uluslararası oyunun adı “Soğuk Savaş”tı. Bu, psikolojik bir propaganda savaşıydı. Daha düne kadar ABD ve İngiltere ile müttefik olan Sovyetler Birliği, başta Kars ve Ardahan olmak üzere yeni topraklar peşindeydi.
Sabri Berksan, Soğuk Savaş döneminde Türk ordusunda vatani görevini yapmaya başladı. Onun Nazi askeri olan çocukluk arkadaşı Kurt Seyit ise Avrupa’da sığınacak yer arıyordu.
Kırım ve Kırımlılarla ilgili olaylar ve hikâyeler anlatmakla bitmiyor. Kırım Türklerinin yüzyıllardan beri yaşadığı trajediler, günümüzde birer ibret belgesi olarak dehşetle dinleniyor. İşte böyle bir hikâyeyi dinlemeden önce, Kırım kökenli, Köstence Tatarlarından ünlü Türk şair ve edebiyatçı Yahya Benekay’ın, inanılması güç olayları tahlil ederken söylediği ilginç bir değerlendirmeden yola çıkalım.
Türk sanat musikisinin popüler eserlerine söz yazarlığı da yapmış olan Benekay, karmaşık olayları anlatırken, konuşmasına şöyle başlardı:
“En büyük senarist, Cenab-ı Allah’tır.”
Şimdi, bizim de önümüzde, böyle bir senaryo var. O senaryoyu okudukça, insan şaşkına dönüyor, işin içinden çıkmakta zorlanıyor. Olaylar arasında bağlantı kurmaya kalkışınca, ister istemez “Olmaz böyle şey...” diyor.
Kitabımızın baştaki bölümlerinde, hikâyemizin kahramanı Sabri’nin Kırım’daki çocukluk arkadaşı Kurt Seyit’ten söz etmiş- tik. Bolşevik İhtilali’nin hüküm sürdüğü yıllarda, babası Türkiye’ye kaçmış, o da annesiyle birlikte Kırım’da yapayalnız, kaderlerine terk edilmişti.
Sabri ile Seyit, birlikte büyüdüler. Aileleri dost, onlar da arkadaştı. Sık sık görüşürlerdi. Sabri’nin dedesi Hacı İslam Efendi, küçük Kurt Seyit ile annesini adeta himayesine almıştı.
İhtilalin on ikinci yılında Sabri ile ailesi, Türkiye’ye göç ediyor, Kurt Seyit ise babasının Türkiye’den geleceği günlerin hayaliyle yaşıyordu. Ancak, o hayal asla gerçekleşmeyecekti.
1917’de Rusya’da başlayan, üç yıl sonra da Kırım’ı etkileyen olaylar hiç durulmadı; 1939 yılında patlak veren İkinci Dünya Savaşı’yla birlikte artarak devam etti.
Sabri savaş yıllarında Türkiye’deydi. Kırım’da yarım bıraktığı tahsiline sıfırdan başlamış, lise son sınıfa kadar gelmişti. Kurt Seyit ise babası gibi Türkiye’ye kaçma imkânı bulunmadığı için, savaşın dehşetini yaşıyor, silah altına alınmak üzere olduğu Kızıl Ordu’ya dahil olmak istemiyordu.
Hitler’in Nazi askerleri, 1941 yılının Ekim ayında Kırım’ı işgal etti. Nazi ordusu, işgal bölgesinden, asker temin etmeye başladı. Kısa sürede, umduğunu buldu. Kırımlı pek çok genç, Nazi ordusu saflarına geçti. Kurt Seyit de bu gençler arasındaydı. Yeni Nazi askeri Kurt Seyit, yaklaşık dört yıl Alman askeri üniformasıyla, Kızıl Ordu’ya karşı savaştı. Kızıl Ordu’nun müttefikleri ise, Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere’ydi.
Almanlar, 1945 yılında savaşı kaybedince, Kırım’daki yerli halk içinden saflarına kattıkları gençlerle birlikte Yarımada’yı terk ettiler. Sabri’nin arkadaşı Kurt Seyit de Alman komutanlarıyla birlikte, bir savaş gemisinin içinde Romanya’nın Köstence Limanı’na ulaştı.
Naziler, Kara Avrupası’na çıkardıkları Kırımlı gençleri yüzüstü bıraktılar. Kurt Seyit ve arkadaşları, Köstence’den yola çıktıktan sonra aylarca dağ tepe yürüyerek Macaristan, Çekoslovakya ve Avusturya üzerinden İtalya’ya ulaştılar. Zoraki Nazi askeri olan bu gençler, can derdine düşmüştü. Çünkü her an karşılarına çıkabilecek Rus askerlerinin korkusunu yaşıyorlardı.
Kurt Seyit, Kızıl Ordu’dan kaçmış, ancak saflarına dahil olduğu Nazilerin yenilgisi, onun dünyasını yıkmıştı. Avrupa’nın orta yerinde ne yapacağını bilmez haldeydi. Çaresizdi...
Üç arkadaşıyla birlikte, bir İtalyan ailenin evine sığındı. Onlardan, hiç ummadığı ve beklemediği derecede çok büyük iyilik gördü. Bu ailenin yardımıyla Kuzey İtalya’daki “Vatanını Kaybedenler Kampı”na ulaştı.
Kamp, savaşın galipleri tarafından yönetiliyordu. Oysa Kurt Seyit, savaşı kaybeden ordunun askeriydi.
Kampta günlerce sorgulandı. “Türk” olduğunu söyledi. Hatta babasının İstanbul’daki adresini dahi verdi. Kampta görevli olan Amerikalı subay, Kurt Seyit’i adeta himayesine aldı.
Seyit için, savaştan üç yıl sonra Türkiye’ye kavuşabilme imkânı doğdu. Bunu da kamptaki Amerikalı bir subay sağladı.
Evet; bir zamanlar Nazi ordusunda görev yapan Kurt Seyit Çalı, 1948 yılının Nisan ayında İtalya’nın Bagnoli Limanı’ndan kalkan “Vatansızlar” gemisiyle Türkiye’ye hareket etti.
Kurt Seyit’in arkadaşı Sabri Berksan ise altı aydan beri başkent Ankara’da, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Yedek Subay Okulu’nda öğrenciydi. Sabri, okulu 22 Nisan 1948’de “çokiyi” dereceyle bitirip ertesi gün trenle İstanbul’a hareket etti.
23 Nisan 1948 Cuma günü Sabri ile Kurt Seyit’in yolları, bu defa İstanbul’da kesişiyordu. Sabri’yi getiren tren, Haydarpaşa Garı’na yanaşırken Kurt Seyit’i getiren Rum bandıralı gemi de Tuzla’daki “Tahaffuzhane Kampı”nın41 önünde demir atıyordu.
Evet, Yahya Benekay’ın dediği gibi, en büyük senarist Cenab-ı Allah’tı.
Şimdi, Kurt Seyit Çalı’dan, 23 Nisan 1948 Cuma günü İstanbul’a gelişi ve Vatansızlar Kampı’ndan, karantinaya girmeden kurtuluşunu dinleyelim. Bu kurtuluş hikâyesinde, yine Sabri Berksan’ın ailesi var:
...Avrupa’nın orta yerinde kalakalmıştık. Yenilmiş bir ordunun askeriydik. Belki de bir mucize bekliyorduk.
Endişe içinde sığındığımız İtalyan aile, bize öyle büyük bir iyilik yaptı ki, kampa gidebilmemiz için gereken tren parasını dahi ödedi. Hatta yanımıza yiyecek içecek de verdi... Sonunda o kampa ulaştık.
Zor da olsa, kampa girmeyi başardım. Hemen sorguya aldılar. Çat pat Almanca, çat pat İtalyanca derdimi anlattım. “Türkiye’de doğdum. Babam orada” dedim. Rus olmadığımı söyledim. Ama bu sorgulama sırasında çok şaşırtmalar yaptılar. Mesela, arkadan Rusça konuşuyorlar... Hiç tepki vermemem gerekiyormuş. Sonra yürümemi emrettiler, yürüdüm. Meğer yürüyüş tarzıma bakıyorlarmış.
Bu sorgudan sonra beni ya Türkiye’ye gönderecekler ya da kampta tutacaklar. Bırakmadılar, kampta kaldım. Üstelik, İtalya içinde tam 7 ayrı kampa sevk ettiler. Kamplardaki koşullar da her seferinde kötüleşiyordu. Son kaldığımız kampta, artık kişi başına günlük kalori 700’e kadar düşmüştü. Neredeyse yarı yarıya açtık. Yine bu son kampta otururken kampın müdürü olan Amerikalı subay, beni odasına çağırdı. Biraz sohbet ettik. Ben yine aynı hikâyeyi anlatıp duruyordum.
Birden durdu ve “Senin dosyalarını göstereyim” dedi. Dosyam geldiğinde ne göreyim; son derece kalın bir halde... İlk sorguda mesela, benden yürümemi istemişlerdi. Yürümüştüm... Yürümem için “asker yürüyüşü” notu düşmüşler. Yani ben ne desem inanmamışlar.
Sonra o Amerikalı subay bana “Sen iyi bir insana benziyorsun, ben seni üç hafta içinde Türkiye’ye göndereceğim” dedi. Sonra kalktı, o kalın dosyayı sobanın içinde yaktı. Bana yeni bir dosya hazırladı. Çıkarken de kocaman somun bir ekmek... Yanına peynir, bir şeyler verdi.
Amerikalı müdürün odasından çıktığımda ne göreyim... Kamptaki herkes, müdürlük binasının etrafında toplanmış, merakla, ne olacak diye bekliyor. Pek bir şey söylemedim, “Konuştuk filan” dedim.
Amerikalı müdür dediğini yaptı. Önce, Napoli yakınlarındaki bir bekleme kampına nakledildik, ardından da Bagnoli Limanı’ndan Rum bandıralı bir gemiye bindirildik.
Gemide, 235 harp esiri vardı. Bunların büyük çoğunluğu, Kırım Tatarı’ydı. Aramızda, Kurtuluş Savaşı yıllarında Türkiye’den Yunanistan’a kaçan Çerkezler de bulunuyordu. Bu Çerkezler, Alman işgali sırasında Hitler ordularına iltihak etmişlerdi. Hepsi, Türkiye hasreti çekiyordu.
Bu arada, gemide, kadınlar ve çocuklar da vardı. Bunlar, şüphesiz harp esiri değildi. Ama esir erkeklerin bazıları, Avrupa’da bir ülkeden diğer ülkeye kaçarken veya kampta uzun yıllar yaşarken evlenmişler ve çoluk çocuk sahibi olmuşlardı. İşte, gemideki anneler ve çocukları onlardı.
İçinde bulunduğum gemi, 23 Nisan 1948’de İstanbul’da Tuzla açıklarına yanaştı. Bizi, sandallarla gemiden tahliye ederek Tuzla’da karaya çıkardılar. Oradan da bizim için hazırlanmış olan kampa getirdiler.
İtalya’dan gelen bütün yolcuların listesi bendeydi. Amerikalı görevliler, beni, “gemi sorumlusu” yapmışlardı. Tuzla’ya gelince, elimdeki listeyi İstanbul’un kamp sorumlusuna verdim.
Yerleşmek için arayış halindeydim. O sırada karşıma Asım Ağabey çıktı. Birbirimizi gördüğümüz an hiç yabancılık çekmedik. O beni tanımıştı, ben de onu... Ben, zayıflamışım, çökmüşüm. Onu gördüğümde başladım ağlamaya. Birbirimize sarıldık. Bu arada Asım Ağabey, “Seyit, seni buradan çıkarayım. Eğer kampta kalırsan, seni burada sürekli tutmazlar. Anadolu’nun muhtelif yerlerinde kamplar var. Onlardan birine gönderebilirler” dedi.
Asım Ağabey, daha sonra kamp sorumlularına gitti, benim bütün mesuliyetimi üstüne alacağını söyledi; bir taahhütname imzalayarak beni kamptan kurtardı ve evlerine götürdü.
Asım Ağabey’in ailesi, annesi ve babasıyla aynı evi paylaşıyordu. Sabri ise o tarihte askerlik yapıyordu. Bir müddet sonra Sabri ile Asım Ağabey’in evinde buluştuk.
Türkiye’ye gelince canım kurtuldu. Ama eşim, çocuklarım Kırım’da kaldı.
Onlarla haberleşmenin imkânı yok... Ne ben onları biliyordum, ne de onlar beni... Babam ise çoktan ölmüş...
Bu yalnızlık günlerimde bana Asım Bey sahip çıktı. Evlerinde baktı. “Baktı” derken, lafın gelişi söylemiyorum. Bana İstanbul’a gelişimden itibaren evini açtı, yedirdi, içirdi, giydirdi...
Yeniden hayata başlamamda, ailece çok yardımcı oldular. Hacı Baba Hacı İslam Efendi, bana eski günleri anlattı. O günden sonra, neler yapmam konusunda nasihatler etti.
Sabri Bey yaşıtımdı. Bana, “Sait Çelebi” diye takılırdı. Hakkı ise henüz sağdı. Ülker firması, yeni kurulmuştu. İşte o dönemde, Asım Ağabey’in eşi Zehra Hanım, yani bizim deyişimizle “Yenge Ana”nın da büyük emeği geçti. Beni alıp babamın yaşadığı Üsküdar’a götürdüler. Babamın Üsküdar’daki komşularını gördüm. Bana babamı anlattılar. Benden söz edermiş. Babam, beni bebekken bırakmak zorunda kalmıştı. Kadere bakınız, ben de çocuklarımdan ayrılmıştım. Babamın çektiklerini aynen çekiyordum. Bir süre Asım Ağabeylerde kaldıktan sonra kendime yeni bir hayat yolu seçtim. Kazan Tatarlarından olan ikinci eşim Nuriye Hanım’la 1949 yılında İstanbul’da evlendim.
Önce, bir terzi yanında çalıştım. El becerilerim çok iyiydi. Ama çok az kazanabiliyordum. Yine o sıralarda, savaş yıllarında Almanya’dan kaçan hocalar Türkiye’ye sığınmış ve İstanbul Üniversitesi’nde göreve başlamıştı. Tıp Fakültesi’nin morfoloji bölümündeki bir Alman Hoca’ya laborant lazımmış. Almanca bildiğim için bana haber verdiler. Almanca dilini biliyordum, ama laboratuvar işinden anlamıyordum. Kendi kendime “Kısa sürede öğrenirim” dedim. Gerçekten de işe girdim ve öğrendim.
Aradan zaman geçti; Amerika, Rusya’da doğmuş, ama Rusya dışında yaşayanları göçmen olarak alacağını ilan etti. Ben de eşimle birlikte Amerika’ya göç ettim. O iş bu iş derken, 14 ay kuaförlük kursuna gittim. Eşimle, tesadüflerin de yardımıyla bir kuaför dükkânı açtık. Orada uzun yıllar yaşadık. Bu arada bir hastalık geçirdim, tedavim bitince 1986 yılında Türkiye’ye kesin dönüş yaptık.
Kırım’da kalan oğullarımla haberleşme fırsatı bulmuştum. Ama onları ancak 1988 yılında görebildim.
Kırım’da iki oğul ve bir hamile eş bırakmıştım. Üçüncü yavrumun yüzünü bile görmemiştim. Üç evladımı da İstanbul’da kucaklamak nasip oldu. Kırım’daki eşim vefat etmiş, vefatından önce oğullarıma, “Babanızı bulun” demiş. Onun vasiyeti de yerine gelmiş oldu.
Kırımlı Kurt Seyit’in baş döndüren hikâyesi böyle... Seyit, İkinci Dünya Savaşı’nda, Nazi ordusunda Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve Sovyet ordusuna karşı savaştı. Soğuk Savaş döneminde ise ABD vatandaşlığına kabul edildi. Evet, o artık, dün silah doğrulttuğu ülkenin bugün vatandaşı... Bu senaryonun adına siyasette, “diplomasi oyunu” diyorlar.
1947 - 1948 yılları arasında yaşanan olaylar
İkinci Dünya Savaşı sona erince, Batı ülkeleri derlenip toparlanmaya başladı, Sovyetler Birliği ise sıcak denizlere açılabilmek için Türkiye’den Kars ve Ardahan’ı istedi.
Türkiye, savaşa girmemişti ama, çok büyük bir ekonomik çöküntüye uğramıştı. Bu çöküntüden çıkması için ABD’nin Marshall Yardımı imdadına yetişecekti.
Şimdi, 1947-1948 yılları arasındaki ulusal ve uluslararası gelişmeleri birlikte izleyelim:
20 Şubat 1947 - İşçi ve İşveren Sendikaları ve Sendika Birlikleri Hakkında Kanun, TBMM’de kabul edildi.
11 Mart 1947 - Türkiye, IMF’ye (Uluslararası Para Fonu) kabul edildi.
12 Temmuz 1947 - Truman Doktrini çerçevesinde ABD’den Türkiye’ye Yapılacak Marshall Yardım Antlaşması Ankara’da imzalandı.
22 Ekim 1947 - ABD’nin, Marshall Yardımı kapsamında Türkiye’ye vermeyi taahhüt ettiği yardımın ilk partisi İskenderun 233 Limanı’na geldi. İş makinelerinden oluşan bu yardım malzemeleriyle İstanbul-Ankara Karayolu’nun yapımına başlandı.
25 Ekim 1947 - Sovyetler, Türkiye’den Kars ve Ardahan’ı istedi.
30 Ocak 1948 - Akbank (Adana-Kayseri Bankası) kuruldu.
1 Mayıs 1948 - Gazeteci Sedat Simavi’nin kurduğu Hürriyet gazetesi yayın hayatına başladı.
25 Mayıs 1948 - CHP’nin TBMM Grubu’nda, İlahiyat Fakültesi kurulması kararlaştırıldı.
5 Haziran 1948 - İstanbul’da, Komünizmle Mücadele Derneği kuruldu.
3 Ağustos 1948 - Türkiye Serbest Güreş Milli Takımı, Londra Olimpiyatları’nda dünya birincisi oldu.
29 Ekim 1948 - Ankara’daki Gazi Orman Çiftliği yakınında kurulan Türk Hava Kurumu Uçak Motor Fabrikası hizmete girdi.
10 Aralık 1948 - Türkiye, “Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi”ni imzalandı.
41. Bir bulaşıcı hastalık görüldüğü zaman gerekli sağlık tedbirlerinin alınması, hastaların gözetim altında tutularak tedavilerinin yapılması için kurulmuş bulunan ve günümüzde “karantina” diye adlandırılan sağlık tesisinin eski adı.
Sabri Ülker’in Hayat Hikâyesi
Kırımlı Devletler Ailesi, 60 yılda dört savaş ve bir ihtilal yaşadı.
“Ülker Fırtınası” romanından dev bir marka ve soyadı doğuyor.
1944’ün “Türkiye markası” Ülker, 1994’te “dünya markası” oluyor.
Altı torundan ortak söylem: “Sabri Ülker’in torunu olmak, çok büyük sorumluluk istiyor.”
Ülker Fırtınası ile özgürlüğe kavuştu Ülker Fırtınası ile ebedi yolculuğa çıktı.
Sabri Ülker, 92 yıllık yaşamının ardında “Hoş bir sadâ” bıraktı...
Hulûsi Turgut
Kitabin Yazarı
Hulûsi Turgut, 1942 yılında Kayseri / Bünyan’da doğdu. Yükseköğrenimini İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nin Maliye-Sosyal Siyaset bölümünde tamamladı; aynı üniversitede, “Türkiye’de Bulvar Gazeteciliği” üzerine yüksek lisans yaptı.
Gazetecilik mesleğine 1961 yılında, Kayseri’deki Erciyes Telgraf gazetesinde başladı. Akşam ve Güneş gazetelerinde Yazı İşleri Müdürü, Türk Haberler Ajansı’nda İç Haberler Editörü, Sabah gazetesinde araştırma yazarı,
BRT TV’de Yönetim Kurulu Başkanı, İstanbul Üniversitesi ile Kadir Has Üniversitesi’nin iletişim fakültelerinde öğretim görevlisi ve ABC Basın Ajansı’nda da Genel Müdür olarak görev yaptı.
Hürriyet, Milliyet, Sabah, Akşam, Güneş, Günaydın, Tercüman ve Yeni Yüzyıl gazetelerinde, çok sayıda araştırma ve belgesel yazı dizisi yayımlandı.
Hulûsi Turgut’un, aralarında
*Demirel’in Dünyası
*Türkeş’in Anıları / Şahinlerin Dansı
*12 Eylül Partileri
*Atatürk’ün Sırdaşı Kılıç Ali’nin Anıları
*Kadir Has’ın Anıları / Vatan Borcu Ödüyorum
*Yassıada’da Yaptırılmayan Savunmalar (Doğan Kitap)
*Barzani Olayı (Doğan Kitap)
*130 Günlük Kovalamaca / Abdullah Öcalan’ın Yakalanış Belgeseli (Doğan Kitap) isimli eserlerinin de yer aldığı, yirminin üzerinde biyografi ve belge kitabı bulunuyor.
Çalışmaları, Türkiye ve Ankara Gazeteciler Cemiyetlerinin yanı sıra, çok sayıda basın kuruluşu ile üniversitelerin ödüllerine lâyık görülen Turgut’u, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, 1987 ve 1999 yıllarında İnceleme dalında “Yılın Gazetecisi” seçti. 1997 yılında da, yine İnceleme dalında “Mansiyon”la ödüllendirildi.
Ankara Gazeteciler Cemiyeti de, 1980-1990 yılları arasında “10 Yılın En Başarılı Gazetecisi” seçtiği Hulûsi Turgut’a, 1987 ve 1988 yıllarında da mesleki çalışmalarından dolayı “Basın Şeref Belgesi” verdi.
DOĞAN KİTAP TARAFINDAN YAYIMLANAN DİĞER KİTAPLARI
Yassıada’da Yaptırılmayan Savunmalar
Barzani Olayı
130 Günlük Kovalamaca
SABRİ ÜLKER’İN HAYAT HİKÂYESİ
Akşama Babacığım
Unutma Ülker Getir
Yazan: Hulûsi Turgut
Yayın hakları: © Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş. Bu eserin bütün hakları saklıdır. Yayınevinden yazılı izin alınmadan kısmen veya tamamen alıntı yapılamaz, hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz ve yayımlanamaz.
1. baskı / Mayıs 2014
18. baskı / Ağustos 2014 / ISBN 978-605-09-1528-0
Sertifika no: 11940
Kapak tasarımı: Yavuz Korkut
Kitap tasarımı: Lerna Adsız Çalgan
Kapak fotoğrafı: Kırım, 1927. Sabri Ülker’in baba ocağı; (soldan sağa) ağabeyi İsmail Hakkı, annesi Şakire Hanım, büyük ağabeyi Asım Ülker, babası Hacı İslam Efendi, Sabri Ülker ve ablası Sıdıka Hanım.
Baskı: Mega Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş. Cihangir Mah. Güvercin Cad. No: 3/1 Baha İş Merkezi. A Blok Kat: 2 34310 Haramidere-İstanbul Tel. (212) 412 17 00 Sertifika no: 12026
Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş. 19 Mayıs Cad. Golden Plaza No. 1 Kat 10, 34360 Şişli - İSTANBUL Tel. (212) 373 77 00 / Faks (212) 355 83 16 www.dogankitap.com.tr / editor@dogankitap.com.tr / satis@dogankitap.com.tr
16 Eylül 1920 Sabri Ülker, Kırım’ın Aluşta şehri Küçük Lambat köyünde dünyaya geldi.
15 Haziran 1929 Annesi Şakire Hanım, babası Hacı İslam Efendi, ablası Sıdıka, ağabeyleri Asım ve Hakkı’yla birlikte Kırım’dan İstanbul’a göç ettiler. Sabri, annesi ve babasıyla beraber Tekirdağ’ın Saray ilçesi Büyükmanika (Büyükyoncalı) köyüne gitti. Aile, bu köye yerleşti. Diğer çocuklar ise, yaşamlarını İstanbul’da sürdüreceklerdi.
Eylül 1929 Sabri, Kırım’da üç yıl eğitim görmüştü. Ancak, Türkiye’ye gelince, ilkokula 1. sınıftan başlamak zorunda kaldı.
1932 Sabri’nin ağabeyi Hakkı hastalanıp, İstanbul’da hastaneye kaldırıldı. Bunun üzerine aile, Bü- yükmanika köyünden İstanbul’a taşındı. Sabri’nin okul kaydı, aynı yıl Büyükmanika İlkokUlu’ndan Kadırga 3. İlkokulu’na alındı.
1934 Kırımlı Devletler Ailesi, Türkiye’de, Soyadı Kanunu ile birlikte “Berksan” soyadını aldı.
Eylül 1934 İlkokuldan mezun olan Sabri, aynı yılın sonbaharında İstanbul Erkek Lisesi’nde ortaöğreni- me başladı.
15 Aralık 1934 Ağabeyi Hakkı, Büyükmanika’da vefat etti.
Eylül 1935 Parasız Yatılı Sınavını kazanması üzerine, İstanbul Erkek Lisesi’ndeki kaydı, Bilecik Ortaokulu’na nakledildi.
20 Temmuz 1937 Bilecik Ortaokulu’ndan “pekiyi” dereceyle mezun oldu. Aynı yılın sonbaharında, lise öğrenimi için Kütahya’ya gönderilecekti.
22 Temmuz 1940 Kütahya Lisesi’nden “pekiyi” dereceyle mezun oldu. İkinci Dünya Savaşı nedeniyle, ailesi İstanbul’dan Ankara’ya taşındığı için yükseköğrenime gidemedi, ağabeyi Asım Berksan’ın Ankara’nın Anafartalar Caddesi’nde açtığı şekerci dükkânında çalışmaya başladı.
25 Eylül 1941 İstanbul’daki Sultanahmet Yüksek Ticaret Okulu’nda yükseköğrenime başladı.
16 Eylül 1944 Asım ve Sabri Berksan kardeşler, “Ülker” markalı bisküvi imalatına başladılar.
1 Ekim 1944 Sultanahmet Yüksek Ticaret Okulu’nu “pekiyi” dereceyle bitirdi. Ardından da ağabeyi Asım Berksan’ın İstanbul-Sirkeci’deki şekerci dükkânına ortak oldu.
1 Kasım 1947 Yedek subay adayı olarak, Ankara’da silah altına alındı. Kıta hizmetini ise Diyarbakır’da sürdürecekti.
20 Mayıs 1949 Güzide İman’la İstanbul’da evlendi.
14 Ağustos 1950 İlk evlatları Ahsen dünyaya geldi.
1953 Babası Hacı İslam Efendi İstanbul’da vefat etti.
26 Ağustos 1954 Aile, “Berksan” olan soyadını, mahkeme kararıyla “Ülker” olarak değiştirdi.
28 Ekim 1954 İlk erkek evlatları Ali dünyaya geldi.
1957 Ülker’in, Topkapı semtinde kurulan ilk bisküvi fabrikasının temeli atıldı. Şirket merkezi, bir süre sonra Eminönü’nden Topkapı’ya taşınacaktı.
21 Mart 1959 İkinci erkek evlatları Murat dünyaya geldi.
20 Ocak 1963 Evlatları Ali, bir doktor hatası sonucu İstanbul’da vefat etti.
10 Ocak 1969 Annesi Şakire Hanım, İstanbul’da vefat etti.
1 Mart 1987 Asım ve Sabri Ülker kardeşlerin 1944’te başlayan iş ortaklığı sona erdi.
13 Kasım 1989 Ülker Grubu Şirketleri, Yıldız Holding çatısı altında toplandı.
31 Ocak 1994 Ablası Sıdıka Hanım vefat etti.
5 Nisan 2000 Ülker Şirketi’nin İcra Kurulu Başkanlığı görevini oğlu Murat Ülker’e devretti.
6 Temmuz 2001 Ağabeyi Asım Ülker vefat etti. Cenazesi, Edirnekapı Mehmet Akif Şehitliği’ne defnedildi.
13 Eylül 2010 Hayat arkadaşı Güzide Ülker İstanbul’da vefat etti. Merhumenin cenazesi, 14 Eylül 2010 Salı günü Fatih Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazından sonra Eski Kozlu Mezarlığı’nda ebedi istirahatgâhına tevdi edildi.
12 Haziran 2012 92 yıllık hayatının ardından, İstanbul Çamlıca’daki ikametgâhında vefat etti. Merhumun cenazesi, 13 Haziran 2012 Çarşamba günü Fatih Camii’nde, öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından, Eski Kozlu Mezarlığı’nda, eşi Güzide Ülker’in yanı başındaki kabrine defnedildi.
Söyleşi ve Yazışmalar
Söyleşi ve yazışmalar; 3 Ağustos 2006 - 18 Ocak 2014 tarihleri arasında yazar Hulûsi Turgut ile araştırmacı Ali Osman Mola tarafından Adana, Ankara, Antalya, Bilecik, Bolu, Edirne (Keşan), Eskişehir, Hatay, İstanbul, İzmir, Kayseri, Kütahya, Manisa, Samsun, Sivas, Şanlıurfa, Tekirdağ (Büyükyoncalı ve Karamehmet köyleri) ile Kırım ve Brüksel’de yapıldı. Yaklaşık 400 saatte 166 kişi ile gerçekleştirilen 195 söyleşi ve yazışma için, yurtiçi ve yurtdışında 55 bin km yol kat edildi.
Abdul Wahab Al Bunnia (Yazışma)
Abdullah Ali Balsharaf (Söyleşi: 20 Ekim 2007, İstanbul)
Abdullah Gül (Yazışma: 23 Kasım 2013, Ankara)
Abdullah Şişmanoğlu (Söyleşi: 10 Kasım 2007, İstanbul)
Abdurrahman Çinbaşı (Söyleşi: 8 Eylül 2006 17 Kasım 2006, İstanbul)
Abdülkadir İman (Söyleşi: 2 Şubat 2007, İstanbul)
Adem Sezer (Söyleşi: 8 Eylül 2006 - 17 Kasım 2006, İstanbul)
Adnan Büyüksoy (Söyleşi: 23 Mayıs 2007, İstanbul)
Agâh Kafkas (Söyleşi: 30 Mart 2007, Ankara)
Ahmet Edip Uğur (Söyleşi: 7 Aralık 2006, Ankara)
Ahmet Mahir Dindar (Söyleşi: 16 Nisan 2007, İstanbul)
Ahmet Davutoğlu, Prof. Dr. (Söyleşi: 30 Mayıs 2007, Ankara)
Ahmet Özokur (Söyleşi: 2 Nisan 2007, İstanbul)
Ahmet Selvi (Yazışma)
Ahsen Özokur (Söyleşi: 19 Ocak 2008 - 8 Kasım 2012 14 Şubat 2013, İstanbul)
Ali Doğan (Söyleşi: 28 Şubat 2007, İstanbul)
Ali Ülker (Söyleşi: 19 Mart 2007, İstanbul)
Asım Kocabıyık (Söyleşi: 8 Şubat 2007, İstanbul)
Asım Taşer, Dr. (Söyleşi: 28 Şubat 2007, İstanbul)
Ataman Yıldız (Söyleşi: 4 Mayıs 2007 - 18 Eylül 2007 26 Ekim 2007, İstanbul)
Atıf Biliközen (Söyleşi: 8 Eylül 2006, İstanbul)
Avni İman (Söyleşi: 13 Aralık 2006 - 26 Ekim 2007, İstanbul)
Aziz Refiğ (Söyleşi : 7 Şubat 2007, İstanbul)
Bayram Babacan (Söyleşi: 11 Temmuz 2007, İstanbul)
Betül Ülker (Söyleşi: 19 Ocak 2008, İstanbul)
Bülent Çorapçı (Söyleşi: 19 Şubat 2007, İstanbul)
Celal Adan (Söyleşi: 22 Ocak 2007, Ankara)
Cemil Çiçek (Yazışma: 25 Ekim 2013, Ankara)
Claus Müller (Yazışma)
Deniz Baykal (Söyleşi: 4 Aralık 2013, Ankara)
Devlet Bahçeli (Yazışma: 11 Aralık 2013, Ankara)
Deyvi Florentin (Söyleşi: 26 Aralık 2006, İstanbul)
Dilaver Devlet (Söyleşi: 9 Ocak 2007, İstanbul 21-23 Haziran 2007 - 27 Eylül 2007, Kırım)
Dirk Koedijk (Yazışma)
Doğan Besler (Söyleşi: 10 Ağustos 2006, İstanbul)
Ekrem Şevket Yücesoy (Söyleşi: 31 Ocak 2007, Ankara)
Elmas Akkuş (Söyleşi: 18 Eylül 2007, İstanbul)
Erhan Kurtulmuş (Söyleşi: 8 Şubat 2007, İstanbul)
Erol Erbaş (Söyleşi: 18 Kasım 2006, İstanbul)
Fahri Öksüz (Söyleşi: 12 Ocak 2007, Hatay)
Faik Evirgen (Söyleşi : 18 Eylül 2007, İstanbul)
Faruk Berksan (Söyleşi: 3 Mayıs 2007, İstanbul)
Faruk Dağyar (Söyleşi: 30 Kasım 2007, Antalya)
Fatih Ülker (Söyleşi: 23 Nisan 2013, İstanbul)
Fikret Evyap (Söyleşi: 4 Mayıs 2007, İstanbul)
Firuz Kanatlı (Söyleşi: 1 Şubat 2007, Eskişehir)
Fuat Çanakçı (Söyleşi: 16 Eylül 2006, Samsun)
George Wiederkehr, Dr. (Söyleşi: 10 Kasım 2006, Manisa)
Gülizar Bayraktar (Söyleşi: 2 Nisan 2011, İstanbul)
Hakan Kırımlı, Doç. Dr. (Yazışma: 28 Şubat 2013, 10 Mayıs 2013)
Haluk Mesci (Söyleşi: 7 Şubat 2007, İstanbul)
Haluk Yavuzer, Prof. Dr. (Söyleşi: 30 Aralık 2010, İstanbul)
Hasan Uğur (Söyleşi: 13 Aralık 2006, İstanbul)
Hasan Yozgat Söyleşi: (17 Mayıs 2007, İstanbul)
Hayati Kuru (Söyleşi: 8 Eylül 2006 - 5 Aralık 2006, İstanbul)
Hayri Dinçsoy (Söyleşi: 14 Mart 2007, İstanbul)
Hilmi Durmaz (Söyleşi: 9 Ağustos 2006, Ankara)
Hüseyin Güneş (Söyleşi: 5 Ağustos 2011, İstanbul)
İbrahim Avcu (Yazışma)
İbrahim Bodur (Söyleşi: 16 Haziran 2009, İstanbul)
İdris Erbaş (Söyleşi: 8 Eylül 2006, İstanbul)
İsmail Bacacı (Söyleşi: 4 Mart 2013, İstanbul)
İsmet Eldener (Söyleşi: 6 Aralık 2007, Eskişehir)
İsmet Sezgin (Söyleşi: 27 Mayıs 2013, Ankara 24 Ekim 2013, İstanbul-Yazışma: 30 Ekim 2013, Ankara)
İsmet Yüksel (Söyleşi: 27 Eylül 2007 - 6 Ağustos 2012, Kırım)
İzmir Tolga (Söyleşi: 24 Ocak 2007, İstanbul)
Kadir Çeliktürk (Söyleşi: 30 Kasım 2007, Antalya)
Kadir Güler (Söyleşi: 31 Temmuz 2007, İstanbul)
Kâmil Yazıcı (Söyleşi: 14 Ağustos 2007, İstanbul)
Kemal Şentürk (Söyleşi: 3 Kasım 2006, İzmir)
Kemal Unakıtan (Söyleşi: 9 Şubat 2008, Ankara)
Kerami Mercan (Söyleşi: 2 Temmuz 2007, Edirne / Keşan)
Korhan Tegül (Söyleşi: 3 Mayıs 2007, İstanbul)
Kurt Seyit Çalı (Söyleşi: 2 Ağustos 2011 - 6 Temmuz 2012, İstanbul)
M. Kemal Cabıoğlu (Söyleşi: 6 Aralık 2006, İstanbul)
Macit Akın Özoflu (Söyleşi: 8 Kasım 2013, İstanbul)
Mahir Şenbabaoğlu (Söyleşi: 3 Temmuz 2007, İstanbul)
Mahmut Mahir Kuşçulu (Söyleşi: 24 Ağustos 2006, İstanbul)
Mehmet Ağar (Söyleşi: 22 Ocak 2007, Ankara)
Mehmet Ali Eroğlu (Söyleşi: 25 Aralık 2006, İstanbul)
Mehmet İman (Söyleşi: 12 Aralık 2006, İstanbul)
Mehmet Kösdağ (Söyleşi: 25 Ekim 2007, İstanbul)
Mehmet Kurtuluş (Söyleşi: 1 Mart 2007, İstanbul)
Mesut Erez (Söyleşi: 18 Haziran 2007, Kütahya)
Metin Emiroğlu (Söyleşi: 18 Eylül 2007, İstanbul)
Metin Yurdagül (Söyleşi: 7 Aralık 2006, Ankara)
Mevlüt Onat (Söyleşi: 5 Aralık 2006, İstanbul)
Mike Acemyan (Söyleşi: 23 Ağustos 2006, İstanbul)
Muallâ Öner (Söyleşi: 13 Mart 2011, İstanbul)
Murat Aluç (Söyleşi: 8 Eylül 2006, İstanbul)
Murat Ülker (Söyleşi: 19 Ocak 2008 - 23 Nisan 2013 28 Eylül 2013 - 23 Ekim 2013, İstanbul)
Mustafa Acar (Söyleşi: 19 Ekim 2007, Bolu)
Mustafa Albayrak (Söyleşi: 10 Temmuz 2007, İstanbul)
Mustafa Kalaycıoğlu (Söyleşi: 4 Temmuz 2007, İstanbul)
Mustafa (Cemiloğlu) Kırımoğlu (Söyleşi: 29 Eylül 2007 6 Ağustos 2012, Kırım)
Mustafa Özel, Dr. (Söyleşi: 6 Şubat 2007 - 2 Temmuz 2007, İstanbul)
Mustafa Ülker (Söyleşi: 23 Nisan 2013, İstanbul)
Mustafa Topbaş (Söyleşi: 2 Nisan 2007, İstanbul)
Muzaffer Kösdağ (Söyleşi: 25 Ekim 2007, İstanbul)
Mümin Erkunt (Söyleşi: 16 Temmuz 2007, Ankara)
Nahit Küçük (Söyleşi: 9 Ocak 2007, İstanbul)
Nâzım Düzenli (Söyleşi: 25 Aralık 2006, İstanbul)
Necati Can (Söyleşi: 16 Nisan 2007, İstanbul)
Necati Çelik (Söyleşi: 29 Mart 2007, Ankara)
Necdet Buzbaş (Söyleşi: 20 Şubat 2007, İstanbul)
Nevzat Yalçıntaş, Prof. Dr. (Söyleşi: 25 Ekim 2007, İstanbul)
Nihat Gökyiğit (Söyleşi: 25 Aralık 2006, İstanbul)
Nihat Öner (Söyleşi: 17 Nisan 2007, İstanbul)
Orâl Turanoğlu (Söyleşi: 3 Kasım 2006, İzmir)
Orhan Ateş (Söyleşi: 3 Şubat 2007, İstanbul)
Orhan Çakırlar (Söyleşi: 9 Temmuz 2007, İstanbul)
Orhan Göker (Söyleşi: 14 Mart 2007, İstanbul)
Orhan Kayım (Söyleşi: 25 Nisan 2007, İstanbul)
Orhan Karabulut (Söyleşi: 30 Ocak 2010, İstanbul)
Orhan Özokur (Söyleşi: 23 Ağustos 2006 - 3 Mayıs 2007, İstanbul)
Osman Kartal (Söyleşi: 26 Aralık 2006, İstanbul)
Ömer Çetiner (Söyleşi: 27 - 28 Kasım 2007, Şanlıurfa)
Ömer Özokur (Söyleşi: 2 Nisan 2007, İstanbul)
Patrick Baird (Söyleşi: 14 Kasım 2006, Ankara)
Raşit Köken (Söyleşi: 28 Kasım 2006, Tekirdağ-B.Yoncalı)
Recep Tayyip Erdoğan (Yazışma: Temmuz 2013, Ankara)
Recep Toktemir (Söyleşi: 28 Kasım 2006, Tekirdağ / B.Yoncalı)
Remzi Önal (Söyleşi: 14 Mart 2007, İstanbul)
Reşat Sözen (Söyleşi: 25 Haziran 2013, İstanbul)
Rıfat Hassan (Söyleşi: 26 Aralık 2006, İstanbul)
Rıza Sepet (Söyleşi: 10 Mayıs 2007, İstanbul)
Sabahattin Zaim, Prof. Dr. (Söyleşi: 7 Mart 2007, İstanbul)
Sadettin Korkut (Söyleşi: 4 Mayıs 2007, İstanbul)
Salih Özcan (Söyleşi: 2 Şubat 2007 - 20 Şubat 2007, İstanbul)
Salih Tuğ, Prof. Dr. (Söyleşi: 25 Ocak 2007, İstanbul)
Salim Uslu (Söyleşi: 18 Ağustos 2006, Ankara)
Sami Bakanoğlu (Söyleşi: 24 Nisan 2007, İstanbul)
Sebahattin Kahyaoğlu, Dr. (Söyleşi: 18 Kasım 2006, İstanbul)
Selçuk Berksan (Söyleşi: 27 Kasım 2006 - 15 Mart 2007 19 Mart 2007 - 3 Nisan 2007 - 2 Temmuz 2012, İstanbul)
Sezgin Elmas (Söyleşi: 10 Temmuz 2007, İstanbul)
Silvio Kluzer (Söyleşi: 31 Ağustos 2009, Brüksel)
Süleyman Çelebi (Söyleşi: 17 Mayıs 2013, Ankara)
Süleyman Demirel (Söyleşi: 3 Ağustos 2006 - 23 Ekim 2013 Yazışma: 18 Ocak 2014, Ankara)
Süleyman Yalçın, Prof. Dr. (Söyleşi: 3 Şubat 2007, İstanbul)
Şaban Gülbahar (Söyleşi: 23 Ağustos 2006 25 Nisan 2007, İstanbul)
Şemsi Kopuz (Söyleşi: 25 Ekim 2007, İstanbul)
Ş̧̧ener Astan (Söyleşi: 20 Ağustos 2013, İstanbul)
Talât Özgün (Söyleşi: 1 Mayıs 2008, İzmir)
Tanıl Küçük (Söyleşi: 5 Eylül 2006, İstanbul)
Tekin Kantarcı (Söyleşi: 16 Mayıs 2007, Kayseri)
Tekin Küçükali (Söyleşi: 26 Nisan 2007, Ankara)
Tevfik Arıkan (Söyleşi: 3 Mayıs 2007, İstanbul)
Turgay Demirel (Yazışma)
Tuncay Özilhan (Söyleşi: 19 Şubat 2007, İstanbul)
Turgut Ayla (Söyleşi: 17 Nisan 2007, İstanbul)
Ümit Çelebi (Söyleşi: 11 Temmuz 2007, İstanbul)
Vitali Hakko (Söyleşi: 1 Mart 2007, İstanbul)
Vural Baylan (Söyleşi: 9 Temmuz 2007, Ankara)
Vural Bulut (Söyleşi: 3 Mayıs 2007, İstanbul)
Yahya Ülker (Söyleşi: 23 Nisan 2013, İstanbul)
Yakup Tahincioğlu (Söyleşi: 2 Nisan 2007, İstanbul)
Yılmaz Akar (Söyleşi: 7 Mart 2007, İstanbul)
Yılmaz Karadeniz (Söyleşi: 16 Aralık 2006, İstanbul)
Yurdakul Gözde (Söyleşi: 18 Mayıs 2013, Bodrum)
Yusuf Oda (Söyleşi: 8 Eylül 2006, İstanbul)
Yüksel Ertan (Söyleşi: 21 Haziran 2007, İstanbul)
Yüksel Günay (Söyleşi: 24 Ocak 2007, İstanbul)
Zeki Sözen (Yazışma)
Zeki Yıldız (Söyleşi: 18 Haziran 2007, Kütahya)
Zihni Uğurses (Söyleşi: 7 Ağustos 2006, Adana)
Ziya Yıldız (Söyleşi: 18 Haziran 2007, Kütahya)
Yayınlar
A. M. Şamsutdinov Mondros’tan Lozan’a Türkiye Ulusal Kurtuluş Savaşı Tarihi 1918-1923, Çeviren: Ataol Behramoğlu, Doğan Kitap, İstanbul, 1999
Agâh Oktay Güner, Dr., Türkiye’nin Kalkınması ve İktisadî Devlet Teşekkülleri, Damla Yayınları, İstanbul, 1978
Ahmet Davutoğlu, Prof. Dr., Stratejik Derinlik - Türkiye’nin Uluslararası Konumu, 68. Baskı, Küre Yayınları, İstanbul, 2011
Alan Fisher, Kırım Tatarları, Çeviren: Eşref B. Özbilen, Selenge Yayınları, İstanbul, 2009
Alan Parmer, 1853-1856 Kırım Savaşı ve Modern Avrupa’nın Doğuşu, Türkçesi: Meral Gaspıralı, Sabah Kitapları İstanbul, 1999.
Aleksandr Keresnki, Kerenski ve Rus İhtilâli, Çeviren: Rasih Güran, Ağaoğlu Yayınevi, İstanbul, 1967.
Ali Polat, Üç Bin Yıllık Birikim, Enes Matbaacılık, İstanbul, 2006.
Aram Andonyan, Balkan Savaşı, Çeviren: Zaven Biberyan, Aras Yayıncılık, İstanbul, 1999. Atlas Tarih Dergisi Özel Sayısı, “100. Yılında Balkan Savaşları”, Sayı: 16, 2012.
Aziz Kaylan, “Tarihimizin Unutulan Olayı Kırım Savaşı (1853-1856)”, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1975.
Boris Pasternak, Doktor Jivago, Cem Yayınevi, İstanbul, 2011.
Burhan Belge, İkinci Dünya Savaşı - Radyo Konferansları, Başnur Matbaası, Ankara, 1970.
E. H. Carr, Sovyet Rusya Tarihi, Bolşevik Devrimi 1917 - 1923, 3 Cilt, Ceviren: Orhan Suda, Metis Yayınları, İstanbul, 1979.
Emel Akal, Milli Mücadelenin Başlangıcında Mustafa Kemal, İttihat Terakki ve Bolşevizm, İletişim Yayınları, İstanbul, 2012.
Erdal Güven, “Stalin-Troçki Mücadelesi”, Atlas Tarih Dergisi, Sayı: 18, Şubat-Mart 2013.
Ernest Hemingway, İşgal İstanbul’u ve İki Dünya Savaşı’ndan Mektuplar, Türkçesi: M. Ali Kayabal, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1970.
Fahir Armaoğlu, Prof. Dr., 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1983.
Ferénc Feher - Helles Ágnes, Doğu Avrupa Devrimleri, Derleyip Çeviren: Tarık Demirkan, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1995.
Fevzi Çakmak, Batı Rumeli’yi Nasıl Kaybettik?, Yayına Hazırlayan: Ahmet Tetik, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2012.
Hayrettin Bey, Kırım Harbi, Yayına Hazırlayan: Şemsettin Kutlu, Tercüman 1001 Temel Eser, İstanbul.
Henrik Eberle-Matthias Uhl, Hitler Kitabı, Çeviren: Mustafa Tüzel, NTV Yayınları, İstanbul, 2009.
Hulûsi Turgut, Adriyatik’ten Çin Seddi’ne Avrasya ve Demirel, II. Cilt, ABC Yayınları, İstanbul, 2002. Demirel’in Dünyası, ABC Yayınları, İstanbul, 1992.
İlhan Ayverdi, Misalli Büyük Türkçe Sözlük, 3 Cilt, Kubbealtı Yayınları, İstanbul, 2006.
İlhan Bardakçı, Bir İmparatorluk Yağması - Balkan Bozgunu ve I. Dünya Harbi, 3. Baskı, Ajans-Türk Yayınları, Ankara.
İlhan Tekeli-Selim İlkin, 1929 Dünya Buhranında Türkiye’nin İktisadi Politika Arayışları, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Ankara, 1977.
İsmail Soysal, Soğuk Savaş Dönemi ve Türkiye - Olaylar Kronolojisi (1945-1975), İsis Yayımcılık, İstanbul, 1997.
İsmet İnönü, Hatıralar, 2. Kitap, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1987.
Jak Deleon, Beyoğlu’nda Beyaz Ruslar, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2003.
Kâmuran Gürün, Türk-Sovyet İlişkileri (1920-1953), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1991.
Kâzım Karabekir, Ankara’da Savaş Rüzgarları, II. Dünya Savaşı - CHP Grup Tartışmaları, Emre Yayınları, İstanbul, 1994.
Kemal Çapraz, Sürgünde Yeşeren Vatan Kırım, Turan Yayıncılık, İstanbul, 1995.
Kerem Çalışkan, 100 Yılın Rövanşı, Caretta Yayınları, İstanbul, 2012. Kütahya Lisesi 100. Yıl Albümü (1890-1990), Ekspres Matbaası, Kütahya, 1990.
Leon Troçki, Balkan Savaşları, Çeviren: Tansel Güney, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2012.
Lev Tolstoy, Sivastopol 1855, Türkçesi: E. Nermi, Gün Yayınları, İstanbul, 1966.
Liddell Hart, II. Dünya Savaşı Tarihi, 1. ve 2. Cilt, Çeviren: Kerim Bağrıaçık, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1999.
Mehmet Arif Demirer, Demokrat Parti ve Tarım, Demokrat Parti 60.Yıl Kitapları No:5, Ankara, 2006. Demokrat Parti’nin Yatırımları, Demokratlar Kulübü Yayınları, Ankara, 2006. 6 Eylül 1955 Olaylarına 50.Yılda Yeni Bakış, Demokratlar Kulübü Yayınları, Ankara, 2006.
Mehmet Maksudoğlu, Prof. Dr., Kırım Türkleri, Ensar Neşriyat, İstanbul, 2009.
Mert Toker-Ceyhun Arca, Alman’ın Mehmetçikleri, Cinius Yayınları, İstanbul, 2012.
Nadir Devlet, Prof. Dr., İsmail Gaspıralı, Başlık Yayın Grubu, İstanbul, 2011.
Necip Fazıl Kısakürek, Çile, Yapı Kredi Kültür Yayınları, İstanbul, 2005.
Olaf Caroe, Sir, Sovyet İmparatorluğu, 2 Cilt, Tercüme: Zerhan Yüksel, Tercüman 1001 Eser, İstanbul.
Onur Öymen, Silahsız Savaş, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2002.
Orlando Figes, Kırım - Son Haçlı Seferi, Çeviren: Nurettin Elhüseyni, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2012.
Ömer Sami Coşar, Troçki İstanbul’da, Kitaş Yayınları, İstanbul, 1969.
Özcan Pehlivanoğlu, Yeniden Merhaba Rumeli, Ufuk Ötesi Yayınları, İstanbul, 2008.
Philip S. Jowett, Balkan Harpleri’nde Ordular 1912-13, Çeviren: Emir Yener, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2012.
Safiye Erol, Ülker Fırtınası, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul, 2010.
Şevket Rado, Hayat Böyledir, Doğan Kardeş Yayınları, İstanbul, 1966.
Sâmiha Ayverdi, Türk-Rus Münasebetleri ve Muharebeleri, Turan Neşriyat Yurdu, İstanbul, 1970.
Serge A. Zenkovsky, Prof. Dr., Rusya’da Pan-Türkizm ve Müslümanlık, Çeviren: Prof. Dr. İzzet Kantemir, Üçdal Neşriyatı, İstanbul, 1983.
Süheyl Gürbaşkan, Bir Reklâmcı Aranıyor, İstanbul Reklâm Yayınları, İstanbul, 1980
Süleyman Demirel, Bir Ömür Suyun Peşinde, 2 Cilt, (2. Baskı) ABC Medya Ajansı Yayınları, İstanbul, 2006.
Stefan Zweig, Yıldızın Parladığı Anlar, Çeviren: Burhan Arpad, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 1997.
Stefanos Yerasimos, Türk-Sovyet İlişkileri, Ekim Devrimi’nden Milli Mücadeleye, Gözlem Yayınları, İstanbul, 1979.
Stephane Lauzanne, Balkan Acıları, Kastaş Yayınları, İstanbul, 1990.
Taha Akyol, Rumeli’ye Elveda, Doğan Kitap, İstanbul, 2013.
Yahya Sezai Tezel, Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi 1923-1950, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1994.
Yaşar Kalafat, Dr., Kırım-Kuzey Kafkasya Sosyal Antropoloji Araştırmaları, ASAM Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Yayınları, Ankara, 1999.
Yılmaz Öztuna, Rumeli Kaybımız - 93 ve Balkan Savaşları, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1990. Osmanlı Devleti Tarihi, Faisal Finans Kurumu Yayını, İstanbul, 1986.
A
Abdurrahman (Sabri Ülker’in ağabeyi) 68, 317
Abdülhamid II., Padişah 51, 56, 58-60, 107, 565, 566
Abdülmecid, Padişah 51
Ablum, Mahir 163, 641, 642
Acar, Mustafa 613, 614, 633, 717
Acıman, Eli 525
Ağca, Mehmet Ali 426
Ahmet Ziya Bey (Sabri Ülker’in dayısı) 59, 102, 125-128, 131
Akbulut, Ziyaeddin 616-617
Akın, Kenan 514, 515
Aksoy, Temel 253
Aktin, Edip 679
Akyol, Taha 683, 691, 693, 722
Akzambak, Mehmet 376
Al-Bunnia, Haj Abdul ahab 480, 715
Aleko Usta 204
Allen, Melvin C. 310, 311
Ali Haydar Efendi 222-223
Altıntak, Hüseyin 204, 595
Arın, Suat 628
Arıkan, Tevfik 633, 634, 719
Arısan, Mehmet 162
Aslan, Yusuf 377
Astan, Şener 585, 628, 629
Ataseven, Asaf 465, 466, 530, 661
Ataseven, Gülsen 465, 466
Ateş, Orhan 559, 560
Atatür, Pervin 172
Atatürk, Mustafa Kemal 107, 108, 113, 114, 123, 146, 147, 154, 158, 168, 172, 267, 314, 365, 378, 554
Avcu, İbrahim 209
Aydemir, Talat 332
Aydıner, Atilla 620
Ayvazovski, İvan 51
B
Bacacı, İsmail 418
Balcı, Şükrü 370, 394, 395, 548
Balzac, Honor± de 55
Bahçeli, Devlet 32
Barnes, Harry 301
Başar, Şükûfe Nihal 154, 223
Başaran, Mustafa 360, 361
Bayar, Celal 167, 211, 268, 332, 347
Baykal, Deniz 30
Bayraktar, Gülizar 249-251
Bayram, Mahmut 667
Benekay, Yahya 226, 228
Berker, Şinasi Nahit 349
Berkman, Münir Müeyyed 154, 158
Berksan, Betül (Asım Ülker’in kızı) 240, 290, 465-467, 669
Berksan, Faruk 116, 240, 259, 349, 351, 352, 354, 355, 357- 360, 362, 368, 369, 371, 387, 400, 405, 415, 460, 486, 487, 533, 534, 592, 602, 636, 707
Berksan, Selçuk 58, 79-81, 91, 101, 109, 116, 118, 119, 127, 139, 142, 173, 181, 200, 201, 203, 205, 240, 257-260, 262, 263, 285, 311, 314, 315, 336, 337, 350-352, 354, 359, 369, 370, 373, 376, 382, 383, 385, 387, 399, 401, 405, 415, 434, 448, 449, 484, 494, 702
Besler, Doğan 143
Besler, Fehmi 143
Besler, Sami 141, 170
Beyatlı, Yahya Kemal 122, 172, 555
Beykont, Zeki 159, 160, 162
Biliközen, tıf 362
Bodur, İbrahim 321, 323, 325
Bolak, Aydın 325
Bonaparte, Napolyon 156, 213, 301
Boran, Behice 426
Bölükbaşı, Rıza Tevfik 157
Budak, Rıdvan 418, 419, 424
Buzbaş, Necdet 403, 404, 430, 536, 538, 539
Büyük, Gürol 445
Büyükanıt, Yaşar 550
C
Cansen, Ege 463
Cengiz Han 40, 41
Ceyhun, Ekrem 689
Churchill, Winston 43, 44, 193, 301
Cibran, Halil 89, 137, 701
Cilasun, Zafer 346
Clay, Muhammed Ali 646
Commer, Robert 346
Coşkun, Ali 564
Ç
Çağlayangil, İhsan Sabri 519
Çalı, Kurt Seyit 84-86, 90, 91, 94, 110, 114, 119, 120, 185, 226-228, 231, 232
Çalı, Nuriye 231
Çakır, Erden 636
Çamlıbel, Faruk Nafiz 153
Çanakçı, Fuat 340, 341, 585, 592, 594, 679
Çanakçı, Suat 594
Çar Nikolay 107, 120
Çehov, Anton 51
Çelebi, Bünyamin 531
Çelebi, Süleyman 418-421
Çelebi, Ümit 513, 514, 521, 522, 530, 542
Çeliktürk, Kadir 601
Çetiner, Ömer 614, 615, 617
Çiçek, Cemil 19
Çiller, Tansu 554
Çizmecioğlu, Abdullah 172
Çizmecioğlu, Mustafa 172
Çorapçı, Bülent 320-322, 325, 548
D
Dağcı, Cengiz 51
Dağyar, Faruk 590, 591, 634
Damat Ferit Paşa 108
Davis, William Hersey 319
Davutoğlu, Ahmet 104, 105, 350, 412, 413, 443, 451, 661
Davutoğlu, Sare 104
Demirel, Süleyman 24, 45, 46, 175, 304, 333-335, 345, 364, 378, 417, 424-426, 428, 519, 520, 548, 554, 580, 626
Demirel, Turgay 580, 581
Denizci, Süheyl 265, 695, 697
Denktaş, Rauf 425
Devletof Süleymanoğlu, Dilaver 116, 117
Dinçsoy, Ahmet 207, 208
Dinçsoy, Hamdi 141, 353
Dinçsoy, Hayri 208
Dinçsoy, İsmet 207
Dinçerler, Vehbi 165
Doğan, Ali 571, 572, 576
Durmaz, Hilmi 539, 585, 596, 597
Duruel, Hasan 617
Düzenli, Samime 179
E
Ecevit, Bülent 346, 376-378, 384, 392, 425, 428, 519, 520, 551
Ecevit, Rahşan 520
Eczacıbaşı, Nejat 609
Ecirzade, Mustafa Avni 171
Edison, Thomas 301
Eflatun (Platon) 146, 151
El Mutavva, Abdullah 305
Elrom, Efraim 365
Emiroğlu, Metin 409, 410
Engin, Kemal 153
Erbakan, Necmettin 175, 347, 364, 365, 376, 378, 424, 519, 549, 551, 554, 618
Erbuğ, Orhan 384, 385
Erdem, Ercan 384, 385
Erdoğan, Recep Tayyip 22, 618, 619, 622, 623, 690
Erez, Mesut 163, 641
Erkunt, Mümin 338, 339
Eroğlu, Mehmet Ali 609, 611
Erim, Nihat 364, 365, 377, 519
Erol, Safiye 199, 200
Erozan, Celal Sahir 154
Ersoy, Mehmet Akif 66
Ertan, Yüksel 521-524
Esen, Fikret 214, 215
Esener, Ali Fethi 520
Eşref Sabit 154
Evren, Kenan 425, 426, 519, 520
Eyüboğlu, Bedri Rahmi 122
F
Fahreddin (Türkkan) Paşa 106
Fatih Sultan Mehmed, Padişah 41, 197
Feyzioğlu, Turhan 424, 426
G
Gamsız, Nuri 265, 695, 697
Gaspıralı, İsmail Bey 42, 43, 45
Gates, Bill 691
Gazioğlu, Şaban 321
General Wrangel 120, 124
Genç, Faruk 265
Gezmiş, Deniz 377
Goethe, Johann Wolfgang von 71, 169
Goldenberg, Emil 679
Gomez, Heinz 264
Gök, Adem 178
Gök, Süleyman 178
Gökçen, Sabiha 114
Gökbörü Kançal, Fikri 110
Gökyiğit, Nihat 313, 567
Gövsa, İbrahim Alâaddin 154, 158
Gözde, Yurdakul 422
Gül, Abdullah 15
Gülen, Fethullah 550
Gümüşpala, Ragıp 332
Günay, Yüksel 583, 584
Güneş, Hüseyin 566, 600
Güney, Eflatun Cem 151
Gürbaşkan, Süheyl 521
Gürcan, Tarık 265
Gürel, Halit 139, 144, 450
Gürsel, Cemal 332, 345
Güzelses, Celal 217
H
Hacı Bekirzade Ali Muhiddin 171
Hacı Geray Han 41
Hacı İslam Efendi (Sabri Ülker’in babası) 17, 39, 52, 53, 57-62, 64-69, 71, 73, 76, 79-81, 83, 86, 87, 89, 91-94, 96, 97, 106, 110, 113, 114- 116, 118, 119, 122, 125- 128, 131, 134, 135, 138-140, 141, 171, 185, 207, 208, 223, 230, 235-237, 239-241, 248, 255, 316, 317, 681, 711, 712
Hacı Sayid 171
Hafız Numan Efendi (Sabri Ülker’in dedesi) 61, 64, 67, 68
Hafız Rıza Bey (Sabri Ülker’in dayısı) 102
Hanife Hanım 223
Hasan Efendi (Sabri Ülker’in dedesi) 52, 55, 58, 59, 62, 681
Hassan, Rıfat 308, 309
Hatemi, Nadir 273
Hatice Gülsüm Hanım (Sabri Ülker’in babaannesi) 52, 55, 62
Haşim, Ahmet 153, 156
Hitler, Adolf 159, 184, 185, 189, 210, 214, 225, 229
Hugo, Victor 555
Humeyni, Ayetullah 426
Hz. Ali 393, 394
Hz. Muhammed 106, 137
I
Ilıcak, Kemal 514
Işık, Murat 110
İ
İbrahim, Veli 90, 91
İman, Ahmet 417
İman, Avni 220, 277, 401, 402
İman, Mehmet 238
İman, Muharrem 222, 275, 639
İman, Sabiha 116, 190, 236, 273, 275
İnam, Orhan 359
İnan, Hüseyin 377
İnönü, Erdal 554
İnönü, İsmet 114, 167, 168, 193, 194, 211, 332, 333, 347, 364, 377, 378
İnönü, Mevhibe 114
İpekçi, Abdi 426
İsmail Hakkı (Sabri Ülker’in ağabeyi) 68, 91, 317, 557
İzzet Melih 159
J
Jankoviç, Jean Paul 679
Jobs, Steve 691
Johnson, Lyndon B. 310, 345
K
Kâmil Paşa 565
Kamu, Kemalettin 154
Kanatlı, Firuz 349, 350, 683, 685, 688
Kantarcı, Hayrullah 630
Kantarcı, Tekin 630, 631
Kantarcızade Hacı Ömer 172
Karaağaçlı, Hacı Mustafaoğlu Süleyman 172
Karabulut, Orhan 179, 180, 181
Karaca, Kadri 263
Karaca, Yunis 568
Karadayı, İsmail Hakkı 557
Karadeniz, Yılmaz 224
Karataş, Ayfer 299
Karpat, Kemal 692
Kasım, Ahmet 167
Katerina (Çariçe) 45
Kaufman, Aleander 302
Keçeci, Karpiç (Juri Georges Karpovitch) 172
Kent, Muhtar 697
Kerenski, Aleksandr 107
Kırımlı, Ahmet İhsan 324
Kırımoğlu (CemiloğluԜ) Mustafa 46-48
Kısakürek, Necip Fazıl 154, 155, 677
Kibritçioğlu, Ahmet 597
Kocabıyık, Asım 533
Koç, Vehbi 172, 254, 305, 321, 603, 605, 687
Koçu, Reşat Ekrem 179
Kohen, Hayim 219, 220, 222, 224, 225, 255
Konfüçyüs 169
Koraltan, Refik 211
Koru, Naci 566
Korutürk, Fahri 376, 378, 425, 426, 519
Koryürek, Enis Behiç 154
Köprülü, Fuat 211
Kösdağ, Mehmet 130, 319
Kubayev, Memet 86, 91
Kumak, Mehmet Gafur 172
Kurt Mehmet (Sabri Ülker’in amcası) 55
Kuşçulu, Mahmut Mahir 330, 476, 477
Kuşçulu, Nuh 320, 321, 324, 327, 330, 331, 475, 476, 478
Küçükali, Tekin 406, 407, 569
L
La Bruy°re, Jean de 555
Lamartine, Alphonse de 109
Le Bon, Gustave 109
Lenin (Ulyanov), Vladimir İlyiç 79, 90, 96, 107, 122
M
Mahire (Sabri Ülker’in ablası) 61, 139, 317
Mardin, Yusuf 154
Mareşal Fevzi Çakmak 210
Marko Usta 170
Mar, Karl 90, 123
Mavituna, Abdurrahman 151, 167
Mehmet Turhan Bey 171
Melen, Ferit 378
Menderes, Adnan 211, 257, 265-268, 296, 332, 377, 522, 554
Menderes, Yüksel 377
Mercan, Kerami 607, 608
Mercan, Nedim 607
Mercan, Sami 607
Meriç, Cemil 240
Mesci, Haluk 521, 522, 525, 526
Morçay, Şükrü 496
N
Nahum, Hayim 203, 303
Nebioğlu, Kemal 380-382, 396, 417, 424
Neriman Teyze (apartman komşuları) 244
Nurettin Hoca 667
O
Oluç, Mehmet 585, 596, 598
Onnik Usta 208, 258
Orhon, Orhan Seyfi 154, 158
Ortaylı, İlber 45, 213
Osman Nuri Bey 171
Osmanoğlu, Abid 565
Ö
Öksüz, Fahri 588, 589, 679
Öner, Mualla 59, 72, 131, 199
Öner, Nihat 82, 102, 130, 132, 207
Ömer, Öner 679
Önsel, Vedat 425
Öz, Sebahattin 153
Özal, Turgut 165, 175, 327, 343, 346, 409-411, 520, 554, 689, 692
Özbek, Necip 615
Özcan, Gazanfer 447, 448
Özcan, Gönül Ülkü 447, 448
Özcan, Salih 304-307, 565, 566
Özdemir, Sadi 516, 517, 692
Özdemir, Nâzım 363
Özden, Yekta Güngör 561
Özdil, Yılmaz 683, 695, 697
Özdöner, Fazıl 615
Özel, Mustafa 144, 145, 176, 475, 522, 535
Özgü, Cemal 181
Özgü, Cemile 181
Özgün, Talât 215, 216, 218
Özhun, Kayhan 475
Özilhan, Tuncay 471-473, 475, 477, 577
Özokur, Ahmet 104, 617, 643, 660, 661, 669
Özokur (Ülker) Ahsen 36, 38, 76, 95, 97, 100-104, 118, 133, 145, 162, 166, 200, 222, 235, 237, 240-243, 246, 249- 251, 270, 275, 280, 281, 283- 285-292, 316, 354, 372, 387, 388, 462, 468, 484, 542, 645, 649, 678, 679, 681, 712
Özokur, Alanur 660
Özokur, Ayşe Senem 660
Özokur, Beyhan 660
Özokur, Kerem 660
Özokur, Nur Vera 669
Özokur, Orhan 104, 354-356, 363, 380, 381, 441, 475, 489, 491, 492, 536, 540, 575, 578, 661
Özokur, Ömer 643, 652, 653, 660
Özokur, (Davutoğlu) Sefure 104, 661, 669
Özokur, Yusuf İhsan 669
P
Page, Larry 691
Pandeli Usta 201
Pasternak, Boris 52, 77
Peker, Alptekin 680
Polatkan, Hasan 332, 554
Puşkin, Aleksandr Sergeyeviç 51
R
Rado, Şevket 269, 270, 281, 555
Rakiros, Parasko 183, 203, 205
Rasputin, Grigori 107
Recaizâde Ekrem 153
Richepin, Jean 154
Roosevelt, Franklin 43, 44
S
Sabancı, Hacı Ömer 685, 688
Sabancı, Sakıp 562, 685, 688
Sadık Rifat Paşa 692
Saharov, Andrey 47
Said Şamil 565
Sancar, Semih 426
Saracoğlu, Şükrü 177, 193, 194, 205
Sazak, Gün 519
Selışık, Selahattin 214, 215
Sepet, Rıza 594, 625, 626, 679
Seyit Ömer, (Sabri Ülker’in amcası) 55, 101
Sezer, Adem 167, 504
Sezgin, İsmet 26, 557, 558
Sıdıka Hanım (Sabri Ülker’in ablası)
Simavi, Sedat 233
Socrates 69, 316
Songar, Ayhan 564
Sökmen, Tayfur 519
Sözen, Reşat 618, 619
Sözer, Vural 521
Sultan Aziz, Padişah 692
Sultan Reşad, Padişah 87
Sunay, Cevdet 345, 364, 365, 377
Sükan, Faruk 426
Stalin, Jozef 43-45, 47, 50-52, 80, 90, 114, 122, 123, 185, 240, 288
Ş
Şahabettin, Cenap 156
Şakire Hanım, (Sabri Ülker’in annesi) 55, 61, 65, 67, 68, 76, 78, 81, 82, 91, 93, 102, 114, 125, 126, 136, 138, 171, 205, 237, 239, 240, 241, 291, 316, 317, 711, 713
Şapolyo, Enver Behnan 172
Şendal, Yusuf 172
Şentürk, Aziz 167
Şentürk, Kemal 585, 603, 605, 628
Şentürk, Namık Kemal 376
Şerif Hüseyin Paşa 106
Şeyh Şamil 565
Şişmanoğlu, Abdullah 278
T
Tağmaç, Memduh 346, 364
Tamer, Zekirriya 162
Taviloğlu, Mustafa 244
Tecer, Ahmet Kutsi 154
Tolga, İzmir 521, 522, 526-528
Topbaş, Mustafa 120
Topbaş, Sabahattin 321, 327, 328
Tosunzade, Abdurrahman 172
Troçki, Leon 66, 122-124
Tunagür, Yaşar 304
Tuncer, Kenan 170, 178
Turanoğlu, M. Uluğ 154
Turhan, Mediha 172
Tuğ, Salih 533, 534, 568
Tural, Cemal 346
Türkeş, Alparslan 210, 406, 407, 424, 519, 520, 551, 554, 592, 594
Türel, Yusuf 321
U
Uğur, Hasan 327, 328
Uğurses, Zihni 594, 596, 636, 637, 679
Ulaş, Fahrettin 321
Unakıtan, Kemal 110
Uras, Güngör 683, 689, 690, 692
Uşaklı, Ömer Bedrettin 154
Ü
Ülken, Aydın 526
Ülker, Ahmet Asım 58, 64, 68, 76, 79-82, 85, 91, 92, 99, 101, 115, 116, 118, 126-128, 131- 133, 135, 139, 141-143, 169- 179, 181-185, 197-199, 201- 205, 207, 208, 214, 221, 230, 231, 239-241, 247-249, 252- 255, 256, 258, 259, 261, 272, 303, 307, 316, 319, 320, 326, 335, 351, 352, 354, 357, 387, 397, 405, 414, 415, 417, 437, 444, 483-485, 487-489, 491, 500, 505, 522, 587, 590, 591, 593, 594, 601, 607-609, 631, 640, 662, 681, 685, 686, 699, 701, 710-713
Ülker, Ali (Ahsen Özokur’un oğlu) 83, 103, 274, 277, 293, 396, 397, 484, 533, 534, 536, 538, 539, 568, 576, 643, 646, 647, 652
Ülker, Ali (Sabri Ülker’in oğlu) 35, 36, 235, 237-239, 241, 242, 246, 269, 270-279, 292
Ülker (Ataseven), Betül 240, 290, 465-467, 669
Ülker, Fatih 643, 669, 674
Ülker, Fatma 117, 190, 652
Ülker, Güzide (İman) 76, 130, 220, 222, 235-237, 248-251, 258, 259, 269, 270, 280, 292, 316, 319, 387, 388, 401, 465- 467, 469, 551, 591, 617, 645, 670, 675, 677, 678, 682, 712, 713
Ülker, İbrahim 652
Ülker, Meryem 652
Ülker, Murat 36, 38, 59, 60, 62, 69, 109, 111, 113, 115, 118, 165, 213, 219, 240, 245-248, 253, 255, 271, 276, 280, 292, 300, 344, 373, 375, 387, 395, 398, 418-420, 424, 437, 440, 442-444, 456, 462, 466, 469, 489, 491, 492, 503, 532, 535, 536, 539-544, 547, 556, 557, 559, 570, 575, 605, 645, 669, 673, 692, 699, 701, 704, 707, 710, 713
Ülker, Mustafa 643, 669, 670, 673
Ülker, Rahmi 217
Ülker, Yahya 618, 643, 669, 670, 677
Ülker, Zehra 174, 230
Ülker, Zeynep 652
Ülkücü, Aydın 437
Ürgüplü, Suat Hayri 333, 377
V
Vahideddin, Padişah 107
W
Wiederkehr, George 475, 479
Y
Yalçın, Süleyman 564
Yalçıntaş, Nevzat 120, 129, 130, 142, 555, 562, 563
Yaramanoğlu, Hüdai 447, 661
Yavuzer, Haluk 270, 433-435, 441, 443
Yazıcı, Kâmil 327-329, 472
Yazıcı, Osman 475
Yelmen, Hasan 326
Yener, Faruk 265
Yıldız, Ziya 164, 166, 341, 342, 639
Yılmaz, Mesut 554
Yozgat, Hasan 343, 595, 679
Yöntem, Ali Canip 154
Yusuf Ziya 153, 171
Yusuf Ziya Bey (şekerci) 171
Yurdagül, Metin 38, 499, 500, 501, 509, 510, 512, 514, 567
Yurdakul, Mehmet Emin 210
Yurdoğlu, Lebit Fehmi 154
Yüceses, Fethi 192
Yüceses, Hamiyet 178, 192
Yücesoy, Ekrem Şevket 560, 561
Yüksel, İsmet 51
Z
Zaim, Sabahattin 321
Zorlu, Fatin Rüştü 332, 554
Zweig, Stefan 197